15 Mayıs 2012 Salı

SARIYLA, KIRMIZIYLA, ALNIMIZIN AKIYLA!


  Nihayet şampiyonluk yazısını yazma fırsatı bulabildim. Florya’ydı, Seyrantepe’ydi derken bir türlü nasip olmadı hislerimi, duygularımı sizlerle paylaşabilmek.  Ama olsun. Bunca tatlı yogunluğun ardından kısmet bu anaymış demekki.
  Söylenecek o kadar çok şey var ki aslında, sırf şu mutlu günümüzde gereksiz şeyleri hatırlayıp durduk yerek keyfimiz kaçmasın diye çok fazla derinlere inmeyeceğim.
  3 Temmuz sabahı başlayıp bugüne dek yaşanan onca pisliğe, dolambaça bizi de bir şekilde alet edebilmek için ellerinden ne geliyorsa yaptılar. Her türlü yolu, yıldırma taktiğini denediler. Ama ne mutlu ki bu amaçlarında başarılı olamadılar!
  A’dan Z’ye yenilenen, kısacası çehresi baştan aşağı değişen takımımızla yürümeye başladığımız şampiyonluk yolunu aslında haftalar öncesinde hak etmiş olduğumuz gibi zaferle sonuçlandırdık. Belki tarihimizin en zor kazanılan şampiyonluğu oldu bu. Ama inanın bana o kupayı Kadıköy’de Fenerbahçeliler’in ve Federasyon’un onca direnişine rağmen kaldırabilmek, tadına doyulmaz bir keyif oldu bizler için.
  Fatih Hoca ve aslanları inanmıştı. Analarının ak sütü gibi hak ettikleri o şampiyonluğu, adalet anlayışı biraz olsun sağduyulu işleyen bir ülkede yerinin hiç tartışmasız bir alt lig olması gereken bir takıma, üstelik de son maçta vermeye hiç ama hiç niyetleri yoktu. Çıktılar, aslanlar gibi mücadele ettiler. 1996’da Souness’in fethettiği Kadıköy’ü, cumartesi akşamı Fatih Terim ikinci kez fethetti. Tarihin sayfalarına adını yıllar öncesinden altın harflerle yazdırmış olan İmparator, başarılarla dolu kariyerine bir satır daha eklemiş oldu. Bize bu gururu yaşattığın için sana ne kadar teşekkür etsek azdır Hocam…
  Evet, az öncede söylemiş olduğum gibi dün aslanlar gibi mücadele etti takımımız. Fatih Hoca belki de hayatında ilk kez beraberlik için oynadı. Sonunda da o gerekli beraberliği alarak takımımıza 18.şampiyonluğunu kazandırdı.
  90 dakika boyunca yılmadan, sabırla mücadele eden, rakibin kurmak istediği baskıya inatla direnen, sahadaki tüm boş alanları kapayıp Fenerbahçe’nin hücum üretkenliğini sıfıra indirmek için çabalayan takımımız, 90 dakikanın sonunda Şükrü Saraçoğlu’nda mutlu sona uzanmayı başaran taraf oldu.
   Özellikle Muslera’nın yaptığı kritik 2-3 kurtarış, Ujfalusi ve Semih’in Fenerbahçe’nin geliştirdiği her atağa adeta set çekmesi, Engin Baytar ve Melo’nun sahada basmadık yer bırakmamaası gelecek olan şampiyonluğun habercisiydi sanki. Ancak sahadaki tüm oyuncularımız var güçleriyle savaşırken, formaları sırılsıklam olmuşken, Riera ve sonradan oyuna dahil olan Milan Baros’un sorumsuz ve ruhsuz tavırları yeni sezonda bu takımda olmamaları gerektiğinin göstergesiydi! Özellikle benim gibi her zaman Baros’a sahip çıkmış, kazanılması gerektiğini dile getirmiş birisi bile böyle söylüyorsa siz düşünün gerisini…
  Dakikalar sanki ilerlemiyor, zaman geçmek bilmiyordu. Ekranın karşısında kalp atışlarım her geçen dakika daha bir hızlanıyor, boncuk boncuk ter damlaları tüm vücuduma yayılıyor, dua etmekten bir an olsun vazgeçmiyordum. Sanki 90 dakika değil, 90 yıl gibi geçen sürenin ardından duraklama dakikalarına gelindiğinde Fenrbahçe seyircisinin de yavaş yavaş ümitleri tükenmiş gibiydi. Öyleki, tribündeki birçok Fenerbahçe taraftarı gözyaşlarına boğulmuştu. Kayıp zaman olarak gösterilen 5 dakika da dolmuş, 90+6 oynanıyordu artık. Kaleci Volkan’da dahil olmak üzere 11 oyuncusuyla yarı sahamızdaydı Fenerbahçe. Ancak şişirdikleri her top tenis oynarmışcasına savunmamızdan geri dönüyor, bizler de çektiğimiz ‘’oh’’lara sürekli olarak yenisini ekliyorduk. Nihayet 90+7’de gelen Cüneyt Çakır’ın son düdüğü çok özlediğimiz o şampiyonluğa, 3 sezonluk hasretin ardından yeniden kavuşmamızı sağladı.
  Futbolcularımız sarmaş dolaş olmuş, polisin kurduğu barikat içersinde şampiyonluğu kutluyorlardı. Tabii ben o an Florya’ya gitmek üzere evden fırladığım için gece boyunca yaşanan tüm olaylara daha doğrusu çıkan rezilliklere anca bugün itibariyle vakıf olabildim.
  Her fırsatta ‘’Fenerbahçe sevgisi anlatılamayan, tarifi olmayan bir sevgidir. Bunu da kimseler anlayamaz.’’ diyen zihniyetin ne kadar haklı olduğunu dün bir kez daha görmüş olduk. Gerçekten de inanılmaz seviyorlamış takımlarını. Özellikle de stadlarını!
  Çok önceden mutabık oldukları ‘’Kupa, karşılaşmanın bitiminde kazanana verilsin.’’ düşüncesine bir anda 180 derecelik dönüş yaparak karşı çıkan Fenerbahçe Yönetimi ve Federasyon’un tüm direnişine, baktılar olmayacak ‘’O zaman bari soyunma odasına verelim.’’ yaklaşımına rağmen duruşundan asla ödün vermeyen ve işi bir nevi  inada bindiren takımımız sonunda onları çaresiz bıraktı ve şampiyonluk kupasını Şükrü Saraçoğlu’nda kaldırarak tarihe geçmiş oldu.
  Tabii o anlara Florya yolunda olduğumuz için ne yazık ki şahitlik edemeyen bizler, bu akşam Türk Telekom Arena’daki organizasyonla doyasıyla kutladık 18. Şampiyonluğumuzu. Tribünler belki de sezondaki hiçbir maçta dolmadığı kadar doluydu. Acaba Türkiye’de daha önce hiç bu kadar büyük bir kalabalık önünde şampiyonluk kutlaması yapılmış mıydı, inanın çok merak ediyorum.
  Evet sevgili Galatasaraylılar, 34 haftalık lig, 6 haftalık da anlamsız Play Off süreci acısıyla-tatlısıyla geride kaldı. Geçen sezon yaşadığımız kabus dolu günlerin ardından bu sezon böylesine bir sıçrama yapmak ve yeniden eski günlerimize geri dönüş sinyalleri vermek bizler için inanılmaz bir mutluluk kaynağı oldu. Selçuk’undan Elmander’ine, Eboue’sinden Melo’suna, Muslera’sından Engin’ine kadar bu çocuklar, bu şampiyonluğu analarının ak sütü gibi hak ettiler. Bizler onlara ne kadar teşekkür etsek azdır. Umarım yeni sezonda hem Play Off’suz bir ligde, hem de Şampiyonlar Ligi’nde bugünkünden çok daha güzel günler yaşatırlar bizlere…
  Son olarak, sezon başından beri beni takip eden, yazılarımı okuyan, tarzımı, üslubumu beğenen-beğenmeyen herkeslere teşekkürlerimi ve saygılarımı sunarak en güzerl günlerin Galatasaraylılar’ın olmasını diliyorum. Yeni sezonda görüşmek ümidiyle, sevgiyle kalın.
 
                                                              e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar