31 Ekim 2011 Pazartesi

Hakemler Katletmeyince


Açıkçası, bugün oynanacak olan Kayseri Spor karşılaşmasına ilişkin fazla bir umudum yoktu hafta boyunca. ‘’Alacağımız en iyi netice beraberlik olur.’’ diye düşünüyordum. Çünkü önemli sayıdaki sakat ve cezalı oyuncumuzu, son yıllarda sergilediğimiz gündüz maçları performansıyla birleştirince ister istemez karamsar bir tablo oluşuyordu insanın gözünde. Fakat neyseki bugün yanılan ben oldum ve sahadan 2-0’lık galibiyetle ayrıldık. Böylesine kritik bir dönemde ligin en zor deplasmanlarından birinden üstelik onca eksiğe rağmen 3 puanla dönmek benim nezdimde takdir edilecek bir başarıdır. Dolayısıyla gerek teknik kadromuzu, gerekse de bugün sahada ter döken tüm futbolcularımızı canı gönülden kutluyorum.
Tebrikleri bir kenara bırakıp maça gelecek olursak, bugün de gördüğümüz üzere sahada futbol oynamaya çalışan bir takımın, hakemler tarafından sabote edilmediği takdirde 3 puanı alması kaçınılmaz oluyor. Çünkü haftalar sonra ilk kez aleyhimize çalışmayan bir hakem üçlüsü vardı Kayseri’de. 90 dakika boyunca oyunun seyrini değiştirecek hiçbir düdük çalmadılar Allah’a şükür. Zaten Cüneyt Çakır yıllardır hem maç yönetişini beğendiğim, hem de başarılı bulduğum bir hakemdir. Hakem hatalarından oldukça muzdarip olduğumuz bir dönemde maçımıza atanması da bizim için büyük şans oldu bence.
İlk 45 dakika boyunca sahanın hakimi Galatasaray’dı. Gerçekten güzel futbol oynadık. Kalemizde de 0 pozisyon verdik. Sahadaki 11’in hemen hepsi üzerine düşen görevi başarıyla yerine getirebilmek adına herşeyi yaptı. Tabii bugünkü 11’in 2 sürprizi hiç tartışmasız Semih Kaya ve Ayhan’dı. Ayhan aylar, Semih ise yıllar sonra resmi bir maçta forma şansı buldu. Yalnız bu noktada şunu belirtmeden edemeyeceğim; Semih Kaya bence bugün Galatasaray’ın en iyisiydi. Bütün kritik müdahelelerin altında onun imzası vardı. Çok kontrollü ve kendinden emin bir şekilde oynadı. Sanki yıllardır devamlı oynuyor gibiydi…
İyi oynadığımız devrenin son bölümlerinde kazanılan serbest atışta Riera’nın güzel ortasına Elmander çok iyi yükselerek 1-0 öne geçmemizi ve soyunma odasına önde gitmemizi sağladı.
İkinci devreye zorunlu olarak Yekta-Aydın değişikliği ile başladık. Zaten sakatlıklarla boğuşulan bir dönemde Yekta’nın da sakatlanması ve 4-5 ay sahalardan uzak kalacak olması pekte hoş olmadı. Ne diyelim, Allah daha kötülerinden korusun…
Sakatlar kervanına Yekta’nın da eklenmiş olmasından mıdır bilemedim, ikinci yarıya oldukça tutuk ve etkisiz başladık. 20-25 dakika boyunca oyun tamamen Kayseri Spor’ün kontrolünde geçti. Özellikle Amrabat’ı durdurmakta bir hayli zorlandık. Ömer Şişmanoğlu yakaladığı net pozisyonları cömertçe harcadı. Bu noktadaki şansımız bence Gökhan Ünal’ın sakatlanıp oyundan çıkmış oluşuydu. Çünkü Ömer’e gelen toplar Gökhan’a gelmiş olsa, en az 2 tanesini rahatlıkla gole çevirebilirdi.
Ben ‘’Kayseri golü bulacak herhalde’’ diye düşünmeye başlamışken imdadımıza Eren Güngör yetişti. Rakip ceza sahası içinde Elmander’in yaptığı baskı sonuç verdi ve Eren’in topu uzaklaştırmak için yaptığı vuruş Selçuk’a pas oldu. Selçuk’da bu ikramı geri çevirmeyerek yaptığı mükemmel plaseyle hepimize derin bir ‘’Oh’’ çektirdi.
Kalan 15-20 dakikalık bölümde 2-0’ın verdiği güvenle üzerindeki stresi atan Galatasaray, oyunu kontrolü altında tutarak sahadan galip ayrılmasını bildi.
Bugünkü yazımın son bölümünü Eboue ve Riera’ya ayırmak istedim. Çünkü ikisi içinde vurguamak istediğim bazı şeyler var:
Eboue geldiği günden bu yana ilk kez sağ bek oynadı. Ve herkese çok net bir şekilde gösterdiki oynaması gereken esas mevkii orası zaten. Çünkü hem savunmada üzerine düşeni yaptı, hem de elinden geldiğince ataklara destek verdi. Kısacası modern futbolda bir bek oyuncusunun oynaması gerektiği şekilde oynadı.
Riera’da bugüne kadarki en iyi performansını ortaya koydu. Rakip eksiltti, çizgiye indi, gollük paslar attı, asist yaptı. Hala gerçek performansını yakalamış olmasada en azından ilerisi için olumlu sinyaller verdi. Bu şekilde devam ederse birkaç hafta sonra o da kendini bulacaktır diyerek bugünkü yazıma son noktayı koyuyorum.
e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar

27 Ekim 2011 Perşembe

SABIR DA BİR YERE KADAR !


Son 2 haftadır belki asaletimizden, belki de artık sadece saha içinde oynanan futbola konsantre olmak isteyişimizden, pek fazla bir şeyler konuşmadık hakemler ve arkalarındakiler hakkında. Ancak bu sessizliğimizi kendine fırsat bilerek bazı şeyleri iyice çığırından çıkarmak istedi bu akşam birileri!
Artık kesin olarak emin olduğum bir şey varsa, o da ligin sonunda oluşacak sıralamanın çoktan belirlenmiş olduğudur. Düşenin dostu olmaz misali, senelerdir şampiyonluk yarışının içinde yer alamayan Galatasaray Futbol Takımı’nı sanırım sahip olduğu ‘’büyük’’ takım sıfatından da tümüyle uzaklaştırmak istiyor bazı saha dışı güçler. Öyle ki bu sezonda şampiyonluk yarışının dışına atmak için takımımızı ellerinden geleni ardlarına koymuyorlar.
Şimdi isterseniz sezon başından beri olup bitenleri bir kez de birlikte sesli düşünelim:
Galatasaray lige İ.B.B mağlubiyetiyle başlamış, 2.hafta ise Samsun Spor’u iyi futbol oynamadan mağlup etmişti. Sonrasında gittiği Karabük deplasmanından 1 puanla dönerek, 3.hafta sonunda 1 galibiyet, 1 beraberlik, 1 de mağlubiyetle puan cetvelinin ortalarında yer bulmuştu kendine. Ancak bu durumdan daha önemlisi Galatasaray iyi futbol oynamıyordu. Dolayısıyla bazıları ‘’Bu sene de bunlardan bir halt olmaz.’’ düşüncesine biraz erken büründüler herhalde. 4.haftanın başlamasıyla birlikte işin aslında öyle olmadığı ve haftalar ilerledikçe taşların yerine daha iyi oturacağı gerçeği ortaya çıkmış oldu. Hal böyle olunca bazı senaryolar da ister istemez değişmeye başladı. Bir anda saha içi etmenler, saha dışı güçlerin kontrolü altına girmeye başlandı sanki. Önce Bursa Spor maçındaki Hüseyin Göcek faciası, ardından geçen hafta sahada futbol oynanmaması için elinden geleni yapan Yunus Yıldırım ve son olarak bu akşam bir futbol maçı nasıl katledilir sorusunun cevabını gözler önüne seren Abdullah Yılmaz!
İlk 3 haftada futbol adına fazla olumlu şeyler ortaya koyamayan Galatasaray’ın hiçbir hakem hatasıyla karşılaşmayıp, 4.haftadan itibaren iyi sinyaller vermeye ve zirveye doğru emin adımlarla yürümeye başlamasıyla birlikte ardı arkası kesilmeyen hakem hatalarıyla muhatap olmak zorunda kalışı bazı şeylerin pekte tesadüf olmadığının ispatı olsa gerek!
Oysaki bu akşam, sadece güzel futbol oynamak ve geçen hafta kaybettiği 2 puanı telafi etmek için sahaya çıkan bir Galatasaray vardı. Çok büyük bir istek ve hırsla başladık karşılaşmaya. Zaten bunun karşılığını da henüz 6.dakikada bulduğumuz golle aldık. Golün gelmesiyle birlikte ‘’Rahat bir galibiyet alıcaz herhalde bu akşam.’’diye düşünmedim değil kendimce. Başımıza gelecek felaketlerden bi haberdim tabii o esnada. Arka arkaya gelen 2 sakatlık karabulutların habercisiydi sanki. Önce o ana kadar sahanın en iyisi olan Kazım yerini Eboue’ye bırakmak zorunda kaldı, sonra da Gökhan Zan-Servet değişikliği geldi. Gerçi Gökhan-Servet değişikliği benim nezdimde hayra alamet bir durum olsa da başkalarının gözünde öyle değilmiş malesef. Çünkü kafalarındaki planı uygulama şansı tanıdı onlara bu değişiklik!
Gaziantep Spor Muslera’nın hatalarının da etkisiyle attığı 2 golle skor üstünlüğünü lehine çevirdi bir anda. Ancak tüm samimiyetimle söylüyorum, 2-1 geriye düştüğümüz an zerre kadar ümitsizliğie kapılmadım. ‘’Bir şekilde çevriririz bu maçı’’ diyerek rahatlatıyordum kendimi. Ta ki Servet oyundan atılıncaya kadar. Avrupa’nın, hatta Dünya’nın tüm liglerinde hemen her hafta onlarca kez yaşanan ve hiç birinde hiçbir savunmacının sarı kart dahi görmediği bir pozisyonun cezası bizim ülkemizde direk kırmızı kartmış meğer! Bizler de bu akşam öğrenmiş olduk bunu.
Devreyi 2-1 geride ve 10 kişi olarak tamamladıktan sonra 2.yarıya ilk yarıdakinden de daha istekli ve hırslı başladı Galatasaray. Özellikle Sabri ve Elmander 2 kişilik oynuyordu sanki. Öyleki 10 kişilik takım oyunu tamamen rakip yarı alana yıkıp ardı ardına pozisyonlar bulmaya başladı. Bu pozisyonlardan birinde de Sabri’nin takdir edilecek çabası ve Elmander’in sert vuruşu Galatasaray’a 2-2’yi getirdi. O an saate baktım. Maçın bitmesine daha 25 dakika vardı. Galibiyeti yakalamak için yeterde artardı bile. Ancak 10 kişi kalıp galibiyet için oynayan her takım gibi bizimkiler de cümbür cemaat hücum edince araya atılan bir top, bir anda 2 Antepli oyuncuyu Muslera’yla karşı karşıya bıraktı. Yalnız Muslera’nın Antepli meslektaşlarıyla karşı karşıya kaldığı noktanın koruduğu kaleye yaklaşık 30 metre mesafede oluşu bir hayli ilginçti tabii! Hangi akla hizmet oraya açıldığına ben anlam veremedim. Zaten kalesinde kalsa o golü yemezdik. Çünkü şu an kim olduğunu hatırlayamasam da bizim defans oyuncularından birisi top ayağında olan Antepli oyuncuyu yakalamak üzereydi.
3-2 geriye düşmemize rağmen ben hala bu maçı mağlup olarak bitirmeyeceğimiz kanaatindeydim. Çünkü takım gerçekten çok özveriliydi. Herhalde bu özverinin farkına hakem Abdullah Yılmaz’da vardı ki, artık bitirici darbeyi vurmak istedi! Önce Sabri’nin tertemiz şekillerde topu çalıp gol tehlikesine dönüştürdüğü 2 pozisyonu faulle kesip Sabri’yi çileden çıkardı, sonra da onu da oyundan atarak maçın başından o dakikaya kadar karşılaştığı tüm olumsuzluklara rağmen inancını yitirmeyen takıma sonunda pes dedirtti…
Sahada 9 kişi kalmışsınız, 2 tane sakat vermişsiniz, 3-2’de geridesiniz. Maçın bitmesine de 20 dakika var veya yok. Sanırım bu şartlar altında uzaylılardan kurulu bir takım çıkarsanız sahaya, onlar bile hiçbir şey yapamazlardı.
Kalan kısa bölümde Gaziantep Spor elinden geldiğince topu çevirerek süreyi eritmeye çalıştı. Son dakikalarda Muslera’nın yine kritik bir hatası sonucu (ofsayttan) attıkları golle sahadan 4-2 galip ayrıldılar.
Evet bu akşam Abdullah Yılmaz ve 2 yardımcısının alanen ve kasten Galatasaray’ın 3 puanını çaldığına, gözlerinde herhangi bir bozukluk olmayıp biraz da vicdanı olan herkes çok net bir şekilde şahit olmuştur. Ancak en başından beri üzerinde durduğum gibi, bu akşam yaşananlar 3 haftadır dozajı gittikçe artan senaryonun belki de en önemli sahnelerinden birisidir. Hüseyin Göcek çok uğraşmasına rağmen 3 puanımızı çalamamış ancak aynı amaca hizmet eden Yunus Yıldırım kısmen, Abdullah Yılmaz ise tümüylen başarılı olmuştur bu yolda. Pazar günkü kritik Kayseri Spor maçına Baros’u da katarsak 3 sakat, 2 de cezalı oyuncusuyla çıkacak olan Galatasaray’ın o karşılaşmada da puan kaybetmesi oldukça muhtemel görünüyor. Dolayısıyla Fenerbahçe’nin önce yarınki derbide, sonra da hafta sonu oynayacağı karşılaşmada alacağı galibiyetler, ligi henüz 9. haftada Galatasaray adına %90 bitirerek bazı emek hırsızlarının büyük bir huzura ermesine vesile olabilir. Tabii böyle bir durumda bizlerin de kendilerine verebileceği en anlamlı hediye birer avuç kına yollamak olacaktır herhalde…
e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar

22 Ekim 2011 Cumartesi

Deplasman Sendromu


Hafta boyunca ‘’Antalya Spor karşılaşmasından nasıl bir sonuçla ayrılırız?’’ diye düşündüğümde, zihnimde pekte olumlu şeyler canlanmıyordu nedense. Çünkü Galatasaray Futbol Takımı’nın son yıllarda sergilediği deplasman performansı büyük bir takıma yakışmayacak cinstendi. Tıpkı bu akşam olduğu gibi…
Deplasmanlarda yaşanan bu sıkıntının temel nedeni nedir bilemiyorum ama artık bu sorunu çözmek için bir şeyler yapılması gerektiği de apaçık ortada. Bu bir şeyleri yapması gereken kişi de doğal olarak Fatih Terim olmalı.
Daha önceki yazılarımda da belirtmiş olduğum gibi ben Galatasaray’ın bu sezon evinde oynayacağı maçlarda oldukça zor puan kaybedeceğine inanıyorum. 17’de 17 bekliyorum demek hayalcilik olur ancak en az 13-14 galibiyet beklediğimi söyleyebilirim. Fakat aynı beklentiye deplasman maçları için de girmem şu aşamada pek mümkün gözükmüyor ne yazıkki…
Fatih Hoca, biraz da mecburiyetler nedeniyle, hem son haftalarda ısrar ettiği onbirinden hem de ideal sisteminden vazgeçmek zorunda kalmıştı bu akşam. Sakat olan Engin ve Kazım’ın yerine Eboue ve Baros forma giyerken henüz ritmini bulamayan Riera’da formasını Aydın’a kaptırmıştı. Yalnız ben bu tercihi Fatih Terim’e hiç ama hiç yakıştıramadım! Aydın Yılmaz gibi artık hiç kimsenin kendisinden en ufak bir umudu ya da beklentisi kalmamış, özellikle benim eleştirmekten bıkmış, usanmış olduğum, Galatasaray’da hala barınıyor oluşunu da saha dışı güçlere bağladığım bir futbolcudan Fatih Hoca gibi bu işin profesörü sayılan bir insanın hala bir şeyler bekliyor oluşu oldukça hayalci ve anlamsız geldi bana. Ki, Aydın’da forma giydiği her maçta olduğu gibi bu akşam da gösterdiği performansla beni düşüncelerimde yanıltmadı. En azından faydasız ve etkisiz oynama konusundaki istikrarından ötürü tebrik ediyorum kendisini!
4-4-2 sistemiyle mücadele ettiğimiz ilk 45 dakikada son 3-4 maça oranla oldukça etkisiz bir görüntü çizdiğimizi söyleyebilirim. Rakip kalede pozisyon bulmakta oldukça zorlandık. Zaten koca devrede bulduğumuz tek pozisyon Elmander’in yaptığı kafa vuruşuydu. Devrenin sonunda Baros’un sakatlanması da zaten yolunda gitmeyen işlere iyiyden iyiye tuz-biber oldu.
İkinci yarıya Baros-Riera değişikliği ile başlayan Fatih Hoca, sezon başından beri ısrar ettiği sistemine geri dönüş yapmış oldu bir yerde. Ancak ne sağ kanatta oynayan Aydın, ne de sol kanatta oynayan Riera hücuma hiçbir katkı sağlayamayınca Elmander rakip savunmanın arasında kayboldu gitti. Elmander zaten çok fazla özelliği olmayan, ağır bir futbolcu. Dolayısıyla kendisine destek verilmediği takdirde hele hele kapanan takımlara karşı etkili olabilmesi neredeyse imkansız.
60.dakikadan itibaren Galatasaray’ın futbolunda gözle görülür bir canlanma meydana gelmeye başladı. Antalya Spor’un takım halinde yorulup iyice geriye yaslanmasının da etkisiyle oyunu rakip yarı alana yıkıp, ayağa pas sayısını arttırmayı başardık. Durum böyle olunca pozisyonlar da gelmeye başladı. Elmander ,Melo ve Gökhan Zan oldukça müsait durumda vurdukları kafaları bir türlü kaleye gönderemediler. Eboue’nin direği yalayan şutu ise 90 dakika boyunca Galatasaray’ın gole en çok yaklaştığı andı. Antalya Spor’un en net pozisyonu ise son dakikada geldi. Bu pozisyonda Muslera mükemmel bir kurtarışa imza atmış olsa da bu akşam sahanın yıldızı hiç tartışmasız karşılaşmanın hakemi Yunus Yıldırım’dı! Geçen hafta yaşadığımız, artık bir klasik haline gelen Hüseyin Göcek faciasından sonra bu akşam Yunus Yıldırım’da resmen Gerilla Harbi yaşattı bizlere. Belli ki önceden kurgulanmış bir plana hizmet etmek için çıkmıştı sahaya. Galatasaray lehine faul çalmak için sanki bir oyuncumuzun ayağının kırılmasını bekleyen Yıldırım, ne tezattır ki Galatasaraylı oyuncular Antalya Sporlu oyunculara dokundukları her an düdüğüne ve kartına tereddütsüz başvurdu. Fatih Terim’in de maç sonunda belirtmiş olduğu gibi karşılaşmayı dakika bazında resmen katletti. Oyunun oynanmasına, akıcılığına hiçbir şekilde izin vermedi. Dolayısıyla ekran başındakiler için mücadele resmen bir sinir savaşına dönüşmüş oldu!
Karşılaşmanın ardından Galatasarayla ilgili olarak üzerinde durmak istediğim en önemli nokta; Galatasaray’ın yeni transferlerinin %80’inin henüz beklentileri karşılayamadıkları gerçeği. Selçuk İnan, Eboue, Riera, Elmander gibi oyuncular şu anda istenilen,beklenilen seviyede değiller açıkçası. Yenilerden takıma çabuk uyum sağlayanlar sadece Melo ve Ujfalusi oldu. İkisi de sanki 40 yıllık Galatasaraylı gibi. Muslera ‘da her geçen gün biraz daha iyi oluyor.
Bir şeyler belirtmek istediğim bir diğer nokta ise 4-3-3 görünümlü 4-5-1 sistemi. Evet Galatasaray Futbol Takımı 2008-2009 sezonunun başından beri bu sistemi deniyor. Skibbe, Bülent Korkmaz, Rijkaard, Hagi, Bülent Ünder ısrarla bu sistemi oynattılar. Fatih Terim’de aynı ısrarı sürdürüyor. Fakat bu takımın bu sistemi oynaması için gerek orta sahasında, gerekse de kanatlarında topu çok hızlı çeviren, çok çabuk düşünen ve seri hareket eden oyuncular olması gerektiğini Rijkaard döneminden bu yana sürekli olarak tekrarlıyorum. Ancak gelin görün ki, Galatasaray’ın ne orta saha, ne de kanat oyuncuları yukarıda tarif ettiğimiz türden futbolcular değiller. 4-3-3’ü bir kenera bırakın, hangi sistemi oynarsanız oynayın eğer süratli ve direk rakip eksiltebilen kanat oyuncularınız olmazsa, hücum anlamında etkin olmanız ya da gol pozisyonları üretebilmeniz pek mümkün olmuyor günümüz futbolunda. Yani lafın özü, en azından bir kanadınızda Abdul Kader Keita tarzı bir oyuncu olmak zorunda. Sezon başında transferinin gerçekleşmesi için o kadar çok ısrarlı oluşumun nedeni de buydu aslında. Çünkü ne Kazım, ne de benim alınmasını çok istememe rağmen Riera bu tarz oyuncular değiller. Özellikle Riera gerçekten ağır bir futbolcu.
Toparlayacak olursak, bu akşam kaybedilen 2 puanın önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü 3 haftadır galip gelen takımımız bu akşam da galip gelebilseydi, Çarşamba günkü Antep maçına daha farklı bir havayla çıkacak ve belki de o akşam da elde edilecek muhtemel galibiyet, kırılması zor bir galibiyet serisine doğru sürükleyecekti bizi. Ayrıca Fenerbahçe’nin geçen sezon olduğu gibi bu sezon da oldukça zor puan kaybediyor oluşu, bizim de mümkün olduğunca az puan kaybı yaşamamızı zorunlu kılıyor bir yerde...
e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar

17 Ekim 2011 Pazartesi

İmparator Zoru Sever


Dün İstanbul’da tabir-i caizse dondurucu bir soğuk vardı. Bu soğuk havaya gün boyu yağan şiddetli yağmur da eklenince, Türk Telekom Arena’nın o canım zemini ne yazık ki berbat bir hale bürünmüştü. Tribünler de dolmamıştı dün akşam. 52 bin kapasiteli stadda 30-35 bin taraftar var veya yoktu. Tabii bu durumun oluşmasındaki en büyük etkenin soğuk havadan ziyade yüksek bilet fiyatları olduğunu herkesler gayet iyi biliyor. Ancak yönetimimiz stadımızın tam olarak dolmamasından şikayetçi değil herhalde ki, seyirciyi tribüne çekmek için farklı uygulamalara başvurulmuyor. Neyse, sonuçta kendi bilecekleri iş…
Fatih Hoca dün akşam da son haftalarda ısrar ettiği onbirini bozmamıştı. Eboue, Baros, Servet gibi direk oynayabilecek kapasitedeki oyuncularımız yine yedek kulübesindeydi. Keza benim çok fazla beğenmememe rağmen Türkiye standartlarında önemli oyuncular olarak görülen Yekta ve Sercan’da.
Şunu çok açık bir şekilde söyleyebilirim ki, ilk 45 dakika boyunca mükemmel bir Galatasaray seyrettik. Abartısız son 2-3 yılın en iyi futbolunu oynadı takım. İnanılmaz derecede yüksek yüzdeyle ayağa pas yaptılar, çok iyi top çevirdiler. Kalemizde sadece 1 pozisyon verdik. Onda da yine Gökhan Zan’ın durduk yere rakibe attığı bir pas söz konusuydu. Attığımız ilk golde tam bir takım oyunu izledik. Yaklaşık 30-35 saniye süren paslaşmalar sonucu ceza yayının üzerinde topla buluşan Engin Baytar kişisel becerilerini gözler önüne serip topu 2 kişinin arasında Elmander’in önüne yuvarladı. Elmander’de gelen topu tavana asarak skor üstünlüğünü yakalamamızı sağladı.
Devrenin geriye kalan kısmında da sahanın mutlak hakimi Galatasaray’dı. Doğal olarak da soyunma odasına 1-0’lık üstünlükle gittik. İlk devrede yaşadığımız tek şanssızlık ise herşeye rağmen Kazım’ın sakatlanarak yerini Eboue’ye bırakması oldu. Hazır Eboue’den bahsetmişken kendisine yapılan %1500’lük penaltıyı daha önce defalarca kez Galatasaray düşmanlığından bahsettiğim Hüseyin Göcek’in es geçmesine pek şaşırmadık açıkçası. Tıpkı 90 dakika boyunca sürekli olarak Galatasaray aleyhine verdiği kararlara şaşırmadığımız gibi!
İkinci yarı, ilk yarıya oranla bambaşka bir Galatasaray vardı sahada. 45 dakika boyunca oynadığı futbol bizleri mest eden takım gitti, yerine topa hakim olmakta zorlanan, ayağa pas yapmakta sıkıntılar yaşayan, rakip kaleye pek fazla gidemeyn bir Galatasaray geldi sanki. 65.dakikada Engin Baytar’ın sakatlanarak oyundan çıkması ve yerine Sercan’ın girmesi de iyiden iyiye dengeleri Bursa Spor lehine çevirdi.
Golün geleceği belli olmuştu artık. Çünkü Bursa Spor yüklendikçe yükleniyor, Fatih Hoca ise sahadaki bu olumsuz tabloyu değiştirmek adına hiçbir şey yapmıyordu. Üstüne üstlük daha önce defalarca kez deneyip olumlu bir sonuç alamadığı Eboue’yi sol açık oynatma tercihinde yine inat ediyordu. Tam Bu esnada gelişen bir Bursa Spor atağında Galatasaray savunmasının uzaklaştırmak için yoğun çaba harcadığı topu Sercan’ın akıl sır ermez bir şekilde taca değil de kornere vurması Bursa Spor’un 1-1’lik eşitliği sonunda yakalamasını sağladı.
Zaten üşüyen Galatasaray taraftarı tamamen buz kesmişti artık. Ancak son bir umut daha vardı. Fatih Hoca’nın o ana kadar ısındırmayı bile düşünmediği Baros oyuna girerse belki kurtarabilirdi takımını. Nitekim öyle de oldu. Baros oyuna girdikten birkaç dakika sonra, mükemmel paslaşmalarla gelişen atağın sonucunda Elmander topu Baros’un önüne bıraktı, Baros’da düzgün bir vuruşla yeniden öne geçirdi bizi. O an Türk Telekom Arena’da oyuncusundan, teknik ekibine, idarecesinden, taraftarına kadar herkesde görülmeye değer bir sevinç vardı. Tıpkı bizim evde olduğu gibi :)
Sonuç olarak zor da olsa sahadan 2-1’lik skorla galip ayrıldık. Aslında kolay maçı zora sokan isim hiç tartışmasız Fatih Hoca’ydı. Özellikle 2.devredeki anlamsız diziliş denemeleri az daha 2 puan kaybetmemize neden olacaktı. Daha önce de söylediğim gibi Fatih Hoca şapkadan tavşan çıkarma sevdasına artık son vermeli. Futbolun matematiği 2x2=4 seviyesindeyse şayet işin içine türev, integral sokmaya çalışmanın hiçbir manası yok. Ayrıca 3 maçtır sonradan oyuna girip skora katkı yapan hatta bunların ikisinde hocasını kurtaran Milan Baros’un yerinin yedek kulübesi değil de yeşil zemin olduğunu bence İmparator’da artık kabullenmek zorunda…
e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar

3 Ekim 2011 Pazartesi

Kalite Farkı



 Galatasaray-Ankaragücü karşılaşmasının ardından söyleyebileceğim en temel şey, iki takım arasında belirgin bir kalite farkı olduğudur. Geçen hafta da belirtmiş olduğum gibi ligin en zayıf halkası olan Ankaragücü’nün Galatasaray’a kafa tutmasını zaten beklemiyordum. Ama top yuvarlaktır misali temkinli olmakta da fayda vardı. Çünkü hiçbir maçın sahada oynanmandan kazanılmayacağına geçmiş yıllarda çok kereler şahitlik ettik.
  Fatih Hoca geçen hafta galip gelen takımı Aykut-Muslera değişikliği dışında bozmayarak bu takımda isimlerin değil hakedenin formayı giyeceğini gözler önüne sermek istedi belki de. Öyle ki, takımın son 4 yıldaki değişmez ismi Servet Çetin bile kulübedeydi bu akşam. Futbolcular da hocalarının bu tercihlerinde haklı olduğunu göstermek istercesine maça gayet iyi başladı. Devre boyunca da iyi top oynadılar. Her hafta büyük bir sevinçle gözlemliyorum ki bir önceki haftaya göre daha iyi oynuyoruz, daha organize bir görüntü çiziyoruz. Zaten ilk 3 haftada yaşanan puan kayıplarının ardından, bir geçiş dönemi yaşadığımızı ve ilerleyen haftalarda herşeyin daha güzel bir hale geleceğini çok net bir şekilde vurgulamıştım. Takımın bu doğrultuda beni yanıltmadan ilerliyor oluşu da oldukça mutluluk verici. Kişisel fikrimi soracak olursanız; 8.haftadan sonra çok daha oturmuş bir Galatasaray izlemeye başlayacağımızı düşünüyorum.
  Gelecek tahminlerini bir kenara bırakıp tekrardan maça dönmek gerekirse, devre boyunca etkili olan Galatasaray dakikalar 12’yi gösterirken Selçuk’un kullandığı serbest vuruşta Rajnoch’un kendi kalesine attığı golle skor üstünlüğünü yakaladı. Bu golden 7 dakika sonra da ani gelişen kontra atakta Engin Baytar, Selçuk ve Kazım’ın hızlı paslaşmaları sonucu Kazım’ın ceza sahasına girer girmez çatala gönderdiği füze farkı 2’ye çıkarmamızı sağladı. Bu gol de Ankaragücü futbolcularına mağlubiyeti tamamen kabul ettirdi sanki. 2-0’dan sonra oyunu yönlendiren, topa sahip olan, kısacası sahanın hakimi olan taraf Galatasaray’dı. Zaten ikinci devre de kaçırdığımız 4 net gol, bahsettiğim bu durumun ispatı niteliğindeydi. Elmander, Kazım ,Selçuk ve Eboue oldukça müsait pozisyonları cömertce harcadılar. Biraz daha becerikli olabilseler, belki de tarih sayfalarına 8-0’lık bir Ankaragücü-Galatasaray karşılaşması daha düşecekti. Ama her hafta diyorum ya fazlasında gözümüz yok, yeter ki kazanalım diye, bu akşam da aynı düşünce yapısına sahip olmamdan ötürü büyük bir olgunlukla karşıladım kaçan golleri.
  Milan Baros oyuna girdikten sonra çok istekliydi. Sanki bir an önce gol atıp kendini Fatih Terim’e kabul ettirmek ister gibi bir hali vardı. Kalbi de temizmiş, kendi yaptırdığı penaltıda topun başına geçerek bu isteğine kavuşmuş oldu.
  3-0’dan sonra maç iki takım içinde bitti zaten. Yani kalan 5-6 dakika formalite icabı oynandı bir yerde. Ne Galatasaray’ın 4.golü atmaya niyeti vardı, ne de Ankaragücü’nün farkı azaltmaya. Hal böyle olunca da karşılaşmanın 3-0’lık sonuçla Galatasaray lehine sonuçlanması kaçınılmazdı.
   Geçen haftaki Eskişehir Spor mücadelesinin ardından ilk 4 haftanın en iyi futbolunu oynadık demiştim. Bu akşam da ilk 5 haftanın en iyi futbolunu oynadık cümlesini gönül rahatlığı ile kullanabilirim sanırım. Hatta olayı biraz daha ileriye taşıyıp 4 haftadır eleştirdiğim Kazım’ın da bu akşam ilk kez takımına ofansif anlamda katkı sağladığını söyleyebilirim. Bunların dışında Selçuk İnan’ı biraz daha toparlanmış, Muslera’yı da takıma daha bir alışmış gördüm. Kısacası şimdilik her şey güzel, tünelin ucu aydınlık. Yeterki takım mücadele etmeyi, bizler de sabırlı olmayı elden  bırakmayalım.

                                                                  e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar