22 Ekim 2011 Cumartesi

Deplasman Sendromu


Hafta boyunca ‘’Antalya Spor karşılaşmasından nasıl bir sonuçla ayrılırız?’’ diye düşündüğümde, zihnimde pekte olumlu şeyler canlanmıyordu nedense. Çünkü Galatasaray Futbol Takımı’nın son yıllarda sergilediği deplasman performansı büyük bir takıma yakışmayacak cinstendi. Tıpkı bu akşam olduğu gibi…
Deplasmanlarda yaşanan bu sıkıntının temel nedeni nedir bilemiyorum ama artık bu sorunu çözmek için bir şeyler yapılması gerektiği de apaçık ortada. Bu bir şeyleri yapması gereken kişi de doğal olarak Fatih Terim olmalı.
Daha önceki yazılarımda da belirtmiş olduğum gibi ben Galatasaray’ın bu sezon evinde oynayacağı maçlarda oldukça zor puan kaybedeceğine inanıyorum. 17’de 17 bekliyorum demek hayalcilik olur ancak en az 13-14 galibiyet beklediğimi söyleyebilirim. Fakat aynı beklentiye deplasman maçları için de girmem şu aşamada pek mümkün gözükmüyor ne yazıkki…
Fatih Hoca, biraz da mecburiyetler nedeniyle, hem son haftalarda ısrar ettiği onbirinden hem de ideal sisteminden vazgeçmek zorunda kalmıştı bu akşam. Sakat olan Engin ve Kazım’ın yerine Eboue ve Baros forma giyerken henüz ritmini bulamayan Riera’da formasını Aydın’a kaptırmıştı. Yalnız ben bu tercihi Fatih Terim’e hiç ama hiç yakıştıramadım! Aydın Yılmaz gibi artık hiç kimsenin kendisinden en ufak bir umudu ya da beklentisi kalmamış, özellikle benim eleştirmekten bıkmış, usanmış olduğum, Galatasaray’da hala barınıyor oluşunu da saha dışı güçlere bağladığım bir futbolcudan Fatih Hoca gibi bu işin profesörü sayılan bir insanın hala bir şeyler bekliyor oluşu oldukça hayalci ve anlamsız geldi bana. Ki, Aydın’da forma giydiği her maçta olduğu gibi bu akşam da gösterdiği performansla beni düşüncelerimde yanıltmadı. En azından faydasız ve etkisiz oynama konusundaki istikrarından ötürü tebrik ediyorum kendisini!
4-4-2 sistemiyle mücadele ettiğimiz ilk 45 dakikada son 3-4 maça oranla oldukça etkisiz bir görüntü çizdiğimizi söyleyebilirim. Rakip kalede pozisyon bulmakta oldukça zorlandık. Zaten koca devrede bulduğumuz tek pozisyon Elmander’in yaptığı kafa vuruşuydu. Devrenin sonunda Baros’un sakatlanması da zaten yolunda gitmeyen işlere iyiyden iyiye tuz-biber oldu.
İkinci yarıya Baros-Riera değişikliği ile başlayan Fatih Hoca, sezon başından beri ısrar ettiği sistemine geri dönüş yapmış oldu bir yerde. Ancak ne sağ kanatta oynayan Aydın, ne de sol kanatta oynayan Riera hücuma hiçbir katkı sağlayamayınca Elmander rakip savunmanın arasında kayboldu gitti. Elmander zaten çok fazla özelliği olmayan, ağır bir futbolcu. Dolayısıyla kendisine destek verilmediği takdirde hele hele kapanan takımlara karşı etkili olabilmesi neredeyse imkansız.
60.dakikadan itibaren Galatasaray’ın futbolunda gözle görülür bir canlanma meydana gelmeye başladı. Antalya Spor’un takım halinde yorulup iyice geriye yaslanmasının da etkisiyle oyunu rakip yarı alana yıkıp, ayağa pas sayısını arttırmayı başardık. Durum böyle olunca pozisyonlar da gelmeye başladı. Elmander ,Melo ve Gökhan Zan oldukça müsait durumda vurdukları kafaları bir türlü kaleye gönderemediler. Eboue’nin direği yalayan şutu ise 90 dakika boyunca Galatasaray’ın gole en çok yaklaştığı andı. Antalya Spor’un en net pozisyonu ise son dakikada geldi. Bu pozisyonda Muslera mükemmel bir kurtarışa imza atmış olsa da bu akşam sahanın yıldızı hiç tartışmasız karşılaşmanın hakemi Yunus Yıldırım’dı! Geçen hafta yaşadığımız, artık bir klasik haline gelen Hüseyin Göcek faciasından sonra bu akşam Yunus Yıldırım’da resmen Gerilla Harbi yaşattı bizlere. Belli ki önceden kurgulanmış bir plana hizmet etmek için çıkmıştı sahaya. Galatasaray lehine faul çalmak için sanki bir oyuncumuzun ayağının kırılmasını bekleyen Yıldırım, ne tezattır ki Galatasaraylı oyuncular Antalya Sporlu oyunculara dokundukları her an düdüğüne ve kartına tereddütsüz başvurdu. Fatih Terim’in de maç sonunda belirtmiş olduğu gibi karşılaşmayı dakika bazında resmen katletti. Oyunun oynanmasına, akıcılığına hiçbir şekilde izin vermedi. Dolayısıyla ekran başındakiler için mücadele resmen bir sinir savaşına dönüşmüş oldu!
Karşılaşmanın ardından Galatasarayla ilgili olarak üzerinde durmak istediğim en önemli nokta; Galatasaray’ın yeni transferlerinin %80’inin henüz beklentileri karşılayamadıkları gerçeği. Selçuk İnan, Eboue, Riera, Elmander gibi oyuncular şu anda istenilen,beklenilen seviyede değiller açıkçası. Yenilerden takıma çabuk uyum sağlayanlar sadece Melo ve Ujfalusi oldu. İkisi de sanki 40 yıllık Galatasaraylı gibi. Muslera ‘da her geçen gün biraz daha iyi oluyor.
Bir şeyler belirtmek istediğim bir diğer nokta ise 4-3-3 görünümlü 4-5-1 sistemi. Evet Galatasaray Futbol Takımı 2008-2009 sezonunun başından beri bu sistemi deniyor. Skibbe, Bülent Korkmaz, Rijkaard, Hagi, Bülent Ünder ısrarla bu sistemi oynattılar. Fatih Terim’de aynı ısrarı sürdürüyor. Fakat bu takımın bu sistemi oynaması için gerek orta sahasında, gerekse de kanatlarında topu çok hızlı çeviren, çok çabuk düşünen ve seri hareket eden oyuncular olması gerektiğini Rijkaard döneminden bu yana sürekli olarak tekrarlıyorum. Ancak gelin görün ki, Galatasaray’ın ne orta saha, ne de kanat oyuncuları yukarıda tarif ettiğimiz türden futbolcular değiller. 4-3-3’ü bir kenera bırakın, hangi sistemi oynarsanız oynayın eğer süratli ve direk rakip eksiltebilen kanat oyuncularınız olmazsa, hücum anlamında etkin olmanız ya da gol pozisyonları üretebilmeniz pek mümkün olmuyor günümüz futbolunda. Yani lafın özü, en azından bir kanadınızda Abdul Kader Keita tarzı bir oyuncu olmak zorunda. Sezon başında transferinin gerçekleşmesi için o kadar çok ısrarlı oluşumun nedeni de buydu aslında. Çünkü ne Kazım, ne de benim alınmasını çok istememe rağmen Riera bu tarz oyuncular değiller. Özellikle Riera gerçekten ağır bir futbolcu.
Toparlayacak olursak, bu akşam kaybedilen 2 puanın önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü 3 haftadır galip gelen takımımız bu akşam da galip gelebilseydi, Çarşamba günkü Antep maçına daha farklı bir havayla çıkacak ve belki de o akşam da elde edilecek muhtemel galibiyet, kırılması zor bir galibiyet serisine doğru sürükleyecekti bizi. Ayrıca Fenerbahçe’nin geçen sezon olduğu gibi bu sezon da oldukça zor puan kaybediyor oluşu, bizim de mümkün olduğunca az puan kaybı yaşamamızı zorunlu kılıyor bir yerde...
e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar