27 Ağustos 2012 Pazartesi

Böyle Defans Düşman Başına!


Hafta boyunca hem basınımız hem de halkımız tarafından Beşiktaş-Galatasaray derbisinin mutlak favorisi olarak gösterilen taraftık. Tabi ben de bu düşünceye sahip insanların arasında yer alıyordum. Çünkü, gerek Beşiktaş’ın geçen haftaki İ.B.B maçında sergilediği vasat görüntü gerekse de yaratıcı oyunculardan bir hayli uzak kadro yapısı Galatasaray’ı terazide çok daha ağır bastırıyordu.
   Maçtan 1 saat önce kadrolar belli olduğunda Fatih Hoca’nın geçen haftaya oranla daha derli toplu bir onbir çıkardığı kanaatindeydim. En azından Melo ve Semihle başlıyordu. Bana göre Burak’ın da sahada olması gerekirdi ancak hoca takdirini Elmander’den yana kullandı. Fakat karşılaşmanın başlamasıyla birlikte Elmander-Umut ikilisinin topu kaleye sokmakta çok fazla başarılı olamayacağı gerçeği günyüzüne çıktı. Yanlış anlaşılmasın, ben bu oyuncuların ne kalitelerini ne de performanslarını tartışmıyorum. Sadece ortada şöyle bir gerçek var, bunların her ikisi de daha çok yardımcı rolü üstlenmeyi seven forvetler. Yani koşan, basan, rakibi yıpratan, alan boşaltan ancak topu kaleye sokma işini partnerine bırakmayı tercih eden forvet tipi. Durum böyle olunca da ilk yarı boyunca yine sayısız gol fırsatından yararlanamadık. Hele hele, daha 25.saniyede Umut’un kaleci Cenk’i geçip bomboş kaleye topu gönderememesi akla mantığa sığamayacak türdendi…
  Elmander’de attığı gole rağmen devre boyunca etkisiz bir performans sergiledi. Oldukça gereksiz fauller yaptı, final paslarını hep yanlış kullandı.
   Sürekli olarak defansın arkasına adam kaçırmaya çalışan takımımızda sahada Burak Yılmaz olsaydı şayet, sanırım devre 2-2 değil, rahatlıkla 4-2, 5-2 lehimize bitebilirdi. Madem böyle bir taktik üzerinde çalışılmış, ee ligimizin hiç tartışmasız bu konudaki en başarılı forveti Burak Yılmazla neden başlanmadı karşılaşmaya diye insanın aklından geçmiyor değil tabi.
  İlk 45 dakikada sahada futbol adına bir şeyler sunan taraf sadece Galatasaray’dı. Orta sahada pas yapan, rakip kaleye giden, pozisyonlar bulan hep takımımızdı. Zaten hemen hemen her derbide olduğu gibi bu akşam da sayısız gol pozisyonundan yararlanamadık. Sanırım artık bu can sıkıcı duruma bir çözüm üretmenin zamanı geldi de geçiyor bile. Her derbide bu kadar pozisyona girip sahadan beraberlik ya da mağlubiyetle ayrılacaksak, bu iş bir süre sonra tahammülü zor bir hal alır…
  Beşiktaş takımı bireysel iki hatamızdan bulduğu gollerle devreyi berabere bitirmeyi başardı. İlk golü  Melo kendi kalesine attı, ikinci golü de Semih hediye etti. Zaten Beşiktaş maçlarında savunmamızın yaptığı bu amatörce hatalar artık bir gelenek haline geldi!
  İlk yarının kötülerinden Melo’yu devrede oyundan çıkardı Fatih Hoca. Ancak yerine Amrabat’ı sokması anlamsızdı. Düz mantık, orta saha oyuncusu çıkarıyorsan, işler çok çok kötü de gitmiyorsa, yerine yine bir orta saha oyuncusu sokacaksın der. Ama Fatih Hoca’da her zaman farklı bir mantık sistemi işlemiştir, o da ayrı bir konu…
  Nitekim Melo-Amrabat değişikliği takımımıza hiçbir pozitif katkı sağlamadı. Üstüne üstlük yine bir bireysel hata sonucu Beşiktaş’ın 3.golü gelince işler iyice arap saçına döndü.
  Hakan Balta gibi 6 sezondur Galatasaray forması giyen bir milli takım sol bekinin bu kadar boş bir topu uzaklaştıramaması hiçbir şekilde açıklanamaz. Ama bu akşam Galatasaray’ın ’’Geleneksel Bireysel Hatalar Gecesi’’ olduğu için buna da ses çıkaramadık!
  Fatih Hoca 3-2’den sonra tamamen hücumu düşündüğü için Aydın ve Burak gibi iki hücumcusunu daha sahaya sürdü ancak bunu yaparken bütün orta sahayı boşaltması hangi ruh halinin sahaya yansımasıydı anlam veremedim… Orta saha top yapamadıktan sonra sen sahada istersen 8 forvetle oyna, neye yarar ki? İlk yarı Galatasaray’ı oyunda hakim gösteren ve gol pozisyonlarına sokan, orta sahasının üretken oluşu değil miydi zaten? 
   Kısacası bu akşam makinanın düzgün işleyen tek bölgesi orta sahamızdı, ancak yaptığı değişikliklerle onu da Fatih Hoca işlemez hale getirdi… Öyle ki 65-85.dakikalar arası tamamen kendi yarı alanımıza hapsolduk. İlk 45 dakikada sahada yokları oynayan Fernandes’de bunu fırsat bilerek takımına liderlik yapmaya başladı.
  Amrabat’ın yaptığı tüm ortalar Cenk’in kucağına giderken, Aydın Yılmaz sürekli olarak rakibe faul yapmakla meşguldü. Kısacası orta sahası zaten işlemez hale gelen takımın kanatları da hiçbir varlık gösteremeyince tabiki  oyunun rakip yarı alana yıkılması beklenemezdi.
  Ancak bir şans golü ya da duran toptan  yakalayabilirdik beraberliği. Öyle de oldu. Burak Yılmaz’ın ceza sahası içinde düşürülüşü (veya kendini yere bırakışı!) sonucu kazandığımız penaltıyı gole çeviren Selçuk bu akşamın skorunu ilan etti.
  Evet, sezonun ilk derbisinde her ne kadar 6 gol izlemiş olsak da, ne oynanan futbol ne de gollerin atılış biçimi hiç kimseleri memnun etmemiş olsa gerek. Beşiktaş seyircisi de Galatasaray seyircisi de takımlarından çok daha farklı şeyler beklerdi herhalde. Olaya bizim açımızdan bakmak gerekirse, bir derbi maçında bu kadar defans hatasını yapmak hiçbir büyük takıma yakışmaz. Yarın öbür gün bunları Şampiyonla Ligi’nde yaparsan adamı averaj takımına döndürürler! Dolayısıyla, umarım bu akşam yaşananlar sadece bir kazadan ibarettir. Aksi halde durumlar fena…
  Son olarak hakem Bülent Yıldırım’dan bashetmek istiyorum. Bu akşamki derbiyi resmen mahfetti! Hiçbir şekilde oyunun akmasına izin vermedi. Her ikili mücadelede faul çaldı. Sürekli oyunu durdurdu. Maçı izleyen herkesin seyir zevkini alt üst etti. Unutulmasın ki; iyi hakem olmak demek sahada gördüğün herşeyi çalacaksın demek değildir. Bence sahada futbolun oynanmasını engellemiyor, seyircinin de maç zevkini katletmiyorsan işte o zaman ''iyi hakemsindir'' zaten...

    e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

21 Ağustos 2012 Salı

Terim'e Rağmen


  Yaklaşık 95 günlük aranın ardından Cum      a akşamı itibariyle Spor Toto Süper Lig yeniden açtı perdelerini.
  Şampiyonluk yolunda favori gösterilen ekiplerin daha ilk haftadan puan kaybı yaşayıp taraftarlarının zihninde ‘’acaba?’’lar uyandırması neredeyse bir klasik haline gelmiştir. İşte bu sezon da Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor bu geleneği bozmayan takımlar oldu.
  Hal böyle olunca dün akşam oynanacak Galatasaray-Kasımpaşa maçı öncesi takımımızdan da puan kaybı bekleyenlerin sayısı 2-3 gün öncesine oranla ciddi anlamda bir artış gösterdi.
  Karşılaşmanın başlamasına 1 saat kala takım kadroları açıklanınca kısa süreli iki şok yaşadım. Bunlardan 1.si transferi için 1,5 yıl boyunca neredeyse olağanüstü hal ilan edilen, Kayserispor’u  ikna edebilmek uğruna maddi, manevi yapılmayan fedakarlık kalmayan ve bu kadar uğraşın sonucunda güç bela takıma kazandırılan Amrabat’ın değil de Aydın Yılmaz’ın ilk 11’de oluşuydu.
  Yaşadığım 2.şok ise geçen sezonun ikinci yarısında hemen hemen hiçbir karşılaşmanın 18’ine alınmayan ve bu sezon adı gönderilecekler listesinin ilk sıralarına yazılan Sercan Yıldırım’ın yedek kulübesinde, buna karşılık şurada birkaç gün öncesine kadar Fatih Terim’in vazgeçilmezleri arasında yer alan Necati Ateş’in tribünde oluşuydu.
  Açıkçası dün akşam Fatih Hoca’nın ne yapmak istediğine hiçbir şekilde anlam veremedim. Yani yapılan bunca flaş transfere rağmen hala bu takımda Aydın oynuyorsa, Milan Baros ve Necati Ateş gibi üst düzey 2 golcü tribündeyken Sercan Yıldırım gibi yıllardır ne Bursaspor’a ne de Galatasaray’a en ufak bir katkı yapmadan ortalarda dolaşan Sercan Yıldırım, oyunun son bölümünde kurtarıcı olarak sahaya sürülüyorsa, ben gerçekten söyleyecek hiçbir şey bulamıyorum…
  Karşılaşmanın ilk düdüğüyle birlikte takımımız Kasımpaşa üzerinde özellikle Elmander-Umut ikilisiyle baskı kurmaya çalıştıysa da bunda ancak kısmen başarılı olabildi. Çünkü Kasımpaşa takımı gerçekten sınırlı bütçesiyle iyi bir takım kurmuş. Aldıkları yabancı oyuncuların hepsi takıma önemli katkılar sağlayabilecek cinsten. Özellikle ileri uçta oynayan Uche ve sağ kanattaki Djalma Campos savunmamızı bir hayli zorladılar. Emin olun ilerleyen haftalarda bu Kasımpaşa takımı çok canlar yakacaktır.
  Birkaç pozisyon dışında çok tehlikeli ataklar üretemediğimiz devreyi, kazandığımız bir serbest vuruşta Emre Çolak’ın ortasına son günlerin flaş ismi Umut Bulut’un yaptığı kafa vuruşu sonucu 1-0 önde tamamladık. Ancak Kasımpaşa’nın da Dany tarafından 2 kez kale çizgisinde önlenen bir pozisyonu vardı ki hepimizin yürekleri ağzına geldi…
  İkinci devreye de gereksiz Aydın ısrarında devam ederek başladı Fatih Hoca. 65.dakikaya kadar da Aydın’ın performansından oldukça memnunmuş gibi davrandı.
  Takımımız ikinci 45 dakikada, ilk yarıda tam anlamıyla kurmayı başaramadığı baskıyı bu kez kurabildi rakip üzerinde. 20’lik Emre Çolak’ın önderliğinde oldukça organize ataklarla gittik rakip üzerine. Emre Çolak bu bölümde gerçekten mükemmel oynadı. Sanki yıllardır bu takımın beyniymiş gibi kendinden emin ve özgüvenli  bir şekilde yönetiyordu ataklarımızı.
  Amrabat’ın oyuna girişi tribünleri ayağa kaldırdıysa da, saha içindeki performansı aynı tablonun tekrarlanması için yeterli olamadı. Sanırım Amrabat Arena’daki maçlarda gereksiz bir heyecana kapılıyor. Oysa ki buna hiç gerek yok.  Biraz rahat olup kendi futbolunu oynasa, zaten kendisini bağrına basmak için oldukça meyilli olan taraftarın değişmez sevgilisi olacaktır.
  Dakikalar 75’i gösterirken sahanın yıldızı Emre Çolak’ın ceza sahası sol yan çizgisi üzerinde yaptığı gereksiz faul, topu ağlarımızda görmemize neden oldu. Kullanılan serbest vuruşta Dany’nin kendisini bomboş bırakmasını fırsat bilen İlhan Eker, iyi yükselerek Kasımpaşa’ya beraberlik sayısını getirdi.
  Dany demişken birkaç cümle de onunla ilgili yazmak istiyorum. Kendisi gerçekten son derece çabuk ve top tekniği yüksek bir savunma oyuncusu. Özellikle geriden gelip rakibin ayağından top alma işini kusursuz yapıyor. Ancak adam tutma ve kademeye girme konusunda ciddi anlamda sıkıntıları var. Gerek Fenerbahçe gerekse de Kasımpaşa maçlarında zaman zaman rakip hücum oyuncuları ceza sahamız içinde öylesine boş kaldılar ki, açıkçası geçtiğimiz sezon savunmamız hiç böyle aciz görüntüler vermemişti. Dolayısıyla Dany şu an için bu takımın anca yedek stoperi olur.
   1-1’den sonra Fatih Terim gerçeklerle yüzleşmeye ve her sezon başında denediği şapkadan tavşan çıkarma sevdasına bir kez daha ‘’yine olmadı’’ diyerek son vermeye karar verdi. Sahanın etkisiz isimlerinden Elmander ve Hamit yerlerini Sercan! ve Melo’ya bıraktı. İşte maç başlamadan önce gerçek olmasından korktuğum şey de buydu tam olarak. Olur da son bölüme beraberlikle ya da geride girersek, gol atması için oyuna Sercan mı girecek yani? diye çok sorgulamıştım kendimi. Bir şeyi 40 kere söylersen 41.de olurmuş misali, Fatih Hoca merakla beklediğim cevabı vermiş oldu bana…
  Melo’nun oyuna dahil oluşu orta sahaya ciddi bir direnç ve hareketlilik getirdi. Ayrıca bir kez daha gösterdi ki, bu takımın orta sahasında Melo’nun oluşu takım üzerinde en az %30-%40’lık bir olumlu etki yapıyor.
  Artık son dakikalara girdiğimiz anlarda Emre Çolak’ın sağ taraftan yaptığı ortada Kasımpaşa savunmasından seken top ağlara doğru giderken, son anda uçarak kafayı vuran Umut, gol krallığının bu sezon en büyük favorisi benim diyordu adeta.
  Kalan 5-6 dakikalık bölümde Kasımpaşa beraberlik golünü bulmak için tüm hatlarıyla yüklendiyse de karşılaşma 2-1’lik skorla Galatasaray lehine sonuçlandı.
  İlk lig maçımızın ardından söyleyebileceğimiz şeyler; Hamit Altıntop’un şu anki performansıyla ilk 11’de oynamasının diğerlerine haksızlık olduğu, Felipe Melo’nun acilen 90 dakikayı çıkarabilecek duruma getirtilip orta sahadaki yerini alması gerektiği ve Fatih Hoca’nın her sezon başında deneyipte hiçbir sonuç alamadığı fantezilerinden artık vazgeçmesi gerektiğinin farkına varması. Eğer dün akşam Galatasaray takımı sahadan 1 puanla ayrılsaydı, hiç tartışmasız bunun en büyük sorumlusu geçen sezonki İ.B.B maçında olduğu gibi yine Fatih Terim olacaktı…
   
       e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

13 Ağustos 2012 Pazartesi

KUPALARA LAYIKSIN SEN ŞANLI GALATASARAY!


  Ne yalan söyleyeyim, özlemişim. Gerek Galatasarayımız’ı, gerekse de sizleri. Yazmaya ve yazdıklarını paylaşmaya alışmış bir insan için bu bağlamda bir şeyler yapmadan 3 ay geçirmek gerçekten oldukça sıkıcı oluyormuş. Neyse ki tatil bitti ve yepyeni, koskoca bir sezon bizleri bekliyor.
  Geçtiğimiz sezon yeniden yapılanmaya giden ve daha ilk sezonda bu başarının meyvelerini alan takımımız, çok hareketli bir transfer dönemi geçirdi bildiğiniz gibi. Ünal Aysal’ın meşhur ‘’25 Haziran’’ atışının karavanayla sonuçlanmasının ardından açıkçası hemen hepimizin morali bozulmuş, yönetime ve başkana olan güvenimiz sarsılmıştı. Hatta daha sonraki günlerde de transferlerin bir türlü gerçekleştirilememesi, başta Fatih Terim olmak üzere camia üzerinde ciddi anlamda rahatsızlıklar yaratmaya başlamıştı. Fakat daha sonra arka arkaya patlayan Hamit Altıntop, Burak Yılmaz ve Nordin Amrabat bombaları karabulutları bir anda dağıtarak yeniden toz pembe bir havanının oluşmasına vesile oldu. Tabii daha önceden yapılmış Umut Bulut ve Dany transferleri ve takıma geri dönen Culio ile beraber şampiyon takıma 6 takviye yapılmış olması ciddi bir rakam olarak düşünülebilirdi. Bu noktada ortaya çıkan tek sıkıntı, geçen sezonun en önemli iki isminden biri olan Felipe Melo’nun bonservisinin alınamamış oluşu ve takıma yeniden dönüp dönmeyeceği konusundaki belirsizlikti. Neyse ki geç oldu ama temiz oldu misali üç aylık uğraşın sonunda kiralıkta olsa Felipe Melo yeniden takıma kazandırıldı. Şahsi fikrim, Melo ya da dengi bir oyuncu olmadan yapılan bunca transferin hiçbir kıymeti kalmazdı.
  Yenilenen çehresiyle hazırlık karşılaşmalarında başarılı sonuçlar alan takımımız, özellikle Lazio ve Fiorentina gibi Serie A’nın her zaman ilk beşe oynayan takımları karşısında ortaya koyduğu mücadele ile birçoklarımızdan geçer not aldı. Sezona da hazır olduğunu gözler önüne serdi.
  Artık transferler ve hazırlıklar neredeyse tamamlanmış, yavaş yavaş yeni maceraya merhaba deme zamanı gelmişti. Kaderin bir cilvesi olsa gerek, her şey bıraktığımız yerden başlıyordu sanki. Tek fark bu kez Kadıköy değil Erzurum’daydık.
 Transfer döneminde Emre Belözoğlu ve Ziegler’i kaybeden Fenerbahçe, Egemen Korkmaz, Mehmet Topal, Hasan Ali Kaldırım, Dirk Kuyt ve Milos Krasic transferleriyle taraftarının gönlünü almayı başarmıştı. Dolayısıyla onların da yeni oyunculardan kurulu bir kadroyla mücadele edecek oluşu, karşılaşmayı daha bir merak edici kılıyordu.
  Ve nihayet vakit geldi çattı. Geçen sezonun ezberlenen onbirini zorunluluklar dışında bozmak istememişti Fatih Hoca. Cezalı Ujfalusi’nin yerine Dany, henüz hazır olmayan Melo’nun yerine de Hamit Altıntop forma giyiyordu. Hazırlık maçlarının en golcü ismi Umut’u da Necati’ye tercih etmişti hoca.
  Her Galatasaray-Fenerbahçe maçında olduğu gibi karşılaşmaya gayet iyi başlayan, oyunu yönlendiren, rakip kalede pozisyonlar bulup bunları cömertçe harcayan! yine bizdik. Hele hele Elmander-Umut ikilisinin kaçırdığı bir gol vardı ki akıllara zarar…
  İlk 15 dakikanın ardından Fenerbahçe oyunu biraz olsun dengelediyse de kalemizde önemli tehlikeler yaratamadılar.
  Emre Çolakla gelişen atağımızda aynı oyuncumuz topu yerden sert bir şekilde kale sahasına gönderdi ancak Hamit topa dokunamayınca bir kez daha golden olduk. Bu pozisyonda Fenerbahçe kalecisi Volkan sakatlanarak yerini genç kaleci Mert’e bıraktı.
  Birkaç dakika sonra bu sefer yine soldan gelen ortaya bomboş durumdaki Elmander çok kötü bir vuruş yaptı. ‘’Bu kadar basit golleri atamıyoruz, inşallah 2.devre bunları aramayız.’’ diye düşünmeye başlamıştım ki, imdada Umut Bulut yetişti. Selçuk’un yaklaşık 50 metreye attığı müthiş topta kaleci Mert’ten önce davranan Umut, yaptığı kafa vuruşuyla takımımızı 1-0 öne geçirdi.
  Golden sonra da hücumdaki etkinliğimiz devam etti. Özellikle defansın arkasına atılan topta Mertle karşı karşıya kalan Elmander’in  yaptığı amatör vuruş hepimize saç baş yoldurttu.
  İlk 45 dakikanın sonuna 7 dakika gibi bir ilave zaman geldi. Tabii buna neden olan 2 şey kaleci Volkan’ın sakatlığı ve golümüzden sonra Galatasaraylı taraftarların sahaya attıkları meşalelerdi.
 45+2’de Fenerbahçe bir serbest vuruş kazandı. Topun başına geçen Alex, Caner’e ortaladı ancak Cüneyt Çakır atışın tekrarlanmasını istedi.  Bir kez daha topun başına geçen Alex yine orta yaptı, top Emre Çolak’ın sırtına çarpıp gol oldu… 2000 senesinde Johnson’un attığı gol ne kadar adaletsizceyse, dün akşam Alex’in attığı gol de aynı oranda adaletsizceydi. Üstelik iki golde de topun Emreler’e çarpıp ağlara gitmesi ilginç bir tesadüf oldu. Zaten Fenerbahçe’nin bize normal yollardan gol atmasını beklemiyorduk. Çünkü son 10 yılda oynanan tüm Fenerbahçe-Galatasaray maçlarını izleyin, bir tane normal Fenerbahçe golü göremezsiniz. Ya defanstan seker çatala gider, ya bizimkiler kendi kalesine atar, ya kaleci topu içeri atar, hep böyle abuk subuk goller…
  Devre 1-1 tamamlandıktan sonra ikinci 45 dakikaya her iki takımda aynı onbirlerle başladı. Maçın seyri de kaldığı yerden devam etti. Yani pozisyonları bulmaya devam eden taraf bizdik.
  Fenerbahçe’nin Kuytla yakaladığı bir kontra atakta, bu oyuncu Dany ve Semih’in arasına girip çıkamayınca faul beklediler ancak Cüneyt Çakır devam dedi. Hemen akabinde topu alan Selçuk, yine 40-45 metreye müthiş bir uzun top attı. Gecenin yıldızı Umut’un topu göğsüyle alışı, götürüşü ve köşeye bırakışı tek kelimeyle şapka çıkartılacak cinstendi.
  Umut’un mükemmel golüyle bir kez daha öne geçince rahatlamıştık. Hatta ben farkı açarız diye düşünüyordum. Fakat Fenerbahçe’nin senelerdir yanında yer almaktan bıkmak bilmeyen şans faktörünü hesaba katmamıştım.
  65.dakikada ceza sahamız içinde oluşan bir karambolde topu uzaklaştırmak istedik. Bunda da kısmen başarılı olduk. Ancak ceza yayının 4-5 metre dışında bekleyen Baroni önce gelişine vole vurmak istedi, ıska geçti. Ardından topa elle müdahelede bulundu! Cüneyt Çakır 10 metre önündeki pozisyona ‘’devam’’ dedi. Sonra Baroni’nin ceza sahamıza gönderdiği top son olarak Kuyt’ın dokunuşuyla ağlarımıza gitti.
  Hazır Kuyt demişken kendisiyle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Gerçekten kalitesi tartışılmayacak, önemli bir oyuncu. Özellikle rakip savunmayı inanılmaz zorluyor. Fakat çok büyük bir provakatör kendisi. Dikkat ettim, sürekli seyirciye ve rakibin üzerine oynuyor. Kendince hakeme müdahele etmeye, etki altına almaya çalışıyor. Belki bu söylediklerime henüz çoğu kimseler dikkat etmemiş olabilir, fakat ilerleyen haftalarda bu konu üzerinde çok konuşulmaya başlanacaktır.
  Kuyt’ı bırakıp tekrar maça dönelim. Skor 2-2 olunca karşılaşmanın başından beri anti-futbolu benimseyen Engin Baytar, Cüneyt Çakır’a yaptığı affedilemez hareketler sonucu oyundan atıldı. Söylenecek fazla bir şey yok. Engin Baytar dün 65 dakika boyunca oyundan atılmak için ne gerekiyorsa yaptı, sonunda da amacına ulaştı! Kendisini tebrik ediyorum! Yalnız, bundan sonra o formayı biraz zor göreceğinin de farkındadır inşallah. Geçtiğimiz sezon kadro kısıtlıydı, kendisi de biraz daha derli topluydu, takımın değişmez oyuncularından oldu. Ancak görüyorum ki Engin bu sene tekrar özüne dönmeye karar vermiş. Tabii bu sezon kadro da kısıtlı falan değil. Her mevkiide en az 2 alternatif var. Bu durumda Engin Baytar bundan sonraki maçlarda yarım saat falan oynayabilirse bunu kendine kâr saysın bence…
  Skor 2-2’ye gelmiş, 10 kişi kalmışız, maçın bitmesine de daha 25 dakika var. Açıkçası o ana kadar gayet güzel giden tablo, büyük oranda terse dönmüş gibiydi. Bunun farkında olan Fatih Hoca, önce Elmander-Amrabat değişikliğiyle 4-4-1 gibi bir dizilişe döndü. Yaklaşık 10 dakika sonra yaptığı Emre Çolak-Aydın tercihiyle de niyetinin kontra atak olduğunu gösterdi. Nitekim hoca bu planında başarılı da oldu. Çünkü sayısal anlamda eksik kalan taraf biz olmamıza rağmen, Fenerbahçe bunu hiçbir şekilde avantaja dönüştüremedi. Takımımız da ani geliştirdiği ataklarla istediği pozisyonları buldu.
  Dakikalar 88’i gösterirken ceza sahası içinde Caner’in Umut’a yaptığı kontrolsüz hareket, her ne kadar Cüneyt Çakır’ın çalmaya pek niyeti olmasa da, çizgi hakemi Bülent Yıldırım’ın uyarısıyla penaltıyı getirdi. Açıkçası bundan daha iyisi olamazdı bizim için. 1 kişi eksiksiniz, maçın bitmesine 1-2 dakika kalmış ve penaltı kullanıyorsunuz. Herhalde 10 kişi kalan her takım böyle bir senaryo canlandırır zihninde.
   Atışı kullanmak üzere penaltı noktasına giden duran top ustası Selçuk, her zaman olduğu gibi bu sefer de hedefi ıskalamıyordu.
    Topun 3.kez ağlara gidişinden sonra Erzurum’da gerçekten görülmeye değer bir sevinç vardı.
  Zamanı geçirmeye yönelik Umut-Necati değişikliğinin akabinde 90 dakikanın sonuna 6 dakika daha ilave edildi. Bu bölümde Aydın Yılmaz öyle bir gol kaçırdı ki, Fatih Terim bile çıldırdı artık. Geçen sezon Arena’daki maçta kaçırdıklarıyla mağlup olmamıza neden olan Aydın, kaldığı yerden devam ediyordu kaçırmaya!
  Son dakikada Mehmet Topuz’un yaptığı orta Semih’e çarpıp kalemize yöneldiysede bu kez şans nasıl olduysa bizim yanımızdaydı. Top direğe çarpıp oyun alanına geri döndü.
  Nihayet 90+8’de gelen Cüneyt Çakır’ın son düdüğü şampiyonluk kupasının ardından, Süper Kupa’da Galatasaray’ın diyordu.
  Evet, kupayla bitirmiştik, kupayla başladık. Korumayı başardığımız, zaten iyi olan kadromuzun üstüne yaptığımız transferlerle takımımız gerçekten oldukça güçlü bir hale geldi. Özellikle yıllardır sıkıntı yaşadığımız forvet bölgesinde bu sezon Allah’a şükür bir sürü alternatifimiz oldu. Umut Bulut şu an ki formuyla bu takımın hiç tartışmasız birinci santraforu olur. Elmander, Burak ya da Necati’den hangisi günündeyse de ona eşlik eder. Takım sezon başı için gayet iyi bir seviyede. Yeni transferlerin adaptasyon süreci tamamlanıp, tüm takım birbirine uyum sağlayınca, hele hele ki Felipe Melo’da takıma girince, bu takımın bu sene karşısında durmak gerçekten çok zor olacaktır. Yıllar sonra ilk kez sezon öncesi bu denli iddialıyım. Bu sezon bizim sezonumuz olacak gibi duruyor. O zaman ne duruyoruz? Şov başlasın!!!

e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR