Hafta boyunca hem basınımız hem de halkımız tarafından
Beşiktaş-Galatasaray derbisinin mutlak favorisi olarak gösterilen taraftık.
Tabi ben de bu düşünceye sahip insanların arasında yer alıyordum. Çünkü, gerek
Beşiktaş’ın geçen haftaki İ.B.B maçında sergilediği vasat görüntü gerekse de
yaratıcı oyunculardan bir hayli uzak kadro yapısı Galatasaray’ı terazide çok
daha ağır bastırıyordu.
Maçtan 1 saat önce kadrolar belli olduğunda
Fatih Hoca’nın geçen haftaya oranla daha derli toplu bir onbir çıkardığı
kanaatindeydim. En azından Melo ve Semihle başlıyordu. Bana göre Burak’ın da
sahada olması gerekirdi ancak hoca takdirini Elmander’den yana kullandı. Fakat
karşılaşmanın başlamasıyla birlikte Elmander-Umut ikilisinin topu kaleye
sokmakta çok fazla başarılı olamayacağı gerçeği günyüzüne çıktı. Yanlış
anlaşılmasın, ben bu oyuncuların ne kalitelerini ne de performanslarını
tartışmıyorum. Sadece ortada şöyle bir gerçek var, bunların her ikisi de daha
çok yardımcı rolü üstlenmeyi seven forvetler. Yani koşan, basan, rakibi
yıpratan, alan boşaltan ancak topu kaleye sokma işini partnerine bırakmayı
tercih eden forvet tipi. Durum böyle olunca da ilk yarı boyunca yine sayısız
gol fırsatından yararlanamadık. Hele hele, daha 25.saniyede Umut’un kaleci Cenk’i
geçip bomboş kaleye topu gönderememesi akla mantığa sığamayacak türdendi…
Elmander’de attığı
gole rağmen devre boyunca etkisiz bir performans sergiledi. Oldukça gereksiz
fauller yaptı, final paslarını hep yanlış kullandı.
Sürekli olarak
defansın arkasına adam kaçırmaya çalışan takımımızda sahada Burak Yılmaz
olsaydı şayet, sanırım devre 2-2 değil, rahatlıkla 4-2, 5-2 lehimize bitebilirdi.
Madem böyle bir taktik üzerinde çalışılmış, ee ligimizin hiç tartışmasız bu
konudaki en başarılı forveti Burak Yılmazla neden başlanmadı karşılaşmaya diye
insanın aklından geçmiyor değil tabi.
İlk 45 dakikada
sahada futbol adına bir şeyler sunan taraf sadece Galatasaray’dı. Orta sahada
pas yapan, rakip kaleye giden, pozisyonlar bulan hep takımımızdı. Zaten hemen
hemen her derbide olduğu gibi bu akşam da sayısız gol pozisyonundan
yararlanamadık. Sanırım artık bu can sıkıcı duruma bir çözüm üretmenin zamanı
geldi de geçiyor bile. Her derbide bu kadar pozisyona girip sahadan beraberlik
ya da mağlubiyetle ayrılacaksak, bu iş bir süre sonra tahammülü zor bir hal
alır…
Beşiktaş takımı bireysel
iki hatamızdan bulduğu gollerle devreyi berabere bitirmeyi başardı. İlk golü Melo kendi kalesine attı, ikinci golü de Semih
hediye etti. Zaten Beşiktaş maçlarında savunmamızın yaptığı bu amatörce hatalar
artık bir gelenek haline geldi!
İlk yarının
kötülerinden Melo’yu devrede oyundan çıkardı Fatih Hoca. Ancak yerine Amrabat’ı
sokması anlamsızdı. Düz mantık, orta saha oyuncusu çıkarıyorsan, işler çok çok
kötü de gitmiyorsa, yerine yine bir orta saha oyuncusu sokacaksın der. Ama
Fatih Hoca’da her zaman farklı bir mantık sistemi işlemiştir, o da ayrı bir
konu…
Nitekim Melo-Amrabat
değişikliği takımımıza hiçbir pozitif katkı sağlamadı. Üstüne üstlük yine bir
bireysel hata sonucu Beşiktaş’ın 3.golü gelince işler iyice arap saçına döndü.
Hakan Balta gibi 6 sezondur Galatasaray forması giyen bir milli takım sol bekinin bu kadar boş bir
topu uzaklaştıramaması hiçbir şekilde açıklanamaz. Ama bu akşam Galatasaray’ın ’’Geleneksel
Bireysel Hatalar Gecesi’’ olduğu için buna da ses çıkaramadık!
Fatih Hoca 3-2’den
sonra tamamen hücumu düşündüğü için Aydın ve Burak gibi iki hücumcusunu daha
sahaya sürdü ancak bunu yaparken bütün orta sahayı boşaltması hangi ruh halinin
sahaya yansımasıydı anlam veremedim… Orta saha top yapamadıktan sonra sen
sahada istersen 8 forvetle oyna, neye yarar ki? İlk yarı Galatasaray’ı oyunda
hakim gösteren ve gol pozisyonlarına sokan, orta sahasının üretken oluşu değil
miydi zaten?
Kısacası bu akşam
makinanın düzgün işleyen tek bölgesi orta sahamızdı, ancak yaptığı değişikliklerle
onu da Fatih Hoca işlemez hale getirdi… Öyle ki 65-85.dakikalar arası tamamen
kendi yarı alanımıza hapsolduk. İlk 45 dakikada sahada yokları oynayan
Fernandes’de bunu fırsat bilerek takımına liderlik yapmaya başladı.
Amrabat’ın yaptığı
tüm ortalar Cenk’in kucağına giderken, Aydın Yılmaz sürekli olarak rakibe faul
yapmakla meşguldü. Kısacası orta sahası zaten işlemez hale gelen takımın kanatları
da hiçbir varlık gösteremeyince tabiki oyunun
rakip yarı alana yıkılması beklenemezdi.
Ancak bir şans golü
ya da duran toptan yakalayabilirdik
beraberliği. Öyle de oldu. Burak Yılmaz’ın ceza sahası içinde düşürülüşü (veya
kendini yere bırakışı!) sonucu kazandığımız penaltıyı gole çeviren Selçuk bu
akşamın skorunu ilan etti.
Evet, sezonun ilk
derbisinde her ne kadar 6 gol izlemiş olsak da, ne oynanan futbol ne de
gollerin atılış biçimi hiç kimseleri memnun etmemiş olsa gerek. Beşiktaş
seyircisi de Galatasaray seyircisi de takımlarından çok daha farklı şeyler
beklerdi herhalde. Olaya bizim açımızdan bakmak gerekirse, bir derbi maçında bu
kadar defans hatasını yapmak hiçbir büyük takıma yakışmaz. Yarın öbür gün
bunları Şampiyonla Ligi’nde yaparsan adamı averaj takımına döndürürler!
Dolayısıyla, umarım bu akşam yaşananlar sadece bir kazadan ibarettir. Aksi
halde durumlar fena…
Son olarak
hakem Bülent Yıldırım’dan bashetmek istiyorum. Bu akşamki derbiyi resmen
mahfetti! Hiçbir şekilde oyunun akmasına izin vermedi. Her ikili mücadelede
faul çaldı. Sürekli oyunu durdurdu. Maçı izleyen herkesin seyir zevkini alt üst
etti. Unutulmasın ki; iyi hakem olmak demek sahada gördüğün herşeyi çalacaksın
demek değildir. Bence sahada futbolun oynanmasını engellemiyor, seyircinin de
maç zevkini katletmiyorsan işte o zaman ''iyi hakemsindir'' zaten...e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR