13 Ağustos 2012 Pazartesi

KUPALARA LAYIKSIN SEN ŞANLI GALATASARAY!


  Ne yalan söyleyeyim, özlemişim. Gerek Galatasarayımız’ı, gerekse de sizleri. Yazmaya ve yazdıklarını paylaşmaya alışmış bir insan için bu bağlamda bir şeyler yapmadan 3 ay geçirmek gerçekten oldukça sıkıcı oluyormuş. Neyse ki tatil bitti ve yepyeni, koskoca bir sezon bizleri bekliyor.
  Geçtiğimiz sezon yeniden yapılanmaya giden ve daha ilk sezonda bu başarının meyvelerini alan takımımız, çok hareketli bir transfer dönemi geçirdi bildiğiniz gibi. Ünal Aysal’ın meşhur ‘’25 Haziran’’ atışının karavanayla sonuçlanmasının ardından açıkçası hemen hepimizin morali bozulmuş, yönetime ve başkana olan güvenimiz sarsılmıştı. Hatta daha sonraki günlerde de transferlerin bir türlü gerçekleştirilememesi, başta Fatih Terim olmak üzere camia üzerinde ciddi anlamda rahatsızlıklar yaratmaya başlamıştı. Fakat daha sonra arka arkaya patlayan Hamit Altıntop, Burak Yılmaz ve Nordin Amrabat bombaları karabulutları bir anda dağıtarak yeniden toz pembe bir havanının oluşmasına vesile oldu. Tabii daha önceden yapılmış Umut Bulut ve Dany transferleri ve takıma geri dönen Culio ile beraber şampiyon takıma 6 takviye yapılmış olması ciddi bir rakam olarak düşünülebilirdi. Bu noktada ortaya çıkan tek sıkıntı, geçen sezonun en önemli iki isminden biri olan Felipe Melo’nun bonservisinin alınamamış oluşu ve takıma yeniden dönüp dönmeyeceği konusundaki belirsizlikti. Neyse ki geç oldu ama temiz oldu misali üç aylık uğraşın sonunda kiralıkta olsa Felipe Melo yeniden takıma kazandırıldı. Şahsi fikrim, Melo ya da dengi bir oyuncu olmadan yapılan bunca transferin hiçbir kıymeti kalmazdı.
  Yenilenen çehresiyle hazırlık karşılaşmalarında başarılı sonuçlar alan takımımız, özellikle Lazio ve Fiorentina gibi Serie A’nın her zaman ilk beşe oynayan takımları karşısında ortaya koyduğu mücadele ile birçoklarımızdan geçer not aldı. Sezona da hazır olduğunu gözler önüne serdi.
  Artık transferler ve hazırlıklar neredeyse tamamlanmış, yavaş yavaş yeni maceraya merhaba deme zamanı gelmişti. Kaderin bir cilvesi olsa gerek, her şey bıraktığımız yerden başlıyordu sanki. Tek fark bu kez Kadıköy değil Erzurum’daydık.
 Transfer döneminde Emre Belözoğlu ve Ziegler’i kaybeden Fenerbahçe, Egemen Korkmaz, Mehmet Topal, Hasan Ali Kaldırım, Dirk Kuyt ve Milos Krasic transferleriyle taraftarının gönlünü almayı başarmıştı. Dolayısıyla onların da yeni oyunculardan kurulu bir kadroyla mücadele edecek oluşu, karşılaşmayı daha bir merak edici kılıyordu.
  Ve nihayet vakit geldi çattı. Geçen sezonun ezberlenen onbirini zorunluluklar dışında bozmak istememişti Fatih Hoca. Cezalı Ujfalusi’nin yerine Dany, henüz hazır olmayan Melo’nun yerine de Hamit Altıntop forma giyiyordu. Hazırlık maçlarının en golcü ismi Umut’u da Necati’ye tercih etmişti hoca.
  Her Galatasaray-Fenerbahçe maçında olduğu gibi karşılaşmaya gayet iyi başlayan, oyunu yönlendiren, rakip kalede pozisyonlar bulup bunları cömertçe harcayan! yine bizdik. Hele hele Elmander-Umut ikilisinin kaçırdığı bir gol vardı ki akıllara zarar…
  İlk 15 dakikanın ardından Fenerbahçe oyunu biraz olsun dengelediyse de kalemizde önemli tehlikeler yaratamadılar.
  Emre Çolakla gelişen atağımızda aynı oyuncumuz topu yerden sert bir şekilde kale sahasına gönderdi ancak Hamit topa dokunamayınca bir kez daha golden olduk. Bu pozisyonda Fenerbahçe kalecisi Volkan sakatlanarak yerini genç kaleci Mert’e bıraktı.
  Birkaç dakika sonra bu sefer yine soldan gelen ortaya bomboş durumdaki Elmander çok kötü bir vuruş yaptı. ‘’Bu kadar basit golleri atamıyoruz, inşallah 2.devre bunları aramayız.’’ diye düşünmeye başlamıştım ki, imdada Umut Bulut yetişti. Selçuk’un yaklaşık 50 metreye attığı müthiş topta kaleci Mert’ten önce davranan Umut, yaptığı kafa vuruşuyla takımımızı 1-0 öne geçirdi.
  Golden sonra da hücumdaki etkinliğimiz devam etti. Özellikle defansın arkasına atılan topta Mertle karşı karşıya kalan Elmander’in  yaptığı amatör vuruş hepimize saç baş yoldurttu.
  İlk 45 dakikanın sonuna 7 dakika gibi bir ilave zaman geldi. Tabii buna neden olan 2 şey kaleci Volkan’ın sakatlığı ve golümüzden sonra Galatasaraylı taraftarların sahaya attıkları meşalelerdi.
 45+2’de Fenerbahçe bir serbest vuruş kazandı. Topun başına geçen Alex, Caner’e ortaladı ancak Cüneyt Çakır atışın tekrarlanmasını istedi.  Bir kez daha topun başına geçen Alex yine orta yaptı, top Emre Çolak’ın sırtına çarpıp gol oldu… 2000 senesinde Johnson’un attığı gol ne kadar adaletsizceyse, dün akşam Alex’in attığı gol de aynı oranda adaletsizceydi. Üstelik iki golde de topun Emreler’e çarpıp ağlara gitmesi ilginç bir tesadüf oldu. Zaten Fenerbahçe’nin bize normal yollardan gol atmasını beklemiyorduk. Çünkü son 10 yılda oynanan tüm Fenerbahçe-Galatasaray maçlarını izleyin, bir tane normal Fenerbahçe golü göremezsiniz. Ya defanstan seker çatala gider, ya bizimkiler kendi kalesine atar, ya kaleci topu içeri atar, hep böyle abuk subuk goller…
  Devre 1-1 tamamlandıktan sonra ikinci 45 dakikaya her iki takımda aynı onbirlerle başladı. Maçın seyri de kaldığı yerden devam etti. Yani pozisyonları bulmaya devam eden taraf bizdik.
  Fenerbahçe’nin Kuytla yakaladığı bir kontra atakta, bu oyuncu Dany ve Semih’in arasına girip çıkamayınca faul beklediler ancak Cüneyt Çakır devam dedi. Hemen akabinde topu alan Selçuk, yine 40-45 metreye müthiş bir uzun top attı. Gecenin yıldızı Umut’un topu göğsüyle alışı, götürüşü ve köşeye bırakışı tek kelimeyle şapka çıkartılacak cinstendi.
  Umut’un mükemmel golüyle bir kez daha öne geçince rahatlamıştık. Hatta ben farkı açarız diye düşünüyordum. Fakat Fenerbahçe’nin senelerdir yanında yer almaktan bıkmak bilmeyen şans faktörünü hesaba katmamıştım.
  65.dakikada ceza sahamız içinde oluşan bir karambolde topu uzaklaştırmak istedik. Bunda da kısmen başarılı olduk. Ancak ceza yayının 4-5 metre dışında bekleyen Baroni önce gelişine vole vurmak istedi, ıska geçti. Ardından topa elle müdahelede bulundu! Cüneyt Çakır 10 metre önündeki pozisyona ‘’devam’’ dedi. Sonra Baroni’nin ceza sahamıza gönderdiği top son olarak Kuyt’ın dokunuşuyla ağlarımıza gitti.
  Hazır Kuyt demişken kendisiyle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Gerçekten kalitesi tartışılmayacak, önemli bir oyuncu. Özellikle rakip savunmayı inanılmaz zorluyor. Fakat çok büyük bir provakatör kendisi. Dikkat ettim, sürekli seyirciye ve rakibin üzerine oynuyor. Kendince hakeme müdahele etmeye, etki altına almaya çalışıyor. Belki bu söylediklerime henüz çoğu kimseler dikkat etmemiş olabilir, fakat ilerleyen haftalarda bu konu üzerinde çok konuşulmaya başlanacaktır.
  Kuyt’ı bırakıp tekrar maça dönelim. Skor 2-2 olunca karşılaşmanın başından beri anti-futbolu benimseyen Engin Baytar, Cüneyt Çakır’a yaptığı affedilemez hareketler sonucu oyundan atıldı. Söylenecek fazla bir şey yok. Engin Baytar dün 65 dakika boyunca oyundan atılmak için ne gerekiyorsa yaptı, sonunda da amacına ulaştı! Kendisini tebrik ediyorum! Yalnız, bundan sonra o formayı biraz zor göreceğinin de farkındadır inşallah. Geçtiğimiz sezon kadro kısıtlıydı, kendisi de biraz daha derli topluydu, takımın değişmez oyuncularından oldu. Ancak görüyorum ki Engin bu sene tekrar özüne dönmeye karar vermiş. Tabii bu sezon kadro da kısıtlı falan değil. Her mevkiide en az 2 alternatif var. Bu durumda Engin Baytar bundan sonraki maçlarda yarım saat falan oynayabilirse bunu kendine kâr saysın bence…
  Skor 2-2’ye gelmiş, 10 kişi kalmışız, maçın bitmesine de daha 25 dakika var. Açıkçası o ana kadar gayet güzel giden tablo, büyük oranda terse dönmüş gibiydi. Bunun farkında olan Fatih Hoca, önce Elmander-Amrabat değişikliğiyle 4-4-1 gibi bir dizilişe döndü. Yaklaşık 10 dakika sonra yaptığı Emre Çolak-Aydın tercihiyle de niyetinin kontra atak olduğunu gösterdi. Nitekim hoca bu planında başarılı da oldu. Çünkü sayısal anlamda eksik kalan taraf biz olmamıza rağmen, Fenerbahçe bunu hiçbir şekilde avantaja dönüştüremedi. Takımımız da ani geliştirdiği ataklarla istediği pozisyonları buldu.
  Dakikalar 88’i gösterirken ceza sahası içinde Caner’in Umut’a yaptığı kontrolsüz hareket, her ne kadar Cüneyt Çakır’ın çalmaya pek niyeti olmasa da, çizgi hakemi Bülent Yıldırım’ın uyarısıyla penaltıyı getirdi. Açıkçası bundan daha iyisi olamazdı bizim için. 1 kişi eksiksiniz, maçın bitmesine 1-2 dakika kalmış ve penaltı kullanıyorsunuz. Herhalde 10 kişi kalan her takım böyle bir senaryo canlandırır zihninde.
   Atışı kullanmak üzere penaltı noktasına giden duran top ustası Selçuk, her zaman olduğu gibi bu sefer de hedefi ıskalamıyordu.
    Topun 3.kez ağlara gidişinden sonra Erzurum’da gerçekten görülmeye değer bir sevinç vardı.
  Zamanı geçirmeye yönelik Umut-Necati değişikliğinin akabinde 90 dakikanın sonuna 6 dakika daha ilave edildi. Bu bölümde Aydın Yılmaz öyle bir gol kaçırdı ki, Fatih Terim bile çıldırdı artık. Geçen sezon Arena’daki maçta kaçırdıklarıyla mağlup olmamıza neden olan Aydın, kaldığı yerden devam ediyordu kaçırmaya!
  Son dakikada Mehmet Topuz’un yaptığı orta Semih’e çarpıp kalemize yöneldiysede bu kez şans nasıl olduysa bizim yanımızdaydı. Top direğe çarpıp oyun alanına geri döndü.
  Nihayet 90+8’de gelen Cüneyt Çakır’ın son düdüğü şampiyonluk kupasının ardından, Süper Kupa’da Galatasaray’ın diyordu.
  Evet, kupayla bitirmiştik, kupayla başladık. Korumayı başardığımız, zaten iyi olan kadromuzun üstüne yaptığımız transferlerle takımımız gerçekten oldukça güçlü bir hale geldi. Özellikle yıllardır sıkıntı yaşadığımız forvet bölgesinde bu sezon Allah’a şükür bir sürü alternatifimiz oldu. Umut Bulut şu an ki formuyla bu takımın hiç tartışmasız birinci santraforu olur. Elmander, Burak ya da Necati’den hangisi günündeyse de ona eşlik eder. Takım sezon başı için gayet iyi bir seviyede. Yeni transferlerin adaptasyon süreci tamamlanıp, tüm takım birbirine uyum sağlayınca, hele hele ki Felipe Melo’da takıma girince, bu takımın bu sene karşısında durmak gerçekten çok zor olacaktır. Yıllar sonra ilk kez sezon öncesi bu denli iddialıyım. Bu sezon bizim sezonumuz olacak gibi duruyor. O zaman ne duruyoruz? Şov başlasın!!!

e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR