Ne yalan
söyleyeyim, özlemişim. Gerek Galatasarayımız’ı, gerekse de sizleri. Yazmaya ve
yazdıklarını paylaşmaya alışmış bir insan için bu bağlamda bir şeyler yapmadan
3 ay geçirmek gerçekten oldukça sıkıcı oluyormuş. Neyse ki tatil bitti ve
yepyeni, koskoca bir sezon bizleri bekliyor.
Geçtiğimiz sezon yeniden yapılanmaya giden ve
daha ilk sezonda bu başarının meyvelerini alan takımımız, çok hareketli bir
transfer dönemi geçirdi bildiğiniz gibi. Ünal Aysal’ın meşhur ‘’25 Haziran’’
atışının karavanayla sonuçlanmasının ardından açıkçası hemen hepimizin morali
bozulmuş, yönetime ve başkana olan güvenimiz sarsılmıştı. Hatta daha sonraki
günlerde de transferlerin bir türlü gerçekleştirilememesi, başta Fatih Terim
olmak üzere camia üzerinde ciddi anlamda rahatsızlıklar yaratmaya başlamıştı.
Fakat daha sonra arka arkaya patlayan Hamit Altıntop, Burak Yılmaz ve Nordin
Amrabat bombaları karabulutları bir anda dağıtarak yeniden toz pembe bir
havanının oluşmasına vesile oldu. Tabii daha önceden yapılmış Umut Bulut ve Dany
transferleri ve takıma geri dönen Culio ile beraber şampiyon takıma 6 takviye
yapılmış olması ciddi bir rakam olarak düşünülebilirdi. Bu noktada ortaya çıkan
tek sıkıntı, geçen sezonun en önemli iki isminden biri olan Felipe Melo’nun
bonservisinin alınamamış oluşu ve takıma yeniden dönüp dönmeyeceği konusundaki
belirsizlikti. Neyse ki geç oldu ama temiz oldu misali üç aylık uğraşın sonunda
kiralıkta olsa Felipe Melo yeniden takıma kazandırıldı. Şahsi fikrim, Melo ya
da dengi bir oyuncu olmadan yapılan bunca transferin hiçbir kıymeti kalmazdı.
Yenilenen çehresiyle hazırlık
karşılaşmalarında başarılı sonuçlar alan takımımız, özellikle Lazio ve
Fiorentina gibi Serie A’nın her zaman ilk beşe oynayan takımları karşısında
ortaya koyduğu mücadele ile birçoklarımızdan geçer not aldı. Sezona da hazır olduğunu
gözler önüne serdi.
Artık transferler ve hazırlıklar neredeyse tamamlanmış,
yavaş yavaş yeni maceraya merhaba deme zamanı gelmişti. Kaderin bir cilvesi
olsa gerek, her şey bıraktığımız yerden başlıyordu sanki. Tek fark bu kez
Kadıköy değil Erzurum’daydık.
Transfer döneminde Emre Belözoğlu ve Ziegler’i
kaybeden Fenerbahçe, Egemen Korkmaz, Mehmet Topal, Hasan Ali Kaldırım, Dirk
Kuyt ve Milos Krasic transferleriyle taraftarının gönlünü almayı başarmıştı.
Dolayısıyla onların da yeni oyunculardan kurulu bir kadroyla mücadele edecek
oluşu, karşılaşmayı daha bir merak edici kılıyordu.
Ve nihayet vakit geldi çattı. Geçen sezonun
ezberlenen onbirini zorunluluklar dışında bozmak istememişti Fatih Hoca. Cezalı
Ujfalusi’nin yerine Dany, henüz hazır olmayan Melo’nun yerine de Hamit Altıntop
forma giyiyordu. Hazırlık maçlarının en golcü ismi Umut’u da Necati’ye tercih
etmişti hoca.
Her Galatasaray-Fenerbahçe maçında olduğu
gibi karşılaşmaya gayet iyi başlayan, oyunu yönlendiren, rakip kalede
pozisyonlar bulup bunları cömertçe harcayan! yine bizdik. Hele hele Elmander-Umut
ikilisinin kaçırdığı bir gol vardı ki akıllara zarar…
İlk 15 dakikanın ardından Fenerbahçe oyunu
biraz olsun dengelediyse de kalemizde önemli tehlikeler yaratamadılar.
Emre Çolakla gelişen atağımızda aynı oyuncumuz
topu yerden sert bir şekilde kale sahasına gönderdi ancak Hamit topa
dokunamayınca bir kez daha golden olduk. Bu pozisyonda Fenerbahçe kalecisi
Volkan sakatlanarak yerini genç kaleci Mert’e bıraktı.
Birkaç dakika sonra bu sefer yine soldan
gelen ortaya bomboş durumdaki Elmander çok kötü bir vuruş yaptı. ‘’Bu kadar
basit golleri atamıyoruz, inşallah 2.devre bunları aramayız.’’ diye düşünmeye
başlamıştım ki, imdada Umut Bulut yetişti. Selçuk’un yaklaşık 50 metreye attığı
müthiş topta kaleci Mert’ten önce davranan Umut, yaptığı kafa vuruşuyla
takımımızı 1-0 öne geçirdi.
Golden sonra da hücumdaki etkinliğimiz devam
etti. Özellikle defansın arkasına atılan topta Mertle karşı karşıya kalan
Elmander’in yaptığı amatör vuruş
hepimize saç baş yoldurttu.
İlk 45 dakikanın sonuna 7 dakika gibi bir
ilave zaman geldi. Tabii buna neden olan 2 şey kaleci Volkan’ın sakatlığı ve
golümüzden sonra Galatasaraylı taraftarların sahaya attıkları meşalelerdi.
45+2’de Fenerbahçe bir serbest vuruş kazandı.
Topun başına geçen Alex, Caner’e ortaladı ancak Cüneyt Çakır atışın
tekrarlanmasını istedi. Bir kez daha
topun başına geçen Alex yine orta yaptı, top Emre Çolak’ın sırtına çarpıp gol
oldu… 2000 senesinde Johnson’un attığı gol ne kadar adaletsizceyse, dün akşam
Alex’in attığı gol de aynı oranda adaletsizceydi. Üstelik iki golde de topun
Emreler’e çarpıp ağlara gitmesi ilginç bir tesadüf oldu. Zaten Fenerbahçe’nin
bize normal yollardan gol atmasını beklemiyorduk. Çünkü son 10 yılda oynanan
tüm Fenerbahçe-Galatasaray maçlarını izleyin, bir tane normal Fenerbahçe golü
göremezsiniz. Ya defanstan seker çatala gider, ya bizimkiler kendi kalesine
atar, ya kaleci topu içeri atar, hep böyle abuk subuk goller…
Devre 1-1 tamamlandıktan sonra ikinci 45
dakikaya her iki takımda aynı onbirlerle başladı. Maçın seyri de kaldığı yerden
devam etti. Yani pozisyonları bulmaya devam eden taraf bizdik.
Fenerbahçe’nin Kuytla yakaladığı bir kontra
atakta, bu oyuncu Dany ve Semih’in arasına girip çıkamayınca faul beklediler
ancak Cüneyt Çakır devam dedi. Hemen akabinde topu alan Selçuk, yine 40-45
metreye müthiş bir uzun top attı. Gecenin yıldızı Umut’un topu göğsüyle alışı,
götürüşü ve köşeye bırakışı tek kelimeyle şapka çıkartılacak cinstendi.
Umut’un mükemmel golüyle bir kez daha öne
geçince rahatlamıştık. Hatta ben farkı açarız diye düşünüyordum. Fakat
Fenerbahçe’nin senelerdir yanında yer almaktan bıkmak bilmeyen şans faktörünü
hesaba katmamıştım.
65.dakikada ceza sahamız içinde oluşan bir
karambolde topu uzaklaştırmak istedik. Bunda da kısmen başarılı olduk. Ancak
ceza yayının 4-5 metre dışında bekleyen Baroni önce gelişine vole vurmak
istedi, ıska geçti. Ardından topa elle müdahelede bulundu! Cüneyt Çakır 10
metre önündeki pozisyona ‘’devam’’ dedi. Sonra Baroni’nin ceza sahamıza
gönderdiği top son olarak Kuyt’ın dokunuşuyla ağlarımıza gitti.
Hazır Kuyt demişken kendisiyle ilgili birkaç
şey söylemek istiyorum. Gerçekten kalitesi tartışılmayacak, önemli bir oyuncu.
Özellikle rakip savunmayı inanılmaz zorluyor. Fakat çok büyük bir provakatör
kendisi. Dikkat ettim, sürekli seyirciye ve rakibin üzerine oynuyor. Kendince
hakeme müdahele etmeye, etki altına almaya çalışıyor. Belki bu söylediklerime
henüz çoğu kimseler dikkat etmemiş olabilir, fakat ilerleyen haftalarda bu konu
üzerinde çok konuşulmaya başlanacaktır.
Kuyt’ı bırakıp tekrar maça dönelim. Skor 2-2
olunca karşılaşmanın başından beri anti-futbolu benimseyen Engin Baytar, Cüneyt
Çakır’a yaptığı affedilemez hareketler sonucu oyundan atıldı. Söylenecek fazla
bir şey yok. Engin Baytar dün 65 dakika boyunca oyundan atılmak için ne gerekiyorsa
yaptı, sonunda da amacına ulaştı! Kendisini tebrik ediyorum! Yalnız, bundan
sonra o formayı biraz zor göreceğinin de farkındadır inşallah. Geçtiğimiz sezon
kadro kısıtlıydı, kendisi de biraz daha derli topluydu, takımın değişmez
oyuncularından oldu. Ancak görüyorum ki Engin bu sene tekrar özüne dönmeye karar
vermiş. Tabii bu sezon kadro da kısıtlı falan değil. Her mevkiide en az 2
alternatif var. Bu durumda Engin Baytar bundan sonraki maçlarda yarım saat
falan oynayabilirse bunu kendine kâr saysın bence…
Skor 2-2’ye gelmiş, 10 kişi kalmışız, maçın
bitmesine de daha 25 dakika var. Açıkçası o ana kadar gayet güzel giden tablo,
büyük oranda terse dönmüş gibiydi. Bunun farkında olan Fatih Hoca, önce
Elmander-Amrabat değişikliğiyle 4-4-1 gibi bir dizilişe döndü. Yaklaşık 10
dakika sonra yaptığı Emre Çolak-Aydın tercihiyle de niyetinin kontra atak olduğunu
gösterdi. Nitekim hoca bu planında başarılı da oldu. Çünkü sayısal anlamda
eksik kalan taraf biz olmamıza rağmen, Fenerbahçe bunu hiçbir şekilde avantaja
dönüştüremedi. Takımımız da ani geliştirdiği ataklarla istediği pozisyonları
buldu.
Dakikalar 88’i gösterirken ceza sahası içinde
Caner’in Umut’a yaptığı kontrolsüz hareket, her ne kadar Cüneyt Çakır’ın
çalmaya pek niyeti olmasa da, çizgi hakemi Bülent Yıldırım’ın uyarısıyla
penaltıyı getirdi. Açıkçası bundan daha iyisi olamazdı bizim için. 1 kişi
eksiksiniz, maçın bitmesine 1-2 dakika kalmış ve penaltı kullanıyorsunuz.
Herhalde 10 kişi kalan her takım böyle bir senaryo canlandırır zihninde.
Atışı kullanmak üzere penaltı noktasına
giden duran top ustası Selçuk, her zaman olduğu gibi bu sefer de hedefi
ıskalamıyordu.
Topun 3.kez ağlara gidişinden sonra Erzurum’da
gerçekten görülmeye değer bir sevinç vardı.
Zamanı geçirmeye yönelik Umut-Necati
değişikliğinin akabinde 90 dakikanın sonuna 6 dakika daha ilave edildi. Bu
bölümde Aydın Yılmaz öyle bir gol kaçırdı ki, Fatih Terim bile çıldırdı artık.
Geçen sezon Arena’daki maçta kaçırdıklarıyla mağlup olmamıza neden olan Aydın,
kaldığı yerden devam ediyordu kaçırmaya!
Son dakikada Mehmet Topuz’un yaptığı orta
Semih’e çarpıp kalemize yöneldiysede bu kez şans nasıl olduysa bizim
yanımızdaydı. Top direğe çarpıp oyun alanına geri döndü.
Nihayet 90+8’de gelen Cüneyt Çakır’ın son
düdüğü şampiyonluk kupasının ardından, Süper Kupa’da Galatasaray’ın diyordu.
Evet, kupayla bitirmiştik, kupayla başladık.
Korumayı başardığımız, zaten iyi olan kadromuzun üstüne yaptığımız transferlerle
takımımız gerçekten oldukça güçlü bir hale geldi. Özellikle yıllardır sıkıntı
yaşadığımız forvet bölgesinde bu sezon Allah’a şükür bir sürü alternatifimiz
oldu. Umut Bulut şu an ki formuyla bu takımın hiç tartışmasız birinci
santraforu olur. Elmander, Burak ya da Necati’den hangisi günündeyse de ona
eşlik eder. Takım sezon başı için gayet iyi bir seviyede. Yeni transferlerin
adaptasyon süreci tamamlanıp, tüm takım birbirine uyum sağlayınca, hele hele ki
Felipe Melo’da takıma girince, bu takımın bu sene karşısında durmak gerçekten
çok zor olacaktır. Yıllar sonra ilk kez sezon öncesi bu denli iddialıyım. Bu
sezon bizim sezonumuz olacak gibi duruyor. O zaman ne duruyoruz? Şov başlasın!!!
e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR