18 Eylül 2013 Çarşamba

Böyle Mi Kavuşacaktık?

  İnanın nasıl başlayayım, nasıl bağlayayım, neyi nasıl toparlayayım şu an hiçbir şey bilmiyorum, bilemiyorum. O kadar karmaşık duygular yaşıyorum ki, sanırım bugüne kadar en zor yazılan yazım olacak…
  Her şeye rağmen bir yerlerden başlamak gerek elbet. O zaman sizleri çok özlediğimi söyleyerek gireyim olaya. Evet bundan yaklaşık 6 ay önce zorunlu olarak ayrılmıştım sizlerden. Zorlu ve sıkıntılı sürecin ardından nihayet yeniden beraberiz. Aslında bu bir hayaldi benim için. O 6 aylık zaman zarfında beni ayakta tutan da hep bu hayaller oldu zaten…
  6 ay önce bıraktığımda Real Madrid’i 0-3’ün rövanşında tabiri caizse kılpayı elinden kaçırmış bir Galatasaray vardı. O gün ikinci 45 dakikada öyle bir performans koymuştuk ki ortaya, Jose Mourinho’ya bile belki de hayatında ilk kez ecel terleri döktürmüştük.
  O günden bu güne ne değişti diye düşündüm de az önce, gerçekten ortada çok ciddi farklar var. Tabi sadece bizim açımızdan. Yoksa Real Madrid yine aynı Real Madrid…
  Aslına bakarsanız bugün kazanabileceğimize pek de ihtimal vermiyordum. Çünkü Galatasaray’ın son 3 lig maçında ortaya koyduğu performans hiç iç açıcı değildi. Antalya maçında kaçan onca gole rağmen hem de…
Takım sahaya çıktığında öylesine enteresan bir 11 vardı ki sahada, akıllara zarar! Sezon başından beri ortalardan görünmeyen Dany ve Riera, bir var bir yok Chedjou, son haftaların ‘’ıslık abidesi’’ Engin Baytar… Hepsi ilk 11’de başlıyordu karşılaşmaya. Tabi başlarına geleceklerden habersiz.
  Tüm bu olumsuzluklara rağmen maça oldukça istekli ve arzulu başladık. Özellikle ilk 10 dakikalık bölümde koskoca Real Madrid takımına adeta tek başına kafa tutan bir Melo vardı sahada.
  Sonrasında oyun doğal olarak dengelendi. Hatta öyle bölümler oldu ki, ne yaparsak yapalım topu Real’li oyuncuların ayaklarından alamadık… Ancak tüm bunlara rağmen daha öncekilerde olduğu gibi bu sefer de kafa kafaya oynayabiliyorduk Real Madridle. Hatta ilk devreyi baz alacak olursak daha çok pozisyon bulan taraf bizdik. Fakat gelin görün ki, Eboue’nin klasikleşmiş sorumsuzluklarından bir tanesi Real Madrid’e hiç hesapta olmayan bir gol kazandırdı. Bizlerin de doğal olarak morali bozuldu.
  Devrenin son dakikasında Drogba’nın sakatlanarak sahayı terk edişi hiç hesapta olmayan, planlarımızı alt üst edici bir gelişmeydi. Ancak buradaki daha ciddi sıkıntı Fatih Hoca’nın Drogba’nın yerine Amrabat’ı oyuna sokmasıydı. 2 sezondur bu takıma hiçbir şey vermemiş olan, daha 4 gün önce sahayı yuhalanarak terk eden Amrabat’ı Real Madrid maçında kurtarıcı olarak oyuna sokmak çok da mantıklı bir hareket olmasa gerek.
2.garip nokta ise Fatih Hoca’nın kafasında belli bir sistem olmayışı. Hoca maça 4-4-2 başlıyor, gol yiyoruz, geriye düşüyoruz, daha çok yüklenmemiz gereken bölümde forveti eksiltip 4-5-1’e dönüyor. Açıkçası aklından neler geçti, ya da ne yapmak istedi ben hiçbir anlam veremedim.
  Bahsettiğim tüm bu yanlışlıklara rağmen takım ikinci 45’e de oldukça iyi başladı. Hele hele az önce eleştirdiğim Amrabat’ın ‘’Al da at’’ diyerek Burak’ın kafasına gönderdiği bir top vardı ki, ‘’Artık bunu da atamayacaksan hangisini atacaksın?’’ diye sorma ihtiyacı hissettim. Çünkü o pozisyon gol olsa daha önce 2 sefer şahit olduğumuz senaryo bir kez daha tekrarlanacaktı diye düşünüyorum.
  Burak’ın pozisyonundan sonra yine hiç hesapta olmayan bir anda defansımızın Benzema’ya ikramı kalemizde 2.golü görmemize neden oldu!
  2-0’dan sonra tüm oyuncularımız gerek kafa olarak gerekse de bedenen oyundan tamamen koptular zaten. Özellikle Chedjou-Dany-Eboue üçlüsü ‘’Komedi Dans Üçlüsü’’ gibiydi! Öylesine komik hatalar yaptılar ki, Real Madrid’in bize tarihi hezimetlerimizden birini yaşatması kaçınılmaz hale geldi. Arka arkaya gelen goller 1999 Kasım’ına götürdü beni…
  Umutla bulduğumuz gol ise sadece bir teselliden ibaretti bizim için.
  Gecenin son sözünü ise bir çok zaman olduğu gibi yine Ronaldo söyledi.
  Böyle bir gecenin ardından söylenebilecek fazla bir şey olmaz aslında. Ancak ben yine de bazı noktalar üzerinde durmak zorundayım. Geride kalan 2 başarılı sezonun ardından bazıları ciddi anlamda endişe duymaya başlamış olacak ki, yıllardan beri alışık olduğumuz sabotaj senaryoları bir kez daha çıktı ortaya. Özellikle geçtiğimiz yıl Şampiyonlar Ligi’nde yaptıklarımız, ‘’Ya bu sene bunlar daha da üstüne koyarlarsa ne yaparız biz?’’ zihniyetindeki insanları oldukça rahatsız etmiş olacak, takımımızın önünü kesmek için bu kez en hassas noktamızdan vurdular bizi.
 ‘’Milli’’ kelimesinin geçtiği her yerde akan suların durduğu ülkemizde, sanki boşta hiç teknik direktör yokmuş gibi hele hele Mustafa Denizli ve Şenol Güneş gibi Milli Takımla daha önce yaptıkları ortada olan 2 ismi görmezden gelerek, kalkıp Fatih Hocamız’a teklif yapmak, sonrasında da çeşitli spekülasyonlarla hem ortalığı karıştırmak hem de Galatasaray içersinde sürtüşmeler meydana getirmek, hatta ve hatta başkanla hoca arasında bir kaos ortamı yaratmak gerçekten dahiyanece kurgulanmış bir planın tek kelimeyle kusursuz olarak işleyişiydi!
  Real Madrid maçı öncesi takımının başında olması gerekirken yaklaşık 10 gün boyunca Milli mesai yapan Fatih Hoca’nın bu tuzağa nasıl düştüğünü, gerçekleri nasıl göremediğini hayret içerisinde takip ettim. Sanırım yıllar Fatih Hoca’dan da bazı şeyler götürmeye başlamış…
  İşte hal böyleyken takımımızın son 3 lig maçını kazanamamış oluşu ya da dün akşam Real Madrid’den 6 tane yemesi gayet normal bence. Bu saatten sonra üzülmenin ya da dövünmenin hiçbir anlamı yok. Yapılması gereken tek şey, Beşiktaş maçıyla başlayarak başkanından, yöneticisine, teknik ekibinden futbolcusuna kadar artık herkesin sadece Galatasaray ismine konsantre olması ve bizim ESAS İŞİMİZİN GALATASARAY! olduğunun unutulmaması. Hatta gerekirse unutmuş olanlara da HATIRLATILMASI!
  Sezonun daha başında olduğumuzu, geçen sezon da gerek lige gerekse de Şampiyonlar Ligi’ne iyi başlayamadığımızı hatırlayarak bundan sonrası için gerekli çalışmaları yapmalıyız bence. Yoksa bu kafa yapısıyla devam edersek, 2010-2011 sezonuna geri döneriz gibi bir his var içimde…


                                                                e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR