28 Eylül 2011 Çarşamba

Arena Aslanı



Sezon öncesi hazırlık maçlarından beri ısrarla üzerinde durduğum bir nokta vardı: Galatasaray Takımı bu sezon içeride oynayacağı maçlarda oldukça ofansif, izleyenlere keyif veren, hatta zaman zaman seyircisinin de desteğiyle resitale dönüşen bir futbol izlettirebilir bizlere diye düşünüyordum. Şu ana kadar kendi sahasında 2 karşılaşmaya çıkan Galatasaray belki henüz tahmin ettiğim kadar yüksek seviyelerde bir futbol ortaya koyamadı ancak deplasman müsabakalarıyla mukayese ettiğimizde arada belirgin bir fark olduğu da aşikar.
  Dün akşam oynanan Eskişehir Spor karşılaşmasında, Çarşamba günü oynadığımız Karabükspor mücadelesine göre çok daha etkili bir Galatasaray vardı sahada. Colin Kazım ve Selçuk İnan dışında herkes üzerine düşen görevi layıkıyla yaptı diyebilirim. Ancak sahanın yıldızı bu hafta da hiç tarışmasız Felipe Melo’ydu. Kendisiyle ilgili olarak söylemek istediğim tek şey; sezon başında çok tartışılan o yıllık ücretinin anasının ak sütü gibi helal olduğudur. Tüm samimiyetimle söylemek isterim ki bugüne kadar izlediğim en iyi 5 ön liberodan biri. Yönetimimiz napar, ne eder bilemem ama bu oyuncunun bonservisi mutlaka alınmalı.
  Genel anlamda oynanan futbolu değerlendirecek olursak, Galatasaray 90 dakika boyunca oyunda daha etkili olan, topa hükmeden ve net gol pozisyonlarını bulan taraftı. Orta saha oyuncuları final paslarında biraz daha dikkatli olabilseler karşılaşmanın Galatasaray lehine çok daha farklı bitmesi içten bile değildi. Ama buna da şükür. Fazlasında gözümüz yok şimdilik. Geçen hafta da söylemiş olduğum gibi, şu günlerde öyle veya böyle bir şekilde galip gelelim yeter.
  Yalnız şunu da göz ardı etmeyelim, Galatasaray’ın tek forvetli oyun siteminin eldeki futbolcularla örtüşmediği gibi bir gerçek var ortada. Baros tek forvet oynadı etkili olamadı. Elmander tek forvet oynadı etkili olamadı. Olur da Sercan tek forvet oynarsa muhtemelen o da etkili olamayacak. Dolayısıyla bu noktada bazı şeyleri tekrar gözden geçirmenin gerekli olduğu kanaatindeyim. Çünkü Samsun Spor karşılaşmasının son yarim saatinde sergilenen ve birçokları için yeterli görülen futbolun, Sercan-Elmander şeklindeki ikili forvetle oynandığına hepimiz şahit olduk. Dolayısıyla Fatih Hoca’nın bugüne kadar bir türlü bir arada oynatmadığı Baros-Elmander ikilisini önümüzdeki haftalarda mutlaka denemesi gerektiğini düşünüyorum.
  Gökhan Zan dün akşam Galatasaray kariyerinin belki de en iyi performansını ortaya koydu. Geçen hafta ‘’Bu iş Gökhan Zan’la olmayacak gibi.’’ demiştim. Uzun vadeli düşünecek olursak şayet hala aynı fikirdeyim. Ancak Servet’in sakatlığında Gökhan Zan’ın böyle bir performans sergilemesi de hem şaşırtıcı hem de mutluluk verici.
  Galatasaray formasıyla ilk kez sahaya 11’de çıkan Engin Baytar’da performansıyla olmasa da, en azından hırsı ve mücadelesi ile benden alkış alan isim oldu. Her zaman söylüyorum, Engin Baytar’ın futbolculuğunu kimseler tartışamaz. Tartışılacak tek yanı karakteri ve kafa yapısıdır. Ancak eğer kendini sadece futbola verir ve başka şeylerle ilgilenmezse, Arda Turan’ın boşluğunu fazlasıyla doldurabilecek bir futbolcu kazanırız. Şimdilik Engin’in gidişatı iyi. Umarım bizleri mahçup etmez…
  Toparlamak gerekirse, ligin 4.haftası Galatasaraylılar için güzel ve mutlu bir şekilde noktalandı. Takım ilk 4 haftanın en iyi maçını oynadı. Kalemizde fazla pozisyon vermedik, hücum anlamında geçen haftalara göre daha üretkendik. Kısacası ilerisi için umut verdik. Şimdi önümüzde bir Ankaragücü karşılaşması var. Sonra milli maç arası. Ankaragücü şu anki görüntüsüyle ligin en zayıf halkası durumunda. Dolayısıyla ben Ankara deplasmanında bir sıkıntı yaşamayacağımıza en azından inanmak istiyorum. Zaten milli maç arasına galibiyetle girebilirsek, en azından moral anlamında her şey çok daha farklı olacaktır bence...

                                                                 e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar

22 Eylül 2011 Perşembe

Geçiş Süresi



Daha birkaç gün önce yazdığım yazımda Samsun Spor karşılaşmasını değerlendirirken, Galatasaray’ın bir geçiş dönemi yaşadığından ve bu geçiş dönemini de mümkün olduğunca az kayıpla atlatmanın temel hedef olması gerektiğinden bahsetmişim sizlere. Yani şu sıralar Galatasaray’ın iyi futboldan çok bol miktarda galibiyete ihtiyacı olduğunu belirtmek istemiştim bir yerde. Dolayısıyla da bu akşam Karabük Spor’u yenebilseydik çok güzel olacaktı ama olmadı maalesef…
  Fatih Hoca Pazar Akşamı’nın kurtarıcıları Sercan ve Elmander’i ilk on birde sahaya sürerken bugün, ilk 2 haftanın en çok eleştirilen ismi olan Baros’u Sabri’yle birlikte yedek kulübesine göndermişti. Takım da bu doğrultuda klasik 4-4-2 düzeni ile çıktı sahaya. Hal böyle olunca da sanırım birçoklarımız hücum üretkenliklerinin Galatasaray adına oldukça fazla olacağı bir 90 dakika bekledi. Ancak beklentilerin aksine rakip kaleye şut atmakta bile bir hayli zorlandığımız bir karşılaşma izledik. Tabii bu durumun oluşmasındaki en büyük etken; karşılaşmanın henüz 15.dakikasında, Muslera’nın çok anlamsız bir hareketle oyundan atılarak arkadaşlarını 75 dakika boyunca 10 kişi oynamaya mahkum etmesi oldu. Muslera’nın atılışından sonra tüm planları ve dengesi bozulan takımımız karşılaşmanın son düdüğüne kadar yapmak istediklerini bir türlü yapamadı. Fatih Terim’in oyuncu değişikliklerindeki tercihleri de ne denli doğruydu tartışılır tabii. Örneğin Muslera’nın oyundan atıldığı an, Ufuk’u oyuna sokmak için Riera’yı kenara almak bence çok doğru bir karar değildi. O an oyundan çıkması gereken isim hiç tarıtşmasız, bu akşamı da sayacak olursak 3 maçtır takımına en ufak bir katkısı dahi olmayan Colin Kazım olmalıydı. Keza devre arasındaki Sabri-Sercan değişikliği de tartışılacak cinstendi. Fatih Hoca’nın bu akşamki  tek olumlu müdahelesi ise sanırım Baros’u oyuna sokmak oldu. Çünkü Baros daha oyuna gireli 20 saniye olmuşken yaptırdığı penaltı ile takımına beraberliği getiren isim oldu bir yerde. Zaten Baros o penaltıyı yaptırmamış olsa, bu akşamki Galatasaray’ın ne rakip kaleye gidebilecek gücü, ne de gol atabilecek bir görüntüsü vardı.
  Baros’un ismi geçmişken kendisiyle ilgili yazmak istediğim bazı şeyler. Fatih Terim son dönemlerde Milan Baros’tan vazgeçmiş gibi bir duruş sergiliyor. ‘’Oynarsa oynar, oynamazsa kendi bilir.’’ modunda. Benim nacizhane düşüncem, Milan Baros kesinlikle bir kalemde silinip atılacak, hele hele kadroda golcü sıkıntısı varken bu kadar kolay vazgeçilebilecek bi oyuncu değildir. Fatih Hoca keşke Kazım için gösterdiği anlamsız ısrarı Baros için de gösterebilse... Çünkü bu takımın formda bir Baros’a her zaman ihtiyacı var.
  Tekrardan karşılaşmaya dönecek olursak, Galatasaray bu akşam maçı kazanmak adına hiçbir şey yapmadı, yapamadı. Bende biliyorum 75 dakika boyunca 10 kişi oynamanın kolay olmadığını. Ancak yine de sahaya çıkan forma sarı-kırmızı parçalıysa, 10 kişi-9 kişi hiç farketmeden bundan daha iyisini yapmak zorundadır diye düşünüyorum.
  Bu arada çok merak ettiğim bir şey var. Ufuk Ceylan’ın hayalindeki meslek gerçekten kaleci olmak mıydı acaba? Bu işi zoraki yapıyor gibi bir hali var da çünkü. Saha içinde o kadar isteksiz ki, kaleye gelen şutlara atlamak bile içinden gelmiyor sanki. Zaten kendisine duyduğum en ufak bir güven bile kaldıysa, bu akşamdan sonra o da ortadan kayboldu. Gerek Aykut gerekse de Ufuk, o kaleye geçtikleri hiçbir maçta kendilerinden beklenenlerin yarısını bile sunamadılar bizlere. Dolayısıyla bu halleriyle 2. ve 3. kaleci olmaya her zaman mahkumlar…
  Üzerinde durmak istediğim bir diğer konu da Muslera’nın her hafta yaptığı acemice hatalar. Kendisinin biraz daha sakin ve kontrollü oynaması gerekiyor sanırım. Belki kendisine duyduğu fazla özgüven, belki de gençliğinin ve tecrübesizliğinin verdiği acemilik, saha içinde çok basit hatalar yapmasına neden oluyor. Taffarel’in Muslera’yla sürekli olarak çok yakından ilgilenmesi gerekiyor. İstikbali çok parlak, çok büyük kaleci olacak gibi duruyor ancak o mertebeye ulaşana kadar geçireceği süreçte zaman zaman Galatasaray’ı yakacak gibi…  
   Evet geçen hafta söylemiş olduğum gibi Galatasaray bir geçiş dönemi yaşıyor. Kolay değil 8-10 tane farklı ülkelerden, farklı kıtalardan gelmiş, birbirinin hiç tanımayan futbolcuyu bir arada oynatmak. Bu oyuncuların birbirlerine alışmaları, belirli bir uyum yakalamaları elbette biraz zaman alacaktır. Ancak bu uyumu sürecini ne kadar çabuk atlatırlarsa o kadar hayrımıza olur diye düşünüyorum. Çünkü daha 3 haftada kaybedilen 5 puan pek hoş durmuyor açıkçası…
                                                                        e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar

19 Eylül 2011 Pazartesi

Önemli Olan Galip Gelmekti



Geçen haftaki İ.B.Bmağlubiyetinin ardından bu haftaki Samsun Spor karşılaşması çok daha önemli bir hal almıştı bizler için. Çünkü bu akşam da keybedilecek 2 ya da 3 puan, belki de birçoklarımızı geçen seneye götürecek, oluşacak demoralize ruh hali de takımı bundan sonrası için oldukça zorlayacaktı. Ama çok şükür ki korkulan olmadı. Gerçi bu akşam da bir ara korkulu rüya görmedik değil ama sonuçta bir şekilde sahadan galibiyetle ayrıldık ya, önemli olan oydu işte.
Fatih Terim geçen hafta yaptığı yanlışların farkına varmış olacak ki, bu akşam daha derli toplu ve hemen herkesin asıl mevkiisinde oynuyor olduğu bir on birle çıktı sahaya. Gecenin sürprizi Servet’in kadroda olmayışıydı. Muhtemelen son dakikada bir sakatlığı çıktı ortaya. Dolayısıyla onun boşluğunu doldurmakta geçen haftanın kötülerinden Gökhan Zan’a kaldı. Ancak umarım Servet’in çok önemli bir şeyi yoktur. Çünkü bu akşam da bir kez daha gördük ki bu Gökhan Zan’la bu işler yürümeyecek…
Az önce de belirtmiş olduğum gibi hemen herkes alışık olduğu mevkiisinde oynadı bugün. Tabii tek bir istisna dışında. Geçen hafta sol açık olarak izlediğimiz Eboue, bu hafta da orta saha oyuncusu olarak çıktı karşımıza. Sanıyorum Fatih Terim Eboue’yi her yerde kullanacak, bir tek esas yeri olan sağ bekte kullanmayacak. Açıkçası Hoca’nın Eboue’yi taa hazırlık maçlarından bu yana neden sağ bek olarak hiç düşünmediğini anlayamadım. Sonuçta bu adam, yıllardır sıkıntı yaşanan sağ bek mevkiine çare olması için transfer edilmedi mi ? Biz yine de ‘’Vardır Hoca’nın bir bildiği’’ diyelim ve maça geçelim:
Galatasaray bugün karşılaşmaya gerçekten çok hırslı ve istekli başladı. Muslera’dan Baros’a kadar herkes, belli ki golün bir an önce gelmesini istiyordu. Bu doğrultuda da santradan itibaren oyunu rakip yarı alana yıkıp gol için yüklenmeye başladı takım. Her geçen dakika biraz daha organize gelişmeye ve daha büyük tehlikeler yaratmaya başlayan ataklar golü getirmese de, devrenin ortalarında Felipe Melo’nun gönderdiği füze skor üstünlüğünü biraz zor da olsa yakalamamızı sağladı. Hazır Melo’nun adı geçmişken kendisiyle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Hiç tartışmasız benim Galatasaray forması ile izlediğim en iyi ön libero. Şunu gönül rahatlığı ile söyleyebilirim ki, Felipe Melo bir ön libero için gereğinden fazla klas ve teknik bir futbolcu. Bu akşam da kendisini 90 dakika boyunca büyük bir keyifle izledim. Her geçen maç biraz daha iyi oluyor sanki. Eğer bu şekilde oynamaya devam ederse, sezon sonunda bonservisini alabilmek için bir hayli çaba sarfetmemiz gerekicek.
Melo’nun golünden sonra 2.yi atmayı bir türlü beceremedik nedense. Dolayısıyla da devreyi %100 rahatlamış olarak bitiremedik. Böyle maçlarda 2.golü bir şekilde bulmak gerekiyor. Çünkü 2.gol gelmediği takdirde hem rakip oyundan kopmuyor, hem de oyuncular üzerinde gereksiz bir baskı ve stres oluşuyor.
İkinci devreye herhalde bu baskı ve stresin verdiği etkiden olsa gerek, biraz tutuk ve kontrollü başladı Galatasaray. Samsun Spor’da bu fırsatı değerlendirerek topa sahip olma rakamlarında dengeyi sağladı. Hatta bir ara orta sahadaki üstünlüğü ele geçirdiler. Bu anlarda da Gökhan Zan’ın yaptığı ‘’amatör’’ nitelikteki hatayı iyi değerlendiren Mustafa Sarp takımına beraberliği getirdi. Yalnız şunu da söylemeden edemiyeceğim; gol sonrasındaki abartılı sevincini ben Mustafa Sarp’a pek yakıştıramadım. Sonuçta daha 1 ay öncesine kadar bu kulübün ekmeğini yiyyen bir futbolcuydu kendisi. Galatasaray sevgisi uğruna sahada formasını parçaladığı günleri bu kadar çabuk unutmamalı bence …
Yenen gol ister istemez herkesin morallerin bozdu. Fatih Terim’i de bir hayli sinirilendirdi. Öyle ki, Hoca arka arkaya değişikliklere başvurdu. 2 haftadır beklentilerin uzağında kalan Baros’u Elmander’le, sakatlanan Eboue’yi Sercan’la, sahada bu hafta da yokları oyayana Kazım’ı da Engin Baytar’la değişti Fatih Hoca.
Yapılan değişiklikler ne mutlu ki takımın oyununa pozitif yansıdı ve ortadan kaybolan hücüm etkinliklerine tekrardan bir hareket geldi. Özellikle Sercan ve Elmander Samsun Spor savunmasını oldukça zorlamaya başladılar. Bunların sonucunda da yine bu ikilinin geliştirdiği atakta, Sercan’ın topuk pasında topla ceza yayı üzerinde buluşan Elmander, yerden sert bir vuruşla topu ağlara gönderdi. Bizler de derin bir ‘’ohh’’ çekmiş olduk.
Golden yalnızca 2 dakika sonra, Samsun Spor kalecisi Ahmet Şahin’in, Gökhan Zan’ınkinden bile daha ‘’amatörce’’ olan hatası maçı Galatasaray lehine bitiren hareket oldu. Durup dururken Elmander’e yaptığı fiziksel temasla hem takımını 10 kişi bıraktı, hem de penaltı vuruşu kullanarak aradaki farkı 2’ye çıkarmamızı sağladı.
Zora giren maçın seyri 2 dakika içinde değişince, ister istemez tribündeki 35 bin taraftarın da keyfi yerine geldi. Son 15 dakika takımlarının galibiyetine tezahüratlarla eşlik ettiler.
Bu akşam Johan Elmander Galatasaray’a ilk kez katkı sağladı diyebilirim. Oyuna girdikten sonraki performansı alkışlanacak cinstendi. Aldığı her topta 3-4 kişiyi geçerek direk kaleye gitti ama son vuruşlarda biraz şanssızdı. Eğer biraz daha şanslı bir akşamında olsa, çok rahat bir şekilde hat-trick yapabilirdi. Umarım Elmander böyle oynamaya devam eder. Çünkü bu akşama kadar sergilemiş olduğu performans tam bir fiyaskoydu…
Eboue’yi 2 maçtır pek beğenmiyorum ama çok fazla bir şey de söyleyemiyorum. Çünkü adam bir türlü esas yeri olan sağ bekte oynamıyor, oynatılmıyor. Fakat bir gerçek apaçık ortadaki, o da Eboue’den ne sol açık, ne de göbek oyuncusu olmaz. Çünkü Eboue savunma yönü kuvvetli olan, fizik gücü yüksek, sağlam bir futbolcu. Kendisinden isabet yüzdesi yüksek paslar, klas çalımlar, yaratıcı düşüncede hareketler beklemek biraz hayalcilik olur gibi.
Son olarak, bu akşam sarı kırmızılı formayı ilk kez giyen Riera’dan bahsedelim ve noktayı koyalım. İlk maçı için kötü sayılmayacak bir performans sergiledi diyebilirim. Oyunun hep içindeydi. Bazı ataklarda önemli rol üstlendi. En önemlisi de 90 dakika boyunca ayakta kalabildi. Klas bir sol ayağa sahip olduğunu ben zaten biliyordum. Bilmeyenler de bu akşam az çok öğrenmiştir. Tek olumsuz yanı, daha önceki yazılarımda da belirtmiş olduğum gibi çok fazla süratli olmayışı. Ama yine de Riera bu takıma katkı sağlayabilecek potansiyelde bir oyuncu. İlerleyen haftalarda illaki daha iyi olacaktır.
Evet en başta da belirtmiş olduğum gibi, bu akşam önemli olan bir şekilde kazanabilmekti. Bunu da başardık. Çünkü Galatasaray yeni oluşan bir takım ve şu an bir geçiş dönemi yaşıyor. Bu geçiş dönemini de ne kadar az hasarla atlatırsak ligin sonu için o kadar umutlu olabiliriz diye düşünüyorum.
e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar

12 Eylül 2011 Pazartesi

Fatih Terim 2 – 0 Galatasaray


4 aylık özlemin ardından dün itibariyle nihayet başlayan Spor-Toto Süper Lig’de bugün Cim Bom Günü’ydü. Çok özlemiştik sarı-kırmızıyı resmi bir maçta izlemeyi. Özellikle geçen sezonki  hüsranın tamamen unutulması için bir an evvel ‘’tabanca’’ gibi bir Galatasaray izlemeye başlamak istiyordu sarı-kırmızıya gönül veren milyonlar.
  Bundan 7 yıl önce Olimpiyat Stadı’nda Galatasaray’ına veda eden Fatih Hoca, bıraktığı yerden başlıyordu herşeye. Dolayısıyla bunca güzel duyguya ve heyecana yakışacak tek şey de takımın alacağı bir galibiyet olurdu. Ama olmadı …
  Bugün açıkçası Fatih Hoca beni çok büyük hayal kırıklığına uğrattı. Sahaya çıkardığı onbir, uyguladığı oyuncu dizilişi, oyuna yaptığı müdaheleler ve değişiklikler baştan aşağı yanlıştı.
  Dünya’nın neresinde sağ bek olarak transfer edilen bir oyuncunun, sakatlıklardan dolayı bir zorunluluk olmadığı takdirde sol açık pozisyonunda görev aldığı görülmüştür acaba? Üstelik o mevkii için transfer edilen Engin Baytar ve Riera yedek kulübesindeyken! Hadi Riera takıma katılalı bir hafta oldu, hazır değil. Ancak  1 aydan beri takımla beraber idmanlara çıkan Engin Baytar’da mı en azından 60 dakikayı çıkarabilecek durumda değildi? Eboue sahada tel tel dökülürken ısrarla oyundan alınmayışı, hatta ve hatta 90 dakika boyunca o çizgide kullanılışı gerçekten çok anlamsızdı.
  Milan Baros’un değil futbol oynamak, ayakta durmaya bile hali yok gibiydi. Çok ağırlaşmış. Eski seriliğini, çabukluğunu kaybetmiş. Attığı her deperdan sonra nefes nefes kaldı.  Sanki 35’ine merdiven dayamış gibi ... 
  Colin Kazım’da sahanın kötüleri arasındaydı. Hücum anlamında hiçbir katkısı olmadı takıma. Ne bir top götürdü, ne bir adam geçti, ne de güzel bir orta yaptı. Kısacası bir kanat oyuncusunun yapması gereken hiçbir şeyi yapamadı bu akşam. Ancak Fatih Hoca’nın kendisini inatla 90 dakika sahada tutması da pek anlaşılır cinsten değildi!
  Çağlar Birinci diye bir futbolcu alınmış, adam  2 senedir sakat, 2 senedir haybeye para alıyor. 50 metrelik bir depar attı, döndü kenara ‘’Değişin beni’’ dedi. Bu nedir arkadaş ? Galatasaray Spor Kulübü Darülaceze mi ?
  İlk yarıyı 1-0 mağlup bitirmişiz, devre arasında herkes ofansif bir değişiklik olmasını bekliyor, bir bakıyoruz kurtarıcı olarak Yekta Kurtuluş giriyor oyuna. Açıkçası bu değişikliği Fatih Terim gibi bir teknik direktöre hiç ama hiç yakıştıramadım. Benim tanıdığım Fatih Terim’in ikinci devrede en azından 2 santrafora dönmesi gerekirdi ama dünyadaki değişen futbol mantalitesi sanırım Fatih Terim’i de rüzgarına katmış. Baksanıza, Sercan’ı bile oyuna soktuktan sonra sol tarafta kullandı.
  Uzun lafın kısası, bu akşam sahada ilk 20 dakika haricinde maçı kazanmak adına hiçbir şey yapmadık. Ancak yazımın gerek başlığında, gerekse de tamamında belirtmiş olduğum gibi alınan bu mağlubiyetin en büyük sorumlusu hiç tartışmasız Fatih Terim’dir. Umarım bu mağlubiyet hocaya ders olur da, ligin bundan sonraki haftalarında bir daha şapkadan tavşan çıkarmaya kalkışmaz. Futbol temelde çok basit oynanan bir oyun ve bu oyunda fanteziye asla yer yok. Bir maçı kazanmak istiyorsan şayet, eldeki futbolcularını doğru mevkiilere yerleştirirsin ve beklersin. Eğer futbolcuların belli bir kapasiteye sahipse ve oynadığın rakipte senden güç olarak daha zayıfsa, o maçı kazanmak o kadar da zor olmayacaktır zaten. Her zaman söyleriz ‘’Fatih Terim zoru sever.’’ diye ama kolayı zora çevirmek için bu kadar büyük çaba harcamak da gereksiz bence …
                                                                          e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar

7 Eylül 2011 Çarşamba

Sezon Öncesi Değerlendirme


Galatasaray ve Galatasaraylılar adına büyük bir hüsranla sonuçlanan 2010-2011 futbol sezonunun ardından tüm taraftarlar ve medya Galatasaray’dan oldukça büyük çaplı bir değişiklik, daha doğrusu bir yeniden yapılanma bekliyordu. Çünkü geçen sezonki kadronun gerek kalite, gerekse de mental olarak bu takımı farklı noktalara, hakettiği yerlere sürükleyemeyeceği apaçık ortadaydı. Bu doğrultuda yapılması gereken ilk hamle ise takımın başına ‘’ gerçek bir teknik direktör’’ getirmek olmalıydı.
Ünal Aysal ve yönetim kurulundaki arkadaşları henüz mazbatalarını bile almadan en büyük soruna kökten bir çözüm üreterk, Türkiye’nin son yıllarda yetiştirdiği en büyük teknik direktör olan, taraftarın sevgilisi Fatih Terim’i 7 yıllık özleme son vererek, 3.kez Galatasaray’ın başına getirdiler. Çok klasik bir söylemle, ‘’Fatih Terim’in olduğu yerde hırs vardır, başarı vardır, iddia vardır.’’ kabul ama tüm bunları gerçeğe dönüştürmenin de başlı başlına Fatih Terim’in elinde olamayacağı gibi bir gerçek de vardır. Yönetimimiz de az önce bahsetmiş olduğum bu gerçeğin farkındaydıki, kadromuzu güçlendirip yeniden vasatın üzeri bir seviyeye çıkarmak için 3 aya yakın süren bir emek ve çaba harcadılar.
Johan Elmander, Selçuk İnan, Ceyhun Gülselam, Okan Derici, Tomas Ujfalusi, Felipe Melo, Fernando Muslera, Emmanuel Eboue, Engin Baytar, Albert Riera ve an itibariyle Sercan Yıldırım yeni sezon öncesi takımımıza katılan oyuncular olurken; Harry Kewell, Lucas Neill, Emiliano Insua, Zapata, Barış Özbek, Mehmet Batdal, Emmanuel Culio, Bogdan Stancu, Mustafa Sarp, Juan Pablo Pino, Anıl Dilaver ve Musa Çağıran gibi isimlerle yollar kesin olarak ayrıldı.
Şimdi isterseniz gelenler-gidenler doğrultusunda, oynanan hazırlık maçlarını da baz alarak, sezonun başlamasına kısa bir süre kalmışken takımımızın son durumunu masaya yatıralım.
Hazırlık maçlarından başlayacak olursak, zayıf rakiplerle oynadığımız ilk 2-3 maçı göz önüne almadan, daha net fikirler edinmemizi sağlayacak Twente, Inter, Liverpool, Olympiakos ve Real Madrid maçlarını değerlendirdiğimiz takdirde, ben takımımızı lige tam olarak hazır gördüğümü söyleyemeyeceğim.
Twente maçında pek iyi sinyaller vermemiştik açıkçası. Özellikle ortaya konan futbol kafamda ciddi anlamda soru işaretleri oluşturmuştu. Ancak İnter ve Liverpool maçlarında oynanan etkili ve pozitif futbol, benimle birlikte birçoklarımızın kafasındaki soru işaretlerini dağıtarak bir anda toz pembe bir tablo oluşturdu. Olympiakos maçında takım yorgun bir görüntü çizerken, son ve en ciddi hazırlık maçımız olan Real Madrid karşılaşması, ilk 15 dakikayı hesaba katmazsak, iki takım arasında ciddi bir güç farkı olduğu gerçeğini gözler önüne serdi.
Hazırlık maçlarıyla ilgili düşüncelerimi kısaca toparlamam gerekirse; İnter ve Liverpool maçlarındaki futbolu sezonun tamamında sahaya koyarsak bu sezon bizi kolay kolay kimse yenemez. Rahat bir şekilde de şampiyonluğa ulaşırız. Ancak diğer 3 maçta oynadığımız futbol seviyesinde kalırsak, aynı iyimser şeyleri tekrar etmem pek mümkün olmaz ne yazık ki!
Hazırlık maçlarına noktayı koyup biraz da yeni transferlerimizi değerlendirelim:
Sezonun ilk transferi olan Johan Elmander, hazırlık maçlarındaki performansıyla benden şimdilik geçer not alamadı. Bir kere şu an ki görüntüsü çok ağır. Gol bölgelerine çok uzak kalıyor. Topla hep kaleye sırtı dönük vaziyette buluşuyor, dolayısıyla da hücum anlamında etkisiz kalıyor. Liverpool maçındaki attığı jeneriklik gol dışında ben Elmander’in takıma pek pozitif bir katkısını göremedim şu ana dek. Eğer sezonun tamamında da böyle bir Elmander izleyeceksek, kendisine ödenecek paralara yazık olur diye düşünüyorum. Çünkü Türkiye Ligleri’nde bu seviyede onlarca oyuncu var …
Selçuk İnan özellikle son 2-3 yılda dikkatle takip ettiğim ve Manisa Spor’da oynadığı dönemlerde transfer edilmemiş olmasına hayıflandığım bir futbolcuydu. Fakat zararın neresinden dönülürse kârdır misali, kendisini sarı-kırmızılı formayla izlemek bu sezon nasip oldu. Hem defansif, hem de ofansif oyunu bir arada oynuyor oluşunun yanında mücadelesi, temposu ve rakip savunmanın arasına attığı klas paslar ile ben Selçuk İnan’ı nokta transfer olarak değerlendiriyorum.
Ceyhun Gülselam ilk başlarda 11’in kuvvetli adayları arasında görünmese de, sezonun tamamında gerek orta saha da , gerekse de savunma dörtlüsünün ortasında kullanabileceğimiz, yani rotasyonda faydalanabileceğimiz genç ve kapasitesi dahilinde oynayan bir oyuncu.
Okan Derici hazırlık döneminde malesef Fatih Terim’in gözüne girmeyi başaramadı. Zaten sezonu da muhtemelen A2 Ligi’nde geçirecek. Eğer orada bir gelişim gösterebilirse Fatih Terim kendisinden gelecek sezonlarda illaki faydalanacaktır.
Tomas Ujfalusi gerçekten çok önemli bir transfer. Gerek idmanlarda, gerekse de hazırlık maçlarında ortaya koyduğu performans ile sezona en hazır oyuncumuz olduğunu çok net bir şekilde söyleyebilirim. Özellikle sağ bek ve stoper mevkiilerinde yıllardır çektiğimiz sıkıntılara ilaç gibi geldi Ujfalusi. Bu sezon takımımıza çok büyük katkılar sağlayacağını şimdiden ortaya koydu yaptıklarıyla. Bu doğrultuda Ujfalusi transferi de benim için tam isabettir.
Felipe Melo tek kelimeyle mükemmel bir futbolcu. Bir orta saha oyuncusunda olması gereken bütün özelliklere sahip durumda. Koşuyor, basıyor, rakibi rahatsız ediyor. Bunların yanında, yüksek top tekniği ve iki ayağını da etkili kullanıyor oluşundan ötürü ofansif anlamda da takıma güç katıyor. Kısacası; Selçuk İnan’dan sonraki 2.nokta transfer de hiç tartışmasız Felipe Melo’dur.
Fernando Muslera ismi, bu transfer dönemine kadar bana bir hayli yabancıydı açıkçası. Kendisini Temmuz ayında oynanan Copa America’da da izleyememiş olmam, herhalde benim ayıbım olarak açıklanabilir. Ancak Olympiakos ve Real Madrid maçlarında izlediğim Muslera, daha şimdiden beni kendisine hayran bıraktı. Çok seri, oyunu sürekli takip eden, sezgileri kuvvetli ve ayaklarını da etkili kullanabilen bir kaleci. Sanırım Mondragon’dan bu yana yaşadığımız kaleci sıkıntısı önümüzdeki birkaç yıl rafa kalkacak gibi …
Emmanuel Eboue, yıllardır tanıdığım ve beğendiğim bir futbolcuydu. Kendisini tanımlamak için ‘’taş gibi bek’’ kavramını kullanmak herhalde yeterli olacaktır. Çok kuvvetli ve süratli bir oyuncu. Ayrıca savunmanın ve orta alanın hemen her yerinde oyanayabiliyor oluşu, Fatih Terim’e, kadro çıkarmakta zorlandığı dönemlerde değişik alternatifler üretme imkanı sunacaktır. Özellikle sağ kanattaki etkili oyunu, az önce Ujfalusi’yi değerlendirirken de bashetmiş olduğum, yıllardan beridir hasarlı olan o bölgemize müthiş bir dinamizm getirecektir.
Engin Baytar tüm bu transferlerin içindeki en büyük soru işareti. Ya kariyerinin son 5-6 yılında Türk futboluna çok büyük bir yıldız izlettirecek ya da ‘’Çok yetenekliydi ama … ‘’ ile başlayan o meşhur cümlelere yeni bir kahraman daha eklenecek. Yeteneklerine kimseler en ufak bir eleştiri bile getiremez ancak kafa yapısı ve karakteri ile ilgili olarak aynı şeyleri söylemem pek gerçekçi olmaz herhalde. Engin hakkında söylemek istediğim en önemli şey şudur ki; şayet kafasını tamamen futbola verir ve takımın bir parçası olabilmek için uğraşırsa, Engin Baytar Galatasaray’a birçoklarının tahmin bile edemeyeceği düzeyde şeyler kazandırır. Çünkü Engin’in yetenek anlamında Arda Turan’dan en ufak bir eksiğinin olduğunu düşünmüyorum ben.
Albert Riera’yı bende birçokları gibi ilk kez 2007 yılında Sevilla ile Espanyol arasında oynanan Uefa Kupası finalinde izlemiştim. O gün, Espanyol’un sahadaki en etkili ve en yetenekli ismi hiç tartışmasız Riera’ydı. Çok şık bir gole de imza atmıştı hatta. O finalin ardından kendisini daha bir dikkatle takip eder oldum. Gerek Liverpool, gerekse de İspanya Milli Takımı formalarıyla defalarca kez seyrettim kendisini. Sonrasında ortalardan kaybolan Riera, bundan 3 hafta önce Olympiakos ile oynadığımız hazırlık karşılaşmasında yeniden çıktı karşıma. Açıkçası biraz şaşırmıştım o gün. ‘’Riera standartlarında bir oyuncunun piyasası bu kadar düştü mü?’’ diye düşünmüştüm kendi kendime. Hatta o an yanımdakilere ‘’Sola adam arıyoruz, Riera’yı alsaymışız ya işte.’’ demiştim. Kalbim temizmiş herhalde
Riera, stil olarak benim Kewell’a çok benzettiğim bir oyuncu. Klas bir sol ayak, yüksek top tekniği, standartların üstünde duran top kullanma becerisi ancak pek fazla olduğu söylenemeyen sürat. Kewell’a göre en büyük artısı ise; sakatlık sorunlarının olmayışı. Dolayısıyla Harry Kewell 3 yıl boyunca hepimizin sevgilisi olduysa, Albert Riera’nın da aynı mertebeye ulaşması adına hiçbir engel göremiyorum ben.
Son olarak biraz da Sercan’dan bahsedelim: Açıkçası bu transfer benim içime pek fazla sinmedi. Yani Sercan henüz 21 yaşında genç bir oyuncu olabilir ancak ben Sercan’ın şu anki konumundan daha yukarılara sıçrama yapabilecek bir potansiyele sahip olduğunu düşünmüyorum. Kafama en fazla takılan şey de; Bursa gibi ufak bir şehirde bile gece hayatına olan düşkünlüğü ile konuşulan bir genç, İstanbul gibi bir metropolde acaba ne kadar uslu olabilir ? Yine de ‘’Hayırlısı olsun’’ diyerek transfer analizine son noktayı koyuyorum.
Evet sevgili Galatasaraylılar, Pazar akşamı oynayacağımız İ.B.B karşılaşması ile yeni sezona merhaba diyeceğiz. Hatırlamak dahi istediğimiz sezonun ardından, yaşanan şike olayları yüzünden seyri bir hayli değişen futbolu; oldukça özlemiş durumdayız. İyi bir Galatasaray Takımı seyretmeyi, sahada kaliteli futbolcular seyretmeyi hepimiz çok özledik. Ancak bu özlemlerimizi dindirecek kaliteli oyuncular bu sezon sahada olacak. Dolayısıyla iyi bir Galatasaray’ın da sahada olmaması için hiçbir neden yok ortada. Yeter ki herkes üzerine düşeni yapsın, gerekli otorite ve disipiln sağlansın. Ben bu anlamda Fatih Hoca’ya olan güvenimi daha önce defalarca kez dile getirmiştim. Şimdi de bir kez daha yineliyorum. Başkanımız Ünal Aysal’a da, transfer döneminin başından beri bizlere hakettiğimiz seviyedeki futbolcuları izlettirmek adına sunmuş olduğu çaba ve özverisi adına teşekkürlerimi sunarak yeni sezonda herşeyin tüm Galatasaraylılar’ın gönlünce olmasını temenni ediyorum. Hoşçakalın …
e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar