7 Eylül 2011 Çarşamba

Sezon Öncesi Değerlendirme


Galatasaray ve Galatasaraylılar adına büyük bir hüsranla sonuçlanan 2010-2011 futbol sezonunun ardından tüm taraftarlar ve medya Galatasaray’dan oldukça büyük çaplı bir değişiklik, daha doğrusu bir yeniden yapılanma bekliyordu. Çünkü geçen sezonki kadronun gerek kalite, gerekse de mental olarak bu takımı farklı noktalara, hakettiği yerlere sürükleyemeyeceği apaçık ortadaydı. Bu doğrultuda yapılması gereken ilk hamle ise takımın başına ‘’ gerçek bir teknik direktör’’ getirmek olmalıydı.
Ünal Aysal ve yönetim kurulundaki arkadaşları henüz mazbatalarını bile almadan en büyük soruna kökten bir çözüm üreterk, Türkiye’nin son yıllarda yetiştirdiği en büyük teknik direktör olan, taraftarın sevgilisi Fatih Terim’i 7 yıllık özleme son vererek, 3.kez Galatasaray’ın başına getirdiler. Çok klasik bir söylemle, ‘’Fatih Terim’in olduğu yerde hırs vardır, başarı vardır, iddia vardır.’’ kabul ama tüm bunları gerçeğe dönüştürmenin de başlı başlına Fatih Terim’in elinde olamayacağı gibi bir gerçek de vardır. Yönetimimiz de az önce bahsetmiş olduğum bu gerçeğin farkındaydıki, kadromuzu güçlendirip yeniden vasatın üzeri bir seviyeye çıkarmak için 3 aya yakın süren bir emek ve çaba harcadılar.
Johan Elmander, Selçuk İnan, Ceyhun Gülselam, Okan Derici, Tomas Ujfalusi, Felipe Melo, Fernando Muslera, Emmanuel Eboue, Engin Baytar, Albert Riera ve an itibariyle Sercan Yıldırım yeni sezon öncesi takımımıza katılan oyuncular olurken; Harry Kewell, Lucas Neill, Emiliano Insua, Zapata, Barış Özbek, Mehmet Batdal, Emmanuel Culio, Bogdan Stancu, Mustafa Sarp, Juan Pablo Pino, Anıl Dilaver ve Musa Çağıran gibi isimlerle yollar kesin olarak ayrıldı.
Şimdi isterseniz gelenler-gidenler doğrultusunda, oynanan hazırlık maçlarını da baz alarak, sezonun başlamasına kısa bir süre kalmışken takımımızın son durumunu masaya yatıralım.
Hazırlık maçlarından başlayacak olursak, zayıf rakiplerle oynadığımız ilk 2-3 maçı göz önüne almadan, daha net fikirler edinmemizi sağlayacak Twente, Inter, Liverpool, Olympiakos ve Real Madrid maçlarını değerlendirdiğimiz takdirde, ben takımımızı lige tam olarak hazır gördüğümü söyleyemeyeceğim.
Twente maçında pek iyi sinyaller vermemiştik açıkçası. Özellikle ortaya konan futbol kafamda ciddi anlamda soru işaretleri oluşturmuştu. Ancak İnter ve Liverpool maçlarında oynanan etkili ve pozitif futbol, benimle birlikte birçoklarımızın kafasındaki soru işaretlerini dağıtarak bir anda toz pembe bir tablo oluşturdu. Olympiakos maçında takım yorgun bir görüntü çizerken, son ve en ciddi hazırlık maçımız olan Real Madrid karşılaşması, ilk 15 dakikayı hesaba katmazsak, iki takım arasında ciddi bir güç farkı olduğu gerçeğini gözler önüne serdi.
Hazırlık maçlarıyla ilgili düşüncelerimi kısaca toparlamam gerekirse; İnter ve Liverpool maçlarındaki futbolu sezonun tamamında sahaya koyarsak bu sezon bizi kolay kolay kimse yenemez. Rahat bir şekilde de şampiyonluğa ulaşırız. Ancak diğer 3 maçta oynadığımız futbol seviyesinde kalırsak, aynı iyimser şeyleri tekrar etmem pek mümkün olmaz ne yazık ki!
Hazırlık maçlarına noktayı koyup biraz da yeni transferlerimizi değerlendirelim:
Sezonun ilk transferi olan Johan Elmander, hazırlık maçlarındaki performansıyla benden şimdilik geçer not alamadı. Bir kere şu an ki görüntüsü çok ağır. Gol bölgelerine çok uzak kalıyor. Topla hep kaleye sırtı dönük vaziyette buluşuyor, dolayısıyla da hücum anlamında etkisiz kalıyor. Liverpool maçındaki attığı jeneriklik gol dışında ben Elmander’in takıma pek pozitif bir katkısını göremedim şu ana dek. Eğer sezonun tamamında da böyle bir Elmander izleyeceksek, kendisine ödenecek paralara yazık olur diye düşünüyorum. Çünkü Türkiye Ligleri’nde bu seviyede onlarca oyuncu var …
Selçuk İnan özellikle son 2-3 yılda dikkatle takip ettiğim ve Manisa Spor’da oynadığı dönemlerde transfer edilmemiş olmasına hayıflandığım bir futbolcuydu. Fakat zararın neresinden dönülürse kârdır misali, kendisini sarı-kırmızılı formayla izlemek bu sezon nasip oldu. Hem defansif, hem de ofansif oyunu bir arada oynuyor oluşunun yanında mücadelesi, temposu ve rakip savunmanın arasına attığı klas paslar ile ben Selçuk İnan’ı nokta transfer olarak değerlendiriyorum.
Ceyhun Gülselam ilk başlarda 11’in kuvvetli adayları arasında görünmese de, sezonun tamamında gerek orta saha da , gerekse de savunma dörtlüsünün ortasında kullanabileceğimiz, yani rotasyonda faydalanabileceğimiz genç ve kapasitesi dahilinde oynayan bir oyuncu.
Okan Derici hazırlık döneminde malesef Fatih Terim’in gözüne girmeyi başaramadı. Zaten sezonu da muhtemelen A2 Ligi’nde geçirecek. Eğer orada bir gelişim gösterebilirse Fatih Terim kendisinden gelecek sezonlarda illaki faydalanacaktır.
Tomas Ujfalusi gerçekten çok önemli bir transfer. Gerek idmanlarda, gerekse de hazırlık maçlarında ortaya koyduğu performans ile sezona en hazır oyuncumuz olduğunu çok net bir şekilde söyleyebilirim. Özellikle sağ bek ve stoper mevkiilerinde yıllardır çektiğimiz sıkıntılara ilaç gibi geldi Ujfalusi. Bu sezon takımımıza çok büyük katkılar sağlayacağını şimdiden ortaya koydu yaptıklarıyla. Bu doğrultuda Ujfalusi transferi de benim için tam isabettir.
Felipe Melo tek kelimeyle mükemmel bir futbolcu. Bir orta saha oyuncusunda olması gereken bütün özelliklere sahip durumda. Koşuyor, basıyor, rakibi rahatsız ediyor. Bunların yanında, yüksek top tekniği ve iki ayağını da etkili kullanıyor oluşundan ötürü ofansif anlamda da takıma güç katıyor. Kısacası; Selçuk İnan’dan sonraki 2.nokta transfer de hiç tartışmasız Felipe Melo’dur.
Fernando Muslera ismi, bu transfer dönemine kadar bana bir hayli yabancıydı açıkçası. Kendisini Temmuz ayında oynanan Copa America’da da izleyememiş olmam, herhalde benim ayıbım olarak açıklanabilir. Ancak Olympiakos ve Real Madrid maçlarında izlediğim Muslera, daha şimdiden beni kendisine hayran bıraktı. Çok seri, oyunu sürekli takip eden, sezgileri kuvvetli ve ayaklarını da etkili kullanabilen bir kaleci. Sanırım Mondragon’dan bu yana yaşadığımız kaleci sıkıntısı önümüzdeki birkaç yıl rafa kalkacak gibi …
Emmanuel Eboue, yıllardır tanıdığım ve beğendiğim bir futbolcuydu. Kendisini tanımlamak için ‘’taş gibi bek’’ kavramını kullanmak herhalde yeterli olacaktır. Çok kuvvetli ve süratli bir oyuncu. Ayrıca savunmanın ve orta alanın hemen her yerinde oyanayabiliyor oluşu, Fatih Terim’e, kadro çıkarmakta zorlandığı dönemlerde değişik alternatifler üretme imkanı sunacaktır. Özellikle sağ kanattaki etkili oyunu, az önce Ujfalusi’yi değerlendirirken de bashetmiş olduğum, yıllardan beridir hasarlı olan o bölgemize müthiş bir dinamizm getirecektir.
Engin Baytar tüm bu transferlerin içindeki en büyük soru işareti. Ya kariyerinin son 5-6 yılında Türk futboluna çok büyük bir yıldız izlettirecek ya da ‘’Çok yetenekliydi ama … ‘’ ile başlayan o meşhur cümlelere yeni bir kahraman daha eklenecek. Yeteneklerine kimseler en ufak bir eleştiri bile getiremez ancak kafa yapısı ve karakteri ile ilgili olarak aynı şeyleri söylemem pek gerçekçi olmaz herhalde. Engin hakkında söylemek istediğim en önemli şey şudur ki; şayet kafasını tamamen futbola verir ve takımın bir parçası olabilmek için uğraşırsa, Engin Baytar Galatasaray’a birçoklarının tahmin bile edemeyeceği düzeyde şeyler kazandırır. Çünkü Engin’in yetenek anlamında Arda Turan’dan en ufak bir eksiğinin olduğunu düşünmüyorum ben.
Albert Riera’yı bende birçokları gibi ilk kez 2007 yılında Sevilla ile Espanyol arasında oynanan Uefa Kupası finalinde izlemiştim. O gün, Espanyol’un sahadaki en etkili ve en yetenekli ismi hiç tartışmasız Riera’ydı. Çok şık bir gole de imza atmıştı hatta. O finalin ardından kendisini daha bir dikkatle takip eder oldum. Gerek Liverpool, gerekse de İspanya Milli Takımı formalarıyla defalarca kez seyrettim kendisini. Sonrasında ortalardan kaybolan Riera, bundan 3 hafta önce Olympiakos ile oynadığımız hazırlık karşılaşmasında yeniden çıktı karşıma. Açıkçası biraz şaşırmıştım o gün. ‘’Riera standartlarında bir oyuncunun piyasası bu kadar düştü mü?’’ diye düşünmüştüm kendi kendime. Hatta o an yanımdakilere ‘’Sola adam arıyoruz, Riera’yı alsaymışız ya işte.’’ demiştim. Kalbim temizmiş herhalde
Riera, stil olarak benim Kewell’a çok benzettiğim bir oyuncu. Klas bir sol ayak, yüksek top tekniği, standartların üstünde duran top kullanma becerisi ancak pek fazla olduğu söylenemeyen sürat. Kewell’a göre en büyük artısı ise; sakatlık sorunlarının olmayışı. Dolayısıyla Harry Kewell 3 yıl boyunca hepimizin sevgilisi olduysa, Albert Riera’nın da aynı mertebeye ulaşması adına hiçbir engel göremiyorum ben.
Son olarak biraz da Sercan’dan bahsedelim: Açıkçası bu transfer benim içime pek fazla sinmedi. Yani Sercan henüz 21 yaşında genç bir oyuncu olabilir ancak ben Sercan’ın şu anki konumundan daha yukarılara sıçrama yapabilecek bir potansiyele sahip olduğunu düşünmüyorum. Kafama en fazla takılan şey de; Bursa gibi ufak bir şehirde bile gece hayatına olan düşkünlüğü ile konuşulan bir genç, İstanbul gibi bir metropolde acaba ne kadar uslu olabilir ? Yine de ‘’Hayırlısı olsun’’ diyerek transfer analizine son noktayı koyuyorum.
Evet sevgili Galatasaraylılar, Pazar akşamı oynayacağımız İ.B.B karşılaşması ile yeni sezona merhaba diyeceğiz. Hatırlamak dahi istediğimiz sezonun ardından, yaşanan şike olayları yüzünden seyri bir hayli değişen futbolu; oldukça özlemiş durumdayız. İyi bir Galatasaray Takımı seyretmeyi, sahada kaliteli futbolcular seyretmeyi hepimiz çok özledik. Ancak bu özlemlerimizi dindirecek kaliteli oyuncular bu sezon sahada olacak. Dolayısıyla iyi bir Galatasaray’ın da sahada olmaması için hiçbir neden yok ortada. Yeter ki herkes üzerine düşeni yapsın, gerekli otorite ve disipiln sağlansın. Ben bu anlamda Fatih Hoca’ya olan güvenimi daha önce defalarca kez dile getirmiştim. Şimdi de bir kez daha yineliyorum. Başkanımız Ünal Aysal’a da, transfer döneminin başından beri bizlere hakettiğimiz seviyedeki futbolcuları izlettirmek adına sunmuş olduğu çaba ve özverisi adına teşekkürlerimi sunarak yeni sezonda herşeyin tüm Galatasaraylılar’ın gönlünce olmasını temenni ediyorum. Hoşçakalın …
e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar