24 Aralık 2012 Pazartesi

Beklentilerin Uzağında 17 Hafta


  Ne çabuk geçti değil mi 17 hafta? Daha dün gibi Erzurum’da Fener’i yenip kazandığımız Süper Kupa. Ya da ligin ilk haftaları… Bu düzen böyle işliyor işte. 34 hafta boyunca kim şampiyon olacak diye merakla bekliyoruz, sonra biri çıkıp ipi göğüslüyor, 3-5 gün kutlamalar ondan sonra yeni sezonda kim şampiyon olur? J Eee madem düzen böyle, bizler de buna ayak uydurmak zorundayız.
  Bu kadar geyik yeter sanırım. Şimdi gelelim asıl meselemize. Dün akşamdan başlasam daha iyi olur herhalde. Karabükspor’un ‘’Cim Bom tarifesi’’ni Fenerbahçe’ye de uygulaması, ezeli rakibimizde işleri bir hayli karıştırdı. Önce seyircinin sabrı taştı, futbolculara, Aykut Kocaman’a ve yönetime tepki göstermeye başladılar, hemen akabinde de Aykut Kocaman’ın istifası geldi. Fakat bir Fenerbahçe klasiği olan ‘’istifa edip jet hızıyla bu karardan dönme politikası’’na bir kez daha şahitlik ettik. Tabi bu Fenerbahçe’nin kendi iç meselesidir. Ne yaptıkları-ne ettikleri, kimin gittiği-kimin geldiği bizi pek bağlamaz. Olayın bizi ilgilendiren yanı, rakibimizin puan kaybettiği haftada Trabzonspor’u yenmemiz halinde aradaki puan farkını sekize çıkaracak olmamızdı. Her ne kadar şu an için liderlik mücadelesinde bizi zorlayan ekipler Antalyaspor ve Beşiktaş olsa da, uzun vadede esas rakibimizin Fenerbahçe olduğunu herkesler gayet iyi biliyor. Dolayısıyla bu akşam alacağımız 3 puan bize büyük avantaj sağlayacaktı.
  Ne var ki, Fatih Terim’in öğrencileri bu akşam beraberlik için çıkmıştı sahaya. Evet yanlış duymadınız, Galatasaray Takımı bugün baştan sona  ‘’0-0 bitirelim de evimize gidelim’’ futbolu oynadı! Buna rağmen yakaladığımız 4-5 net fırsat, acaba kazanmayı biraz olsun istesek nasıl bir skor elde ederdik sorusunu zihinlerimizden geçirdi elbet.
  Kendini sıkmadan, fazla yüklenmeden, laubali bireysel performanslarla maçın hemen her bölümünde %60 ve üzeri oranlarla topa sahip olan Galatasaray’ın bu maçı neden kazanmak istemediğini, neden daha maç başlamadan 1 puanı yeterli gördüğünü Fatih Terim ya da bir başkası bizlere açıklasın lütfen!
  Doğruyu söylemek gerekirse, ben böylesine bir düşünceyi ne Galatasaraylı futbolculara yakıştırabildim ne de Fatih Hoca’ya... Felsefesi  ‘’Rakip kim olursa olsun biz sahaya 3 puan için çıkarız.’’ olan bir teknik direktör, bu akşam  takımının sahada yaptıklarından (veya yapmadıklarından) sonra insanlarının gözünde inandırıcılığını yitirir bir kere!
   Trabzonspor Takımı’nın gerek kondisyonu gerekse de oyuncu kalitesi Galatasarayla baş edebilecek düzeyde değil zaten. Bugün bunu çok net bir şekilde gördük. Her iki devrede de 30.dakikalardan sonra oyundan düştüler ve tüm hakimiyeti Galatasaray’a bıraktılar. Ancak ne var ki, en kötü oynadığı maçlarda bile 90 dakika boyunca ayakta kalabilen takımımız da bugün 65-70’lerde pes etti. Açıkçası son 2 sezondur ilk kez böyle bir Galatasaray gördüm. Allah’tan ara tatil oldu, yoksa bu durum pek de hayra alamet değildi. Özellikle Riera’nın son 15-20 dakikada ayakta duracak hali, topa vuracak dermanı kalmadı…
  Kondisyon ve kalite olarak yetersiz Trabzonsporla, beraberliğe dünden razı Galatasaray’ın mücadelesi bu şartlar altında 0-0, hadi en fazla 1-1 bitebilirdi, ilk seçenek gerçekleşti. Bu sonuçla puanımızı 33’e çıkardık ve her şeye rağmen Fenerbahçe’nin 6, Beşiktaş’ın da 3 puan önünde devreyi lider tamamladık.
  İlk devrenin Galatasaray adına kısa bir değerlendirmesini yapmak gerekirse, Erzurum’da oynanan Süper Kupa karşılaşmasında lige son derece hazır, oldukça formda bir Galatasaray izlemiştik. Hatta daha Ağustos Ayı’nda bu seviyedeyse takım, ilk devreyi en az 10-12 puan önde tamamlarız diye düşünmüştür birçoklarımız. Böyle bir tablo içerisinde lige de beklenildiği gibi iyi başladık. İlk 4-5 hafta mükemmel olmasa da iyi futbol oynuyorduk. Hele hele bu süreçte bir Manchester United maçı vardı ki, 1-0’lık mağlubiyet hiçbirimizin umrunda olmadı. Çünkü oynanan futbol hepimizi mest etti. Ancak ne olduysa ondan sonra oldu ve Ekim Ayı’yla başlayan düşüş, saman alevi gibi parladığımız birkaç maç dışında hemen her hafta devam etti. Yeri geldi gol pozisyonuna giremeden bitirdiğimiz 90 dakikalar oldu. Tek tesellimiz ise Şampiyonlar Ligi’ndeki durumun tam tersi oluşuydu. Oyun olarak olmasa da, puan anlamında kötü başladığımız grup maçlarını her hafta üzerine bir şeyler koyarak götürdük ve ilk 3 maçta sadece 1 puan alabildiğimiz grubu, Cluj ve Braga’yı deplasmanda, Manchester United’ı da kendi sahamızda yenerek 10 puanla 2.sırada tamamlamayı başardık. Türkiye Kupası’na ise bildiğiniz üzere 1461 Trabzon Takımı’na hiçbir mazereti olamayacak şekilde mağlup olarak erkenden veda ettik…
  Evet, şimdi önümüzde yaklaşık 1,5 aylık bir tatil var. Türkiye Kupası’ndan da elendiğimiz için bu süreyi resmi maç oynamadan sadece ikinci yarıya hazırlanarak geçireceğiz. Tabi takıma takviyeler yapılacağını da düşünüyorum. En azından ümit ediyorum.
   Geçen sezonki ritmini bir türlü bulamayan Muslera, Melo , Selçuk ve Elmander gibi oyuncularımızın form tutması, büyük umutlarla transfer edilen Hamit ve Amrabat’ın da takıma hiçbir şey vermeden geçirdikleri 4 ayın ardından, ikinci devreye daha iyi hazırlanmaları adına bir fırsat var önlerinde. Umarım onlar bu fırsatı iyi değerlendirirler, takıma da maksimum seviyede katkı verebilecek kaliteli futbolcular transfer edilir, lider bitirmemize rağmen hiçbir Galatasaraylı’nın tatmin olmadığı bu 17 haftanın ardından ikinci devrede takımımızın o özlediğimiz futbolunu yeniden izleme şansı yakalarız.

                                                                 e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

17 Aralık 2012 Pazartesi

''Her Şey Unutulur, Hatıralar Kalır. SİZE Her Mayıs BİZİ Hatırlatır''


  Galatasarayımız’ın Mayıs ayında Kadıköy’de tüm engellere inat! kaldırdığı şampiyonluk kupasını hazmedemeden üstüne bir de Erzurum’da Süper Kupa tokadı yiyen Fenerbahçeliler, şüphesiz 4 aydır bugünü, bu maçı bekliyorlardı. Türk Telekom Arena’da hasbel kader alacakları 3-4 farklı bir galibiyet bir sezon önce yaşananları herkese unutturacaktı akıllarınca. Ama bunlar boş hayallerdi tabi. Çünkü Galatasaray’ın ne geçtiğimiz sezon itibariyle Fenerbahçe üzerinde oluşturduğu psikolojik baskıyı bozdurmaya niyeti vardı, ne de kendi sahasında ezeli rakibine mağlup olmaya.
   Karşılaşmanın başlamasına 5 dakika kala başlayan muhteşem kareografi şov bile rakip üzerindeki baskı fazlasıyla arttıracak cinstendi. Kupa kaldıran 3 boyutlu aslan figürü, Şükrü Saraçoğlu Stadı’ndaki ellerini başının arasına koymuş Fenerbahçeli adam ve ‘’Her şey unutulur, hatıralar kalır. Size her Mayıs bizi hatırlatır.’’ yazısı…
   Görsel şovun da tamamlanmasıyla derbi heyecanın başlama zamanı gelmişti artık. Hem Fatih Hoca hem de Aykut Kocaman son haftalarda vazgeçmedikleri onbirleriyle sahadaydılar.
  Karşılaşmaya takımımız oldukça baskılı ve arzulu başladı. Daha 1.dakikadan itibaren oyunu rakip yarı alana yıktık. Topun Fenerbahçe’ye geçtiği anlarda da yoğun bir pres uyguluyordu futbolcularımız. Bu müthiş baskı meyvesini de beraberinde getireceğini henüz 5.dakikada belli etti. Hamit’in ceza yayından vurduğu sert şut direkten geri geldi. Bu pozisyonla birlikte tribünler hepten coştu. Seyircisinin müthiş desteğiyle birlikte gol için yükleniyordu Galatasaray.
   Dakikalar 10’u gösterirken Caner’in Eboue’ye yaptığı hareket sonucu rakip yarı alan ortalarından serbest vuruş kazandık. Topun başına geçen Riera öyle bir kesti ki, gol olacağı daha top havadayken belliydi. Kafa vuruşunu yapmak Fenerbahçeli Bekir’e kısmet oldu J
   İstediğimiz golü erken bulmamız Türk Telekom Arena’da müthiş bir coşkuyla kutlanıyordu. Açıkçası kalan 80 dakikalık bölümde çok daha rahat oynarız diye düşündüm o an. Ancak yanıldım. Çünkü Fenerbahçe takımı golü yeyince kendine geldi. Santrayla beraber bu sefer onlar yüklenmeye başladı.
  Aykut Kocaman’ın 3 önliberolu 5li orta sahası, Selçuk ve Melo üzerinde ciddi bir üstünlük kurdu. Öyle ki bu iki futbolcumuz yüzlerini rakip kaleye dönemez hale geldiler. Selçuk gibi ligimizin belki de en isabetli pas atan oyuncusu bile bu baskı karşısında bocalamaya başladı.
  Fenerbahçe’nin üzerimizde kurduğu baskı da tıpkı bizimki gibi golü çabuk getirdi. 23.dakikada ceza sahamıza gelen ortayı Riera’nın hatalı karşılaması, Hasan Ali’ye cepheden şut imkanı tanıdı. O şutta ağlarımıza gitti. Enteresan olan Hasan Ali’nin golü sağ ayağıyla atmasıydı…
  1-1 ister istemez Fatih Terim’in canını sıktı. Özellikle topla çıkışlarda sık sık hatalar yapan savunma oyuncularına kenardan ikazlarda bulundu.
   Beraberlik golünü bulan Fenerbahçe deplasman takımı psikolojisiyle biraz geri çekilerek daha kontrollü oynamaya başladı. Bu da Galatasaray’a yeniden rahat pas yapabilme ve rakip kaleye gidebilme olanağı tanıdı.
   36.dakikada Selçuk’u ceza yayının 1 metre kadar gerisinde yere indiren Baroni, Halis Özkahya'nın faul düdüğüyle birlikte nasıl bir hata yaptığının farkındaydı. Hele hele geçen sezon hemen hemen aynı noktadan yedikler golden sonra.
  Topun başında yine Selçuk vardı tabi ki. Tehlikenin farkında olan Fenerbahçeliler barajı öne taşımak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Halis Özkahya geri gitmeleri konusunda uyardıkça onlar ısrarla öne geliyordu. Selçuk’a gitgide yaklaşan barajla top arasındaki mesafe 5,5-6 metrelere indi artık. Ancak ne yaparlarsa yapsınlar Selçuk’un müthiş gollerinden birini daha atmasına engel olamayacaklardı. Öyle bir yere vurdu ki Selçuk, kalede kim olsa çıkaramazdı o topu.
  Yeniden öne geçmemiz Arena tribünlerini bir kez daha çıldırtmıştı. Aynı şekilde yedek kulübemizi de.
  Golün hemen akabinde Hamit’in uzun pasında Burak biraz daha dikkatli olsa aradaki farkı 2’ye çıkaracaktık. Ancak Kral topu önüne istediği gibi indiremeyince ilk yarı için 2-1’e razı olduk.
   İkinci devreye her iki takım da aynı onbirlerle başladı. Özellikle ilk yarıdaki performansı hayal kırıklığı yaratan Amrabat’ın sahada oluşu bizleri oldukça şaşırttı.
  İkinci 45 dakikanın tamamında topa sahip olan taraf bizdik diyebilirim. Fenerbahçe’nin bu yarıda ne tehlikeli bir atağı oldu ne de üzerimizde ilk devrenin bir bölümünde olduğu gibi baskı kurabildi.
  Takımımız bana göre 45 dakika boyunca çok akıllı bir futbol oynadı. Özellikle sezon başından beri geçen seneki performansından uzak kaldığı için eleştirilen Selçuk İnan tam bir maestro gibiydi. Her anlamda takımını rahatlatan, pas trafiğini yöneten kilit adam rolündeydi.
  İlk devre tel tel dökülen Nordin Amrabat ise ikinci yarı sahanın en iyilerindedi. Fenerbahçe’nin ilk 45 dakikadaki en etkin bölgesi olan sağ tarafı hem hücumdaki tehdidi hem de savunmasına yaptığı yardımlarla işlemez hale getirdi. İnşallah bundaki sonraki karşılaşmalarda hep böyle bir Amrabat izleriz.
  Eboue ve Hamit’te 16 haftadır ilk kez böylesine uyumlu bir görüntü çizdiler. Açıkçası sezon başından beri eleştirmekten usandığım Hamit ilk kez iyi işlere imza attı. Amrabat için söylediğim şeyler onun içinde geçerli olur inşallah…
  Fatih Hoca’nın 65’te yaptığı Umut-Yekta değişikliği biraz geç kalınmış olsa da, oldukça akıllıca bir hareketti. Yekta’nın oyuna girmesiyle orta alanın tüm hakimiyeti takımımızın eline geçti çünkü. Hele 70’ten itibaren kondisyon olarak biten Fenerbahçe değil pas yapmak, kendi yarı sahasından çıkamaz hale geldi. Melo ve Yekta orta yuvarlaktaki bütün topları kapıp takımlarını atağa kaldırıyorlardı. Bu bölümde ceza yayı hizasından Melo ve Selçuk’un müsait durumda attığı şutlar ne yazık ki 3.golü getirmedi.
  Mesela Fatih Hoca son 15 dakikada oyuna iki diri oyuncu soksa (Elmander ve Aydın) gibi farkı çok rahat bir şekilde arttırabilirdik. Ancak Fatih Hoca 2-1’e razı oldu ve son bölümü sadece skoru korumak için oynadı. Buna karşılık Aykut Kocaman’dan Sezer, Krasic ve Stoch hamleleri geldi.
  82.dakikada Meireles’in atılması oyundan fazlasıyla düşen Fenerbahçe’nin gardını tamamen indirdi. Meireles’in sahayı terk ederken hakeme yaptıkları ise umarım Engin Baytar’a 11 maçlık bir cezayı uygun gören kurum ve kişiler tarafından görülmüştür. Bakalım Raul Meireles’in cezası kaç maçla değerlendirilecek.
  Son 8-9 dakikayı da kontrolümüz altında eritince 2012’nin son derbisini kazanan Galatasarayımız oldu. Bu galibiyet bir derbi zaferinden çok rakiplerimizin puan kaybettiği bir haftada aradaki puan farkını açma adına da oldukça önemliydi. Ayrıca Fenerbahçe üzerinde son dönemlerde kurduğumuz piskolojik üstünlüğü de devam ettirmiş olduk. Ben dün akşam sahada mücadele eden tüm futbolcularımız tebrik ediyorum. Gelecek hafta Trabzonspor karşısında da aynı performansı sergileyerek devre arasına 5 puan önde girmemizi sağlamaları dileğiyle… 

                                                        e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

11 Aralık 2012 Salı

1461 Kere Yazıklar Olsun!


  Böyle bir gecenin ardından ne yazılır, nasıl bir analiz yapılır inanın bilemiyorum. Senelerdir Fenerbahçe’yle dalga geçtiğimiz mevzu, Fatih Terim ve öğrencilerinin büyük emeği sayesinde artık bizler için de alay unsuru haline dönüştü! Sağolun, gerçekten çok sağolun…
  Ortada bir gerçek var ki, bu sezon bu şekilde geçmez, bitmez! Haftalardır hiçbir şey oynamayan bir Galatasaray var sahada. Allah yardım ederse kazanıyoruz, etmezse de kaderimize razı oluyoruz. Galatasaray gibi bir ekibin koca sezonu inşallahlarla, maşallahlarla götürmeye çalışması beklenemez herhalde…
  Fatih Hoca’ya sormak istiyorum: Senin takımın ne oynuyor hocam? Oynattığın futbol, taktik, sistem vs nedir lütfen bana bir izah eder misin? Ben sahaya baktığımda hiçbir taktik, hiçbir sistem göremiyorum çünkü. Kör dövüşü gibi  yapmaya çalışıyoruz bir şeyler. Ayıptır, yazıktır cidden…
  Adnan Polat’ın günahı neydi o zaman? Adamı neden aforoz ettik? Onun takımı da aynı bu futbolu oynuyordu. Tek fark, o takımın şans yanında olmadığı için biraz daha az maç kazanıyordu. Bir de o zaman Fenerbahçe’yle Trabzon çok iyi gittiği için puan olarak gerilerde kaldık. Yoksa bu sezonki takımla o takım arasında en ufak bir fark yok. İkiside seyredeni sıkmaktan öteye gidemiyor...
  Fatih Terim haktan, hukuktan, adaletten bahsediyor. Formayı hak eden giyer diyor. Ama ne hikmetse her hafta aynı oyuncular oynuyor. Takıma hiçbir katkı yapmayan oyuncular… Bugün bakıyorum mesela, Ceyhun Gülselam gayet iyi oynuyor. En azından Hamit’in 4 aydır çeyreğini bile sarfetmediği çabayı sarfediyor. Peki Fatih Hoca ne yapıyor? Sahanın en iyisi Ceyhun’u 70’te kenara alıyor. Hani nerede adalet?? Nerede futbolcuya hakkını teslim etmek??
  Sabri’nin futbolunu hiç beğenmem. Çokta eleştirmişmdir kendisini. Ancak bir gerçeği de göz ardı edeyemiz, bu çocuk forma için oynuyor. Kapasitesi dahilinde elinden gelenin maksimumunu vermek için canını dişine takıyor oynadığı zaman. Tıpkı bu akşam olduğu gibi yani. Ya Eboue? O ne yapıyor bu sezon takımı için? Bir futbolcunun sırf Afrikalı oluşu devamlı olarak forma giymesi için yeterli midir yani???
  Engin Baytar adında bir arkadaşımız var, ben bu kadar sorunlu bir insan görmedim ömrümde. Adam akıllanmak, uslanmak diye bir şey kesinlikle bilmiyor. Yaşadıklarından asla ders almıyor. Hatta her geçen gün daha da sapıtıyor! Bu sezon başına gelenlerden sonra artık sadece topunu oynar, başka şeylerle asla ilgilenmez diye düşünmüştüm. Ancak yanılmışım. Engin aynı Engin! Bugün de kalktı ekmeğini yediği formayı parçaladı! Eğer o formanın bir gururu, haysiyeti olduğunun farkında olan birileri varsa bu gece itibariyle Engin Baytar’ın Galatasaray Spor Kulübü’yle olan bütün ilişkisi kesilmelidir!
  Fatih Hoca 15 haftadır sadece kendini ve bizleri kandırıyor. Önce kendini yine kendi ürettiği bahanelere inandırıyor, sonra bizlerin de aynı şekilde inanmasını bekliyor. Ya da diğer bir olasılık; kendi herşeyin farkında, sadece bizleri uyutmak için uğraşıyor! O zaman her iki şık üzerinden ortak konuşayım, ne kendini ne de bizleri kandırmak için uğraşma sen hocam. Çünkü bizler herşeyin farkındayız. Senin takımın top mop oynamıyor. 2 pas yapamayan, gol pozisyonuna giremeyen, Anadolu takımlarına karşı bile mahkum oynayan bir Galatasaray var bu sezon sahada. Kalesinde gol görmeden maç bitirmeyen, ligin vasat takımlarına karşı kontra atakla gol arayan bir Galatasaray izletiyorsun bizlere. Ve inan bana, bizler bu durumdan utanç duymaya başladık! Sanırım ‘’Üç kulvar bize fazla gelir, bir tanesinden vazgeçelim.’’ dedin bugün. Hadi sahaya çıkardığın takımı anladık. Rakip kağıt üzerinde zayıf olduğu için yedekler de götürür bu işi dedin, asları Fener  maçına sakladın. Peki  işlerin ters gidebilme ihtimalini hiç mi hesaba katmadın? Burak Yılmaz’ın, Umut Bulut’un, Selçuk İnan’ın yedek kulübesinde olmayışını ne şekilde izah edebilirsin bizlere? Bence bu tamamen rakibi küçümsemek, rakibe saygı duymamaktır. Fakat futbolda ciddiyetsizliğe, en önemlisi de havalara girmeye asla yer yoktur!  1461 Trabzon takımı çıkar, aslanlar gibi topunu oynar, bu yaptığının bedelini sana böyle ödetir işte!
  Hadi bakalım, şimdi Fener maçı var önümüzde. Çok merak ediyorum dahiyane hocamız bu hafta ne gibi ilginçlikler deneyecek? Bu hafta hangi yöntemlerle sabote etmeyi deneyecek takımı? Hepsinden öte, bu maçı da kazanamazsak bu seferki bahanesi ne olacak? Bugüne kadar senin hakkında tek kelime kötü konuşmayan beni bile en sonunda isyan ettirdin ya Fatih Hoca, ne diyeyim bilemiyorum…

                                                                     e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

9 Aralık 2012 Pazar

Lige Dönüş


 Bazen sadece kazanabilmektir önemli olan. Hele hele büyük takımlarda işlerin yolunda gitmediği dönemlerde. Kaybedilen özgüvenin ve yok olan büyük takım havasının yeniden kazanılması arka arkaya alınacak 2-3 galibiyete bakar. Galatasaray’da şu sıralar böyle kritik bir dönem yaşıyor işte.
  Braga maçını çok iyi oynayamadan kazandıktan sonra bugün Sivas’ta da aynı şeyi yaşadık. Topa daha çok sahip olan, ayağa daha çok pas yapan, kaleyi daha fazla yoklayan şüphesiz Sivasspor’du. Ancak 90 dakika tamamlandığında skor tabelasında Galatasaray’ın 3-1’lik üstünlüğü vardı.
  Daha 55.saniyede Umut Bulut’un attığı mükemmel golle keyiflendiysekte, sonraki bölüm işlerin pek yolunda gitmediği bir zaman dilimiydi. Özellikle devrenin ortalarına doğru Sivasspor üzerimizde yoğun bir baskı kurdu. Bu baskı da onlara eşitliği getirdi. Erman Kılıç’ın 25 metreden gönderdiği sert şut Ufuk’un uzanamayacağı yere gidince Sivasspor beraberliği yakalamış oldu.
 Beraberlik golü Sivasspor’u daha da ateşledi. Bu sefer üstünlük sayısı için yüklenmeye başladılar. İmdada yetişense son haftalarda olduğu gibi yine Burak Yılmaz’dı. Amrabat’ın pasıyla defansın arkasına sarktı ve takımının 2.golünü kaydetti.
  Pek bir şey oynamadığımız devreyi 2-1 önde kapatmak oldukça güzeldi tabi. İkinci yarı biraz kımıldansak farkı arttırırız diye düşünüyordum. Bu düşüncemde yanılmadım da.
  57’de Yekta’nın Kadir’den kapıp Umut’un önüne yuvarladığı top sonunda rahat bir nefes almamızı sağladı.
  2 farkı bulduktan sonra Burak-Engin değişikliğinin de etkisiyle oyunu iyice kendi yarı alanında kabul etmeye başladı takımımız. Takım savunmasını sezon başından beri ilk kez bu denli başarılı uyguladık bu bölümde.
  Sivasspor takımı son 15-20 dakikalık bölümde oyundan tamamen düştü. Kolay değildi tabi onlar için de. Üstün oynadığı bir karşılaşmada 3 gol yiyen her takım moralman çöker çünkü.
  Son dakikalarda fazla önemli bir şey olmayınca karşılaşma 3-1’lik skorla takımımızın üstünlüğüyle sona erdi.
  En başta da belirttiğim gibi bu akşam önemli olan sadece galip gelmekti, onu da başardık. Çünkü hem ligde işler iyi gitmiyordu hem de takımda Çarşamba’nın yorgunluğu vardı. Ayrıca zafer sarhoşu takımımızın bu maça konsantre olabilmesi de oldukça zordu. Bunca olumsuzluğun arasında bu akşam böylesine zorlu bir deplasmanı kayıpsız geçen futbolcularımızı ne olursa olsun tebrik etmek gerek.
  Şimdi önümüzde Fenerbahçe ve Trabzonspor maçları var. Arada oynanacak kupa maçı da cabası. Şahsi fikrim, eğer bu süreci kayıpsız atlatırsak takım müthiş bir moral ve ivme yakalar, ikinci devrede herşey çok daha güzel bir hal alır. Ayrıca Ocak Ayı’nda takıma takviyeler yapılacağını da hesaba katarsak, yeni yıla müthiş bir giriş yapmak için şu 3 maçı kazanmak Galatasarayımız’ın boynunun borcudur…

                                                        e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

6 Aralık 2012 Perşembe

TEŞEKKÜRLER GALATASARAY


  Düşünün, Şampiyonlar Ligi gibi futbolun en üst seviyedeki organizasyonunda ilk 3 maç sadece 1 puan toplayabiliyorsunuz, üstelik bu 3 maçın 2’sini kendi sahanızda oynamışsınız. Fakat rövanş maçlarında 3’te 3 yaparak adınızı bir üst tura yazdırıyorsunuz. Sanırım turnuvanın tarihinde ikinci kez olan bir şey bu. Gerçekten bakıldığı zaman takdir edilmesi gereken bir başarı var ortada.
  Aslında çok şanssız başlamıştık gruba. Old Tafford’daki Manchester maçında henüz 2.dakikada verilmeyen bariz penaltımız bir yerde ışık tutar gibiydi 6 maçlık serüvende yaşanacaklara. Sonrasında 3 topumuz direkte patlamıştı zaten. Hemen akabinde İstanbul’da Braga’ya karşı %65 topa sahip olma oranıyla tamamlandığımız 90 dakikayı 2-0 kaybetmek birçoklarımıza pes ettirmişti bile. Cluj maçı başlı başına bir şanssızlık timsaliydi zaten. 6 aydır yaz mevsimini yaşayan memleketin o gün yağmura teslim olacağı tuttu. Sular içinde yuvarlanmaktan 1 puana razı olmak zorunda kaldık. Ondan sonra herşey bir anda değişiverdi zaten. Arka arkaya alınan 3 galibiyet Galatasaray’ı 10 sene sonra yeniden Devler Ligi’nde bir üst tura taşıdı.
  Düne gelecek olursak, özellikle ilk 45 dakika çok kötü bir oyun sergiledik. Yani adeta bir ‘’final’’ karşılaşması oynayan takımımızın bu kadar durgun ve temposuz oynaması aklımızın alacağı türden bir şey değildi. Hadi lig maçlarında böyle oynamaya alıştık. Ancak Şampiyonlar Ligi’nde ilk kez rastlıyorduk bu duruma. Hele hele 31.dakikada Melo’nun inanılmaz hatası sonucu Braga’nın golü de gelince kendimizi bir kabusun içinde buluverdik. Böyle bir futbolla skoru lehimize çevirmek imkansızdı çünkü.
  İkinci yarıya başlarken Elmander’i Aydınla, Hamit’i de Amrabatla değişti Fatih Hoca. Hamit’in her maça ilk onbirde başlayıp 45 ya da 60’ta kenara gelmesinden bizlere gına geldi artık. Bu durum ne kadar daha devam edecek doğrusu çok merak ediyorum!
  Aydın ve Amrabat’ın oyuna girişi takımımıza hareket getirdi. Ayrıca orta sahada 1 oyuncu daha fazla oynamaya başlamamız, ilk devreye oranla daha üretken oynamamızı sağladı. Aynı esnada İngiltere’den Cluj’un golü haberi de gelince, bu maçı kazanmaktan başka çare kalmadığını fark etti futbolcularımız.
  58’de 1-1’lik Cluj maçındaki ortayı bir kez daha yaptı Amrabat. Burak Yılmaz’da aynı şekilde yükseldi. Tek fark, bu sefer yakın değil uzak direğe vurdu kafayı. Nihayet skorda eşitlik vardı.
   Golün verdiği moralle oyunun hakimiyetini ele almaya başlamıştık ki, Fatih Hoca buna mani olmak istedi! Sezon başından beri 4-4-2’yle bir türlü %100 randıman veremeyen takım, 4-3-3 görünümlü 4-5-1le daha işler bir hal almıştı sanki. Ancak Hoca tek santraforla 20 dk oynamak yeter bize dercesine Umut Bulut’u soktu oyuna.
  Umut’un oyuna girmesi, orta sahanın tekrardan 1 kişi eksilmesi bu doğrultuda da orta alan hakimiyetinin yeniden Braga’nın eline geçmesi demekti. Nitekim öyle de oldu. Yeniden yüklenmeye başladı Braga. Sanki alacakları bir galibiyet Şampiyonlar Ligi kupasını onlara getirecekmişcesine…
  Son 15 dakikaya girildiğinde tabeladaki skorlar Cluj’u bir üst tura, bizi de Uefa Avrupa Ligi’ne yolluyordu. Fakat daha önce 2 kez 2.turun kapısından dönen Fatih Hoca bu kez şeytanın bacağını kırmak zorundaydı.
  Dakikalar 78’i gösterirken aradığımız, beklediğimiz, çok istediğimiz o gol geldi sonunda. Selçuk’un mükemmel topuk pasıyla soldan çizgiye inen Riera arka direğe doğru kesti. Defanstan seken topu göğsüyle önüne düşüren Melo yerden çok sert vurdu. Kaleci Quim’in güçlükle tokatladığı topu bomboş kaleye göndermekse Aydın’a kısmet oldu.
   Aydın bu golle takımdaki yerini bir 5 sene daha garantilemiş oldu J
  Şimdi herşey, tüm ipler bizim elimizdeydi artık. 12 dakika skoru korumak bizi 2.tura taşıyacaktı. Bunun bilincinde olan takımımız kalan bölümde tüm hatlarıyla savunma yaptı. Kontra atakla bulduğumuz pozisyonda ise Burak Yılmaz’ın füzesi çatalda patladı. Grup maçlarında direğe takılan 6.şutumuzdu bu. Açıkçası bu durum lanet ettirdi bizlere…
  Allah’a şükür kalemizde büyük bir tehlike yaşamadan o 12 dakikayı da bitirdik ve adımızı yıllar sonra Şampiyonlar Ligi’nde son 16 takımı arasına yazdırdık.
  Evet dün belki çok iyi değildik. Hatta sezon başından beri çok iyi değiliz. Ama her ne olursa olsun, bir şekilde bu gruptan çıkmayı başaran takımımıza sonsuz teşşekkürlerimizi sunmamız gerekir. Buralarda olabilmek, bu sahnede gözükebilmektir önemli olan. Bunu da başarmış bir Galatasaray var ortada.
  Şimdi ilk olarak 20 Aralık’ı yani rakibimizi bekleyeceğiz. Sonrasında da Ocak Ayı’ndaki transfer dönemini. Dünden sonra takımın artacak özgüveni ve yapılacak 2-3 takviye umarım yeni yılda çok daha büyük başarılar getirir bizlere… 

                                                                 e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR