31 Mart 2013 Pazar

Madrid Provası


  Elbette dün akşam sahaya çıkarken oyncularımız, akıllarının büyük bir kısmı Çarşamba akşamında yani Real Madrid karşılaşmasındaydı. Böylesine dev bir ekibe karşı yarı final mücadelesi verecek oyunculardan o haftaki lig maçına tam anlamıyla adapte olmalarını beklemek biraz hayalcilik olur. Dolayısıyla beklentilerimizi fazla yüksek tutmadan izlemeye başladık 90 dakikayı.
  Biz beklentilerimizi yüksek tutmadık  ama takımımız karşılaşmaya öylesine iyi başladı ki, rakip üzerinde kurulan o müthiş baskı hepimize mutluluk saçtı. Açıkçası 45 dakika boyunca tek kale maç oynandı desek yeridir. İBB takımının ne doğru düzgün bir atağı ne de Muslera’yı zorlayabilecek bir şutu vardı. Buna karşılık takımımız gol için gerekli fırsatları yakalıyor ancak topu kalenin içine sokma konusunda birçok karşılaşmada olduğu gibi sıkıntı yaşıyordu.
  Neyse ki 23.dakikada bu sezon 17.kez Burak Yılmaz çıktı sahneye. Drogba’nın mükemmel pasında açısı dar olmasına rağmen çok sert bir vuruşla topu filelere göndedi. Bu sayede de hem takımını hem de bizleri rahatlatmış oldu.
  Golü bulmanın verdiği moralle takımın arzusu ve isteği iyice arttı. Öylesine iyi bir Galatasaray vardı ki sahada, tartışmasız sezon başından beri en iyi maçlarımızdan birini oynuyorduk.
  35.dakikada Burak Yılmaz yine ceza sahasında belirdi, bizler de yine gol dedik. Drogba bu kez Eboue’ye şık bir pas attı, Eboue’de 6 pas içindeki Burak’ı gördü. Burak’a sadece boş kaleye topu göndermek kaldı.
  Sonraki bölümde de ataklarımız devam etti ancak 3.gol gelmedi. Sneijder’in direkten dönen vuruşu, Drogba ve Burak’ı yararlanamadıkları fırsatlar farkın daha da artmasına yetecek cinstendi fakat olmadı.
  İkinci 45’te ise tamamen rölantide götürdük karşılaşmayı. Hemen hemen tüm oyuncularımızda bitse de Çarşamba’ya konsantre olmaya başlasak düşüncesi hakimdi.
  Belirli aralıklara yapılan Sneijder-Riera, Melo-Sabri ve Amrabat-Hakan Balta değişiklikleri de takımı canlandırmaya yetmeyince 2-0’la yetinmek zorunda kaldık.
  Kısacası dün akşam tek devrede işi bitirerek ligin son virajına girdiğimiz şu günlerde bir haftayı daha kayıpsız geçmeyi bildik. Ayrıca Çarşamba akşamı Madrid’de oldukça zorlu bir sınav verecek olan oyuncularımız en azından çok fazla efor sarfetmemiş oldular. Dolayısıyla herşeyin istediğimiz doğrultuda tamamlandığı akşamın ardından oyuncularımız gönül rahatlığıyla Real Madrid maçının hazırlıklarına başlayabilirler artık. 

                                                                  e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

18 Mart 2013 Pazartesi

Geri Sayım Başlasın


  Öyleydi böyleydi derken yine geldik mi ligin final haftalarına? Geçen sezonun bu zamanlarını hatırlıyorum da, tüm rakiplerimize uzak ara yapmış bir şekilde zirvenin tek sahibiyken ne yazık ki şampiyonluğumuza kavuşmak için Süper Final saçmalığını beklemek zorundaydık. Neyse ki bu sezon aynı sıkıntıyı tekrar yaşamayacağız…
  Schalke yorgunu aslanlarımız şampiyonluk yolunda çok kritik bir 90 dakikaya çıkıyorlardı bugün. Bu yorgunluğun üstüne, bir gündüz maçında ligin en formda ekiplerinden Kayserispor’a karşı neler yapabileceğimiz hepimiz için büyük bir merak konusuydu doğrusu.
  Schalke maçının özellikle ilk yarısını mükemmel oynayan takımdan yabancı sınırlaması nedeniyle Dany’i kesmek zorunda kalmıştı Fatih Hoca. Onun yerine cezası kaldırılan Gökhan Zan sahadaydı.
  Son haftalarda yükselen form grafiğimiz Kaysersipor karşısında tavan yaptı desem yeridir. Öyle ki karşılaşmaya cidden müthiş başladık. Henüz 3.dakikada Drogba’nın mükemmel pasında Selçuk’un kafayla yaptığı asist sonucu Sneijderle üstünlüğü yakaladık. Gerçekten takım oyunu anlamında çok şık bir goldü buldu.
  Golden sonraki bölümde sahanın mutlak hakimiydi Galatasaray. 15.dakikaya kadar Kayserispor takımı bir kez bile olsun orta sahayı geçemedi.  Rakibi bunalttığımız bu bölümde yine mükemmel pas kombinasyonları sonucu Eboue’nin Burak’a ‘’Al da at’’ diye verdiği topu golcü oyuncumuz zoru başararak 6 pas içinden tribünlere gönderdi!
  Birkaç dakika sonra bu kez Burak Drogba’ya ‘’Al at’’ dedi, Drogba ise Burak’ınkinden de zor bir şey yaptı. Kaleye 1 metre mesafeden fileler yerine Ertuğrul’u nişanladı.
  Ardı ardına girdiğimiz pozisyonlarda 2’yi bulamayınca ister istemez Kayserispor takımı oyuna tutunmaya başladı. Öncelikle kurduğumuz baskıyı yavaş yavaş kırmayı denediler.  Bunu gerçekleştirdikten sonra da bu kez onlar pozisyonlara girmeye başladı.
  Neyse ki Burak Yılmaz Kayseri’de de sahne almaya karar verdi. Sneijder’in uzun pasını Drogba çok klas bir şekilde Burak’a indirdi, Burak’ta tipik bir santrafor vuruşuyla fileleri havalandırdı.
  2-0’dan sonra Bobo’nun anlamsız bir hareket yaparak oyundan atılması Kayserispor takımına öldürücü darbeyi vurdu. Hem 2 farklı üstünlüğü hem de bireysel anlamdaki sayısal fazlalığı elinde bulunduran takımımız tek taraflı bir maç oynamaya başladı artık.
  38’de yine ardı ardına gelen mükemmel tek paslar ve verkaçlar sonucu 3. golü bulduk. Günün yıldızlarından Melo’nun asistiyle penaltı noktası hizasında topla buluşan Burak kendisinin 2, takımının da 3.golünü kaydetmiş oldu.
  Böylesine mükemmel oynadığımız devreyi 3-0’la tamamladık ancak çok daha farklı da bitirebilirdik. 5-0, 6-0 gibi…
  İkinci 45’te ise biraz vites düşürmekle birlikte yine oyunun mutlak hakimiydik. Hatta bu devrede de gole çeviremediğimiz çok net pozisyonlar vardı. Özellikle Drogba’nın kaleci Ertuğrul’dan, Umut’un da Khizanishvili’den topu çalıp golle sonuçlandıramadığı pozisyonlar ‘’Bunlar da kaçar mı?’’ dedirtti hepimize.
  Sneijder’in yerine dahil olan Amrabat’la, Burak’ın yerine giren Umut biraz daha akıllı ve becerikli olabilseler gerçekten son yarım saatte en az 2 gol daha atabilirdik. Ne diyelim, kısmetse ilerleyen haftalara artık...
  89’da Kayserispor’un Biseswar’la bulduğu gol sadece bir teselliden ibaretti onlar için.
  Sonuç olarak, Şampiyonlar Ligi yorgunu takımımız lig şampiyonluğuna giden yolda çok kritik bir engeli kayıpsız geçti. Rakiplerimizden Beşiktaş’ın kaybettiği bu haftada kazanmak ise işin daha önemli kısmıydı. Kalan 8 haftalık süreçte bana sorarsanız ciddi bir fikstür avantajına sahibiz. Çünkü 2 İstanbul dışı, 1 de Kadıköy olmak üzere 3 deplasmanımız kaldı sadece. Hele hele önümüzdeki 2 karşılaşmayı kendi sahamızda oynayacak oluşumuz bu final haftalarında oldukça büyük bir avantaj.  Açıkçası şampiyonluk için bu kadar olumlu etken sarı-kırmızı üzerinde toplanmışken baştan sona lider götürdüğümüz sezonu Fenerbahçe ya da Beşiktaş’a hediye etmek hiç ama hiç hoş olmaz diye düşünüyorum.

                                                              e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

13 Mart 2013 Çarşamba

Yolun Final Olsun CİM BOM'um


   Nasıl başlayayım, duygularımı nasıl kelimelere dökeyim inanın bilemiyorum. Dünya’nın belki de en mutlu insanıyım şu an. Düşünün ki gruplara başlanabilecek en kötü şekilde başlayan ve ilk 2 maç sonunda ben dahil herkesin ‘’Avrupa defterini kapadı’’ gözüyle baktığı takımımız, bu akşam itibariyle Avrupa’nın en iyi 8 takımı arasında.
  Aslında benim için bu akşamki sonuç hiç ama hiç sürpriz değil. Çünkü sezon boyunca Şampiyonlar Ligi’ndeki genel yapımız, kendi sahamızda yapamadıklarımızı deplasmanlarda başarmak değil miydi zaten? 
  Evet İstanbul’daki maçın ardından ‘’Schalke bizden daha iyi takım, bunu çok net bir şekilde gördük.’’ demiştim. Bugün de turu geçen taraf olmamıza rağmen hala aynı fikirdeyim. Özellikle ikinci 45 dakikanın neredeyse tamamında adamlar kendi ceza sahamıza hapsetti bizi. İstanbul’daki maçın bir bölümünde de yapmışlardı bunu ancak bu kadar uzun süreli değildi tabi. Fakat her ne olursa olsun, bir şekilde geçtik ya turu, şu saatten sonra gerisi umrumda bile değil…
  Fatih Hoca hemen her zaman olduğu gibi yine herkesleri şaşırtarak Burak-Drogba-Sneijder’in üçünü birden sürdü sahaya. Bunun yanında bambaşka bir şey daha denedi. Selçuk belki de kariyeri boyunca ilk kez sol çizgide, sezon başından beri sağ çizgide oynayan Hamit’te göbekteydi. Nasıl olur? Ya da  olur mu? derken bizler, 2 tane net pozisyona girdik bile. Üstüne üstlük verilmeyen bir de penaltı…
  Sanki belliydi bu akşam turun geleceği. Çünkü sezon başından beri ilk kez böylesine bilinçli oynayan bir Galatasaray vardı sahada.
  Ancak ne var ki, herşey bu kadar güzel giderken araya bir olumsuzluğun girmemesi mucize olurdu. Schalke takımı kazandığı ilk kornerde golü buldu. Muslera’nın da katkısıyla Neustader topu ağlarımıza gönderdi…
  Neyse ki geriye düşmemiz takımın moralini hiç bozmadı. Bilakis daha da etkili oynamaya başladık.
 Eboue’nin pasında Sneijder’in az farkla auta giden şutu gelecek golün habercisi gibiydi. Çok geçmeden de Hamit’in füzesi geldi zaten. ‘’Acaba yine direkte mi patlayacak?’’ düşüncesiyle izlerken topun gidişini, bu sefer direğin içine vurdu ve ağlara gitti! Belki de 6 aydır bu anı bekliyordu Hamit. Sonunda kırdı şeytanın bacağını…
  1-1’e gelince skor tüm moral üstünlük bizim elimize geçti. Artık galibiyet golü için yükleniyorduk.
  Riera’nın rakipten topu çalmak için yaptığı kayarak müdahalenin Burak Yılmaz’a asist olacağını kendisi bile tahmin edemezdi herhalde. Öyle bir depar attı ki kral, belli ki kafaya koymuştu Cristiano Ronaldo’yu bir kez daha yakalamayı. Önce rakip stoperi ekarte etti, sonra da Hildebrand’ın üzerinden mükemmel bir aşırtma gönderdi…
  Gershenkirshen’deki gurbetçilerimiz bir rüyada gibiydiler. Keza futbolcularımızda. Görülmeye değer bir sevinç yaşanıyordu sahanın her yerinde, her köşesinde…
  İlk 45 dakikanın bitiş düdüğü soyunma odasına 2-1 önde gittiğimizi ve turun kapısını ardına kadar araladığımızı müjdeliyordu.
  İkinci devrenin başlamasıyla birlikte ise bir anda korku filminin ortasında bulduk kendimizi. Sanki iki takım oyuncuları devre arasında formalarını değişmişlerdi…
  Santrayla beraber Schalke takımı bizi kendi yarı alanımıza hapsetti ve 40 dakika boyunca hiçbir şekilde o bölgeden çıkarmadı. Sağdan, soldan, ortadan... Kısacası her yerden, her şekilde geldiler.         
  63’te Muslera’nın ikinci hediyesiyle beraberlik golünü buldular. Bastos kalan yarım saatte takımını tekrar umutlandırdı…
  Açıkçası 45-60 arası bizi adeta sahadan silen Schalke’nin gol atacağını hepimiz fark ettik. Fakat bu durumu fark edemeyen tek kişi Fatih Hoca’ydı herhalde! Oyuna hiçbir şekilde müdahele etmemesi ya da takımına ileri çıkması için talimatlarda bulunmaması cidden çok enteresandı… Belli ki devre arasında oyuncularına ‘’İkinci yarı sadece skoru korumak için oynuyoruz.’’ demiş. Halbuki ne gerek vardı böyle bir şeye? Sen değil miydin hocam ‘’En iyi savunma hücumdur.’’ diyen? Yine sen değil miydin Uefa Kupası’na giden yolda ‘’Biz defans yaparsak kaybederiz. Çünkü defans yapmasını bilmiyoruz’’ diyen? Peki bu akşam ne değişti?
  Fatih Hoca’nın bu sezon ki en büyük eksisi inandığı şeylerden ödün vermesi. Fatih Terim’i Fatih Terim yapan değerlerden vazgeçmesi… Eğer ikinci devredeki oyundan sonra biz bu akşam Şampiyonlar Ligi’ne veda etmediysek, bunun tek açıklaması şansın bizim yanımızda olduğudur. Çünkü yoğun baskı altında geçirdiğimiz o 35-40 dakikalık bölümü sadece 1 gol yiyerek atlatmamız ancak bu şekilde açıklanabilir…
   Son 10 dakikaya girilirken, Semih Kaya’nın yarı baygın bir şekilde oyunu terk etmesi ve yerine Gökhan Zan’ın dahil oluşu bizim için başta şer gibi gözükse de aslında hayırlı bir şey oldu. Çünkü Schalke takımı son 5 dakikada tamamen doldur boşalta döndü. Gökhan Zan’da bu bölümde en iyi yaptığı şeyi gerçekleştirerek ceza sahasına gelen ortaların çoğunu karşıladı.
    3.gol için 10 oyuncusuyla yüklenen Schalke 90+3’te o çok istediği golü kendi kalesinde gördü. Yine ceza sahasına şişirdikleri bir topu şaşılacak şekilde! çıkıp alan Muslara bekletmeden Selçuk’a oynadı. Rakip savunmayı 3’e 2 yakalamıştık ve tur için bunu değerlendirmek zorundaydık. Selçuk o müthiş ara paslarından birini daha atarak Umut’u kaleci Hildebrand’la karşı karşıya bıraktı. Umut ilk pozisyonda zoru başararak  topu yere çömelmiş kalecinin ayaklarına nişanladı. Fakat top tekrar kendisine geldiğinde önünde Hildebrand’da yoktu artık. 7 metrelik bomboş kaleye de o topu gönderemeyecekse Galatasaray’da işi neydi…
  Tur bizimdi artık! Galatasaray Avrupa’nın en iyi 8 takımı arasındaydı! Futbolcularımız alt alta, üst üste kutluyorlardı bu büyük zaferi. Ne olursa olsun bu akşam Gershenkirshen’de bir destan yazılmıştı ve bu destanın kahramanları Galatasaraylı futbolculardı.
  Sezon başından beri hep eleştirdiğimiz Eboue bana göre gecenin yıldızıydı. Hem savunmada hem hücumda mükemmele yakın oynadı.
  O çok özlediğimiz, ne zaman kendine gelecek diye beklediğimiz  Melo, sonunda gerçek kimliğiyle sahadaydı. Rakibin her atağını ama faulle ama yatarak müdaheleyle bir şekilde kesti. Öyle kritik hamleler yaptı ki, o da bu akşamki zaferin mimarlarından oldu.
  Süperstarımız Drogba tecrübesini ve zekasını koydu ortaya.
  Burak Yılmaz yine takımını sırtlayan adam oldu.
  Hamit Altıntop ilk kez aldığı o paranın hakkını verdi belki de.
  Dany gecenin gizli kahramanlarındandı. Rakibin bir çok atağına Eboue’yle beraber geçit vermedi.
  Selçuk İnan sahada basmadık yer bırakmadı. Takımının sıkıştığı anlarda da oyunun yönünü değiştiren paslarıyla arkadaşlarına nefes aldırdı.
  Kısacası Muslera hariç hemen herkes görevini fazlasıyla yerine getirdi bu akşam. Gerçi o da 2-3 tane çok kritik top kurtardı ama yediği 2 golde de yaptığı akıl almaz hatalar gerçekten hepimizi kahretti….
  Evet sevgili Galatasaraylılar, sezon başında bize ‘’Mart ayında Avrupa’nın son 8 takımı arasına kalacaksınız’’ deseler ‘’Dalga mı geçiyorsun?’’ diye yanıt verirdi bir çoğumuz. İşte böylesine inanması güç bir noktadayız şu an. ‘’Kupayı alırız’’ demek biraz hayalcilik olur tabi. Ancak buralara kadar gelmiş ve takımımız böylesine ciddi bir moral ve ivme yakalamışken, ‘’Türkiye ikinci bir TESADÜF’e daha hazır mı acaba?’’ diye düşünmeden de edemiyor insan ;)  

                                                                   e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

9 Mart 2013 Cumartesi

Şanssızlık, Kısmetsizlik, Biraz da Beceriksizlik...


  Bazı maçlar vardır, henüz ilk 10 dakikasında anlarsın ki o akşam ne yaparsan yap o top o üç direğin arasından geçmeyecektir. İşte dün akşam da o maçlardan birini oynadı Galatasaray.
  Schalke provası niteliğindeki karşılaşmaya beklenilenin aksine 4-5-1 düzeniyle başladı Fatih Hoca. Demek ki Salı akşamı için kafasındaki diziliş de bu. Tabi buradaki tek merak konusu ileride Burak mı oynayacak, Drogba mı? Ya da ikisi birden oynayıp Burak yine sağ çizgide kaybolup gidecek mi? Neyse neler olacağını Salı günü göreceğiz artık…
  Dün özellikle ilk 45 dakikada fırtına gibi bir Galatasaray vardı sahada. Bu sezonun hiç abartısız en iyi maçını oynadık. Özellikle pozisyona girmekte ciddi sıkıntılar yaşayan takımımız belki de tarihi farkı kaçırdı desek yeridir. Daha 10.dakikada 3-0, devre sonunda da 7-0 falan olabilirdi karşılaşma. Ancak beceriksizlik mi diyelim, şanssızlık mı diyelim, bir türlü topu ağlarla buluşturamadık. Burak’ın 1 metreden ıska geçtiği top, Hamit’in bu sezon 6.kez direği nişanlaması ve kaçan diğer nice pozisyonlar…
  Böylesine bir futbol oynadığımız gecede ikinci yarı illaki golü buluruz diye düşündük devre arası. Tribündeki herkes de bizimle aynı fikirdeydi. Oldukça rahat ve kaygısız bir şekilde ikinci 45 dakikanın başlamasını bekliyorduk.
  Fatih Hoca’da bizler gibi takımının futbolundan memnun olacak, herhangi bir değişiklik yapma ihtiyacı hissetmedi ve ikinci yarıya da aynı onbirle çıktı.
  Bu devrede de ilk 45’tekiler kadar net olmamakla birlikte yine bir çok pozisyon bulduk. Fakat gelin görün ki onları da değerlendiremedik…
  54.dakikada Hamit yine ceza sahası dışından vurdu, alışılageldiği üzere yine üst direkten döndü. Hamit’i sezon başından beri çok eleştirdim ama şunu da söylemeden geçmeyeyim; ben hayatımda bu kadar şanssız bir futbolcu görmedim.  Yani özellikle direğe vurdurmak için uğraşsa bu kadar çok isabet kaydedemezdi herhalde. Sezon başından beri 7 kez direkleri sallaması gerçekten çok ciddi bir rakam!
  Gençlerbirliği takımı kalemize 2 kafa vuruşu yaptı, birini Muslera çıkardı ikincisi gol oldu… Tabi gol baştan sonra Eboue’nin hediyesidir o ayrı konu. Durup dururken kendini yere bırakmasa o top ağlarımıza gitmeyecekti...
  Açıkçası 1-0 geriye düştükten sonra topun da bizi sevmediği bu akşamda galibiyetin artık çok çok zor olduğu gerçeğini iyiden iyiye hissetmeye başladık.
  Fatih Hoca golü bulmak için yedek kulübesinde ne kadar hücumcu varsa hepsini oyuna aldı. Umut-Burak-Drogba üçlüsü, arkalarında da Amrabat.
  Hoca geriye düştüğü birçok maçta galip gelmek adına orta sahayı tamamen boşaltıp elindeki tüm forvetleri sahaya sürdü bugüne dek. Peki Orduspor karşılaşması dışında bu taktik ne zaman işe yaradı diye düşünmeden edemiyor insan. Çünkü siz ne kadar fazla forvetle oynarsanız oynayın, onlara top atacak adamları oyundan alırsanız daha fazla hücum oynamak bir yana, rakip kaleye gidemez hale gelirsiniz. Dün 60-65 dakika mükemmele yakın oynayan takımımızın son 20-25 dakikada sürekli olarak doldur boşaltlara dönmesinin nedeni de buydu işte. Hee elinizde bir Hakan Şükür varsa, sürekli rakip ceza sahasına doğru uzun top gönderin buna lafım olmaz. Ancak Burak-Umut-Drogba üçlüsüyle bu uzun top olayının başarılı olamayacağı geride kalan haftalarda kendini belli etmişti sanki...
  Geçen hafta da söylediğim gibi Drogba şu an yalnızca kendine oynuyor. Takımına fayda sağlamak gibi bir amacı, isteği yok malesef. Kazanılan her duran topta hemen koşup topu eline alması bunun en güzel göstergesi zaten. Hani çocukken yaptığımız mahalle maçlarında bizden 3-4 yaş büyük abiler olurdu. Her şeyi onlar kullanır, kimin oynayıp oynamayacağına onlar karar verirdi. Drogba’nın saha içindeki tutum ve hareketleri de bana o abileri hatırlatıyor işte. 83.dakikada yaptırdığı hayali penaltıda da (Pozisyonun penaltıyla uzaktan yakından alakası yok çünkü) yine aynı hareketi yaptı. Yerden kalktığı gibi hemen gitti topu kucakladı. Sanki, kimse yanıma yaklaşmasın hayatta bırakmam der gibi…
  Penaltıyı atamayacağından adım gibi emindim. Yanımdaki arkadaşlarıma da söyledim. Gelip tavana asmaya falan kalkarsa tribüne gönderir o topu dedim. Nitekim öyle de oldu...
  Böylesine berbat bir zemin varken ortada, o topun dibine girmeye kalkmak çok amatörce bir hareket. Bunca yıl üst düzey liglerde ve takımlarda profesyonel futbol oynamış bir dünya yıldızının bu kadar amatörce bir hareket yapması da gerçekten ilginç...
  Penaltı da kaçınca bu uğursuz akşamı mağlubiyetle tamamlayacağımızdan %100 emin olduk artık. Kalan 6-7 dakikada ceza sahası içi karambollerinde yaptığımız etkisiz vuruşlar vardı sadece.
  90 dakika tamamlandığında hiç kimse üzgün değildi. Pegasus Tribünü takımı çağırıyordu hatta. Doğrusu da buydu sanırım. Sezon başından beri ilk kez bu denli iyi futbol oynayıp bu sefer de galip gelmeyi beceremeyen futbolcularımıza Schalke maçı öncesi en azından moral vermek zorundaydık.
  İşte böylesine ilginç bir akşam yaşadık dün Türk Telekom Arena’da. 13-14 tane net pozisyon bulup sahadan mağlubiyetle ayrılmak anca 40 yılda bir olur. En son geçen seneki Fenerbahçe maçında yaşamıştık bunu, sonrasında şampiyonluk geldi zaten. Umarım dün gece yaşanan benzer tablo da yine gelecek şampiyonluğun habercisidir bizim için.

                                                          e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

3 Mart 2013 Pazar

Cim Bom Kayıplarda...


  Ne yalan söyleyeyim, Eskişehir deplasmanında puan kaybı yaşayacağımızdan adım gibi emindim. Çünkü her nedense bizim takımımız Bursa ve Eskişehir deplasmanlarında galip gelmeyi bir türlü beceremiyor. Şanssızlık mı diyelim, tesadüf mü diyelim artık o kadarını bilemeyeceğim ama hemen her sezon bu 2 deplasmanda sıkıntı yaşadığımız gerçeği var ortada.
  Aslında karşılaşmadan önce kadrolar açıklandığında haftalardır ısrarla takımın futbolunu bozduğu ve hızını kestiği gerekçesiyle ilk onbir dışında kalması gerektiğini vurguladığım Hamit’in nihayet yedek kulübesinde olduğunu görünce iyi futbol ve güzel netice beklentisine girdim. Ancak bu akşam sahada öylesine kötü bir Galatasaray vardı ki, değil sezonun belki de son 4-5 yılın en kötü futbolunu oynadık.
  Bir kere inanılmaz derecede yanlış bir onbirle başladık karşılaşmaya. Burak Yılmaz’ın Beşiktaş ve Fenerbahçe günlerinin kısa ve başarısız sonuçlanmasının en önemli nedeni kendisinin bir sağ açık olarak görülmesiydi. Fakat sonrasında Şenol Güneş’in elinde bir golcüye dönüştürülen Burak’ın doğru kullanıldığı takdirde neler yapabildiğini hep birlikte gördük. Peki durum böyleyken bugün bu oyuncumuzu 1 gram aşama kat edemediği sağ çizgide oynatmak kimin fikriydi?
  Geçen haftaki vasat performansından sonra Hakan Balta’nın bu akşam da sahaya en önde çıkması bir başka antrenör hatasıydı. Riera haftalaca gerek lig gerekse de Şampiyonlar Ligi maçlarında o mevkiide hiç sırıtmadan oynamışken, birden bire kendisini kesip Hakan Balta’ya dönüş yapmaya ne gerek vardı cidden benim aklım, mantığım ermiyor buna. Yabancı sınırlamasından ötürü desek onla da alakası yok. Çünkü Fatih Hoca zaten Eboue’nin yerine Sabri’yi oynatmayı kafaya koydu bir kere…
  Sezon başından beri Hamit’i kazanıcam diye neredeyse takımın iyi futbolundan vazgeçen Fatih Hoca’nın geçen sezonki şampiyonluğun mimarlarından Eboue ve Engin’i bu kadar kolay silmesi, geçen haftalarda da üzerinde durduğum ‘’hocanın adaletsizliği’’ konusunu bana bir kez daha ispatladı açıkçası.
  Bugün sahaya bir Galatasaray takımı çıkmış, orta sahasında Selçuk, Melo ve Sneijder gibi avrupanın her takımında rahatlıkla oynayabilecek (ki ikisi zaten senelerce oynamış) 3 tane üst düzey futbolcu var. Fakat gelin görün ki, bu Galatasaray takımı 90 dakika boyunca üst üste 5 pas yapamıyor. Hadi onu geçtim, bu saydığım üçlüden rakip savunmanın dengesini bozabilecek bir tane pas çıkmıyor…
  Drogba’nın kariyerine ve futbolculuğuna herkes gibi bende hayranım. Bu takıma çok şeyler vereceğinden de en ufak bir şüphem yok. Yalnız dikkatimi çeken bir nokta var. Takım için değil de biraz kendine oynuyor sanki. Yani ligimizi ve takımımızı hafife alır gibi bir havası var saha içinde. Umarım ben yanlış düşünüyorumdur. Çünkü gerçekten böyle bir şey varsa ortada, Drogba gibi bir efsaneye hiç ama hiç yakışmaz bu yaptığı…
  Hep takımımızdan gittik ama rakibimizin de hakkını yemeyelim. Bugün sahada gerçekten çok iyi bir Eskişehirspor vardı. Özellikle Erkan Zengin ve Alper Potuk muazzam oynadılar. Açıkçası bu iki oyuncu bizde olsa, ortaya çok daha farklı bir sonuç çıkabilirdi bu akşam. Kanatlarda ciddi sıkıntılar yaşayan takımımız bence transfer döneminde Erkanla ilgilense çok doğru bir iş yapmış olur. Kendisi Sabri’yle resmen dalga geçti çünkü!
  Hakkını teslim etmek gereken bir başka isim de Muslera. Bu sezon onu da çok eleştirdim.  Ancak bugün o da geçen yıldan resitaller sundu sanki. Yani sahadan mağlubiyetle ayrılmadıysak, teknik heyetimiz gitsin Muslera’ya teşekkür etsin. Umarım bundan sonraki haftalarda da bu performansını devam ettirir.
  Toparlamak gerekirse, kazanmak adına hiçbir şey yapmayan, rakibi üzerinde oyunun herhangi bir bölümünde üstünlük kuramayan yani galibiyeti asla haketmeyen bir Galatasaray izledik bugün. Durum böyleyken de doğal olarak kazanamadık. Gerçi herşeye rağmen 90+2’de elimize bir fırsat geçti. Fakat sağolsun onu da Drogba ziyan etti... Zaten son 2-3 maçtır kafama takılan en önemli konulardan biri de bu. Hiç tartışmasız dünyanın en iyi 3-5 frikikçisinden biri olan Sneijder ve ceza yayı civarından kusursuz vuruşlar yapabilen Selçuk gibi 2 ustaya sahipken serbest vuruşları neden Drogba kullanır, daha önemlisi de buna kim karar verir cidden çok merak ediyorum…

                                                               e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR