Geçen hafta
Trabzon’da aldığımız hiç hesapta olmayan mağlubiyet, hepimizde büyük bir üzüntü
yaratmıştı. Çünkü şampiyonluk yolunda artık telafisi olmayan haftalardayız ve
bundan sonra alınacak her 3 puan inanın bana altın değerinde…
Bir şeyden artık
eminim ki, Allah bu sezon bizim şampiyon olmamızı istiyor! Ayağımıza gelen onca
fırsatı cömertce harcamamıza ve yakaladığımız tüm avantajları defalarca kez yitirmemize
rağmen hala ve hala şampiyonluk yolunda tüm iplerin bizim elimizde oluşu başka
türlü açıklanamaz.
Geçen hafta
kaybettiğimiz 3 puandan sonra zirveye yerleşen Fenerbahçe’nin, o mertebeyi bu
kadar kolay bırakacağı, hiç birimizin aklına gelmezdi şüphesiz. Ancak olaya bir
diğer açıdan bakacak olursak, haftalardır hep son dakikalarda bulduğu gollerle
1-0, 1-0 işi götüren rakibimizin bir noktada tıkanacağı da belliydi. Ne
demişler? Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar…
Tabi dün
Fenerbahçe’nin 2 puan bırakması ve bugün kazanmamız halinde yeniden
şampiyonluğun en büyük favorisi konumuna gelecek oluşumuz, gün boyu futbolcusundan
antrenörüne, idarecisinden taraftarına kadar 7’den 70’e hepimizde büyük bir
heyecan ve iştah yarattı.
Hamza Hoca geçen
hafta Trabzon maçının 2.yarısında 25-30 dakika boyunca oyunu sürklase eden
takımı zorunlu Melo-Sneijder değişikliği dışında bozmak istememişti. Ki Yasin’in
yerine forma giyen Olcan dışında bana göre de mevcut şartlar altında olması
gereken kadroydu bu. Hamza Hoca’nın Yasin’e olan bu takıntısı nedir, onu çözmek
mümkün değil yalnız… Halbuki gönderilme noktasına gelmişken ona inanan, güvenen
ve takıma kazandıran da kendisiydi aslında. Ne diyelim, vardır herhalde bir
bildiği…
Sezon başından beri
boş kalan tribünlerimiz bugün en azından yarı yarıya doluydu ve maça yoğun
seyirci desteği altında başladık. Bunun verdiği itici güçle de ilk 8-10
dakikada rakip üzerinde ciddi bir baskı kurduk. Bir an evvel golü bulmak
isteyen ruh halleri, oyuncularımızın her hareketinde çok net bir şekilde görünüyordu.
Arena’da
oynadığımız neredeyse bütün karşılaşmalarda ilk 15-20 dakikada yüksek tempo
yapıp sonunda golü getiren oyun anlayışımız bu kez meyvesini vermeyince,
oyuncularımız bocalamaya başladılar. Takım haline duraksadık. Durum böyle
olunca da karşılaşmanın başında yakaladığımız o ivmeyi yitirdik...
Gerek saha
içersindeki 11 futbolcumuzda, gerekse de yedek kulübesinde oturanlarda
inanılmaz bir gerginlik söz konusuydu. Kameralar kimi çekse, bembeyaz bir
surat, tedirgin bir yüz ifadesi ve karamsarlık içinde bakan gözler gördük…
Açıkçası, kendi sahasında hiçbir iddiası olmayan Antep’e karşı oynayan
Galatasaray Takımı oyuncularının bu denli özgüvensiz oluşları onlara hiç
yakışmadı bence. Kimse kusura bakmasın ama böyle bir maçta Galatasaray’ın
forması sahaya çıksa, oyuna 1-0 önde başlar zaten. Dolayısıyla oyuncularımız da
bunun bilincinde olmalılar bence…
Yakaladığımız
fırsatlarda bahsettiğim bu tedirginliğin tavan yapması, ilk 45 dakikada golü
bulmamıza engel oldu. Özellikle Burak ve Selçukla değerlendiremediğimiz 2
pozisyon vardı ki, başka zaman olsa her ikisi de affetmez…
45 dakika boyunca
gelmeyen gol ve soyunma odasına 0-0’la gitmemiz, ister istemez taraftarı da
etkiledi. Öyle ki, ikinci yarıda onlar da gol için oldukça sabırsız
davranmaya başladılar. Kısacası bugün Türk Telekom Arena’daki herkes en
acelesinden gol bulma peşindeydi…
Bir şeye çok fazla
konsantre olursanız ya da bir an evvel olsun diye uğraşırsanız, bu durum bazen
ters sonuçlar doğurabilir. Fazla motivasyon hatayı da beraberinde getirir
çünkü. Bugün bunun en basit örneğini Burak Yılmaz’da gördük. İddia ediyorum,
geçen hafta Trabzon maçını kazanmış olsaydık Burak bu akşam en az 3 gol atardı.
Hatta gol krallığı yarışında zirvedeki Fernandao’yu bile yakalayabilirdi. Ancak
o kadar stresli çıkmış ki karşılaşmaya, %100’lük diyebileceğim 4 net pozisyonda hep alelacele vuruşlar yaptı
ve bizlere saç baş yoldurdu…
Burak’ın bir türlü
golü atamaması, önce kendi kendini demoralize etti, peşinden de zaten sabırsız
durumdaki seyirciyi hepten tahammülsüz hale getirdi. Bunlar da yetmedi, son
olarak beni etkiledi. Bir ara öyle bir hale geldim ki, kendimi yolmaya,
vücudumun çeşitli yerlerini sıkmaya falan başladım… Sanırım Burak 1-2 pozisyon daha
kaçırsa, Abdurrahim Albayrak gibi fenalaşabilirdim… Hayatımda bu kadar
gerildiğim bir başka maç daha hatırlamıyorum… 2012’nin Kadıköy’deki şampiyonluk
maçı da dahil buna…
Umutların yavaş
yavaş tükenmeye başladığı anlarda son haftaların belki de en fazla eleştirilen
isimlerinden Hakan Balta çıktı sahneye.Selçuk’un sol köşe gönderden yaptığı
ortaya ön direkte iyi yükselerek nihayet 85 dakika boyunca beklediğimiz o golü
kazandırdı bize. Hayır, sonunda golün er ya da geç geleceğini bilsek
hiçbirimiz bu kadar strese sokmazdık kendimizi.
85’te gelen gol Türk
Telekom Arena’yı adeta bayram yerine çevirdi. Tribünlerde büyük bir tezahürat
patlaması yaşandı. ‘’Şampiyon Cim Bom’’ tezahüratları Seyrantepe’yi inletti.
Golden sonra duraklamalarla
beraber oynanan 9 dakikalık bölümde 2’yi atabilecek fırsatları da yakaladık.
Ancak Antep kalecisi Eray’ı geçemedik.
90+4’te gelen Mete
Kalkavan’ın son düdüğü, geçen hafta tüm avantajını yitiren Galatasaray’ın
sadece 1 hafta sonra yeniden şampiyonluğun en büyük adayı konumuna geldiğini
müjdeliyordu.
Bundan sonra olaya
bir bütünden ziyade maç maç bakmak lazım bence. Tıpkı 2002’de, 2008’de olduğu
gibi… Şimdi önümüzde yine oldukça zor geçecek bir Akhisar müsabakası var.
Bundan sonra içerdeki maçlar dahil hiçbiri kolay olmayacak zaten. Ancak,
özellikle deplasmanlarda, sahaya çıkan herkesin 2 kişilik oynaması lazım.
Şampiyon olmak istiyorsak, son 6 haftada A’dan Z’ye herkes insanüstü bir efor
sarfetmek zorunda. Çünkü sadece rakipleri yenmemiz yetmeyecek. Bugün çok net
bir şekilde görüldüğü üzere, şampiyonluk yarışında sadece Fenerbahçe ve
Beşiktaş’la değil aynı zamanda Yıldırım Demirören federasyonu ve Merkez Hakem
Komitesi (MHK) ile de çekişiyoruz!!
e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR