26 Nisan 2015 Pazar

İpler Yeniden Elimizde

   Geçen hafta Trabzon’da aldığımız hiç hesapta olmayan mağlubiyet, hepimizde büyük bir üzüntü yaratmıştı. Çünkü şampiyonluk yolunda artık telafisi olmayan haftalardayız ve bundan sonra alınacak her 3 puan inanın bana altın değerinde…
  Bir şeyden artık eminim ki, Allah bu sezon bizim şampiyon olmamızı istiyor! Ayağımıza gelen onca fırsatı cömertce harcamamıza ve yakaladığımız tüm avantajları defalarca kez yitirmemize rağmen hala ve hala şampiyonluk yolunda tüm iplerin bizim elimizde oluşu başka türlü açıklanamaz.
  Geçen hafta kaybettiğimiz 3 puandan sonra zirveye yerleşen Fenerbahçe’nin, o mertebeyi bu kadar kolay bırakacağı, hiç birimizin aklına gelmezdi şüphesiz. Ancak olaya bir diğer açıdan bakacak olursak, haftalardır hep son dakikalarda bulduğu gollerle 1-0, 1-0 işi götüren rakibimizin bir noktada tıkanacağı da belliydi. Ne demişler? Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar…
  Tabi dün Fenerbahçe’nin 2 puan bırakması ve bugün kazanmamız halinde yeniden şampiyonluğun en büyük favorisi konumuna gelecek oluşumuz, gün boyu futbolcusundan antrenörüne, idarecisinden taraftarına kadar 7’den 70’e hepimizde büyük bir heyecan ve iştah yarattı.
  Hamza Hoca geçen hafta Trabzon maçının 2.yarısında 25-30 dakika boyunca oyunu sürklase eden takımı zorunlu Melo-Sneijder değişikliği dışında bozmak istememişti. Ki Yasin’in yerine forma giyen Olcan dışında bana göre de mevcut şartlar altında olması gereken kadroydu bu. Hamza Hoca’nın Yasin’e olan bu takıntısı nedir, onu çözmek mümkün değil yalnız… Halbuki gönderilme noktasına gelmişken ona inanan, güvenen ve takıma kazandıran da kendisiydi aslında. Ne diyelim, vardır herhalde bir bildiği…
  Sezon başından beri boş kalan tribünlerimiz bugün en azından yarı yarıya doluydu ve maça yoğun seyirci desteği altında başladık. Bunun verdiği itici güçle de ilk 8-10 dakikada rakip üzerinde ciddi bir baskı kurduk. Bir an evvel golü bulmak isteyen ruh halleri, oyuncularımızın her hareketinde çok net bir şekilde görünüyordu.
   Arena’da oynadığımız neredeyse bütün karşılaşmalarda ilk 15-20 dakikada yüksek tempo yapıp sonunda golü getiren oyun anlayışımız bu kez meyvesini vermeyince, oyuncularımız bocalamaya başladılar. Takım haline duraksadık. Durum böyle olunca da karşılaşmanın başında yakaladığımız o ivmeyi yitirdik...
  Gerek saha içersindeki 11 futbolcumuzda, gerekse de yedek kulübesinde oturanlarda inanılmaz bir gerginlik söz konusuydu. Kameralar kimi çekse, bembeyaz bir surat, tedirgin bir yüz ifadesi ve karamsarlık içinde bakan gözler gördük… Açıkçası, kendi sahasında hiçbir iddiası olmayan Antep’e karşı oynayan Galatasaray Takımı oyuncularının bu denli özgüvensiz oluşları onlara hiç yakışmadı bence. Kimse kusura bakmasın ama böyle bir maçta Galatasaray’ın forması sahaya çıksa, oyuna 1-0 önde başlar zaten. Dolayısıyla oyuncularımız da bunun bilincinde olmalılar bence…
  Yakaladığımız fırsatlarda bahsettiğim bu tedirginliğin tavan yapması, ilk 45 dakikada golü bulmamıza engel oldu. Özellikle Burak ve Selçukla değerlendiremediğimiz 2 pozisyon vardı ki, başka zaman olsa her ikisi de affetmez…
   45 dakika boyunca gelmeyen gol ve soyunma odasına 0-0’la gitmemiz, ister istemez taraftarı da etkiledi. Öyle ki, ikinci yarıda onlar da gol için oldukça sabırsız davranmaya başladılar. Kısacası bugün Türk Telekom Arena’daki herkes en acelesinden gol bulma peşindeydi…
  Bir şeye çok fazla konsantre olursanız ya da bir an evvel olsun diye uğraşırsanız, bu durum bazen ters sonuçlar doğurabilir. Fazla motivasyon hatayı da beraberinde getirir çünkü. Bugün bunun en basit örneğini Burak Yılmaz’da gördük. İddia ediyorum, geçen hafta Trabzon maçını kazanmış olsaydık Burak bu akşam en az 3 gol atardı. Hatta gol krallığı yarışında zirvedeki Fernandao’yu bile yakalayabilirdi. Ancak o kadar stresli çıkmış ki karşılaşmaya, %100’lük diyebileceğim 4 net pozisyonda hep alelacele vuruşlar yaptı ve bizlere saç baş yoldurdu…
   Burak’ın bir türlü golü atamaması, önce kendi kendini demoralize etti, peşinden de zaten sabırsız durumdaki seyirciyi hepten tahammülsüz hale getirdi. Bunlar da yetmedi, son olarak beni etkiledi. Bir ara öyle bir hale geldim ki, kendimi yolmaya, vücudumun çeşitli yerlerini sıkmaya falan başladım… Sanırım Burak 1-2 pozisyon daha kaçırsa, Abdurrahim Albayrak gibi fenalaşabilirdim… Hayatımda bu kadar gerildiğim bir başka maç daha hatırlamıyorum… 2012’nin Kadıköy’deki şampiyonluk maçı da dahil buna…
  Umutların yavaş yavaş tükenmeye başladığı anlarda son haftaların belki de en fazla eleştirilen isimlerinden Hakan Balta çıktı sahneye.Selçuk’un sol köşe gönderden yaptığı ortaya ön direkte iyi yükselerek nihayet 85 dakika boyunca beklediğimiz o golü kazandırdı bize. Hayır, sonunda golün er ya da geç geleceğini bilsek hiçbirimiz bu kadar strese sokmazdık kendimizi.
  85’te gelen gol Türk Telekom Arena’yı adeta bayram yerine çevirdi. Tribünlerde büyük bir tezahürat patlaması yaşandı. ‘’Şampiyon Cim Bom’’ tezahüratları Seyrantepe’yi inletti.
  Golden sonra duraklamalarla beraber oynanan 9 dakikalık bölümde 2’yi atabilecek fırsatları da yakaladık. Ancak Antep kalecisi Eray’ı geçemedik.
  90+4’te gelen Mete Kalkavan’ın son düdüğü, geçen hafta tüm avantajını yitiren Galatasaray’ın sadece 1 hafta sonra yeniden şampiyonluğun en büyük adayı konumuna geldiğini müjdeliyordu.
  Bundan sonra olaya bir bütünden ziyade maç maç bakmak lazım bence. Tıpkı 2002’de, 2008’de olduğu gibi… Şimdi önümüzde yine oldukça zor geçecek bir Akhisar müsabakası var. Bundan sonra içerdeki maçlar dahil hiçbiri kolay olmayacak zaten. Ancak, özellikle deplasmanlarda, sahaya çıkan herkesin 2 kişilik oynaması lazım. Şampiyon olmak istiyorsak, son 6 haftada A’dan Z’ye herkes insanüstü bir efor sarfetmek zorunda. Çünkü sadece rakipleri yenmemiz yetmeyecek. Bugün çok net bir şekilde görüldüğü üzere, şampiyonluk yarışında sadece Fenerbahçe ve Beşiktaş’la değil aynı zamanda Yıldırım Demirören federasyonu ve Merkez Hakem Komitesi (MHK) ile de çekişiyoruz!!

                                                   e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR