25 Nisan 2011 Pazartesi

Bir İleri, Bir Geri

Daha önceki haftalarda birçok kez sizlerle paylaştığım bir anektod vardı hatırlarsanız. Neydi o? diye düşünenler varsa, bir kez de onlar için hatırlatmakta fayda var. Galatasaray Futbol Takımı’nın sezon başından bu yana ligin 3 ila 6. haftaları arasında elde ettiği 4 galibiyeti saymazsak şayet, üst üste oynadığı 2 maç dahi kazanamamış olduğu gibi bir gerçek var ortada. Dolayısıyla dün akşam takım sahaya çıktığında istatistik bilimiyle benim gibi yakından ilgilenmeyi sevenlerin büyük kısmı, galibiyet konusunda ciddi anlamda tereddüt yaşamış olsalar gerek.
Hani bazen deriz ya; şu takım bize ters geliyor diye. İşte Galatasaray’da lig tarihinin hemen her döneminde Kayseri Spor’a ters gelmiştir. Yanılmıyorsam 20-25 yıllık bir zaman diliminden beri de Kayseri Spor’un Galatasaray’a karşı İstanbul’da oynadığı karşılaşmaların hiçbirinde galibiyeti bulunmuyor. Ancak bazen oynadığınız maçları kazanmak için sadece istatistik bilimine inanmak ya da bu bilimin ortaya koyduğu gerçeklere güvenmek yeterli olmuyor ne yazık ki. Çünkü rakibinizin size karşı şansının tutmuyor oluşu, o rakibe karşı her şartta kazanabileceğiniz anlamına gelmiyor. Yenilmiyor olsanız bile en azından zaman zaman beraberlikler çıkabiliyor ortaya. Tıpkı dün akşam olduğu gibi.Tabii şimdi aranızdan sormak isteyenler olabilir; ''Ligde üst sıralara yönelik hiç bir iddiası olmayan, ligden düşmeyecek oluşu da Buca Spor’un bu akşam almış olduğu mağlubiyetle kesinleşen bir Galatasaray’ın, şu saatten sonra oynayacağı maçları kazanması ya da kazanamaması çok mu fark eder?'' diye. Evet olaya böyle bir pencereden bakacak olursak belki de sizler haklısınız ancak ben gene de sahaya çıkan forma sarı kırmızysa ve de o formanın göğsünde Galatasaray arması varsa, galibiyetin her zaman temel ilke olması gerektiği kanaatindeyim.
Dün akşam sahaya çıkan kadro, son birkaç haftada olduğu gibi futbolun hücum kısmını uygulayabilmek için namüsait bir 11'di. Fakat özellikle ilk 45 dakika boyunca stoperlerimizin ofansa verdiği extra katkıyla bir çok pozisyon yakaladık. Zaten o yakaladığımız pozisyonlardan birini bile gole çevirebilsek, maçı ilk 20 dakikada koparır ve rahat bir galibiyet alabilirdik.
Bugün istatistik bilimi üzerinde biraz fazla durduğumun farkındayım ama özellikle son dönemlerde yaşananları birbiriyle irintili bir şekilde incelemeye kalkarsanız, eminim sizlerde benim gibi istatistikle uğraşmaya daha bi merak duyacaksınızdır. Mesela Galatasaray Futbol Takımı’nın uzun yıllardır ortaya çıkan en önemli sorunlarından biri de kolay gol yeme alışkanlığı. Son 10 sezonun 34.hafta itibariyle oluşan puan durumlarını alın ve inceleyin. Göreceksiniz ki Galatasaray şampiyonluğa oynadığı sezonlarda da zirveden uzak kaldığı sezonlarda da, hiçbir zaman ligin en az gol yiyen takımı ya da takımlarından biri olamamıştır. Sadece tek bir sezonu bu genellemenin dışında tutuyorum. O sezon da; 34 haftada sadece 23 gol yiyip 17.ve son şampiyonluğumuzu elde ettiğimiz 2007/2008 sezonu ...
Evet Galatasaray kolay gol yiyor hatta gol yemeden maç bitiremiyor. Vaziyet böyle olunca da maçları kazanabilmek için en az 2 ya da 3 farklı bir üstünlük yakalamamız gerekiyor. Bunu başaramayıp tek farkı korumaya çalıştığımız maçların %90’ında sahadan beraberlik ya da mağlubiyetle ayrılıyoruz. Fatih Terim hep, ''Biz savunma yapmaya kalkarsak mağlup oluruz. Çünkü biz savunma yapmayı bilmiyoruz.'' Derdi. Peki şu noktada İmparator’un söylediklerine katılmamak mümkün mü?
Yine çok uzun yıllardan beri Galatasaray’ın bir türlü çözüm üretmeyi başaramadığı sorunlarından birisi de gol kaçırma hastalığı. Hatta bu sorun, az önce bahsettiğim kolay gol yeme alışkanlığından bile çok daha öncelere dayanıyor. Fatih Terim’in göreve geldiği ilk dönemden bugüne, her sezon en az 10-15 maçı çok farklı bir şekilde kazanabilecek iken tek farkla kazandığımıza ya da kazanamadığımıza şahit olmuş bir insan olarak, şu durumı değiştirebilmek adında artık bir şeyler yapılmasını rica ediyorum.
Hakan Şükür sezonda 30 gol atardı ama bir o kadarını da kaçırırdı. Zaten kaçırdıklarının %60’ını atsa, şimdi 250 yerine 400 golü falan vardı Süper Lig tarihinde.
Sırf Hakan Şükür mü peki? Arif Erdem, Ümit Karan hatta Milan Baros. İlk bakışta aklıma gelen ve gol kaçırma rekorlarını alt üst eden nihai santraforlarımız. Eee düşünün şimdi, böylesine önemli golcülerle oynarken bile gol atabilme konusunda oldukça zorlanan bu takım, Aydın’dan santrafor yaratmaya çalıştığı bir karşılaşmadan nasıl galip ayrılsın? Bu arada hazır Aydın demişken, her ne kadar kendisiyle ilgili yorum yapmama konusunda yeminli olsam da yine de 1-2 şey söylemeden duramayacağım. Sen ne kadar büyük bir potansiyele sahip, ne kadar üstün nitelikte yeteneklere sahip bir futbolcuymuşsun ki 6 senedir senden bir türlü vazgeçemediler ve senin patlayacağın günü beklemekten sıkılmadılar, yorulmadılar! Madem ki onca insan Aydın Yılmaz ismi üzerinde bu kadar ısrar etti, Aydın Yılmaz'a bu kadar sabır ve tölerans gösterdi, vardır bir bildikleri diyorum ve bende artık Aydın Yılmaz’a bunca zaman boyunca haksızlık etmiş olduğumu kabul ediyorum!
                                                                                           e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar