27 Şubat 2012 Pazartesi

‘’Cim Bom Başı Dik Yürür’’

Klasik bir derbiden çok daha öteydi bu akşamki Galatasaray-Beşiktaş karşılaşması. Belki çoğu zaman ezeli rakipleri yenebilmektir önemli olan ancak bu akşam Galatasaray’ın alacağı 3 puan Fenerbahçe’nin 9, Beşiktaş’ın da 14 puan önüne geçerek şampiyonluk yolunda çok büyük bir avantaj yakalamasını sağlayacaktı.
  Her ne kadar derbi maçların favorisi olmaz densede, bugün birçoklarımız için mutlak favoriydi Galatasaray. Belki de yıllar sonra ilk kez bir maça tek bir sakatımız dahi olmadan hazırlanmıştık. Dolayısıyla ipler tamemen Fatih Terim’in elindeydi. Bütün oyuncuları oynayabilecek durumda olduğu için hiçbir mecburiyet yaşamadan, kendi isteği doğrultusunda yapacaktı kadro seçimini.
  Bunun dışında takımın bu sezon yakalamış olduğu pozitif hava, Fatih Hoca sayesinde yeniden kazanılan  güven duygusu ve de açık puan farkıyla önde oluşumuz  takımımızı favori kılan diğer etkenlerdi. Buna karşılık konuk ekip Beşiktaş’ın en önemli oyuncusu Fernandes kart cezasından ötürü sahada değildi. Ayrıca Perşembe’nin yorgunluğunun özellikle ikinci 45 dakikada sahaya yansıyacak oluşu da Beşiktaş için önemli bir handikap gibi duruyordu.
  Başlama düdüğünden birkaç dakika önce yapılan pankart şov eşine daha önce rastlanmamış ve gerçekten görülmeye değer nitelikteydi. Pegasus tribününde açılan ‘’Cim Bom Başı Dik Yürür’’ pankartı, kartonlarla hazırlanan Şampiyonlar Ligi yolu ve bu yol üzerindeki 3 boyutlu Fatih Terim ve oyunculara ait figürler tüm Galatasaraylıları gururlandırdı ve de iyice havaya soktu.
  Bu görsel şölenin sona ermesiyle artık karşılaşmanın başlaması için herşey hazırdı. Ve nihayet Fırat Aydınus’un ilk düdüğü geldi. Gelen bu düdükle birlikte Galatasaray hemen her maçta olduğu gibi yine oyuna ağırlığını koyarak rakip kaleye yüklenmeye başladı. Beşiktaş ise oyunu kendi yarı alanında kabul edip, yakalayacağı kontra ataklarla gol arayacağını daha 1.dakikada gözler önüne serdi.
  Dakikalar 15’i gösterirken Beşiktaş savunmasının yaptığı hatalar zinciri sonucu topu önünde bulan Eboue, penaltı noktasının 1 metre gerisindeki Elmander’i gördü. Elmander de yaptığı mükemmel vuruşla takımını öne geçirdi. Arena tribünlerinde görülmeye değer bir sevinç vardı…
  Golün geldiği dakika hakikaten çok güzeldi. Çünkü böyle büyük maçlarda golü erken bulmak sizi psikolojik olarak rahatlatırken, tam tersine rakip takım üzerinde büyük  bir baskı oluşturur. Ancak bu akşam bu bahsetmiş olduğumun durumdan bir hayli farklı gelişti olaylar. 1-0’dan sonra daha iyi oynayan ve daha çok top yapan taraf devrenin sonuna kadar Beşiktaş’tı. Ancak oyundaki bu üstünlükleri onlara herhangi bir gol tehlikesi getirmeyince ilk 45 dakika 1-0’lık skorla Galatasaray lehine sonuçlanmış oldu.
  İlk devre boyunca topsuz oyunda Galatasaray’ın en iyisi Necati Ateş’ti. Rakip yarı alanda neredeyse basmadık yer bırakmadı. Ancak toplu oyunda malesef aynı oranda etkili olamadı.
  İkinci 45 dakikanın başlamasından birkaç dakika sonra savunmamızın bir türlü uzaklaştıramadığı top İbrahim Toraman’ın dokunuşuyla ağlarımıza gidince, skora eşitlik gelmiş oldu. Açıkçası Beşiktaş’tan gol yiyebileceğimizi o ana kadar hiç düşünmemiştim…
  Neyseki yediğimiz gol takım üzerinde olumsuz bir hava oluşturmadı ve sadece 2 dakika sonra Selçuk İnan’ın mükemmel pası sonucu bir anda kaleci Cenkle karşı karşıya kalan Felipe Melo, sert bir vuruşla meşin yuvarlağı ağlara gönderdi ve takımını yeniden öne geçirdi. Bu golün Melo için ayrı bir anlamı da vardı. İlk kez bir sezonda 8 gol atarak kendi kariyer rekorunu kırmış oldu.
   Gelin görün ki, 2-1’den sonra da tıpkı ilk golden sonra olduğu gibi yine geri çekildik.  Zaten bu bölümde yapılan Riera-Necati değişikliği bu durumun kenardan gelmiş bir talimat olduğunu gözler önüne serdi.
   Mücadelenin son 15 dakikasına girilen bölümde Quaresma’nın sağ taç çizgisi üzerinden ceza sahamıza gönderdiği ortaya Semih Kaya’nın yaptığı anlamsız vuruş, skora yeniden denge getirdi. Halbuki Semih dokunmasa top Muslera’nın kucağına gidiyordu.
  Skor 2-2 olunca Fatih Hoca’da acilen oyuna müdahele etme ihtiyacı hissetti ve geçen haftanın kurtarıcısı Aydınla, 3 maçlık cezası biten Baros’u oyuna soktu.
  Dakikalar 89’u gösterirken Beşiktaş’ın yakaladığı ani atakta Quaresma sağ taraftan ceza sahamıza girdi ve arka direğe müthiş bir orta kesti. Bizim korku dolu bakışlarımız arasında bomboş durumda kafayı vuran Hugo Almeida zor olanı yaptı!
  Ve artık dakikalar 90+2’yi gösteriyordu ki, futbolun o meşhur  kuralı yine işledi. Riera’nın ara pasıyla ceza sahasında topla buluşan gecenin yıldızı Selçuk, Cenk’ten sıyrıldı ancak açısı çok daraldı. Önce topa bastı, sonra kale içine doğru mükemmel bir plase gönderdi. Tam çizgi üzerinde ikiz kuleler misali topa birlikte yükselen Elmander- Baros ikilisi golü yapmayı başarınca Türk Telekom Arena’da çılgınca bir sevinç yaşandı. Yer yerinden oynuyor, stad yıkılıyordu sanki. Sahadakiler, kulübedekiler, tribündekiler… Hepsi alt alta, üst üsteydi. Golü Elmander’in mi yoksa Baros’un mu atmış olduğunu ise anca 4.tekrardan sonra anlayabildik.
    İşte son dakikada gelen bu mucizevi golle Beşiktaş’ı 3-2 yenmeyi başardık. Bu galibiyetten sonra Fenerbahçe’nin 9, Beşiktaş’ın 14, Trabzon Spor’un da 17 puan önüne geçtik. Ayrıca takımımız Play-off’u garantileyen ilk ekip oldu. Şimdi normal sezon bazında önümüzde sadece 6 maç kaldı. Hiç şüphesiz, bu 6 maç için Fatih Hoca tabloya 18 puan yazmıştır bile. Ancak çok zor 2 deplasman (Sivas ve Fenerbahçe) oynayacağımız da bir gerçek. Eğer bu 6 maçlık periyodu minimum kayıpla atlatıp rakiplerimizle arayı biraz daha açmayı başarabilirsek, belki de ilk kez uygulanacak olan Play-off sistemi bir formaliteden öteye gidemeyecektir…
                                                                     e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar

18 Şubat 2012 Cumartesi

Bu ATEŞ Üfleyerek Sönmez

Bu akşam belki de sezonun en kritik maçlarından birine çıkıyordu takımımız. Play off’a saylı haftalar kala rakiplerimizle aramızdaki puan farkını iyice açmaya başladığımız şu süreçte, bugün alacağımız 3 puanla iyice rahatlayacak ve gelecek hafta oynayacağımız Beşiktaş karşılaşmasına çok daha fazla güvenle çıkacaktık.
  Baros, Felipe Melo ve Riera gibi 3 önemli yabancımızın yokluğunda, Eboue’nin Afrika Kupası’ndan dönüşü ve Hakan Balta’nın da sakatlıktan kurtulmasıyla haftalar sonra ideal savunma dörtlümüze kavuşmamız tek tesellimizdi.
  Mersin’de gerçekten pırıl pırıl bir zemin vardı bugün. Haftalardır karda, buzda ya da ağır zeminlerde maç oynamak zorunda kalan futbolcularımız herhalde bu zemini gördüklerinde Allah’a onlarca kez şükretmişlerdir.
    Bahsettiğimiz bu güzel zeminin verdiği futbol oynama iştahından olsa gerek, karşılaşmaya iyi başlayan ve rakibi üzerinde hakimiyet kuran taraf Galatasaray’dı. İlk 20 dakikalık bölümde Elmanderle iki net fırsat yakalasakta,  bu oyuncumuzun son vuruşları yapmada biraz ağır kalması golü bulmamıza engel oldu. Fakat bundan daha önemlisi, bu pozisyonlardan birinde İbrahim Kaş’ın müdahelesiyle sakatlanan Elmander, oyuna devam edemeyerek henüz 25.dakikada yerini Sercan’a bırakmak zorunda kaldı.
   Gelin görün ki, Sercan oyuna gireli henüz 1-2 dakika olmuşken, ani gelişen atağımızda Engin Baytar’ın sağdan ceza alanına girdiktan sonra önce topa basıp beklemesi, sonra Necati’nin kafasına gönderdiği adrese teslim orta ve de Necati’nin yaptığı güzel kafa vuruşu skor üstünlüğünü yakalamamızı sağladı.
  Golden sonra da rakip kalede pozisyonlar bulmaya devam ettik. Özellikle bunlardan birinde Emre Çolak’ın mükemmel pasında Selçuk İnan’ın yaptığı aşırtma vuruş ağlara gitse, karşılaşmanın ikinci yarısı belki de bizim için bir idman niteliğinde geçecekti.
  İlk 45 dakikada yanılmıyorsam Mersin İdman Yurdu takımının kaleyi bulan tek bir şutu dahi yoktu. Muslera koca devreyi yere yatmadan, hatta tam anlamıyla terlemeden tamamladı. Dolayısıyla rakibin bu görüntüsü 2.devrenin Galatasaray adına çok rahat bir şekilde geçeceği fikrini verdi hepimize.
   Bu doğrultuda ikinci devre de Galatasaray’ın kontrolünde başladı. Ancak bu bölümde topu biraz daha kendi yarı alanında çeviriyor, rakip kaleye çok fazla adamla gitmiyordu takımımız. Belliki Fatih Hoca rakibi önce yorup, 60’lardan sonra yakalayacağı konta ataklarla da farkı arttırma niyetindeydi.
  Barış Ataş’ın Selçuk İnan’a aynı faulu 2 kez yapması, 2 sarı kart görerek oyundan atılmasına neden olunca, ‘’Bu maç artık bitti.’’ gibi bir tablo çıktı ortaya. Ancak bu gereksiz düşünce oyuncularımızı biraz fazla rahatlatmış olacak ki, bu dakikadan sonra daha iyi futbol oynayan bir Mersin İdman Yurdu takımı seyretmeye başladık.
  Dakikalar 75’i gösterirken auta giden bir topa Eboue’nin gereksiz yere ayağını sokması Mersin İdman Yurdu’na korner kazandırdı. Kullanılan köşe atışında Erhan Güven’in yaptığı vuruşla top ağlarımıza gidince durduk yere gol yemiş ve maçın bitimine kısa bir süre kala skor üstünlüğünü yitirmiş olduk…
  Skorun 1-1’e gelişiyle Fatih Hoca oyuna hemen müdahele etti ve Ceyhun-Aydın değişikliğine gitti. Açık söyleyeyim, belki de ilk ve son kez Aydın’ın oyuna girişine bu denli sevindim. Hatta geç bile kalınmış bir değişiklikti. Skor 1-0’iken Fatih Hoca’nın Aydın ve Yiğit’i bir arada oyuna sokması gerekirdi. Çünkü sahada öylesine geniş alanlar vardıki, bu alanları ancak Aydın ve Yiğit gibi süratleri dışında pek belirgin özelliği olmayan oyuncularla değerlendirebilirdik.
  Nitekim bu tezim de doğru çıktı ve Aydın’ın böyle boş bir alan yakalayarak topla beraber attığı 70 metrelik depar bize penaltı kazandırdı. Aydın’ın pasında kaleye 4 metre mesafede topla buluşan Necati, rakip savunmasın müdahelesi var-yok tartışılır bir pozisyon sonucu yere düşünce hakem Tolga Özkalfa penaltı noktasını gösterdi.
  Topun başına geçen Selçuk, klasına yakışır bir vuruş yaparak takımını yeninde öne geçirmeyi başardı.
  2-1’den sonra Mersin İdman Yurdu takımı iyice oyundan düştü ve artık kalesinde çok kolay pozisyonlar vermeye başladı. Öyleki, bu bölümde rakip savunmayı 3’e 1, 4’e 1 yakalayıp golü bulamadığımız ataklar vardı.
  Bitime 2 dakika kala yine bu şekilde gelişen bir atakta Sabri sağdan ceza alanına girdi ve kaleye sert bir şut gönderdi. Hakan Arıkan’ın güçlükle çeldiği top 6 pas üzerinde Necati’nin önüne düştü. Tam gol diye ayağa kalktığımız anda Hakan Arıkan inanılmaz bir refleksle topun kaleye girişini önledi ve mucizevi bir kurtarışa imza attı. Ancak top aynı noktada bir kez daha Necati’nin önüne düşünce bu kez gol kaçınılmazdı.
  Duraklama dakikalarında tıpkı birkaç dakika önce attığımız golün kopyası gibi bir atak geliştirdik. Yine Sabri sağdan ceza alanına girdi ancak bu kez şut atmak yerine topu kale sahasındaki Necati’nin önüne yuvarladı. Necati’nin kayarak yaptığı vuruşta top kaleye değil de direğe doğru gidince karşılaşma Galatasaray lehine 4-1 yerine 3-1’lik skorla tamamlanmış oldu.
  Yazımın başında da belirtmiş olduğum gibi bu akşam 3 puan alabilmek gerçekten çok önemliydi. Bunu başarmış olan futbolcularımızı da canı gönülden kutluyorum. Şimdi maç fazlasıyla Fenerbahçe’nin 9, Beşiktaş’ın 14 puan önündeyiz. Açıkçası bu tabloyu gören rakiplerimiz, üzerlerinde büyük bir psikolojik baskı hissedeceklerdir. Fenerbahçe’nin cezası nedeniyle sadece bayan taraftarları önünde oynayacak oluşunu, Beşiktaş’ın da Perşembe’den kalan yorgunluğunu hesaba katacak olursak bu haftanın bizim için çok karlı bir şekilde noktalanması pekte sürpriz olmaz diye düşünüyorum.
                                                                            e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar

12 Şubat 2012 Pazar

Yavaş Ama Emin Adımlarla

Şampiyonluk yolundaki rakiplerimizden Beşiktaş’ın Sivas deplasmanında 2 puan bırakmış oluşu, dün akşam oynayacağımız KayseriSpor karşılaşmasını bizim için daha önemli bir hale getirmişti. Çünkü alacağımız galibiyetle aradaki puan farkını 11’e çıkaracak, 2 hafta sonra da Beşiktaş Arena’ya çok büyük bir stres altında getirecektik. Dolayısıyla dün akşam 3 puan alabilmek bizim için oldukça önemliydi.
  İstanbul’daki soğuğa aldırmadan tribündeki yerimizi aldığımızda, takım sanki bizi selamlamak istercesine ısınmak için sahaya çıktı. Isınan onbir üzerinde şöyle bir göz gezdirdiğimizde, Fatih Hoca’nın artık alışılagelen sürprizlerine bir yenisini daha ekleyerek sol bekte Riera’yı oynatmaya karar verdiğini gördük. Şaşkınlığımızı üzerimizden attıktan sonr a verdiğimiz cevap ise yine aynıydı: ‘’Vardır Hoca’nın bir bildiği.’’
 Karşılaşmanın başlamasına kısa bir süre kala Fatih Hoca lehine sevgi gösterileri başladı. Belli ki hafta içi basında sıkça yer bulan İmparator’un yönetimdeki bazı isimlerden rahatsız olduğu ve sezon sonunda görevi bırakabileceği haberleri taraftarı çok üzmüştü. Bu nedenle de hocamıza sahip çıkmak, ona moral vermek adına ellerinden geleni fazlasıyla yapıyorlardı.
  Özgün Yankaya’nın ilk düdüğüyle birlikte Amrabatlı KayseriSpor üzerinde büyük bir baskı kurduk. Özellikle ilk 15-20 dakikada KayseriSpor takımı neredeyse kendi yarı alanından çıkamadı. Bu süreçte İki bekimiz Sabri ve Riera beklenenden çok daha fazla katkı verdi hücuma.
  Fakat 20.dakikadan sonra bu baskıyı kıran KayseriSpor kalemizde 2 net fırsat yakaladı. Hele hele Ujfalusi’nin hatasında Amrabat’ın Muslera’yı da geçip boş kaleye gönderemediği top yüreklerimizi ağzımıza getirdi.
  Dakikalar 31’i gösterirken Felipe Melo rakibinden kaptığı top sonrasında hızla rakip yarı alana geçti ve sol taraftan kaçan Riera’nın koşu yoluna bıraktı topu. Riera’nın kale sahasına gönderdiği mükemmel ortayı bitiren isim ise pozisyonu başlatan adam Felipe Melo’ydu. Sonrası belliydi zaten, pitbull dansı. Devrenin son bölümünde yakaladığımız, attığımız gole benzer bir pozisyonda, bu kez Emre Çolak’ın klas ortasına Necati düzgün bir kafa vuruşu yaptı ancak kaleci Navarro sakatlanma pahasına yaptığı kurtarışla farkın ikiye çıkmasına izin vermedi.
  İkinci devrede maçın seyri daha farklıydı. İki takım da sanki skora razı gibiydi. Galatasaray rölanti oynuyor, KayseriSpor ise sanki istediğini almış misali ‘’Bitse de gitsek’’ modunda bir görüntü çiziyordu. Durum böyle olunca pozisyon anlamında oldukça kısır bir devre izledik. Elmander’in ceza yayı içinde yaka paça indirilmesi bizi en çok heyecanlandıran pozisyondu. Ancak bana göre dün akşam çok kötü bir yönetim sergilemiş ve birçok pozisyonda yanlış kararlar vermiş olan Özgür Yankaya, bu pozisyonda da büyük bir yanlışa imza atarak hem tehlikeli noktadaki frikiğimizi vermedi, hem de KayseriSpor’un maçı 10 kişi tamamlamasını engellemiş oldu.
  Karşılaşmanın son bölümünde Gökhan Ünal’ın kafasında Muslera’nın yaptığı kolay gibi görünen kritik kurtarış yüreklerimize su serpti. Zaten maçtaki son gol tehlikesi de bu pozisyondu.
  Şampiyonluğa giden yolda belli bir noktadan sonra taraftar ne oynanan futbola bakar, ne de illa farklı galibiyetler ister. Dün akşam olduğu gibi 1-0 kazanmak kafidir çoğunluk için. Bende bu düşünce yapısına sahip insanların arasındayım açıkçası.
  Kazandık, Beşiktaşla arayı biraz daha açtık, bu akşamki Karabük sınavı öncesi Fenerbahçe üzerinde de baskı oluşturduk. Kısacası şimdilik herşey güzel gidiyor ve şampiyonluğa doğru yavaş ama emin adımlarla ilerliyoruz…
                                                             e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar

5 Şubat 2012 Pazar

Nokta ''Ateş''i

Belki de sezon başından beri hiç olmadığı kadar galip gelmek zorundaydık Gaziantep Sor karşısında. Çünkü ilk devrenin sonlarına doğru başlayıp, ikinci devrenin ilk haftalarında da devam eden galibiyet ya da yenilmezlik serisi sona ermiş, ardı ardına yaşanan puan kayıplarıyla da takım üzerinde yoğun bir stres ve baskı oluşmaya başlamıştı. Dün akşam da sahadan puan kaybıyla ayrılsak, takımın kendine duyduğu güven iyice azalacak dolayısıyla da son birkaç ayda yakaladığımız o pozitif hava son bulacaktı.
  Fatih Hoca Necati’nin yuvasına dönüşüyle yeniden  4-4-2 dizilişine geçiyor, son haftalarda takımın hızını kesen Riera’yı da tekrardan kulübeye yolluyordu. Emre Çolak, Felipe Melo, Selçuk İnan ve Engin Baytar’dan oluşan orta saha haftalardır görmek istediğim orta sahaydı.
  Karşılaşmanın başlamasıyla birlikte Galatasaray’ın bu maçı kazanacağı ortaya çıktı. Çünkü rakip yarı alana çok çabuk geçebiliyor, yaptığımız isabetli paslarla ceza sahası etrafında tehlikeler yaratabiliyorduk.
  Necati Ateş ilk 15 dakikada Anadolu’dan İstanbul’a yeni transfer olmuş genç bir çocuk misali oldukça heyecanlı ve telaşlıydı. Sanki bir an önce kendini ispat etmek istiyor gibiydi. Ancak dakikalar geçtikçe kendisi de bu telaşının yersiz olduğunun ve zaten kalitesinin, yeteneklerinin herkesler tarafından gayet iyi bilindiğinin farkına varınca esas kimliğini bulmaya ve oyuna ağırlığını koymaya başladı.
  İlk 45 dakikada Elmander ve Selçuk İnanla iki net pozisyondan yararlanamadık. Buna karşılık Antep’in ise Hakan Balta’nın büyük hatası sonucu yakalayıp yine Hakan Balta’nın can siperane bir müdahelesiyle golle sonuçlanmayan bir pozisyonu vardıki akıllara zarar…
  İkinci devrenin başlamasıyla birlikte Gaziantep takımı bu yarıda golü daha çok düşüneceğini belli etti. Nitekim 50.dakikada savunmamızın arkasına attıkları uzun bir topta son haftalarda alışılageldiği üzere Sabri’nin önce adamını kaçırıp ardından da kovalamak yerine seyretmeyi tercih etmesi sonucu golü buldular. Açıkçası bu gol hepimizde şok etkisi yarattı. Çünkü ilk 45 dakikada mağlubiyetin m’si bile geçmemişti aklımdan.
  Neyseki golün etkisini üzerinden çabuk attı takım. Yalnızca 3 dakika sonra bu kez biz Gaziantep savunmasının arkasına doğru uzun bir top gönderdik. Eski dost Emre Güngör’ün ıskası bir anda Necati’yi kaleciyle karşı karşıya bıraktı. 4,5 senedir bu anı bekleyen Necati’yse bu ikramı geri çeviremezdi elbette.
  1-1’den sonra oyundaki psikolojik üstünlüğü de ele alan takımımız rakip kaleye daha bilinçli gitmeye başladı. Dakikalar 66’yı gösterirken yakaladığımız kontraatakta Engin Baytar çıktı sahneye. Önce 80 metre top sürdü, sonra mükemmel bi çalımla rakip savunmanın dengesini bozdu ve topu Elmander’in önüne yuvarladı. Elmander’e ise sadece şık bir paleseyle galibiyet golünü atmak kalmıştı.
  Geriye düşen Gaziantep Spor tamamen demoralize olunca maçın geri kalan kısmı bizim için daha kolay geçti. Fatih Terim’in akıllıca ve oyunu soğutan oyuncu değişiklikleri dışında fazla önemli bir şey de olmadı zaten.
  Sonuç olarak belki de en kritik dönemde, ligin en zor deplasmanlarından birinden 3 puanla dönmüş olduk. Şimdi bizde herkesler gibi merakla bu akşamki derbinin sonucunu bekliyoruz. Sonuç ne olursa olsun, bizim işimize yarayacağı muhakkak. Tabii bir beraberlik çıkarsa mükemmel olacaktır ancak illa bir kazanan olacaksa da ben onun Beşiktaş olmasını tercih ederim.
                                                                     e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar

2 Şubat 2012 Perşembe

Kar, Buz; Cim Bom Tatsız, Tuzsuz...

Şanssız bir dönemden geçtiğimizi söylesem pek yanlış olmaz herhalde. Son haftalarda sürekli olarak kötü ve ağız zeminlerde futbol oynamak daha doğrusu oynamaya çalışmak zorunda kalıyoruz. Dolayısıyla önce zemini, sonra rakibi yenmemiz gerekiyor. Hal böyle olunca da ne takımın, ne de bizlerin pek tadı tuzu kalmadı açıkçası. Kazanmaya o kadar alışmışızki, futbolun üç neticeli bir oyun olduğunu çıkarmışız aklımızdan. Bu nedenle de son haftalarda aldığımız beraberlikleri, mağlubiyetleri kabullenmemiz eskiye nazaran çok daha zor oluyor.
  Bugün aslında tüm olumsuz koşullara rağmen birçok Galatasaraylı gibi bende oldukça umutluydum galibiyetten. Farklı bir skor beklemenin hayalcilik olacağının farkındaydım. Bu şartlar altında tek gollü bir galibiyet bile yeterde artardı bizler için…
  İlk onbirler açıklandığında, Kazım’ın takımdan ayrılışından sonra Sabri’nin de maça kulübede başlıyor oluşu fazlasıyla mutlu etti beni. Hele hele Sercan’ın da olmayışını gördükten sonra iyice inandım galibiyete. Çünkü takımı bozan ya da her an bozabilme potansiyeline sahip bu 3 oyuncunun olmadığı bir Galatasaray seyretmeyeli baya  uzun zaman olmuştu.
  Her ne kadar saha zemini karşılaşmadan önce ciddi anlamda temizlenmiş olsada, başlama düdüğüyle bilikte kar yağışı da yeniden hız kazandı Seyrantepe semalarında. Tabii bizim gibi özellikle orta sahası teknik kapasitesi yüksek, fizik gücü bir nebze daha düşük olan oyunculardan kurulu bir takımın pekte işine yarayacak türden değildi olup bitenler.
  Tüm olumsuzluklara rağmen ilk 15-20 dakikalık bölümde sezonun en iyi futbollarından birini oynadık diyebilirim. Ayakta durabilmenin bile ciddi anlamda beceri isteyeceği zeminde yaptığımız yüksek yüzdeli paslaşmalar gerçekten takdire şayan cinstendi. Bunun verdiği özgüven ve artı motivasyondan olsa gerek, cümbür cemaat gol atmaya gittiğimiz bir dakikada, konuk ekibin çok hızlı bir şekilde kontra atağa çıkarak yarı alanımızdaki boşlukları iyi değerlendirmesi topu ağlarımızda görmemize neden oldu.
    Yenilen bu tarz goller normalden çok daha fazla üzüyor insanı. Baskı kuruyorsunuz, rakibi ceza sahasından çıkarmıyorsunuz, ‘’Ha oldu, ha olacak’’ derken rakibiniz bir anda kontra yakalıyor ve kalenize gönderdiği ilk şut gol oluyor. Bundan daha kötüsü olamaz herhalde….
  1-0’dan sonra zaten morali bozulan takım kar yağışının da hızlanmasıyla iyice oyundan düştü. İlk 20 dakikadaki o organize, bol pas yapan takım gitti, yerine rakip kaleye gitmekte zorlanan, kısa paslardansa 60-70 metreye uzun toplarla oynamaya çalışan başka bir takım geldi sanki.
  35.dakikada Engin Baytar’ın ceza sahasına göndermeye çalıştığı ortayı rakip savunma elle kesince karşılaşmanın hakemi İlker Meral belki de maç boyunca ilk ve son kez takdir hakkını takımımızın lehine yönelik kullanmış oldu!
  Felipe Melo’nun soğuk kanlı vuruşuyla 1-1 yakaladık ve geriye kalan 55-60 dakikalık bölüme daha umutlu bakar hale geldik.
   İlk 45 dakikanın son düdüğü, umutların ikinci devreye taşınması gerektiğinin göstergesiydi bir yerde…
  İkinci devre başladıktan kısa bir sonra aynı dakika içerisinde 2 oyuncu değişikliğine birden gitti Fatih Hoca. Anlam veremediğimiz bir şekilde Gökhan Zan! ve Riera oyundan çıkarken yerlerine giren isimler Sabri ve Milan Baros oldu.
  Özellikle Baros’un oyuna girişi hareket ve dinamizm getirmişti takıma. Çünkü oyunu iyiyden iyiye rakip yarı alana yıkmış, Ömer Çatkıç’ın koruduğu kalede ardı ardına pozisyonlar bulmaya başlamıştık. Fakat dakikalar 72’yi gösterirken Milan Baros’un nedenini tam anlayamadığımız bir şekilde, kimilerine göre hakederek, kimilerine göreyse haketmeyerek gördüğü kırmızı kart işleri Galatasaray adına bozan olay oldu.
  Baros’un oyundan atılması hem rekip üzerinde kurduğumuz baskının sona ermesine, hem de ofansif anlamda bir kişi eksik kalmamıza neden oldu. Bu da Antalya Spor’un ekmeğine yağ sürdü tabii.
  Sabri’nin sağ taraftan yaptığı ortada topu eliyle dizi arasına sıkıştırıp 2 saniye kadar orada tutan Musa, bizleri ‘’penaltı’’ moduna  soksada İlker Meral’ın bu akşam Galatasaray lehine daha fazla olumlu düdük çalmaya niyeti yok gibiydi!
  74.dakikada Antalya Spor ceza sahasında oluşan karambolde Emre Çolak’ın rakip savunmadan dönen topuna Elmander’in yaptığı kafa vuruşu direğe takılınca bu maçla ilgili umutlarımız da yavaş yavaş yok olmaya başladı.
  Son 15 dakikalık bölümde oyuna Sercan dahil olsada beklenildiği üzere bu akşam da Galatasaray’a en ufak bir katkısı olmadı…
  Aylarca kazanan, 14 maç kaybetmeyen takımımız maalesef bu günlerden galip gelebilme sıkıntısı yaşıyor. Fatih Hoca’nın maçtan sonra söylediği gibi ‘’Nasıl ki kazanmaya alıştıysak kazanamamanın  da doğal bir durum olduğunu kabullenmek zorundayız.’’ Ancak bu kazanamama durumunun son 4 maçta 3 kez tekrarlanması ve işler iyi giderken birçoklarının beyninde ‘’acaba?’’lar yaratmaya başlaması pek hoş olmadı tabii. Hiç şüphesiz Eboue’nin yokluğu ve Baros’un sakatlığı galibiyet serisinin sonlanmasındaki en önemli 2 nedendi. Ayrıca Sercan’ın şans bulduğu maçlarda beklenileni verememesi Fatih Hoca’yı mecburen sezon başındaki kısır 4-5-1 düzenine döndürdü. Bu sistemin Galatasaray’ın hücum gücünü ciddi anlamda azalttığını artık hepimiz görebiliyoruz. Bunun içindirki 32’lik Necati 5 yıl sonra yeniden yuvasına döndürüldü. Her ne kadar bir oyuncuyu 27 yaşında yani en verimli döneminde gönderip, 32 yaşına gelip futbolunun son baharını yaşamaya başladığı günlerde yeniden transfer etmek bana pek akıllıca gelmesede, Milan Baros ya da Johan Elmander’in alternatifsizliği bu transferle ortadan kalkmış oldu. Umarım kanatlardaki bariz sıkıntıya da takım içersinden bir çare bulunurda, ligin geriye kalan 2-3 aylık kısmı bizler için kötü bir sonla noktalanmaz…
                                                                          e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar