18 Mart 2012 Pazar

Kadıköy’de Salladık, Arena’da Yıkarız

 7 Aralık akşamından sonra Galatasaraylı’sı, Fenerbahçeli’si  farketmez, herkesler bugünü, bu maçı beklemeye başlamıştı elbet. Bu doğrultuda hafta boyunca İstanbul’un iki yakasında da geri sayıma geçilmişti. Gençlerbirliği maçından sonra söylemiş olduğum gibi anlayanı, anlamayanı çok şey yazdı, çok şey çizdi. Ve nihayet saatler 20.00’ı gösterirken beklenen an gelip çatıverdi.
  Fatih Terim’in sezon başından beri her hafta üzerine biraz daha koyarak artık bir makine düzeniyle işler hale gelen yenilmez armadası, Aykut Kocaman’ın geçen sezonki görüntüsünü mumla arayan Fenerbahçe’sinin karşısındaydı.
  İlk 20 dakikalık bölümde futbolcularımızın üzerindeki rahatlık bize biraz pahalıya patladı. Aslında ben rahatlık olarak nitelendirdim ancak belki de tam tersi fazla stres yapmıştı bizim çocuklar. Ama her ne olursa olsun takımın üzerinde bir tutukluk olduğu ve saha içinde istediklerini yapamadıkları aşikardı.
  Dakikalar henüz 10’u gösterirken savunmamızın dışarı çıkacak diye bıraktığı topa yetişen Ziegler’in ceza sahamıza gönderdiği ortada Musa Sow’un yarı röveşatayla yaptığı vuruş gidebileceği en mükemmel yere gidiyordu. Muslera’nın tüm çabasına rağmen yine erken bir gol yiyyorduk ve klasik Kadıköy senaryosu bir kez daha gerçek leşiyordu.
  Golün şokunu üzerimizden atamamıştık ki, son 8 sezonda olduğu gibi yine Alex çıktı sahneye. Bir anda önünde bulduğu topa yaklaşık 30 metre mesafeden öyle bir vurdu ki, değil Muslera, kaleye 3 tane de kaleci koysanız yine çıkmazdı o top…
  Tabii artık hepimizin zihninden benzer şeyler geçmeye başlamıştı: ‘’ 4-5’e doğru gidiyoruz galiba.’’ Ancak zihinlerininden aynı şeyi geçirmemiş  kimseler bizim teknik ekip ve futbolcularmış herhalde. Çünkü 20.dakikadan itibaren önce yavaş yavaş oyunu dengelemeye, sonrasında rakip kalede pozisyonlar bulmaya, devrenin son 15 dakikalık bölümde de oyuna tamamıylen hükmetmeye başladılar.
  Engin ve Necati’yle denedik ama olmadı. Fakat sezonun yıldızı Elmander henüz tehlikeli bölgede topla buluşmamıştı. Necati’nin mükemmel ara pası ve Elmander’in vuruşu, ‘’Bu maç asıl şimdi başlıyor.’’ mesajını yolluyordu Şükrü Saraçoğlu’ndaki 55 bin sarı-laciverte.
  Golden sonraki bölümde Fenerbahçe kendi yarı alanından çıkmakta bir hayli zorlandı. Buna karşılık biz ise rakip kaleye kolay gidiyor fakat final paslarında biraz ağır kalıyorduk nedense.
  Bülent Yıldırım’ın düdüğüyle ilk devre 2-1 Fenerbahçe’nin üstünlüğüyle sona erdi ancak eğer oyun bu şekilde oynanmaya devam edecekse bu maçın böyle bitmeyeceğini de futboldan biraz olsun anlayan herkes rahatlıkla görebiliyordu.
  İkinci devre başladıktan sonra da değişen pek birşey yoktu aslında. Belli ki ‘’Aman yemeyelim’’ diyordu Aykut Kocaman. Öyle ki koskoca devrede Fenerbahçe’nin kalemizi bulan tek bir şutu oldu. O da skor 2-2’ye geldikten sonra ceza sahası içinde oluşan karambolde Baroni’nin dönerek yaptığı vuruş.
  46.dakikadan itibaren sabırla, panik yapmadan, moral bozmadan sürekli olarak rakibinin üzerine giden ve onları hataya zorlayan takımımız, yakaladığı bir kaçı net fırsatı harcasada 82.dakikada Selçuk İnan’ın 35 metreden attığı enfes şut artık gelecek golün habercisiydi bir yerde. Nitekim sadece bir dakika sonra yine Selçukla gelişen atağımızda bu oyuncumuzun ceza sahasına yaptığı ortada Elmander’in savunmanın dengesini bozması sonucu Hakan Balta’nın önüne düşen top mükemmel bir voleyle Fenerbahçe ağlarına gidiyordu nihayet. 
  ‘’Bu maç bitti.’’ havasına çok erken giren Şükrü Saraçoğlu tribünleri  adete buz kesmiş, her şey bizim istediğimiz hale gelmişti artık.
  Golden 2-3 dakika sonra yine çok organize gelişen atağımızda Engin Baytar’ın son vuruşu biraz cılız kalınca şokun şiddetini arttırmayı başaramadık. Ancak herşey bir yana, son dakikada kaçırdığımız bir gol vardı ki sanırım o an tüm Galatasaraylılar’ın yüreği acımıştır. Dakikalar 90+4’ü gösterirken kazandığımız serbest vuruşta topun başına her zamanki gibi Selçuk İnan geçiyor ve ceza sahası içine o klasik kesmelerinden bir tanesini daha gönderiyordu. Herkesi aşan topa 6 pas üzerinde Milan Baros dokunuyor, Volkan’ı geçen top hepimizin heyecan dolu bakışları arasında kaleye doğru gidiyordu. Fakat son anda Fenerbahçe’nin imdadına yetişen direk 70 dakika boyunca üstün oynadığımız karşılaşmanın bizim lehimize sonuçlanmasına ne yazık ki izin vermiyordu.
  Karşılaşmadan önce bizlere ‘’Maç 2-2 bitsin ister misiniz?’’ diye sorsalar, hiçbirimiz buna hayır demezdik herhalde. Dolayısıyla 2-0 geriye düştüğümüzü de hesaba katacak olursak şayet, 2-2’lik skor bizi yeterince tatmin etti diyebiliriz. Ancak iki takımın oynadığı futbola, Fenerbahçe’nin mükemmel başladığı karşılaşmada 20.dakikadan sonraki çaresizliğine ve de son saniyede Barosla kaçırdığımız o mucizevi pozisyona bakacak olursakta insanın içi cız etmiyor değil. Ama olsun Aslanlar.  Sizin canınız sağolsun. Bu akşam bir kez daha gösterdiniz ki, bu takım istiyor, bu takım ne olursa olsun pes etmiyor, hiçbir şartta maçı bırakmıyor ve de en önemlisi artık çok zor kaybediyor.
  Son sözüm Fenerbahçeli kardeşlerime. Bilirim sizler istatistik bilimini çok seversiniz. Tabii sadece kendi lehinize ve çıkarınıza olan durumlarda. Yalnız bilmem farkında mısınız, 2 sezondur o çok güvendiğiniz Saraçoğlunuz’da elimizden zar zor kurtuluyorsunuz.  Ama şunu unutmayın; çekirge bir sıçrar, iki sıçrar. Ayrıca her güzel istatistiğin de bu dünyadaki herşey gibi elbet bir sonu vardır. Geçen sene zorladık, bu sene salladık ama Play Off’ta emin olun şans bu kadar yanınızda olmayacaktır.
                                                                        e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar