29 Nisan 2012 Pazar

Şanssızlığı da Yenmek


 Pazar akşamının etkisini üzerimden atabilmem birçok Galatasaraylı gibi benim içinde oldukça zor oldu. Aslına bakarsak hala da tam anlamıyla atabildiğimi söyleyemem. Neyse ki  Trabzon’u yendikte, bir nebze olsun moralim yerine geldi.
  Bu akşam şunu çok net bir şekilde gördük ki, şans faktörü rakiplerimizin lehine işlemediği zaman ortaya bu tarz sonuçların çıkması kaçınılmaz oluyor. Geçen haftaki Fenerbahçe ve bu akşamki Trabzonspor karşılaşmalarını ayrı ayrı incelediğimizde oynadığımız futbolun hemen hemen aynı seviyede olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Hatta Trabzonspor takımı Fenerbahçe’yle oranla yarı alanımıza ve kalemize daha fazla geldi. İşte bu noktada bizim girdiğimiz gol pozisyonlarının en azından 1/3’ünü gole çevirebildiğimiz zaman karşımızda hiçbir takımın duramayacağı gerçeği bir kez daha ispatlanmış oldu. Ayrıca Fenerbahçe maçının ardından Fatih Hoca’nın söylemiş olduğu gibi tabiiki o top, o 3 direğin arasından her zaman geçmemezlik yapmayacaktı. Bu akşam yapmadı işte. Önemli olan şu ki, biz aynı futbolu kalan 3 maçta da ortaya koyalım.
  Karşılaşmaya oldukça hırslı ve istekli başlayan takımımız, seyirci avantajından büyük oranda yoksun Trabzonspor karşısında henüz ilk 4 dakika içersinde 3 tane net pozisyon buldu. Fakat bu pozisyonları geçen haftanın devamı niteliğinde harcamamız, ister istemez ‘’yine mi?’’ sorusunu akıllara getirdi. Fakat çok şükür ki, bu kez korkulan olmadı.
  20.dakikada son haftaların yıldızı Selçuk İnan açılışı yaptı. Bu sezon alışılagelmiş frikik gollerine, üstelik ligin ilk yarısında oynadığımız karşılaşmada golü attığı aynı noktadan, bir yenisini daha ekledi.
  Aradan sadece 2 dakika geçmişti ki, bu sefer Necati’yle geldi gol. Yine bir serbest vuruşta Selçuk’un kale sahasına gönderdiği orta, Necati’nin mükemmel kafa vuruşu sonucu 2.kez ağlarla buluştu.
  2-0’dan sonra Eboue’nin sağ taraftan sürekli bindirmeleri söz konusuydu. Rakibin ataklarında gösterdiği topu kesme becerisini bizim ataklarımıza da yansıtınca, ister istemez sahanın en dikkat çeken ismi oldu.  42.dakikada gelişen hızlı hücumumuzda da Selçuk’un harika pası sonucu Tolga’yla karşı karşıya kaldı. Düşerken yaptığı vuruş sonucu top kaleye doğru giderken işi garantiye almak isteyen Necati, gol çizgisi üzerindeki son dokunuşuyla aradaki farkı 3’e çıkardı.
  İlk yarının skoru 3-0’dı. Ancak bu tempomuzu ve arzumuzu sürdürsek ikinci devrede farkın artacağı da belirgindi.
  Nitekim, ikinci 45’e de hız kesmeden başladık. Eboue bu devrede sağ tarafı hepten otobona çevirdi artık. Öyleki, Elmander’in ara pası sonucu bir santrafor gibi kaleci Tolga’yla merkezde karşı karşıya kaldı. Ancak bu pozisyonda Tolga’yı da geçmesine rağmen topu kaleye göndermek yerine ortaya çıkarınca 4.golden olduk.
  60.dakikada Trabzonspor’un belki de kalemize ilk kez bu denli kalabalık geldiği pozisyon golle sonuçlandı. Olcan sol taraftan topu taşıdı ve Semih’ten sıyrılıp önünü boşalttı. Sonra ceza sahası çizgisi üzerindeki Colman’ı gördü. Colman’ın şık plasesi  Muslera’nın bakışları arasında ağlarla buluştu.
  Skorun 3-1’e gelmesiyle Trabzonsporlular biraz olsun umutlanmak istediysede, gecenin yıldızı Eboue buna izin vermedi. Ujfalusi’nin yaklaşık 45 metreye gönderdiği müthiş pası aynı güzellikte önüne aldı önce, sonra da sert bir vuruşla Trabzon taraftarına güzel bir 61.dakika hediyesi vermiş oldu!
  4-1’den sonra takımımız maçı bıraktı desek yanlış olmaz herhalde. Belki dosthane ilişkiler içerisinde olduğumuz Trabzonspor’a ayıp etmeme düşüncesi, belki de 3 gün sonra bir karşılaşma daha yapacak oluşumuzdan ötürü, tempoyu bir hayli düşürdük ve oyunu kendi yarı alanımızda kabul etmeye başladık.  Durum böyle olunca da sanki Trabzonspor takımı etkili olmaya başlamış gibi bir görüntü çıktı ortaya. Tabii bu bölümde Necati’yle kaçırdığımız bir gol vardı ki, 3-4 hafta öncesine, Mehmet Batdal’ın pozisyonuna götürdü bizleri…
  Dakikalar 85’i gösterirken ani gelişen Trabzonspor atağında Olcan bir anda Muslera’yla karşı karşıya kaldı. Kendisini kusursuz bir şekilde yere atışı Bülent Yıldırım’ın penaltıyı çalması için yetti de arttı bile! Açıkçası skorun 4-1 ya da 4-2 bitmesi bizim için pek bir şey farketmeyecekti. Ancak o pozisyonda Muslera oyundan atılsa, herhalde hepimizi buna çok üzülürdük. Ki madem Bülen Yıldırım pozisyona penaltı çaldı, o zaman normal şartlar altında Muslera’yı da oyundan atması gerekirdi.
  Colman’ın penaltısı aradaki farkı bir kez daha 2’ye indirdiyse de Trabzonspor’un kalan kısa süreden pek bir umudu kalmamıştı.
  Geçen hafta aldığımız üzücü mağlubiyetin ardından bugün Avni Aker’den böylesine bir skorla dönmek bizim için çok büyük bir moral oldu. Önümüzdeki 2 karşılaşmayı da içerde oynayacağımızı düşünürsek, Fenerbahçe karşılaşmasından önceki kadar olmasada şampiyonluk için bir avantajımızın olduğu muhakkak. Hele hele, bu süreçte bir Beşiktaş, bir de Trabzon deplasmanı oynayacak olan Fenerbahçe’nin alacağı bir beraberlik avantajımızın boyutunu yeniden eski seviyesine taşıyacaktır. Dolayısıyla, geçen hafta bizimle beraber olmayan futbolun şans perileri umarım şu 3 haftalık süreçte yıllardır fazlasıyla yardımcı oldukları Fenerbahçe’den bir nebze olsun ellerini ayaklarını çekerler…   
                                                                e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar

23 Nisan 2012 Pazartesi

Galiptir Bu Yolda Mağlup


‘‘Yine söylüyorum kazanacaksınız. Kazanmak için uğraşacaksınız. Ama netice ne olursa olsun, siz benim gönlümde hep kazandınız, hep şampiyonsunuz. Ve de öyle kalacaksınız. Allah yardımcınız olsun...’’
   İşte Arsenal maçından önce Fatih Hoca’nın takımına yaptığı bu son konuşmaydı belki de herşeyi apaçık anlatan. O gün gerçekten de Allah’da yardımcımız olmuş ve kazanan, bir tarihi yeniden yazan biz olmuştuk.  Keşke bugünde öyle olsaydı …
  Ne yazsam, nasıl anlatsam bugunkü tabloyu inanın bilemiyorum. Hepimizin içi kan ağlıyor, yüreği cız ediyor şu an. ‘’Neden böyle oldu be?’’ diye soruyoruz kendimize, birbirimize. Sanırım futbolu güzel kılan da bu zaten. O topun 3 direğin arasından geçip geçmemesi belirliyor herşeyi. Oynanan futbola,  topa daha çok sahip olana ya da sayısız pozisyonu değerlendiremeyene kimseler bakmıyor malesef. Sadece skora endeksli konuşuyor ülkemizin büyük kısmını oluşturan futbol şuğursuzları…
  Ancak şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, Galatasaraylı olduğum için, daha 4 yaşında Ali Sami Yen’e merhaba dediğim için, bu takımın iyi gününde mutlu olup, kötü gününde yeri gelip hüngür hüngür ağladığım için kendimle bir kez daha gurur duydum bu akşam. Ömrümün geri kalan kısmında da tereddütsüz o gururu duymaya devam edeceğim.
  Bu sezon Fenerbahçe’yle oynadığımız 3 karşılaşmanın 3’ünde de üzerindeki ya da yüreğindeki renkleri bir kenara bırakıp sadece vicdanıyla ve tarafsız gözlerle yorumlayabilenler sahada tek bir forma gördüler; sarı-kırmızı. Normal şartlar altında  böyle bir tablo varken ortada şu 3 maçtan 9 puan almamız gerekirdi. Ancak fubolun adaletsizliğinin biraz da şans ve kader faktörleriyle birleşmesi sonucu anca 4 puanda alabildik Fener’den…
  Pırıl pırıl bir İstanbul gününde, mükemmel bir kareografi şovuyla başladığımız derbi heyecanında, artık bir klasik haline geldiği üzere, yine Fenerbahçe kalemize geldiği ilk pozisyonda golü buldu. Zaten ilk yarıdaki maçı 3-1 kazanmamızın altında yatan temel gerçek, Fenerbahçe’nin biz 2-0’ı bulana kadar kalemize gelememiş oluşuydu. Emin olun, o günde ilk atağı onlar yapmış olsalar biz o maçı da kazanamazdık...
   1-0’dan sonra 90+4’te gelen bitiş düdüğüne kadar, 11 futbolcusuyla kendi yarı alanına kapanarak skoru korumak için direnen Fenerbahçe’ye karşı Galatasaray’ın bitmek tükenmek bilmeyen saldırışıydı maçın tüm hikayesi.
  İlk yarıda Necati, Melo, Elmander ve Emre Çolakla yakaladığımız net pozisyonlar golü getirmeyince ister istemez tüm ümitlerimiz 2.devreye taşındı. Ki ikinci 45 dakikanın başlamasıyla birlikte bunda ne kadar haklı olduğumuz da ortaya çıktı.
  Öyle bir tempo yaptık ki, Fenerbahçe değil kalemize gelmek, Bienvenu dahil olmak üzere hiçbir futbolcusunu yarı alanımza bile gönderemez haldeydi.
  Sağdan, soldan, ortadan geldikçe geliyor, golü bulabilmek adına her türlü varyasyonu deniyorduk. Ama ne yapsak olmuyordu. Bir türlü olmuyordu. Necati’nin 1 metreden vurduğu top Volkan’ın sırtına takılıp çizgide kaldığı an, artık az çok anlamıştım bu akşam futbolun şans perilerinin bizimle beraber olmadığını…
  Dakikalar 67’yi gösterirken ceza yayının hemen dışında kazandığımız serbest vuruşta topun başına her zaman olduğu gibi Selçuk İnan geçiyor, bizlerde doğal olarak bir kez daha nefeslerimizi tutup, gözlerimizi kapıyorduk. Kopan uğultudan sonra gözlerimizi açtığımızda  Türk Telekom Arena’da görülmeye değer bir sevinç, görülmeye değer bir tablo vardı. ‘’İşte bu maç asıl şimdi  başlıyor’’dedim kendi kendime.
  68 ila 75.dakikalar arası öyle bir bölüm izledik ki, Fenerbahçe takımı 1 1 kişiyle ceza sahası içine dizilmiş, buna rağmen Galatasaray periyodik olarak her 30 saniyede bir %100’lük gol pozisyonlarına giriyor fakat meşin yuvarlağı o 3 diğerin arasından bir türlü geçiremiyordu.
  Bir ara kamera Volkan’ı çekti. Yüzünde öyle bir ifade vardı ki, inanın bana o ifade çaresizliğin ve tükenişin ifadesiydi.
  Artık Fatih Hoca’nın Milan Baros’u oyuna sokması için yalvarıyordum adeta. Çünkü adım gibi biliyordum ki, Baros sahada olsa kesinlikle o pozisyonlardan bir tanesini gole çevirecekti. Ama Hoca almadı. Malesef 78 dakika bekledi Baros gibi bir son vuruş ustasını oyuna almak için.
  Her şeye rağmen Baros oyuna girdiğinde içimde hala büyük bir umut barındırıyordum. Ancak sadece 1 dakika sonra Miroslav Stoch hepsini yerle bir etti. 1-1’in bile bize fazlasıyla yeteceğini unutan Fatih Hoca ve futbolcularımız cümbür cemaat gol atmaya odaklanınca Fenerbahçe’nin ani gelişen atağı, Semih ve Ujfalusi’nin bireysel hatalarının da yardımıyla ne yazık ki takımımızı bir kez daha yenik duruma düşürdü.
  Tek kelimeyle yıkılmıştık. Sözün bittiği yerdi işte. Hem galibiyet için bugün herşeyi yapan takımımız, hem de tribünlerdeki 55 bin aslan moralman dibe vurmuştu artık.
  Milan Baros’un 6 pas üzerinden yaptığı kafa vuruşu da direği yalayarak auta gidince, bir kez daha Fenerbahçe bizi hiçbir şey oynamadan, futbol adına en ufak bir görsellik sunmadan yenmiş oldu.
  Ben artık bu durumu tek bir şekilde açıklıyorum: Allah bizim kazanmamızı istemiyor. Ya da başka bir deyişle Fenerbahçe’nin kazanmasını istiyor. Dünya’nın neresine giderseniz gidin, kaleye 28 tane şut çeken, 7-8 tane %100’lük gol kaçıran, artık 1 metreden, 2 metreden bile topu kaleye sokmayı beceremeyen bir takımın o maçı mağlup bitirmesi anca bu şekilde açıklanabilir çünkü.
  Evet sevgili dostlar, işte sonunda ligimize o çok istediğiniz renk ve heyecan geldi. Artık şampiyonluk için hiçbir avantajımız yok. Kısacası tüm şartlar eşit. 34 hafta boyunca verdiğimiz emeğin, alın terinin karşılığı olan 9 puanlık avantajımızı kurduğunuz dahiyane sistemle tek maçta yok ettiniz işte. Kendinizle ne kadar gurur duysanız azdır bence! Ancak şunu da unutmayın, futbolun adaleti olmayabilir ama Allah’ın adaleti çok büyüktür. Dolayısıyla, tıpkı 2006’da, 2008’de olduğu gibi verilen onca emeğin karşılığının istediğimiz, hakettiğimiz şekilde karşımıza geleceğine ben tüm kalbimle inanıyorum.
                                                                   e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar

17 Nisan 2012 Salı

Şampiyonluk MELOdileri

  Ağustos ayından beri merakla beklediğimiz eski adıyla Play-Off, yeni adıyla Süper Final’e hafta sonu itibariyle nihayet kavuştuk. Aslında açılış bizim maçla olacaktı ancak Cumartesi günkü bitmek tükenmek bilmeyen yağmur izin vermedi buna. Dolayısıyla sarı-kırmızıya kavuşmak için 48 saat daha beklemek zorunda kaldık.
  Dün Fenerbahçe’nin Trabzonspor’u oldukça rahat bir şekilde geçmesi, bugün takımımız üzerinde illaki psikolojik bir baskı oluşturmuştur. Çünkü haftalardır 9 puan gerimizden gelin rakibimizin bir anda aradaki farkı 2’ye indirmesi tabiiki can sıkıcı bir durumdu. Ancak neyseki, bu akşam herşey istediğimiz doğrultuda gitti.
  Cumartesi’ne nazire yaparcasına pırıl pırıl bir bahar akşamında başlayan karşılaşmada, ilk 10-15 dakika kendi sahamıza hapsolduk desek yeridir. Ancak Beşiktaş takımının kurduğu bu yoğun baskı golü getirmeyince bir nebze olsun toparlanmaya ve oyunu dengelemeye başladık.
  Beşiktaş takımı da ilk 15 dakikada yaptığı o yüksek tempodan ötürü yorulmuş olacak, biraz soluklanma düşüncesiyle oyunda kısmende olsa vites düşürdü. Bu durum yavaş yavaş pozisyonlar bulmaya başlamımızı sağladı.
  İlk ciddi pozisyonumuzu Elmanderle yakalasakta bu oyuncumuzun yaptığı gol vuruşu yeterli düzeyde değildi. Ancak birkaç dakika sonra, kazandığımız köşe vuruşunun devamında gelişen pozisyonda, Riera’nın ceza sahasına gönderdiği ortada Elmander’in  Rüştü’den dönen vuruşunu tamamlayan Melo skor üstünlüğünü takımına getirdi. Çok iyi oynamadığımız bir bölümde golü bulmak gerçekten müthiş oldu.
  Golden sonraki bölüm klasik bir orta alan mücadelesi şeklindeydi. İki takımın da karşılıklı pas hataları söz konusuydu. Fakat savunmamızın sezon başından beri vermediği açıkları verdiği iki pozisyon vardı ki, gerçekten gözlerimize inanamadık. Neyseki Mustafa Pektemek ve Fernandes bu ikramları gole çeviremediler.
  Hüseyin Göcek’in çalan düdüğü ilk 45 dakikanın Galatasaray lehine tamamlandığını söylerken Beşiktaş seyircisi 2.yarıda yaşanacakların fragmanını izlettiriyor gibiydi.
  2.devrenin başlamasıyla birlikte Beşiktaş yeniden yüksek bir tempo yaptı. Savunmamızın vurduğu her top tenis oynarmışcasına kendi yarı alanımıza geri dönüyordu.
  Açıkçası sezon başından beri hücum anlamındaki en etkisiz futbolumuzu oynadığımız karşılaşmada Fatih Hoca’nın oyuna bu kadar geç müdahele etmesi beni çok şaşırttı. Gerçi belli ki hoca bu akşam hücumdan ziyade savunma futboluna konsantre olmuştu. İlk devrede bulduğumuz gol de bu planı 90 dakika boyunca uygulatmasına çanak tuttu.
  Necati’nin yerine oyuna dahil olan yılların patlatamadığı yetenek Aydın, 80.dakikada öyle bir vurduki topa, kalede kim olsa çıkaramazdı. Rüştü’de çıkaramadı zaten. Çatala giden top direğin içine vurup ağlarla buluştu.
  Sezonun en kötü futboluyla 2-0’ı bulmak, ‘’Demek ki iyi futbol oynadığımız karşılaşmalarda rakipleri hallaç pamuğuna çeviricez.’’ düşüncesini zihinlerimizden geçirsede, ‘’Derbilerin favorisi olmaz’’ söylemini  unutmamakta da fayda var derim ben.  
   Son 10 dakikalık bölüm, karşılaşmanın başından itibaren takımını motive edici hiçbir desteği olmayıp tamamen hakem ve diğer saha dışı etkenlere odaklı tavrını sürdüren Beşiktaş seyircisinin kalitesini ve futbola bakış açısını gözler önüne serildiği süreçti. Sahaya girenler, Eboue’ye saldırmaya çalışanlar, polisle itip kakışanlar… Kısacası içinde öfke ve kin barındıran her şey o an İnönü Stadı’ndaydı. Özellikle ‘’Futbolu bırakın, ayaklara oynayın’’ tezahüratı kanımızı dondurdu. ‘’Vay bee buralara kadar geldik mi?’’ diye sordum kendi kendime. Tabii ben ne desem boş. Yenilgiyi kabullenmeyi hala öğrenememiş bir taraftar kitlesinden bundan fazlasını beklemek büyük haksızlık olur! Gerçi böyle olması iyi oldu. Kendi başlarını yaktılar çünkü. Muhtemelen sahalarındaki Fenerbahçe ve Trabzonspor karşılaşmalarını anca televizyondan izleyebilecekler.  
   Sonuç itibariyle Süper Final’in ilk haftasına en azından skor olarak süper bir başlangıç yapmış olduk. Aldığımız 3 puan bu akşamdan pek bir ümitli olan Fenerbahçeliler için büyük hayal kırıklığı oldu. Kalan 5 maça 5 puanlık avantajla giriyoruz ve bu 5 maçın 3’ünü de kendi sahamızda oynayacağız. Sadece bu 3 maçı kazanmamız bile şampiyon olmamız için fazlasıyla yetecek. Bu gerçeğin farkında olan Fenerbahçe, gelecek hafta Türk Telekom Arena’ya hem durumun yarattığı stres hem de normal sezonda oynanan iki karşılaşmanında çok büyük bölümünü Galatasaray’a karşı mahkum oynamış olmanın verdiği ürkeklikle gelecektir. Kısacası şu an için tüm ipler elimizde ve şamapiyonluk melodileri Cim Bom için yükseliyor…
                                                       e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar

9 Nisan 2012 Pazartesi

Şampiyonluk Provası

  Dile kolay; geride kalan 34 hafta, 306 tane karşılaşma. Bu zorlu maratonu mutlu mesut bitirenler, hayal kırıklığıyla noktalayanlar  ya da bizim gibi henüz hiçbir duygu haline bürünemeyenler… Tek gerçek, 43 yıllık 1.lig tarihinin en çalkantılı ve sıkıntılı sezonun en azından 9 takımımız için gün itibariyle sona erdiği.
  Olaya Galatasaray açısından bakmak gerekirse, ortada yadsınamayacak bir başarı var bence. Bir takım düşünün ki, bir önceki sezonu 8.olarak tamamlasın. Aynı sezon içersinde alışılagelmemiş üzere 3 tane teknik direktör değiştirsin. Sonrasında yepyeni bir yönetim, yepyeni bir teknik kadro ve yapılan onca transferle yeni sezona başlasın. Tabii onca dezavantajı içinde barındıran bu tabloda birçoklarımız ‘’Bu sezon ilk üçe oynayalım, sezon sonunda da play off’a girelim, yeter de artar bize. Ne de olsa bu sezon geçiş dönemi’’ diye düşünürken, bu takım Fenerbahçe’ye 9, Trabzonspor’a 21, Beşiktaş’a da 22 puan fark atarak 34 haftalık maratonu ligin en çok gol atan ve en az gol yiyen takımı olarak zirvede tamamladı. Hiç kuşkusuz, bu başarıda en püyük sahibi Fatih Hocamız’dır. Eğer takımın başına yerli-yabancı farketmez başka bir teknik direktör getirilmiş olsaydı, eminim puan cetvelindeki yerimiz ve şu an konuştuklarımız çok daha farklı olacaktı. Ayrıca Semih Kaya ve Emre Çolak gibi Türk futboluna rahatlıkla 10-15 yıl hizmet edecek iki genç yeteneği de kazanmamış olacaktık. Dolayısıyla 34 haftalık maratonda takımımızı yeniden ayağa kaldıran, bizlerin yüzünü yıllar sonra tekrar güldüren Fatih Hocamız’a sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.
  Bu akşama gelecek olursak, aslında sonucu önceden belli bir karşılaşma oynandı diyebiliriz. Her ne kadar hafta arasında yaşanan Melo-Riera kavgası biraz tadımızı kaçırıp, bazılarının küçücükde olsa umutlanmasına vesile olsada, lider normal sezonun son karşılaşmasında da kendisine yakışacak şekilde oynadı. Bu güzel akşamda futbola yakışmayacak tek şey ise Yiğit İncedemir’ın tamamen rakibi sakatlamak üzerine kurulu futboluydu! Böyle bir futbol anlayışıyla bu maçı tamamlayabilmesi pek mümkün değildi. Zaten tamamlayamadı da. Gelecek sezon Bank Asya’da umarım sadece futbol oynamaya konsantre olursun Yiğit….
  İlk 45 dakikada ‘’Nasıl olsa kazanırız’’ düşüncesiyle biraz gevşek davrandık. Ancak yine de rakip kalede pozisyonlar bulan ve oyuna hükmeden taraftık. Takımda yolunda gitmeyen tek bir şey vardı; Sabri… Açıkçası Fatih Hoca’nın hala kendisinden birşeyler bekliyor oluşu biraz şaşırttı beni. Nitekim bu akşam o da hocasına bu beklentisinden vazgeçmesi gerektiğini göstermiş oldu. Zaten iki devreyi ayrı ayrı ele alacak olursak, her zaman söylemiş olduğum gibi Galatasaray’ı yıllardır bozan şeyin Sabri olduğunu bir kez daha görmüş olduk…
  Sabri’nin oyundan çıkışı, belki de 7 senedir kullanmayı beklediğimiz cümleyle ‘’son haftaların formda ismi Aydın’ın’’ oyuna dahil oluşu anında meyvesini verdi ve 46.dakikada penaltı kazandık.
  Topun başına geçen sezonun en iyilerinden Selçuk, bu sezon 10.kez gol sevinci yaşıyordu.
   1-0’dan sonra 10 kişilik Manisaspor oyundaki konsantrasyonunu tamamen kaybetti. Karşılaşma iyiden iyiye Manisaspor yarı sahasında oynanmaya başladı.
  Dakikalar 77’yi gösterirken gecenin yıldızı Selçuk’un yaklaşık 30 metreden gönderdiği füze, kaleci Volkan Babacan’nın sağından ağlarla buluştu.
  2.golün üzerinden birkaç dakika geçmiştiki, bu sefer Necati’nin düşürülmesiyle bir kez daha penaltı kazanıyorduk. Vuruşu yapmak için topu Necati alsada, seyircinin yoğun Muslera tezahüratına Fatih Hoca kayıtsız kalmadı ve penaltıyı Muslera’nın kullanmasını istedi. Sevinç içersinde rakip ceza sahasına koşan Muslera, kaleci Volkan Babacan’ı terse yatırarak 8 yıllık profesyonel kariyerinde ilk kez gol sevinci yaşamış oldu.
  87.dakikaya geldiğimizde sağdan ceza sahasına giren Necati açısını kaybedince topu arka direğe Aydın’a doğru kaldırdı. Aydın’ın yaptığı kafa vuruşu ağlara doğru giderken çizgi üzerindeki Baros’tan son bir dokunuş geldi. Bu golle, herşeye rağmen hala birçoğumuzun sevgilisi olan Milan Baros, haftalar süren gol orucuna son vererek belki de Play Off öncesi moral bulmuş oldu.
  Son dakikada Emre Çolak’ın gördüğü kırmızı kart gereksiz ve sorumsuzcaydı. Birbirinden zorlu 6 karşılaşma oynayacağımız şu dönemde, Melo ve Riera’nın akıbeti de belirsizken, takımını 1 hafta bile yalnız bırakacak oluşu profesyonellikle bağdaşmayacak cinsten.
  Toparlamak gerekirse, yıllardır oynanan alışılagelmiş sistemin şampiyonu Galatasaray’dır. Yazımın başında da belirtmiş olduğum gibi sezon başındaki onca dezavantajına rağmen, Fatih Hoca’nın üstün gayretleri sonucu önce takım savunmasını öğrenen, ardında da ofansif gücünü geliştiren takımımız Play Off öncesinde taraflı tarafsız herkeslerin en büyük favorisi durumuna geldi. Sezonun ilk haftalarındaki yazılarımı takip edenler  üzerine basa basa ‘’8.-10. Haftadan itibaren gerçek Galatasaray’ı izlemeye başlayacaksınız’’ dediğimi hatırlayacaklardır. Bu tezimde haklı çıkmış olmam kendi adıma mutluluk verici. Fakat en büyük mutluluğu yani şampiyonluk sevincini yaşayabilmemiz için darısı 6 haftalık zorlu sürece inşallah.
                                                                           e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar

1 Nisan 2012 Pazar

Final Haftaları

  Geçen hafta Trabzonspor karşısında 2 puan bırakmış oluşumuz, normal sezonun son iki maçını bizim için mutlak galibiyet anlamına getirmişti. Fenerbahçe’nin yarın akşam Avni Aker cehennemine çıkacak oluşunu da hesaba katarsak, bugün Ordu’yu yenmek belki de şampiyonluk yolunda dev bir adım atmak demekti.
   Kış mevsimini yavaş yavaş geride bırakmaya başladığımız şu günlerde, pırıl pırıl bir İstanbul akşamında, 45 bin taraftarının huzuruna geçen haftaki onbiriyle çıkıyordu takımımız. Baros ve Necati’nin son maçlardaki etkisiz görüntüsü kafalarda soru işaretleri oluştursada, ‘’Ne yapar eder Culio’suz, Stancu’suz Orduspor’u bir şekilde yeneriz.’’ diye telkinler veriyorduk kendi kendimize.
   Karşılaşmaya oldukça hızlı başlayan takımımız, henüz 6.dakikada Necati’nin yaklaşık 30 metreden attığı müthiş golle 1-0’lık üstünlüğü yakaladı. Erken gelen golle Türk Telekom Arena tribünleri adeta çılgına döndü. Hatta karşılaşmayı farklı kazanacağımız hissine kapıldılar. Ancak 1-0’dan sonra oldukça sıkıcı ve zevksiz bir karşılaşma izlemeye başladık. Özellikle benim gibi görsel bir şölen bekleyen taraftarların hevesi kursağında kaldı.
  İlk devrenin son düdüğü çaldığında, Orduspor takımı kalemizde tek bir tehlike dahi yaratamamış, buna karşılık biz ise Necati’yle iki net fırsattan yararlanamamıştık.
  Bu arada Milan Baros 45 dakika boyunca vasatında altında bir performans sergiledi. Değil gol atmak, ayakta durmaya dermanı yok gibiydi. Fatih Hoca’da onun bu haline anca 45 dakika tahammül edebildi. Benim tanıdığım Fatih Terim, Baros’u sezon sonuna kadar çok mecbur kalmadığı takdirde oynatmaz bundan sonra.
  İkinci 45 dakikaya Baros’un yerine başlayan isim Sabri oldu. Belli ki, tribündeki eşinin ve oğlunun hatrına hocası kıyak geçti kendisine.
   Sabri’de iyi motive olmuş olacak, takıma alışılagelmemiş bir şekilde dinamizm getirdi. Devrenin ortalarına doğru da Engin Baytar’ın ceza sahasına yerden gönderdiği ortada bir santrafor misali önce topu 6 pas üzerinde kontrol etti, ardından da kalecinin yanından filelere gönderdi.
   İyi oynamadığımız bir karşılaşmada 2 farklı üstünlüğü yakalamış olmak her şeye rağmen sevindiriciydi. Ancak bugün top oynamaya zaten pek niyeti olmayan futbolcularımız, skor da hazır 2-0 olmuşken fırsattan istifade iyice bıraktılar maçı. ‘’Nasıl olsa bu Orduspor bize gol mol atamaz.’’ diye düşünüyorlardı herhalde. Nitekim öyle de oldu. Hasan Kabze’nin de oyuna dahil olmasına rağmen Orduspor takımı karşılaşmayı 0 pozisyonla tamamladı.
  Evet, bu akşam gerçekten kötü ve sıkıcı bir karşılaşma seyrettik. Bu sezonun başından beri iyi futbola olmasa bile, yüksek tempoda mücadeleye ve savaşmaya bizleri alıştıran Galatasaray, bugün birçoklarımızda hayal kırıklığı yarattı. Ancak şu da bir gerçek ki, ligin artık final haftalarına girilmişken iyi futbol falan beklediğimiz yok. Maçları bir şekilde kazanalım, şu an olduğu gibi her geçen hafta hedefe biraz daha yaklaşalım, başka bir şey istemiyoruz. Zaten bu takımın Play Off’ta çok daha üst seviyede bir performans sergileyeceğinden hiçbirimiz en ufak bir şüphe duymuyoruz. Dolayısıyla sezon başından beri bunca emek veren, Play Off sürecinde de oldukça yıpranacak olan futbolcularımızın en azından şu 1-2 haftadaki vasat performansını mazur görebiliriz diye düşünüyorum.
                                                                  e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar