28 Eylül 2012 Cuma

Bedenler Ordu'da, Akıllar Braga'da...


  Şunu çok net bir şekilde ifade etmemiz gerek; Galatasaray, Orduspor maçına hiç ama hiç konsantre olmamış. Başta Fatih Terim olmak üzere tüm teknik ekip ve futbolcularımızın aklı belli ki Braga maçındaydı bu akşam. Nasıl olsa bir şekilde yeneriz Ordu’yu diye düşünmüş olacaklar ki,  ne maça başlayan onbir ne de sonradan oyuna giren üç yedeğimiz sahada hiçbir varlık gösteremedi.
  Fatih Hoca ne zaman tıkır tıkır işleyen ya da işlemesi muhtemel olan takımın bir yerleriyle oynamaya kalksa, illa ki o hafta puan kaybediyoruz. Tıpkı bu akşam olduğu gibi…
   Sezon başından beri hiç tartışmasız bu takımın en formda ismi Umut Bulut. Hatta geride kalan süreçte sergilediği performans, Umut Bulut’un futbol kariyerinin tavan noktası olarak nitelendirildi. Dolayısıyla böylesine formda bir Umut bu akşam neden yedek kulübesindeydi?
  Johan Elmander geçen sezonki Süper Final maçlarından beri ortalarda yok. Her  hafta sahada adeta yokları oynuyor. Ancak böylesine formsuz olduğu bir dönemde Hoca’nın kendisi üzerinde bu kadar ısrarcı oluşu gerçekten anlaşılamaz cinsten... Madem ki forma hak edene verilir, Elmander’in şu haliyle formayı hak etmediğini ve yerinin yedek kulübesi olduğunu Fatih Hoca’nın artık kabullenmesi gerek. Gerçi bu akşam Galatasaray’da kim iyiydi diye sorsanız , hiçbir oyuncunun ismini söyleyemem. Takım halinde kötüydük .Hatta çok kötüydük.  Zaten Galatasaray seviyesinde takımlar ancak 11 oyuncusunun birden formsuz olduğu günlerde maç kaybederler. Çünkü 5-6 oyuncu bile iyi performans sergilese, o günkü karşılaşmayı kazanmaya yetiyor zaten. Ama bu akşamki takımda vasatın üzerinde çıkabilen bir Allah’ın kulu olmadığı için sahadan mağlubiyetle ayrılmamız kaçınılmaz oldu…
  Aydın Yılmaz bu maçta da bizleri çileden çıkarttı. Geçen sezonun 2-3 karşılaşması dışında ne zaman çıkartmadı ki zaten?  Yaa bir oyuncu 6-7 sene Galatasaray’da oynar da hiç mi üzerine bir şeyler koyamaz arkadaş? Pes diyorum, başka da bir şey demiyorum…
  Nerede geçen seneki Felipe Melo… Rakibi ısıran, rakipten top çalan, takımı atağa kaldıran, kaleye dikine giden, 40-50 metreye müthiş toplar atan, skor anlamında takımı sırtlayan Melo gitti, yerine bu saydıklarımın hemen hiçbirini yapamayan bir Melo geldi bu sezon. Tabi bu durumun oluşmasındaki en büyük neden Melo’nun neredeyse tüm yaz dönemini denize girip güneşlenerek geçirmiş oluşu. Ümid ediyorum ki ilerleyen haftalarda toparlanacaktır. Zaten toparlanmazsa vay halimize…
  Özetlemek gerekirse, akılların Salı gününde oluşunun bedelini sahadan mağlubiyetle ayrılarak ödemiş olduk. Her ne kadar tüm teknik direktörler her fırsatta ‘’Bizim için en önemli maç önümüzdeki ilk resmi maçtır.’’ deseler de, maalesef avrupa kupası maçları öncesi bizim takımlarımızda ciddi anlamda bir konsantrasyon eksikliği oluyor. Bu akşam  Galatasaray’ın konsantrasyon seviyesi de bir hayli diplerdeydi!
 Şu saatten sonra tek temennimiz şu olsun bari: Madem ki tüm oyuncularımızın aklı Braga maçındaydı, yani tamamen bu maçın havasına girmişler, o zaman Salı günü çok güzel bir futbolla 3 puanı alırlar inşallah da, bizde bu akşamki kötü futbolu ve mağlubiyeti aklımızdan silip atarız…

   e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

24 Eylül 2012 Pazartesi

Bu Alemde Tek KRAL Var


   Manchester gazisi, yorgun aslan Akhisar Belediye karşısına çıkarken birçoklarımız kadroda bir rotasyon bekliyorduk aslında. Fatih Hoca’da bu beklentilerimizi boşa çıkarmayarak sezon başından beri şans vermediği Sercan ve Riera’yla son haftaların kesiği Emre Çolak’ı ilk onbirde görevlendirmişti. Elmander ve Amrabat kulübede, Hakan Balta’yla Umut ise belki tribünde, belki evlerindeydiler.
   Karşılaşmaya beklenildiği gibi baskılı başladık. İlk dakikadan itibaren oyunu rakip yarı alana yıktık. Devrenin tamamı da cılız Akhisar atakları dışında bu şekilde oynandı.
   İki takım arasındaki güç farkının dışında, Akhisar takımının oyunu kendi yarı sahasında kabullenmesi, Galatasaray golünün er ya da geç geleceğini gösteriyordu. Nitekim öyle de oldu.
  28. dakikada Emre Çolak önce Melo’yla verkaça girdi, sonra yerden ceza sahasına kesti. Burak gelişine vurdu kaleci Oğuz’dan döndü ama ikincisinde affetmedi. Kral’ın golüyle 1-0 öndeydik.
  7 dakika sonra bu kez Kürşat’ın yaptığı büyük hatayı değerlendiren Burak, bir anda kaleciyle karşı karşıya kaldı. Kendi atabilirdi ama o Sercan’a attırmak istedi. Yuvarladı önüne. Sercan’a sadece dokunmak kalmıştı.
  Devre 2-0 sona erdi ancak daha önemlisi bu maçın bu saatten sonra bizim adımıza herhangi bir sürprizle noktalanmayacağı belliydi. Akhisar takımına mücadelesinden ötürü saygı duysak da, şu an ki görünütüsüyle ligin ilk beşe oynayan takımlarını zorlayabilmesi pek mümkün gözükmüyor. Zaten maçtan sonra hocaları Hamza Hamzaoğlu da rakiplerinin daha ziyade kümede kalmak için oynayan ekipler olduğunu belirtti.
  İkinci yarının tamamı da ilk yarının hemen hemen aynıydı. Maçı ilk 45’te koparan Manchester yorgunu takımımız, kendini fazla sıkmadan ve zorlamadan oynadı.
  58.dakikada Sercan’ın rakip yarı alana attığı müthiş pas, bu kez Hamit’i kaleci Oğuzla karşı karşıya bıraktı. Dün akşam Galatasaray’ın takımdaşlık gecesiydi herhalde ki bu kez de Hamit Burak’a attırdı. 2.golün tekrarını izledik sanki. Sadece kahramanlar farklıydı.
 3-0’dan sonra iki takım da skora razı bir görüntü çizdiler. Fatih Hoca, Yekta, Aydın ve Amrabat’ı oyuna aldı. Belki Aydın ve Amrabat yakalayacakları geniş alanlarla 1-2 gol daha bulmamızı sağlarlar dedim ama olmadı.
  Bu maçın Galatasaray adına en önemli noktası ise şu oldu: Burak Yılmaz bu takımın 1.santraforu olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Ümit ediyorum ki, Fatih Hoca'da bundan sonraki maçlarda ideal forvet ikilisi olarak artık Umut ve Burak'ı düşünür.
  Avrupa’dan dönüş maçları her zaman zor olmuştur. Bu noktadaki en büyük şansımız rakibin Akhisar Belediye oluşuydu sanırım. Zaten Fatih Hoca’ya sorsalar bu hafta kimle oynamak istersin diye,  o da Akhisar Belediye’yi seçerdi herhalde…

  e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

20 Eylül 2012 Perşembe

AHLAKSIZ HAKEM WOLFGANG STARK!


   Dile kolay, 5 yıllık bir ara. Hem de içinde olmaya çok alıştığımız, artık evimiz haline gelen bir yere. Üstelik en çok katılan üç takımdayken biriyken...
   Tabi ki Galatasaray ve Şampiyonlar Ligi’nden bahsediyorum. Kimimize göre kısa, kimimize göreyse bir hayli uzun süren bir boşluğun ardından dün nihayet yeniden o sahnedeydik. Kaderin cilvesi olsa gerek, rakibimiz de 19 yıl önce bu arenaya attığımız ilk adımda turnuvanın dışına iterek bir tarih yazdığımız Manchester United’dı.
  Normal şartlarda Manchester United kendi sahasında oynadığı her maçın rakip Barcelona ya da Real Madrid olmadığı sürece mutlak favorisidir.  Dolayısıyla dün akşam da herkesler Manchester United’ın galip gelmesini bekliyordu. Öyle de oldu. Ancak bu şekilde olmamalıydı!
  Fatih Hoca her zaman olduğu gibi dün akşam da maç saati bazı sürprizlere imza attı. Sürprizlerin büyüğü, Şampiyonlar Ligi için transferin son günü apar topar takıma dahil edilen Cris’in yerine formayı Dany’e vermesi, küçüğü ise Elmander’in yerine bu kez Burak’ı tercih etmesi oldu. Fatih Hoca durduk yere neden Dany’i oynatmaya kalkmış olabilir diye düşündüğümde, aklıma gelen tek mantıklı cevap çabukluğundan faydalanmak isteyebileceği oldu. Nitekim doğru tahmin etmişim. Müsabakanın ardından yaptığı basın toplantısında hoca da bu nedenden ötürü Dany’i tercih ettiğini belirtti.
  Karşılaşmaya oldukça hırslı ancak bir o kadar da heyecanlı ve tutuk başladık. Henüz 40.saniyede ceza sahası içinde Umut Bulut, Vidic tarafından arkadan ayak bileğine basılmak suretiyle düşürülünce hepimiz ayağa fırladık. Ancak pozisyona 10 metre mesafedeki Stark  ve daha komiği 3 metre mesafedeki çizgi hakemi penaltımızı bilerek ve isteyerek çalmadılar! Hiç kimseler kusura bakmasın, böylesine büyük bir turnuvada maç yönetecek düzeye gelmiş bir hakemin böyle bir penaltıyı, hele hele o kadar yakın mesafeden görememesi imkansız. Hadi orta hakemi geçtim, çizgi hakeminin görememesi için anca kör olması lazım. Dolayısıyla az önce de belirtmiş olduğum gibi Manchester United’ın adından korkan iki EMEK HIRSIZI penaltımızı bilerek ve isteyerek çalmadılar!
  O an penaltı verildiğini düşünsenize. Düdük çalındığı takdirde Vidic’in de oyundan atılması gerekecek. Bu durumda henüz 1.dakikada öne geçiyoruz, rakibimiz de 1 kişi eksik kalıyor. Olayın bütün seyri değişirdi ve bambaşka bir karşılaşma izlerdik. Ama dedik ya, Wolfgang Stark’ta o düdüğü ağzına götürebilecek ne yürek vardı ne de karakter!
  Zaten Umut Bulut o pozisyonda aldığı darbe sonucu sakatlandı ve oyuna devam edemedi. Henüz maçın başlarında zorunlu bir değişikliğe gitmemiz, hangi amaca hizmet ettiği açıkça belli olan Stark’ı fazlasıyla mutlu etmiştir diye umuyorum!
    Belki de bu pozisyonun etkisinde kalan takımımız ilk 15 dakikada Manchester United’ın temposuna ayak uyduramadı. Özellikle savunmamız bir hayli bocaladı. Hal böyle olunca da 8.dakikada ortada pozisyon yokken, yaptığımız bireysel hatalar zinciri sonucu saçma sapan bir gol yedik. Yalnız Allah’tan o pozisyonda top ağlarımıza gitti. Çünkü gol esnasında Muslera’nın Carrick’i çelme takarak düşürmesi de bariz penaltı ve kırmızı karttı. Zaten Carrick golü atamamış olsa bu niyeti bozuk Alman hiç tereddüt etmeden penaltıyı çalıp Muslera’yı da atardı oyundan.
  Golden sonra sanki 1993’e geri döndük. Aynı o gün olduğu gibi yine bambaşka bir Galatasaray çıktı ortaya. 30 dakika boyunca öyle bir futbol oynadık ki, herhalde tüm taraftarlarımız takımlarıyla bir kez daha gurur duymuştur. Yüklenen, tempo yapan, belli bölümlerde United takımını yarı alanına hapseden, pozisyonlara giren takımımız 2 kez direği geçemeyince maalesef soyunma odasına 1-0 geride gitti. Ancak 2.devre öncesi hepimiz mutlu ve umutluyduk.
   Nitekim umutlarımız boşa çıkmadı. 45-75 arası aynı tempoyu ve muhteşeme yakın oyunumuzu sürdürdük. Etkili olduğumuz anlar, değerlendiremediğimiz fırsatlar ve yine direğe takılan bir kafa vuruşumuz vardı.
  İlk yarıda %1500’lük penaltıyı es geçmesi gerektiği için! çalamayan Stark, ceza sahamız içinde Burak Yılmaz’ın Rafael’in beline yaptığı ufacık dokunuşu görmezden gelemezdi elbet! Karakter yoksunu Alman anında çalıverdi düdüğü…
  Ancak kendisine en güzel cevabı kalecimiz Muslera verdi. Nani’nin vuruşunda son ana kadar bekleyen kalecimiz yattı sağa ve çıkardı topu.
  Penaltı da gol olmayınca dönsün artık bu maç dedik. Gerekirse hakemleri de yenip o staddan puan ya da puanlarla ayrılmak farz olmuştu. Ancak ne yazık ki tüm çabamıza, emeğimize, azmimize, başa başa, kora kor oyunumuza rağmen olmadı. Ahlak kelimesinin sözlük anlamından bir hayli yoksun olan Wolfgang Stark, duraklama anlarında Aydın Yılmaz’ın ceza sahası içinde ayağına basılarak düşürülüşüne de ‘’devam’’ deyince karşılaşmadan 1-0’lık mağlubiyetle ayrıldık. Stark, bir yerlerine kına yakmayı unutmamıştır inşallah!
  Şimdi bir-iki paragraf takımımızın dün akşamki performansına, sonra da hakemlere değinip bu günkü yazımı noktalayacağım.
   Galatasaray takımı dün akşam alkışlanası bir performans koymuştur ortaya. Şampiyonlar Ligi gibi bir seviyede, böylesine zorlu bir ekibe karşı yapabileceğinin maksimumunu yapmış, sadece tecrübesizliğinin ve şanssızlığının kurbanı olmuştur. Unutulmasın ki dün sahaya çıkan takımın yarısından fazlası hayatında ilk kez Şampiyonlar Ligi maçı oynadı. Dolayısıyla bu şartlar altında bundan daha iyisini yapmamız beklenemezdi.  
   Bireysel performanslara bakacak olursak Muslera, Semih, Dany ve Eboue mükemmele yakın oynadılar. Keşke Hakan Balta’da onlara ayak uydurabilseydi. Çünkü maç boyunca aksayan ve sürekli açık veren tek bölgemiz orası oldu. Melo çok agresifti, rakibi sürekli rahatsız etti ama çokta pasa hatası yaptı. Hala geçen sezonki kimliğini yakalamış değil. Selçuk ve Amrabat beklediğimin biraz altında, Hamit ise üstündeydi. Burak’ta bir an olsun yerinde durmadı. Sürekli sağa sola koşular yaparak Manchester savunmasının dengesini bozmaya çalıştı. Fakat maalesef bir pozisyon dışında istediği topları alamadı.
   Sorarım size; daha önce o staddan galibiyetle ayrılan Fenerbahçe ve Beşiktaş böylesine başa başa oynayabilmişler miydi Manchester United takımıyla? Ya da bu kadar fazla sayıda net pozisyonları var mıydı?
   Canınız sağolsun Aslanlar. Hiç ama hiç önemli değil. Siz yeter ki bu futbolu oynamaya devam edin. O zaman içerdeki tüm maçlarımızı kazanır, Braga ve Cluj deplasmanlarından da en kötü beraberlikle ayrılırız.
  Son olarak Wolfgang Stark’a gelelim. Daha önce defalarca kez Şampiyonlar Ligi, Uefa Kupası ve Uefa Avrupa Ligi maçı seyretmiş bir insan olarak, bir hakemin bir takımın kaderiyle bu denli oynadığı bir başka maç hatırlamıyorum.  Alman hakem alanen çalmadığı 2 penaltı, ceza sahası çizgisi üzerinde vermediği serbest vuruş ve tüm takdir haklarını rakibimiz lehine kullanarak, dün akşam Galatasaray’ın resmen emeğini çalmış ve ART NİYETLİ hatta BOZUK KARAKTERLİ bir insan olduğunu gözler önüne sermiştir! Umarız bir daha maçlarımıza böylesine AHLAKSIZ hakemler atanmaz da şartların eşit olduğu bir ortamda daha iyisini yapabilmek için uğrarışırız…  

   e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

16 Eylül 2012 Pazar

Fark: HAMİT !


   Milli maç aralarından sonraki ilk lig karşılaşmaları her zaman zor olmuştur büyük takımlar için. Özellikle Galatasaray’ın bu anlamda ciddi sıkıntılar yaşadığı maçlara birçok kez şahitlik etmiştik. Rakip de son yıllarda oldukça zorlandığımız, hatta geçen sezon yenemediğimiz tek takım olan Antalyaspor olunca ister istemez aklımın bir köşesinden ‘’acaba?’’lar geçiyordu.
   Karşılaşmanın başlamasına 3-4 saat kala, Hamit Altıntop ateşinin yükseldiği ve bu nedenle kadrodan çıkarıldığı haberi geldi. İşte o an Galatasaray’ın maçı kazanacağına olan inancım çok daha fazla arttı. Şimdi bu yazdığıma şaşıranlar, hatta Hamitle ne alıp veremediğin var diye soranlar olacaktır. Durum şu: Ben Hamit Altıntop’un Schalke’den başlayıp Real Madrid’e kadar uzanan süreçte hiçbir zaman abartıldığı kadar büyük bir futbolcu olduğunu düşünmedim. İzlediğim her maçında da neden bu kadar şişirildiğine, abartıldığına hiçbir anlam veremedim. Bu adamın tek özelliği kuvvetli oluşu. Başka da hiçbir artısı yok. Top tekniği yüksek mi? Hayır. Golcü mü? Hayır. Asist yapma özelliği var mı? Hayır. Tek başına maç kazandırabilecek, bir takımı alıp sürükleyebilecek türden bir oyuncu mu? Yine hayır. Hayır, hayır, hayır… Kısacası bir yıldız futbolcuda olması gereken özelliklerin hiçbiri Hamit Altıntop’ta mevcut değil. Fakat, bizim yerlere, göklere çıkarmaya oldukça meyilli olan basınımıza, Bayern Münih ve Real Madrid’de çanak tutunca, sanki dünya çapında bir yıldızımız varmış ve biz bunun farkında değilmişiz gibi bir tablo çıktı ortaya.
  Kimse kimseyi kandırmasın arkadaşlar. Hamit Altıntop ne Schalke’de ne Bayern’de ne de Real Madrid’de hiçbir zaman düzenli olarak ilk onbir oynayan bir oyuncu olmadı. Sadece rotasyonun bir parçası olarak kendine yer buldu bu kulüplerde.
  Hamit’in 4 maçlık Galatasaray kariyerine bakacak olursak, geçen sezonun ‘’savunmacı’’ takımı Galatasaray, ligin en az gol yiyen takımı Galatasaray, Kalesini yanlış olmasın 17 veya 18 lig maçında gole kapatmış olan Galatasaray, takıma bir Hamit Altıntop’un monte edilmesiyle 4 resmi maçta kalesinde tam 8 gol gören, savunması evlere şenlik bir takıma dönüşüverdi bir anda.
   Şimdi de aranızdan takım gol yiyorsa bunda suç savunmadadır. Hamit’in ne kabahati var? Şeklinde sormak isteyenler olacaktır. Yediğimiz o 8 golü incelerseniz, birçoğunun pozisyon başlangıçlarında topu kaptıran ismin Hamit Altıntop olduğunu görebilirsiniz. Ayrıca goller dışında, yine tam atağa kalktığımız anlarda Hamit’in gayri ciddi hareketleri sonucu topu kaptırıp kalemizde gol tehlikeleri yaşadığımız anların sayısı da yadsınamayacak kadar fazla.
  Gelin, dün akşama dönelim. Hamit’siz Galatasaray neler yaptı ona bakalım. Atılan 4 golün dışında kaçırdığımız 7-8 tane net gol pozisyonu var. Sezon başından beri bir türlü etkili olamayan kanatlarımız Amrabat ve vasat Aydın! eşliğinde çalışır hale geldi. Dikkat edin Aydın için vasat dedim. Çünkü Aydın Yılmaz vasat bir futbolcu. Dolayısıyla oynadığı karşılaşmalarda sergilediği performanslar da 1-2 istisna dışında vasatı geçememiştir. Tıpkı dün akşam olduğu gibi.
  Kalemizde Burak Yılmaz’ın ters kafası dışında hiçbir pozisyon vermedik. Tamam rakip belki 2.devrenin tamamını bir kişi eksik oynadı ama ne olursa olsun sezon başından beri maç başına ortalama 2 gol yiyen bir takımın maçı 0 pozisyon vererek noktalaması güzel bir gelişme.
  Bunların dışında orta sahada iyi top yaptık. Özellikle savunma arkasına Selçuk’un attığı mükemmel pasları cömertçe harcadı forvetlerimiz. Selçuk’ta asist hanesine yazılabilecek 2-3 asisten oldu.
  Kısacası ofansif anlamda Fenerbahçe maçından sonraki en iyi, defansif anlamda ise hiç tartışmasız en başarılı maçımızı oynadık. Tabi bunda Cris faktörü de önemli bir etken.
  Evet sevgili Galatasaraylılar, Hamitli Galatasaray’ın yaptıkları ve yapamadıkları ortada. Hollanda ve Estonya maçlarına bakacak olursak, Hamitli milli takımın yaptıkları ve yapamadıkları da ortada. Şimdi ben susayım, kararı siz verin…
  Hamit Altıntop avrupanın her liginde onlarcası bulunabilecek, yıllardır birçoklarımızla yıldızı bir türlü barışmayan, gözümüzün önündeki kaptanımız Sabri Sarıoğlu’ndan, bu adama bu kadar para ödenir mi diye güldüğümüz Fenerbahçeli Mehmet Topuz’dan, Beşiktaş'ın ''savaşçı'' kahramanı! Veli Kavlak'tan pek de artısı olmayan, en ufak bir futbolcu estetiğini kendinde barındırmayan, ayağının burnuyla toplara vuran sıradan bir futbolcudur. Böylesine bir futbolcuya yıllık 3 milyon Euro garanti para+oynadığı her maç için 25 bin Euro, alacağı primleri falan da hesaba katarsak yılda yaklaşık 4.5-5 milyon Euro yani TL karşılığı olarak 10-11 trilyon gibi bir para ödeyecek olmak tek kelimeyle yazıktır, günahtır! Ben o paraya öyle bir santrafor alırım ki, bana her sezon 25-30 tane gol atar, ligde şampiyon yapar, avrupada da çeyrek final, yarı final oynatır. 
  Dipnot: Geçen sezonki şampiyonlukta varını yoğunu ortaya koyan ve benim nezdimde Hamit’ten iki gömlek daha klas futbolcu olan Engin Baytar'ın 400 bin Euro gibi bir rakama oynadığı unutulmasın…
  Toparlamak gerekirse Hamit Altıntop Galatasaray’ın ne sistemine uymaktadır, ne de Fatih Hoca’nın iki sezondur ısrarla üzerinde durduğu, ayağa bol pas yapabilecek orta saha üzerine kurulu oyun şablonunun bir parçası olabilecek kapasitededir. Sezon içerisinde Hamitli ve Hamitsiz Galatasaray’ı seyrettiğiniz her karşılaşmanın ardından ısrarla üzerinde durduğum bu konuda ne denli haklı olduğumu göreceksiniz.
  Son olarak Burak Yılmaz’dan bashetmek istiyorum. Hiç tartışmasız şu anki kadromuzun en yetenekli forveti. Dün akşamki performansına tek kelimeyle hayran kaldım. Bu sezon henüz hiç 90 dakika forma giymemiş olmasına rağmen, böylesine diri ve kuvvetli oluşu, ayağındaki her topu rakipten saklayışı, ikili mücadelelerin hepsinde ayakta kalması, frikikten attığı müthiş gol ve girdiği pozisyonlarla dün gece ‘’Ben bu takımın her zaman 1.santraforu olurum.’’ mesajını verdi Burak Yılmaz. Umarım bu mesaj teknik ekibimize de ulaşmıştır…

   e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

3 Eylül 2012 Pazartesi

Hattı MÜDAFAA da Yok, Sattı MÜDAFAA da Yok!


  Spor Toto Süper Lig’in dün gece itibariyle takımımız adına 3.haftası geride kaldı. Oynadığımız 3 karşılaşmada topladığımız 7 puan, kağıt üstünde iyi olarak kabul edilebilir olsa da, kalemizde gördüğümüz 6 gol, hatta Süper Kupa’da oynadığımız Fenerbahçe karşılaşmasıyla beraber 8 gol pek hayra alamet bir durum değil açıkçası. Özellikle bu 4 resmi maçın tamamında duran toptan gol ya da goller yemiş olmamız da yaklaşan Şampiyonlar Ligi öncesi ayrı bir handikap.
  Dün akşam, hafta arası çapraz bağları kopan ve 5 ay sahalardan kalacak Ujfalusi dışında geçen haftaki kadromuzdan herhangi bir eksiğimiz yoktu. O boşluğu da doğal olarak Dany ile doldurma yoluna gitti Fatih Hoca. Belki birçoklarımız Burak Yılmaz’ın artık ilk onbirde başlayacağını düşünse de son 1,5 sezonda olduğu gibi yine Elmander sahadaydı.
  Takımımız karşılaşmaya hırslı ve istekli başladı ancak bunu pozisyon bulma sayısına yansıtamadı. Devrenin belli bölümlerinde Bursaspor’da direnç gösterince oyun orta alana sıkıştı kaldı. Yani seyredenler açısından çok zevk vermeyen bir mücadeleye dönüştü.
  Allah’tan imdadımıza bir duran top yetişti. Dakikalar 24’ü gösterirken kazandığımız köşe vuruşunda Selçuk ortaladı, top Bursaspor savunmasından sekip ağlara doğru giderken çizgi üzerinde son dokunuş Umut’tan geldi.
  1-0’dan sonra ofansif anlamda biraz daha kıpırdanmaya başladık. Özellikle yine Umutla değerlendiremediğimiz çok net bir pozisyon vardı. Buna karşılık Bursaspor takımı da birkaç fırsattan yararlanamadı ve devre 1-0’lık skorla lehimize sonuçlandı.
  İkinci 45 dakika da ilk yarıya benzer bir tempoda başladı. Tek fark, Bursaspor’un doğal olarak golü biraz daha fazla düşünüyor oluşuydu. Nitekim çok geçmeden istedikleri o golü de buldular. Bu sezon bir gelenek haline geldiği üzere, bir kez daha ceza sahamız civarında yaptığımız bir faul kalemize gol olarak geri döndü. Batallia’nın orta sahasına uçarak kafayı vuran Musa Çağıran takımına eşitliği getiren isimdi.
  Skor 1-1’e gelince Fatih Hoca sahanın en etkisiz ismi Elmander’i Burakla, Emre Çolak’ı da Amrabatla değiştirdi. Neyse ki bu iki değişiklik takımımıza ciddi anlamda hareket getirdi. Özellikle Amrabat Bursaspor savunmasını oldukça rahatsız etmeye başladı. Keza Burak’ta Elmander’in 56 dakika boyunca yapamadığı çapraz koşuları son yarım saatlik bölüme sığdırdı.
  Dakikalar 72’yi gösterirken Burak’ın yine böyle bir koşusu takımımıza golü getirdi. Önce Burak vurdu kaleciden döndü, sonra Amrabat vurdu bu kez direkten döndü, baktı biz bir türlü sokamıyoruz, ben atayım bari dedi ve eski futbolcumuz Musa Çağıran topu tavana astı J
   Çok geçmeden 3.golü de bulduk ve iyice rahatladık. Bursaspor savunmasının arkasına atılan uzun topta Carsonla İbrahim arasındaki anlaşmazlığı iyi değerlendiren Amrabat topu kaptı ve bekletmeden müsait durumdaki Burak’ın önüne yuvarladı. Burak’ta sakin bir vuruşla aradaki farkı 2’ye çıkardı.
    Son 5 dakikaya 3-1 önde girmek ister istemez mutlu etmişti bizleri. Ancak yine bir köşe vuruşu, yine bir gol… Ömer Erdoğan’ın golü Bursapor’u yeniden umutlandırırken bizlere de bir kez daha saç baş yoldurtuyordu!
  Neyse ki kalan kısa sürede korkulan olmadı ve sahadan 3-2’lik skorla galip ayrılan taraf olduk.
 Yazımın başında belirtmiş olduğum gibi oynadığımız 4 resmi karşılaşmanın hepsinde duran toplardan gol yemek ve geçen sezon hiç rastlamadığımız bireysel savunma hatalarına sık sık şahit olmak şu an için en can sıkıcı noktalar. Hele hele Ujfalusi’nin uzun süre aramızda olmayacağını da hesaba katarsak, bu takımın savunmayı toplayacak ve yönetecek bir lidere ihtiyaç duyduğu aşikar. Çünkü gerek Dany gerekse de Semih Kaya yönetecek değil yönetilecek türden defans oyuncuları. Bu noktada aklıma gelen ve bu işi en iyi yapabileceğini düşündüğüm isim, transferin ilk günlerinde gündemimizi oldukça meşgul eden Cristian Chivu. Gerçi transferin bitimine sayılı saatler kala oyuncu almak çok kolay bir iş olmasa da, Şampiyonlar Ligi’nde böyle bir savunma hattıyla oldukça sıkıntılar yaşayacağımızın farkına varması gereken teknik heyetimiz ve yönetimimizin bir şeyler yapması farz niteliğinde. Her ne kadar şeker gibi bir kura çekmiş olsakta avrupa arenasında bu hataları yaparsanız, adamlar gözünüzün yaşına bakmadan sizi averaj takımına döndürüp ülkenize geri yollarlar…
  Birkaç şey de Felipe Melo için söylemek istiyorum. Dün akşam geçtiğimiz sezonun tamamında alışık olduğumuz performansına yakın bir görüntü sergiledi. Tabi ki her geçen gün daha iyi olacaktır ancak umarım bu süreç mümkün olduğunca kısa sürer. Çünkü iyi bir Melo’yla bu takımı seyretmek ayrı bir keyif veriyor.  
  Son cümlem Necati Ateş’e. Karakter, adamlık ve de en önemlisi Galatasaraylılık kelimelerinin anlamlarını son 5 sene içersinde defalarca kez bizlere öğreten ve bu nitelikleriyle benim gönlümde her zaman çok önemli bir yeri olacak olan renkdaşıma Eskişehirspor formasıyla sonsuz başarılar diliyorum. İyiki sen Galatasaraylı Necati’sin ve bizlerin gönlünde hep öyle kalacaksın… 

    e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR