Dile kolay, 5 yıllık bir ara. Hem de içinde olmaya çok
alıştığımız, artık evimiz haline gelen bir yere. Üstelik en çok katılan üç
takımdayken biriyken...
Tabi ki Galatasaray
ve Şampiyonlar Ligi’nden bahsediyorum. Kimimize göre kısa, kimimize göreyse bir
hayli uzun süren bir boşluğun ardından dün nihayet yeniden o sahnedeydik.
Kaderin cilvesi olsa gerek, rakibimiz de 19 yıl önce bu arenaya attığımız ilk
adımda turnuvanın dışına iterek bir tarih yazdığımız Manchester United’dı.
Normal şartlarda
Manchester United kendi sahasında oynadığı her maçın rakip Barcelona ya da Real
Madrid olmadığı sürece mutlak favorisidir. Dolayısıyla dün akşam da herkesler Manchester
United’ın galip gelmesini bekliyordu. Öyle de oldu. Ancak bu şekilde
olmamalıydı!
Fatih Hoca her zaman
olduğu gibi dün akşam da maç saati bazı sürprizlere imza attı. Sürprizlerin
büyüğü, Şampiyonlar Ligi için transferin son günü apar topar takıma dahil
edilen Cris’in yerine formayı Dany’e vermesi, küçüğü ise Elmander’in yerine bu
kez Burak’ı tercih etmesi oldu. Fatih Hoca durduk yere neden Dany’i oynatmaya
kalkmış olabilir diye düşündüğümde, aklıma gelen tek mantıklı cevap
çabukluğundan faydalanmak isteyebileceği oldu. Nitekim doğru tahmin etmişim.
Müsabakanın ardından yaptığı basın toplantısında hoca da bu nedenden ötürü Dany’i
tercih ettiğini belirtti.
Karşılaşmaya oldukça
hırslı ancak bir o kadar da heyecanlı ve tutuk başladık. Henüz 40.saniyede ceza
sahası içinde Umut Bulut, Vidic tarafından arkadan ayak bileğine basılmak
suretiyle düşürülünce hepimiz ayağa fırladık. Ancak pozisyona 10 metre
mesafedeki Stark ve daha komiği 3 metre
mesafedeki çizgi hakemi penaltımızı bilerek ve isteyerek çalmadılar! Hiç
kimseler kusura bakmasın, böylesine büyük bir turnuvada maç yönetecek düzeye
gelmiş bir hakemin böyle bir penaltıyı, hele hele o kadar yakın mesafeden
görememesi imkansız. Hadi orta hakemi geçtim, çizgi hakeminin görememesi için anca
kör olması lazım. Dolayısıyla az önce de belirtmiş olduğum gibi Manchester
United’ın adından korkan iki EMEK HIRSIZI penaltımızı bilerek ve isteyerek
çalmadılar!
O an penaltı
verildiğini düşünsenize. Düdük çalındığı takdirde Vidic’in de oyundan atılması
gerekecek. Bu durumda henüz 1.dakikada öne geçiyoruz, rakibimiz de 1 kişi eksik
kalıyor. Olayın bütün seyri değişirdi ve bambaşka bir karşılaşma izlerdik. Ama
dedik ya, Wolfgang Stark’ta o düdüğü ağzına götürebilecek ne yürek vardı ne de
karakter!
Zaten Umut Bulut o
pozisyonda aldığı darbe sonucu sakatlandı ve oyuna devam edemedi. Henüz maçın
başlarında zorunlu bir değişikliğe gitmemiz, hangi amaca hizmet ettiği açıkça
belli olan Stark’ı fazlasıyla mutlu etmiştir diye umuyorum!
Belki de bu
pozisyonun etkisinde kalan takımımız ilk 15 dakikada Manchester United’ın
temposuna ayak uyduramadı. Özellikle savunmamız bir hayli bocaladı. Hal böyle
olunca da 8.dakikada ortada pozisyon yokken, yaptığımız bireysel hatalar
zinciri sonucu saçma sapan bir gol yedik. Yalnız Allah’tan o pozisyonda top
ağlarımıza gitti. Çünkü gol esnasında Muslera’nın Carrick’i çelme takarak düşürmesi
de bariz penaltı ve kırmızı karttı. Zaten Carrick golü atamamış olsa bu niyeti
bozuk Alman hiç tereddüt etmeden penaltıyı çalıp Muslera’yı da atardı oyundan.
Golden sonra sanki
1993’e geri döndük. Aynı o gün olduğu gibi yine bambaşka bir Galatasaray çıktı
ortaya. 30 dakika boyunca öyle bir futbol oynadık ki, herhalde tüm
taraftarlarımız takımlarıyla bir kez daha gurur duymuştur. Yüklenen, tempo
yapan, belli bölümlerde United takımını yarı alanına hapseden, pozisyonlara
giren takımımız 2 kez direği geçemeyince maalesef soyunma odasına 1-0 geride
gitti. Ancak 2.devre öncesi hepimiz mutlu ve umutluyduk.
Nitekim umutlarımız
boşa çıkmadı. 45-75 arası aynı tempoyu ve muhteşeme yakın oyunumuzu sürdürdük.
Etkili olduğumuz anlar, değerlendiremediğimiz fırsatlar ve yine direğe takılan
bir kafa vuruşumuz vardı.
İlk yarıda %1500’lük
penaltıyı es geçmesi gerektiği için! çalamayan Stark, ceza sahamız içinde Burak
Yılmaz’ın Rafael’in beline yaptığı ufacık dokunuşu görmezden gelemezdi elbet!
Karakter yoksunu Alman anında çalıverdi düdüğü…
Ancak kendisine en güzel cevabı kalecimiz
Muslera verdi. Nani’nin vuruşunda son ana kadar bekleyen kalecimiz yattı sağa
ve çıkardı topu.
Penaltı da gol
olmayınca dönsün artık bu maç dedik. Gerekirse hakemleri de yenip o staddan
puan ya da puanlarla ayrılmak farz olmuştu. Ancak ne yazık ki tüm çabamıza,
emeğimize, azmimize, başa başa, kora kor oyunumuza rağmen olmadı. Ahlak
kelimesinin sözlük anlamından bir hayli yoksun olan Wolfgang Stark, duraklama
anlarında Aydın Yılmaz’ın ceza sahası içinde ayağına basılarak düşürülüşüne de ‘’devam’’
deyince karşılaşmadan 1-0’lık mağlubiyetle ayrıldık. Stark, bir yerlerine kına
yakmayı unutmamıştır inşallah!
Şimdi bir-iki paragraf
takımımızın dün akşamki performansına, sonra da hakemlere değinip bu günkü yazımı
noktalayacağım.
Galatasaray takımı
dün akşam alkışlanası bir performans koymuştur ortaya. Şampiyonlar Ligi gibi
bir seviyede, böylesine zorlu bir ekibe karşı yapabileceğinin maksimumunu
yapmış, sadece tecrübesizliğinin ve şanssızlığının kurbanı olmuştur. Unutulmasın
ki dün sahaya çıkan takımın yarısından fazlası hayatında ilk kez Şampiyonlar
Ligi maçı oynadı. Dolayısıyla bu şartlar altında bundan daha iyisini yapmamız
beklenemezdi.
Bireysel
performanslara bakacak olursak Muslera, Semih, Dany ve Eboue mükemmele yakın oynadılar. Keşke Hakan Balta’da onlara ayak
uydurabilseydi. Çünkü maç boyunca aksayan ve sürekli açık veren tek bölgemiz
orası oldu. Melo çok agresifti, rakibi sürekli rahatsız etti ama çokta pasa
hatası yaptı. Hala geçen sezonki kimliğini yakalamış değil. Selçuk ve Amrabat beklediğimin
biraz altında, Hamit ise üstündeydi. Burak’ta bir an olsun yerinde durmadı.
Sürekli sağa sola koşular yaparak Manchester savunmasının dengesini bozmaya
çalıştı. Fakat maalesef bir pozisyon dışında istediği topları alamadı.
Sorarım size; daha
önce o staddan galibiyetle ayrılan Fenerbahçe ve Beşiktaş böylesine başa başa
oynayabilmişler miydi Manchester United takımıyla? Ya da bu kadar fazla sayıda net
pozisyonları var mıydı?
Canınız sağolsun
Aslanlar. Hiç ama hiç önemli değil. Siz yeter ki bu futbolu oynamaya devam edin.
O zaman içerdeki tüm maçlarımızı kazanır, Braga ve Cluj deplasmanlarından da en
kötü beraberlikle ayrılırız.
Son olarak Wolfgang Stark’a
gelelim. Daha önce defalarca kez Şampiyonlar Ligi, Uefa Kupası ve Uefa Avrupa
Ligi maçı seyretmiş bir insan olarak, bir hakemin bir takımın kaderiyle bu
denli oynadığı bir başka maç hatırlamıyorum. Alman hakem alanen çalmadığı 2 penaltı, ceza
sahası çizgisi üzerinde vermediği serbest vuruş ve tüm takdir haklarını
rakibimiz lehine kullanarak, dün akşam Galatasaray’ın resmen emeğini çalmış ve ART NİYETLİ hatta BOZUK KARAKTERLİ bir insan olduğunu gözler önüne sermiştir!
Umarız bir daha maçlarımıza böylesine AHLAKSIZ hakemler atanmaz da şartların
eşit olduğu bir ortamda daha iyisini yapabilmek için uğrarışırız…
e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR