28 Ekim 2012 Pazar

Şeytanın Bacağını Kırdık


  Dile kolay, tam 5 resmi maçtır kazanamıyordu Galatasaray. Ve galibiyetle tamamlanmayan her karşılaşmanın ardından takım üzerindeki baskı ve stres artıyor, bu da oyuncularımızın kendilerine duydukları güvenin zedelenmesine yol açıyordu.
  Uzun süre kazanamamak elbette zordur. Beraberinde getirdiği birçok olumsuzluk mevcuttur çünkü. Ancak kazanamayan takım ligin şampiyonluk adaylarından biri olunca işler daha da karışık bir hal alıyor. Hele hele kaos ortamı yaratmaya oldukça meyilli basınımız, içinden çıkılamaz ortam havasını oluşturuveriyor anında....   İşte Galatasaray’ın da böyle bir noktaya sürüklenmesine ramak kalmıştı ki, Allah’tan takımımız bu akşam aldığı galibiyetle bunun önüne geçmiş oldu.
  Cluj maçında sakatlanan Elmander, Semih ve Melo’dan yoksun takımımızda bu oyuncuların görevlerini Burak Yılmaz, Cris ve Yekta üstlenmişti bugün. Özellikle Yekta için zor bir akşamdı. Tam 1 sene sonra ilk kez resmi bir karşılaşmaya onbirde başlıyordu çünkü. Ayrıca geçtiğimiz sezon üstelik hemen hemen aynı tarihlerde oynanan Kayserispor maçıyla veda ettiği onbire, yine bir Kayserispor mücadelesiyle dönmesi de ilginç bir rastlantı oldu elbet.
    Kaşılaşmaya oldukça motive ve istekli başlayan takımımız, henüz 2.dakikada Burakla golü buldu ama Cüneyt Çakır ofsayt gerekçesiyle santraya koşmadı. Bu kararında da haklıydı Cüneyt Hoca. Fakat değişen bir şey olmadı. Sadece 4 dakika sonra bu kez Umut Bulutla nizami olarak geldi gol. Hamitle girdiği verkaç sonucu ceza sahası içine doğru koşu yapan Umut, havadan gelen topu güzel bir kafa vuruşuyla ağlara göndererek bu sezonki 7.golünü kaydetti
  Golden sonra da tempomuz aynı seviyedeydi. Haftalardır, formsuz Melo’ya beraber sahada yokları oynayan Selçuk İnan, geçtiğimiz sezondan resitaller sunuyordu ilk devrede. Tabi bunda en büyük etken Yekta’nın takıma getirdiği inanılmaz dinamizdi. Yekta bir an olsun yerinde durmuyor, sahada basmadık yer bırakmıyordu. Durum böyle olunca, sezon başından beri Melo’nun arkasını toplamaktan kendi işine bakamayan Selçuk’ta bu sayede rahatlamış, haftalar sonra yeniden hücum oyuncularımıza çalışmaya başlamıştı.
  32.dakikada kazandığımız serbest vuruşta olması gerektiği gibi Selçuk geçti topun başına. Olması gerektiği gibi diyorum çünkü kaç maçtır Emre Çolak ve Hamit sağolsunlar duran topları bırakmıyorlardı Selçuk’a… Muhtemelen hafta içi basında da yazdığı üzere bu konuda Fatih Hoca’dan bir uyarı gelmişti ki, bugün hemen hemen tüm duran topları Selçuk kullandı. O pozisyonda da ceza sahası içine gönderdiği mükemmel ortaya Cris aynı güzellikte yükselince, skor tabelasına 2.golümüzü de yazdırmış olduk.
  Cris demişken belirtmek isterim, bana göre bu akşam kusursuz oynadı. Yekta ve Selçukla beraber takımın en iyisiydi. Özellikle kale sahamızda yaptığı 2-3 kritik müdahale vardı ki, hepsi %100’lük gol tehlikesiydi. Açıkçası Ujfalusi’nin sakatlanmasından bu yana bir lider eksikliği hisseden savunmamızda Cris bu akşam o görevi fazlasıyla yerine getirdi. Geldiği günden beri kendisini acımasızca eleştirenler bu akşam böyle bir performans göstermesine oldukça şaşırmışlardır herhalde. Tabi ben şaşırmadım ayrı konu. Kimse unutmasın ki, bu adam arka arkaya 7 sezon şampiyon olan Lyon takımının 4 şampiyonluğuna sezon başına ortalama 35 maçlık bir katkı yapmış, Juninho’nun ayrılmasından sonra takım kaptanlığını da üstlenmiş, neredeyse Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın toplamı kadar Şampiyonlar Ligi maçı oynamış!, 18 kez de Brezilya Milli Takım formasını terletmiş bir futbolcu. Dolayısıyla birileri hakkında eleştri yaparken ölçüyü kaçırmamaya özen gösterelim!
  Dakikalar 36’yı gösterdiğinde bu kez ‘’Kral’’ çıktı sahneye. Yine Selçuk’un mükemmel bir ara pasıyla kaleciyle karşı karşıya kalan Burak, takımını 3 farklı üstünlüğe taşıdı.
  Kalan 8-9 dakikalık bölümde birkaç gol girişimimiz daha olduysa da 4.yü bulamadık.
  Yekta Kurtuluş’un ilk 45 dakikadaki performansı gerçekten harikaydı. Her yere koştu, her yere bastı. Top çaldı, gollük paslar attı. Kısacası bir orta saha oyuncusunun yapması gereken her şeyi yaptı. Selçuk İnan’ın etkili performansında da az önce belirtmiş olduğum gibi başrol oynadı. Yekta ilk 45 dakikadaki gibi oynamaya devam ederse şayet, Melo bu haliyle takıma biraz zor girer…
  İkinci 45 dakikada ise takımımız sadece hakemin bitiş düdüğünü bekledi. Hiçbir şekilde kendilerini sıkmadan, zorlamadan oynadılar. Durum böyle olunca da biz izleyenler için biraz sıkıcı bir hal aldı karşılaşma. Fatih Hoca uzun zamandır oynatmadığı Sabri ve Ceyhun gibi oyuncularına fırsattan istifade şans verdi. Ceyhun az süre aldığı için hakkında bir şeyler söylemem güç ancak Sabri’nin henüz hazır olmadığını söyleyebilirim. Eboue’nin ikinci devrenin başlarında yine Afrika Kupası’na gideceğini hesaba katarsak, o 7-8 haftalık süreçte sağ bekin muhtemel ismi olacak Sabri’nin yavaş yavaş form tutması gerekiyor.
    Son dakikada Burak Yılmaz’ın 3 metreden kaçırdığı pozisyon dışında, birde Umutla yararlanamadığımız bir fırsatımız vardı bu devrede. Kaçırması atmaktan daha zor olan bu iki pozisyonu değerlendirebilseydik sahadan 5-0 gibi fantastik bir skorla ayrılacaktık ancak kısmet olmadı. Artık ilerleyen haftalara inşallah diyelim…
  Uzun süredir kazanamayan daha doğrusu çoğu karşılaşmada en azından iyi mücadele ettiği halde kazanamayan takımımızın bu gidişe bir son vereceği aşikardı. O da bu akşama denk geldi. Haftalar sonra bir 90 dakikayı stres ve sıkıntıdan uzak bir şekilde izlemek bizler için de güzel bir bayram hediyesi oldu. Umarım bundan sonraki karşılaşmalarda devamı gelecek bir galibiyet serisinin başlangıcını yapmışızdır bu akşam diyelim ve bugünlük son noktayı koyalım o zaman...    

         e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

24 Ekim 2012 Çarşamba

Arena'da Su Topu ...


  1992’deki Werder Bremen ve 2008’deki Bayer Leverkusen maçlarının hikayesi neyse bugünkü Cluj maçının da hikayesi aynıydı işte.
  18 Mart 1992'de pırıl pırıl bir ilkbahar günü yaşaması gerekirken İstanbul, özellikle Mecidiyeköy civarında yağan lapa lapa kar futbol oynamayı elverişsiz hale getirmiş buna rağmen 2-1 mağlup olduğu ilk karşılaşmanın rövaşında varını yoğunu ortaya koyan Galatasaray, 90.dakikada Rotariu’nun şutunda top kale çizgisi üzerinde kara takılıp kalınca   0-0’a razı olmuş ve Kupa Galipleri Kupası’na çeyrek finalde veda etmişti. Tabi aynı gün Dolmabahçe Stadı’na 1 gram bile kar yağmamış oluşu ancak takdiri ilahi olarak açıklanabilmişti….
   Tarihler 13 Şubat  2008’i gösterdiğinde ise İstanbul için bu kez soğuk bir kış günüydü. Kaderin bir cilvesi olsa gerek, tıpkı 16 sene önce olduğu gibi de kar yine sadece Mecidiyeköy’ü etkisi altına almıştı. Gözün gözü görmediği bir ortamda Bayer Leverkusen takımını tüm bu olumsuz tabloya rağmen sahadan silen Galatasaray, 14 tane net gol girişiminde bulunduğu, Hakan Şükür’ün 3 metreden, Arda Turan ve Nonda’nın 2’şer metreden, Ümit Karan’ın ise 6 pasın içinden kaçırdığı goller sonucu yine 0-0’a razı olmak zorunda kalmış, 1 hafta sonra ise Almanya’da farklı mağlup olarak tur biletini Leverkusen’e vermişti.
  Ve bugün yani 23 Ekim 2012 günü, neredeyse 5 aydır kavurucu sıcaklarla mücadele eden İstanbul’un yağmura teslim oluşu yine bizim şansımızdı... Ancak işin enteresan tarafı birçok semtte normal boyutlarda yağan yağmurun Seyrantepe semalarında bardaktan boşalırcasına yağıyor oluşuydu. Hal böyle olunca Türk Telekom Arena adeta bir baraj gölüne dönüşüverdi. Tabi, henüz 1,5 yıl önce inşaatı tamamlanmış böylesine modern bir stadın nasıl olurda dranajları ve giderleri bu suyu çekmez o da ayrı bir konu! Bu durumu açıklasak açıklasak ‘’Türk işi’’ deyimiyle açıklayabiliriz herhalde!
  Zemin böylesine berbat bir halde olunca Fatih Terim’in 1 hafta boyunca kurguladığı tüm planlar, çalıştırdığı tüm taktik varyasyonlar bir anda boşa gitti. Çünkü Galatasaray gibi oyun felsefesi ayağa bol pas üzerine kurulu bir takımın bu sahada bu anlayışını uygulaması imkansızdan da öteydi. Top hiçbir şekilde istenilen yere gitmiyor, futbolcularımız topla 5 metre dahi dribbling yapamıyordu. Böyle bir sahada oynanabilecek tek oyun şekli, sürekli olarak topu havaya kaldırarak mümkün olduğunca ceza sahası içine doğru şişirmek olabilirdi. Takımımız da ister istemez bu oyun şekline dönmek zorunda kaldı.
  Pek alışkın olmadığımız bu oyunda Elmander’in önderliğinde başarılı olmaya da başlamıştık aslında. Lakin bu karşılaşmada da rakibimizin kaleyi bulan ilk topu gol olunca 20.dakikada 1-0 geri düştük. Gerçi bu kez kaleyi bulan rakibimiz de değildi. Direk Dany attı golü!
  Bu golle zaten bozuk olan moraller tümden alt üst oldu. Çünkü futbol oynamanın imkansız olduğu bu zeminde rakibin üstünlüğü yakalayıp tamamen savunmaya çekilmesi, kazanılması zaten kolay olmayan maçı hepten zor hale getirdi.
  27.dakikada Cluj takımı 10 kişi kalınca biraz olsun umutlandık. Hemen akabinde penaltı da kazanınca şansımız dönüyor galiba dedik. Ama Melo 3-5 dakikalık umutlarımızı 1 saniyede yerle bir etti…
   Benim merak ettiğim bir şey var: Bu takımda duran topları en iyi kullanan isim kim? Hiç tartışmasız Selçuk İnan. Peki neden korner ya da frikik olunca Emre Çolakla Hamit, penaltı olunca da Melo gider atmaya? Bunun böyle olmasını Fatih Hoca istiyor herhalde ki hiçbir müdahalede bulunmuyor. Çünkü hoca ‘’Frikikler, penaltılar Selçuk’un’’dese konu kapanacak zaten!
  Melo penaltıyı kaçırdıktan sonra, tamamen skoru koruma psikolojisine bürünen Cluj’un kolay kolay hücuma çıkmayacağından emin olan Fatih Terim, Burak’ı da oyuna sokarak forveti üçlemek istediyse de 1 dakika sonra Elmander’in sakatlanarak sahayı terk etmesi ne yazık ki hocanın bu planına mani oldu. Elmander’in yerine Emre Çolak’ın girmesiyse çok anlamsızdı. Uzun top oynanan bir sahada 1.65’lik Emre Çolak’ın işi neydi?
   İlk yarı sona erdiğinde şöyle bir düşündüm: Sahayı futbol oynanmaz hale getiren yağmur, kendi kalemize gol atmamız, penaltı kaçırmamız, Elmander’in sakatlanıp çıkması ve henüz ilk 45 dakikada 2 değişiklik hakkımızı kullanmış oluşumuz… Hepsinin aynı akşama denk gelmesi biraz fazla olmadı mı acaba?
  İkinci devre başladığında ise umutlarım büyük ölçüde tükenmişti. Çünkü Umut ve Burak hiçbir şekilde kafayla top indirme becerisine sahip değildiler. Hepimizin gönüllerinden geçen şeyse ortaktı sanırım: Hakan Şükür….
  Yoktu. Maalesef ikinci bir Hakan Şükür yoktu artık Türk Futbolu’nda. Sağdan, soldan, cepheden sürekli ortalıyorduk ama ne Umut ne de Burak çıkıp bir tanesine bile vuramıyordu. Baktı ki olacak gibi değil Felipe Melo’yu bile santrafor oynatmaya başladı Fatih Hoca. İyi ki de böyle bir karar verdi zaten. En azından Umutla Burak’ın beceremediği şey olan rakibi rahatsız etme işini yapmaya başladı Melo.
  Türk Telekom Arena’da artık 2 tane yağmur vardı. Birinde gökten su damlaları düşüyordu, diğerinde ise Cluj ceza sahasına oyuncularımızın gönderdiği toplar. Fakat olmuyordu. Gol bir türlü gelmiyordu… Ta ki 77.dakikaya kadar. Soldan Amrabat öyle bir kesti ki, bunu da harcamak ayıp olurdu artık! Burak belki de kariyerinde ilk kez böylesine mükemmel çıkıyordu kafaya. Bir kule gibi yükseldi ve zınk diye koydu kafayı.
  Nihayet gelmişti gol. 3 maçtır aradığımız, beklediğimiz, özlediğimiz o gelmişti!
  Süreye baktım, daha 13-14 dakika vardı. Maçı çevirmek için gayet yeterli bir süreydi bu. Seyirci de bunun bilincindeydi ve maçın başından beri çıkarmadığı kadar yüksek bir sesle destek olmaya başlamıştı takımına.
  Amrabat geldiği günden bu yana ilk defa böylesine etkili oynamaya başlamıştı. Sürekli olarak soldan ceza sahasına doğru sokulup goldeki ortasını yineleme gayretindeydi. Bir pozisyonda da başardı bunu. Ancak Burak aynı vuruşu yapamadı.
  Ceza yayı içinde kazandığımız serbest vuruş hepimizi ayağa kaldırdı. Selçuk’un mükemmel frikik gollerinden bir yenisini daha izlemenin tam zamanıydı sanki. Ancak penaltı vuruşunda Melo’nun yaptığı gibi o da 5-10 saniyelik hevesimizi kursağımızda bıraktı...
  En net fırsatı ise 90’da Burak harcadı. Selçuk’un kullandığı serbest vuruşta 6 pasın köşesinde önüne seken topa mermi gibi vurmak istedi ama kale yerine yan ağlara nişanladı. Bu da karşılaşmanın son pozisyonu oldu zaten.
  Bu şartlar altında oynanan bir maçın ardından futbolcularımıza hiçbir şey söylenmez. Ki alkışlanacak cinsten bir mücadele örneği gösterdiler. Hiç alışık olmadıkları bir oyun şeklini oynayabilmek adına var güçleriyle çabaladılar. Ellerinden bu kadarı geldi, bu kadar becerebildiler. Tabi bundaki en büyük etken Galatasaray gibi bir takımın üst düzey bir santrafora sahip olmamasıydı.  Ünal Aysal’ın her sezon başında, sırf taraftarın gözünü boyayıp kombine satmak için ortaya attığı dünya çapında golcü vaadini ne zaman yerine getireceğini büyük bir merakla bekliyoruz! Senelerdir üst düzey bir golcüsü olmamasının bedelini gerek ligde gerekse de avrupada çok ağır şekillerde ödeyen takımımızın bu yaşadıklarının başkan ve yöneticilerimizin pek umrunda olmaması hayret edilecek cinsten! Ancak bu durum taraftarın canına yetti artık! Bugün sahada Hakan Şükür ayarında bir santraforumuz olsa bu karşılaşmayı kazanmamız işten bile değildi. Bundan sonraki karşılaşmalarda da özellikle oyunun sıkıştığı bölümlerde bu söylediklerimde ne kadar haklı olduğum tekrar tekrar çıkacaktır ortaya. Ayrıca belirtmek isterim ki, Hakan Şükür gibi efsane bir santraforda sonra bu takım taraftarını ne Umut Bulut keser ne Burak Yılmaz ne de Sercan Yıldırım…

                   e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

19 Ekim 2012 Cuma

Saplantılarından Kurtul Artık Fatih Hoca!


2 haftalık gereksiz! milli maç arası nihayet sona erdi. Gereksiz diyorum, çünkü milli takımımızın halini gördükten sonra Galatasaray’ın son dönemlerdeki vasat futbolunu bile özler olduk. Beterin beteri vardır derler ya büyüklerimiz, hakikaten de öyleymiş.
  Açıkçası bu akşam Gençlerbirliği karşısında 3 puan alacağımızdan bir hayli umutluydum. Çünkü oynadığımız son 3 resmi karşılaşmayı kazanamadığımız için en azından şu sıralar puan kaybetme lüksümüz kalmadığını düşünüyordum. Ancak ne yazık ki yanılmışım. Çünkü galibiyet alamadığımız resmi maç sayısı an itibariyle dörde çıktı…
  Şimdi neden buralara geldik, bir anda nasıl dibe vurduk isterseniz bunlardan bahsedelim biraz.  
  Öncelikle benim şahsi fikrim, bir önceki sezonu şampiyonlukla tamamlamış ve kadrosunu da tamamen korumuş bir takımın çok fazla transfer yapmasına ihtiyaç yoktur. Dünya çapında 1-2 yıldız getirip takımınızın kalitesini en azından bir seviye daha yukarıya taşıyacaksınız eyvallah. Fakat sadece Türkiye Ligi standartlarında ‘’iyi futbolcu’’ olarak nitelendirilebilecek, avrupa futbolunda  piyasası olmayan birçok ismi başarılı takımınıza monte etmeye kalkarsanız, bir süre sonra o takım şanzumanı bozuk araba gibi stop eder. Tıpkı şu an Galatasaray’ın ettiği gibi. Sorarım sizlere; Umut Bulut, Hamit Altıntop, Burak Yılmaz, Amrabat, Dany ve Cris. Bu oyuncuların hangisi gittiği takımı alıp bambaşka noktalara sürükleyebilecek cinsten bir futbolcu? Hiçbiri değil mi? Dolayısıyla kadronuzda aynı ayar ve üzeri bir sürü futbolcu varken gidip bu isimleri transfer etmek gereksiz ve anlamsız oldu bence. Hee az önce de söylediğim gibi Kaka’yı getirebilseydi Ünal Aysal veya her şeye rağmen Ronaldinho’yu, başımız gözümüz üstüne derdik. Ama Hamit, Umut ya da diğerleri için aynı şeyleri söylememiz ne yazık ki mümkün değil…
  Geçen sezonun başlarında yeni takım olmanın yarattığı dezavantajlar neticesinde zorluklar çekmişsin hatta zaman zaman bocalamışsın. Ta ki 12.-13.haftalara kadar. Sonrasında takım birbirine alışmaya, uyum sağlamaya başlamış, giderek tüm parçalar yerine oturmuş ve sezon sonunda da başarı gelmiş. Peki oturmuş takımla devam etmek varken tekrardan yeni takım kurmaya kalkıp, ilk onbire 4-5 tane yeni oyuncu monte etmeye çabalamak ve aynı sıkıntıları bir kez daha yaşamaya zemin hazırlamak neden? Gel gör ki, geçen sezonun başlarında Antep’ten 4 yerken bile ilerisi için umut veriyordu bu takım. Fakat bu sezon her geçen hafta daha kötüye gidiyor. Her maç daha da kötü bir futbol koyuyor ortaya…
  Yine geçen sezon takımımızın en önemli özelliği zor gol yemesiydi. Nitekim ligde oynadığımız 40 maçın hemen hemen yarısını kalemizde gol görmeden tamamlamıştık. Hatta bir dönem geldi, arka arkaya 7-8 deplasman maçında kalemizi gole kapadık. Fakat bu sezon tam tersi bir tablo çıktı ortaya. İçerde-dışarda farketmez, oynadığı maçların hemen hepsinde gol yiyen bir takım olduk. Hem de 2’den, 3’ten aşağı değil. Zaten rakiplerimizin yarı alanımızda kazandığı serbest vuruşlar, %90 bizim kalemizde gol demek! Yaa sormazlar mı adama, bu takım idmanlarda hiç mi bu zafiyetini gidermek için çalışmıyor diye? Allah aşkına bir takım her maç duran toptan ya da yanlardan yapılan ortalardan gol yer mi yaa?
  En kötüsü de hiçbir maçın ardından ‘’Bugün X oyuncumuz çok iyiydi’’ diyemiyor oluşumuz. Çünkü her maç 7-8 futbolcumuz çok kötü, geri kalan 3-4 tanesi de vasat oynuyor. Geçen sezonun yıldızları Selçuk, Melo ve Muslera bile bu kadar kötü oynuyorsa bunun altında farklı nedenler var demektir. Ya takım içinde bizim bilmediğimiz problemler var ya da hepsi geçen sezonki pembe tablonun ardından çok fazla havaya girmiş… Umarım ikincisidir. Çünkü onun çözümü ilkine göre daha kolay.
   Bunların dışında Fatih Terim’in yaklaşık 15 senedir, yani Galatasaray’ın başına ilk geldiği 1996 senesinden bu yana kurtulamadığı saplantıları, takıntıları var. Bir adama kafayı takar devamlı oynatır, başka bir adama kafayı takar kesinlikle oynatmaz. Bir bakarsın hiç akla gelmeyecek bir maçta, hiç akla gelmeyecek bir oyuncuyu pat diye ilk onbire koyar. (O maçtan sonra da bir daha o futbolcunun yüzünü kimseler göremez) Veya sürekli oynattığı bir futbolcusuna bir maç kıl olur, bir daha sittin sene o futbolcu forma yüzü göremez. İşte bunlar gibi abuk subuk şeyler. Gel hocam vazgeç artık şu anlamsız ısrarlarından, takıntılarından. Kurtul, sıyrıl şu egolarından. Sürekli olarak etrafa vermeye çalıştığın ‘’Ben diğer tüm meslaktaşlarımdan farklı ve cesurum.’’ mesajı birgün çok pahalıya patlayacak sana. Bu uğurda gerek Galatasaray’ı, gerek Milli Takım’ı defalarca kez yaktın. Bunlar hiç mi ders olmadı sana?
    Hamit’te bu ısrar niye? Emre Çolak’ta, Amrabat’ta bu ısrar niye? Aydın Yılmaz’da bizlerin hiçbirimizin göremediği ne var Allah aşkına? Senin gibi futbolu yalamış yutmuş bir insan nasıl olur da Aydın Yılmaz’ı her maç kurtarıcı diye oyuna sokar? Yapma hocam Allah aşkına. Futbol temelde çok basit bir oyun. Sen dört işlem yaparak ilerle. Bırak artık işin içine türev, integral sokmayı… Senin elinde 27-28 kişilik kadro var, sen sadece 13-14 tanesiye oynuyorsun her maçı. Artık oyundan kimler çıkacak, kimler girecek bunları bile ezberledik hepimiz. Sorarım sana; Yekta’nın, Ceyhun’un, Gökhan Zan’ın, Çağlar’ın hatta Baros’un suçu günahı ne? Bu Yekta bu Melo kadar oynayamaz mı? Bu Çağlar bu Hakan Balta kadar oynayamaz mı? Sercan’ın kurtarıcı olarak oyuna girdiği maçlarda Milan Baros evinde mi oturmalıydı? Şayet bu sorularımın cevapları olumsuzsa o zaman bu adamlar neden hala bu takımda duruyorlar? Madem bu kadar yetersizler, gönder gitsin o zaman hepsini!
  Sen böyle yaparsan futbolcu sana, senin adaletine inanmaz hoca. Bilir ki ne kadar çalışırsa çalışsın, ne kadar kendini hazır tutsun yine oynamayacak, yine oynamayacak. İşte böyle bir takımdan da hayır gelmez hoca. Bunları söylemesi gereken kişi de benim gibi sadece Galatasaray sevdalısı olan bir genç değil, senin gibi 40 senesi futbola vermiş, büyük futbolcu, efsane teknik direktör olmalıydı bence….
  Evet sevgili Galatasaraylılar, şu an ki gidişat pek iyi değil. Ancak ne olursa olsun durum ümitsiz vaka da değil. Buradaki kilit rol Fatih Terim. Eğer belirtmiş olduğum konulardaki saplantılarından ve gereksiz ısrarlarından vazgeçerse, bu takım açık ara bu ligi götürür, Şampiyonlar Ligi’nde de en azından ilk 2 maçta alamadığı puanları alır. Bundan adım gibi eminim. Ama Fatih Hoca bu kafayla devam ederse biz bu ligi 3.de bitiremeyiz, Şampiyonlar Ligi’nde de 0 çekeriz…

        e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

6 Ekim 2012 Cumartesi

Ayıp Olmaya Başladı!


Doğruyu söylemek gerekirse, son 2 karşılaşmada sergilediğimiz vasat futboldan ötürü Eskişehirspor maçına çok çok umutlu bakamıyordum. Belki duygusal tarafım kazanırız diyordu ama mantığımın aynı düşüncede olmadığı da kesindi. Fakat ne olursa olsun üst üste alınan 2 mağlubiyetten sonra bugün kazanmak gerekiyordu.
  Tribünde 40 binden fazla seyirci vardı. Yani bu demek oluyor ki, seyirci takımına gönül koymamış, bilakis ‘’destek zamanı’’ olduğunu tüm cümle aleme göstermeye karar vermiş
  Karşılaşmadan 1 saat önce kadrolar açıklandığında bu hafta da savunmamızın değiştiğini gördük. Zaten geçen sezonla bu sezon arasındaki en belirgin fark istikrar! Geçen sezon her maçtan önce hepimiz Galatasaray’ın onbirini sayabiliyorduk. Ancak bu sezon durum çok farklı. Özellikle savunmada sürekli bir değişiklik söz konusu. Keza orta sahada da… Unutulmasın ki, başarı istikrarla gelir. En basiti geçen sezon istikrar vardı başarı geldi. Bu sezon istikrar yok, başarı gelir mi göreceğiz…
  Karşılaşmanın ilk dakikasından itibaren Eskişehirspor takımı onbir kişiyle savunma yapmaya başladı. Mecburiyetler dışında hiçbir şekilde kendi yarı sahalarından çıkmadılar. Belli ki Ersun Yanal Braga takımından çok etkilenmiş. Galatasaray’dan puan almanın yolunun 1960’lardan kalma ‘’Katanaçyo Savunması’’ndan  geçtiği gibi bir kanaate varmış! Açıkçası son yıllarda İstanbul’da bu kadar kapanan bir Anadolu takımı görmemiştim…
  Tabi rakip bu kadar defansif oynayınca bizim de işimiz bir hayli zorlaştı. Sürekli top çevirsek de bir türlü bir boşluk bulup pozisyona giremiyorduk. Top sürekli olarak sağdan sola, soldan sağa gitti geldi. Dikine oynamaya çalıştığımız anlarda ise masa tenisi oynarmışçasına duvara çarpıp bize geri döndü.
  Felipe Melo sezon başından beri her maçta olduğu gibi bu akşam da tel tel döküldü. Hatta bu sefer dökülmekten ziyade rezaletti! Özellikle ilk 45 dakikada beni bile çileden çıkarttı! Bence oyundan çıkarken kendisine 56 dakika tahammül eden Fatih Hocası’na teşekkür etmeliydi…
  İlk devre bittiğinde ‘’Bu maç böyle biter’’ diye düşündüm. Çünkü Eskişehir’in gol atmaya niyeti yoktu, bizde ise oyunun kilidini açabilecek bir çilingir…
  56’da Amrabat girince en azından biraz hareket geldi oyuna. Zaten 3 dakika sonra, Eskişehir savunmasının yaptığı ilk hatada golü bulduk. Dede’nin sektirdiği topa Burak Yılmaz mükemmel vurdu ve takımını öne geçirdi. Ancak bir duran toptan ya da bir savunma hatasından gol bulabilirdik, öyle de oldu.
  Eskişehir takımı golü yiyince doğal olarak artık rakip kaleye gitmek zorunda kaldı! Bu durum maçın başından beri bulamadığımız pozisyonları yavaş yavaş bize getirmeye başladı. Özellikle Hamit’in 1 metreden kaçırdığı bir gol vardı ki, kaçırmak atmaktan daha zor…
  Son bölüme girildiğinde Yekta-Umut değişikliğiyle skoru korumaya çalıştıysa da Fatih Hoca, ne yazık ki bunda başarılı olamadı...
   89.dakikada gelişen Eskişehirspor atağında bütün savunmamızın uyuması sonucu, Muslera’nın can havliyle yaptığı 3 tane imkansız kurtarışa rağmen! topu ağlarımızda gördük...
    Maalesef 3 maçtır sahadan galip ayrılamıyoruz. Fakat daha önemlisi takımda ciddi bir düşüş söz konusu. Pozisyona giremiyoruz, ayağa yüksek isabetle pas yapamıyoruz, ikili mücadeleler de ayakta kalamıyoruz. Özellikle Felipe Melo ve Selçuk İnan tanınmayacak haldeler. Geçen sezonki mükemmel performanslarından sonra bu sene kolay kolay bizi tatmin edemeyecekleri belliydi ancak bu kadar kötü oynamaya da hakları olmadığını düşünüyorum.
  Emre Çolak ve Hamit Altıntop ise bence futbolu beyinleriyle oynamıyorlar! Her ikiside  40 mt-45 mt hiç farketmez, her yerden kaleye vuruyorlar. Tamam uzaktan şut atmak güzel bir şeydir ancak her pozisyonda da vurulmazki arkadaş. Hele ki isabetli vuramıyorsan...
 Sanırım milli maç arası tam zamanında yetişti imdada. Belki bu 2 haftalık boşlukta biraz olsun toparlanırız. Yoksa şu an ki durumla gidişat hiç iyi gözükmüyor… 

   e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

3 Ekim 2012 Çarşamba

Şampiyonlar Ligi Ayrı Bir Dünya


 ’'Şu saatten sonra tek temennimiz şu olsun bari: Madem ki tüm oyuncularımızın aklı Braga maçındaydı, yani tamamen bu maçın havasına girmişler, o zaman Salı günü çok güzel bir futbolla 3 puanı alırlar inşallah da, bizde bu akşamki kötü futbolu ve mağlubiyeti aklımızdan silip atarız…’’
  Orduspor maçının ardından yazdığım yazıyı işte bu sözlerle tamamlamıştım. O günkü kötü futbol ve mağlubiyetten dolayı bu akşam bize iyi futbol ve galibiyet borcu vardı takımın. Ancak az önce gördük ki, meğer onlar böyle bir borçtan bihaberlermiş…
   Daha en başında söylemedik mi; ‘’Şampiyonlar Ligi ayrı bir dünya, bambaşka bir seviye.’’ diye. Bu akşam oynadığımız oyuna bakacak olursak biz bu seviyeye ayak uydurabiliyor muyuz sizce? Bana sorarsanız, özellikle basınımız tarafından çantada keklik! olarak görülen Braga takımı bile fizik olarak bizden çok ama çok ilerideydi. Dolayısıyla şu an ki halimizle bizim bu turnuvada iyi şeyler başarabilmemiz neredeyse imkansız…
  Zaten şu günden sonra ‘’Biz bu gruptan çıkarız’’ demek hayalcilikten öteye gidemez. Cluj’dan 6 puan bile alsak, içerde Manchester United’ı, deplasmanda da Braga’yı yenebilmemizi pek olası görmüyorum. Bu durumda  artık belirlememiz gereken en gerçekçi hedef, Uefa Avrupa Ligi’ni kovalamak olmalıdır.
  Maça iyi başlamışız, ilk 20-25 dakikalık bölümde oyunun mutlak hakimiyiz, rakip Braga 11 kişiyle müdafaa yapıyor. Selçuk İnan ceza sahasına doğru bir ara pas atıyor, Burak Yılmaz anlamsızca topun üzerinden atlıyor ve top rakibe geçiyor, sonra da o top dönüp kalemizde gol oluyor…
  Burak’a sormak lazım; orada topun üzerinden atlamandaki amaç neydi? diye. Ki Burak bu gereksiz hareketi maç içersinde birçok kez tekrarladı..
  Neyse öyle veya böyle golü yedik. Olabilir, sonuçta her takım gol yiyebilir. Ancak dünyanın sonu gelmiş sanki! Bütün takım bir anda durdu ve pes etti. Seyirci de onlara ayak uydurunca 5-0 geride oynuyormuşuz gibi bir tablo çıktı ortaya. Hani nerede Fatih Terim’in kaybetse bile mücadele etmekten asla vazgeçmeyecek takımı? Hani nerede takımı üzerinde her zaman itici güç olma sözü veren Galatasaray taraftarı?
  İkinci yarıya başlarken, ilk 45’te tel tel dökülen Amrabat’ı doğal olarak oyundan aldı Fatih Hoca. Açıkçası Amrabat’ın şu ana kadarki Galatasaray performansı tam bir fiyasko... Aslında bunun böyle olacağı belliydi. Çünkü ne Amrabat Galatasaray’ın aradığı türde bir oyuncu, ne de Galatasaray’ın sistemi Amrabat’a uygun bir sistem.
   Nordin Amrabat kapanmadan oynayan takımlara karşı, 4-3-3 dizilişinin ileri üçlüsünün solunda (veya sağında) çok büyük işler yapar. Ancak kapanan takımlara karşı, 4-4-2 dizilişinin solunda (veya sağında) bu akşam olduğu gibi kaybolur gider…
  Fatih Terim her zaman 4-4-2 dizilişini benimsemiş bir teknik direktördür. Çoğu zaman da bu dizilişi uygulatmakta başarılı olmuştur. Ancak dikkatlerden kaçan bir nokta var burada. Geçen sezon bu takım 4-4-2’yi oynadı ve şampiyon oldu değil mi? Tamam, gayet güzel. Peki bu takım bu sistemi oynarken orta sahasının iki kanadında kimler vardı? Emre Çolak ve Engin Baytar. Peki bu Emre Çolak ve Engin Baytar tipik kanat oyuncuları mı? Yani sürekli olarak çizgi üzerinde oynayan, dikine doğru adam eksilterek giden, sıfıra inip ortalar yapan ve de en önemlisi oyunun sadece ofansif kısmında etkili olabilen oyuncular mı? Hayır. Tam tersine, her ikiside oyunu çift yönüyle oynayan, yani savunmasına da sık sık yardım eden, adam kovalayan, top çalan, kısacası kanat oyuncusu özelliklerinden ziyade orta saha oyuncusu özelliklerine sahip olan futbolcular.
  Peki şimdi biraz daha gerilere, 1999’lara, 2000’lere gidelim mesela. Yine 4-4-2 oynayarak Uefa Kupası’nı kazanan takımın sol açığı kimdi? Emre Belözoğlu ya da Ergün Penbe. Sağ açığı kimdi? Okan Buruk ya da Ümit Davala.
  Sanırım ne demek istediğim anlaşılmıştır artık. Hee anlamayanlar için daha açık anlatayım: Nordin Amrabat bu oyun şekliyle Galatasaray Takımı’nda oynayamaz. Hele hele ki sağ açığı Hamit Altıntop olan bir takımın sol açığı kesinlikle Amrabat olmaz. Oluyorsa da ortada bir tezat, bir çelişki var demektir…
  Amrabat’ı bırakıp karşılaşmaya geri dönecek olursak, bu akşam forvetlerimizin rakip savunmayı hiç zorlayamadıklarını söyleyebilirim. Özellike Umut Bulut neredeyse topa değmeden bitirdi maçı. Burak Yılmaz’da sadece birkaç pozisyonda kafa vuruşlarıyla etkili olmaya çalıştı. Ancak belirttiğim gibi yalnızca ‘’etkili olmaya çalıştı!’’ 3 tane bomboş kafayı dağlara taşlara vurdu. Tamam, kendisinin kafa vuruşlarında pek başarılı olmadığını biliyorduk zaten ama Galatasaray Takımı’nın santraforu da en azından senede 4-5 tane kafa golü atmak zorundadır. Öyle ki, bu akşam sahada bir Ümit Karan bile olsa (Hakan Şükür’ü hiç söylemiyim zaten) herhalde en az 2 tane kafa golü bulmuştu…
  Karşılaşmanın son bölümüne gelindiğinde, rakip üzerinde kısmen de olsa baskı kurup, kanatlardan yaptığımız ortalar dışında gol pozisyonları üretemeyince iyiden iyiye demoralize olduk ve daha fazla risk alarak yüklenmeye başladık.
  Senelerdir kontra atak futbolunu benimsemiş ve belki de bunu oynamayı dünyada en iyi becerebilen takımlardan biri olan Braga, yine böyle bir pozisyonla 2.golü bularak gecenin skorunu ilan etmiş oldu…
  Bu gecenin ardından üzerinde durmak istediğim ilk şey şu: Fatih Terim 6.kez mücadele ettiği Şampiyonlar Ligi'nde her defasında hezimete uğrayarak bu turnuvayı oynamayı ne yazık ki beceremediğini gözler önüne sermiştir.
  İkinci olarak, bu takımın acilen çok üst düzey bir santrafora ihtiyacı var. Ünal Aysal, bu işlerin Sercanla, Necati’yle, Umutla, Burakla olmayacağının ve gerçekten onun tabiriyle bir ‘’çilek’’ alınması gerektiğinin artık farkına varmalı. Galatasaray Spor Kulübü başkanına, her sezon başı taraftarına dünya çapında golcü vaadinde bulunup sonrasında Avrupa’da esamesi okunmayan yerli golcüler transfer etmek pek yakışmıyor çünkü!
  Son olarak da, Hakan Ünsal’dan bu yana özlemini duyduğumuz o müthiş sol beki artık takımımızda görmek istiyoruz. Şampiyonlar Ligi’nde veya Uefa Avrupa Ligi’nde farketmez, başarı isteyen bir takımın sol beki Hakan Balta olmaz, hele hele Espanyol’un, Liverpool’un, İspanya Milli Takımı’nın ünlü sol açığı Albert Riera hiç olmaz!
  Bu takım bu sezon ligde çok büyük ihtimalle şampiyon olur ama Avrupa’da aynı başarıyı yakalaması pek mümkün gözükmüyor. Zaten başkan da sezon başında verdiği ‘’Bu sezon gruptan çıkabilirsek bunu başarı sayıcam ama çıkamazsak da başarısız olduğumuzu düşünmem’’ demeciyle aslında takımından pekte umutlu olmadığını gözler önüne sermiştir.
  Bilinmesi gerekir ki, sadece Türkiye Ligi’nde başarılı olmuş futbolcuları transfer ederek uluslararası alanda başarıyı yakalayamazsınız. Bu alanda başarı ancak dünya futbolunda kendini ispatlamış ve isim yapmış futbolcularla gelir. 
  Umarım, gelecek transfer döneminden itibaren yönetimimiz yukarıda saymış olduğum gerçeklerin farkına vararak hareket eder, Fatih Terim’de ne yapar ne eder, Şampiyonlar Ligi’nde oynatması gereken doğru futbolu belirler. Belki o zaman çok özlediğimiz hatta hasret kaldığımız o unutulmaz başarılarımızı yeniden tekrar edebiliriz işte…

  e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR