3 Ekim 2012 Çarşamba

Şampiyonlar Ligi Ayrı Bir Dünya


 ’'Şu saatten sonra tek temennimiz şu olsun bari: Madem ki tüm oyuncularımızın aklı Braga maçındaydı, yani tamamen bu maçın havasına girmişler, o zaman Salı günü çok güzel bir futbolla 3 puanı alırlar inşallah da, bizde bu akşamki kötü futbolu ve mağlubiyeti aklımızdan silip atarız…’’
  Orduspor maçının ardından yazdığım yazıyı işte bu sözlerle tamamlamıştım. O günkü kötü futbol ve mağlubiyetten dolayı bu akşam bize iyi futbol ve galibiyet borcu vardı takımın. Ancak az önce gördük ki, meğer onlar böyle bir borçtan bihaberlermiş…
   Daha en başında söylemedik mi; ‘’Şampiyonlar Ligi ayrı bir dünya, bambaşka bir seviye.’’ diye. Bu akşam oynadığımız oyuna bakacak olursak biz bu seviyeye ayak uydurabiliyor muyuz sizce? Bana sorarsanız, özellikle basınımız tarafından çantada keklik! olarak görülen Braga takımı bile fizik olarak bizden çok ama çok ilerideydi. Dolayısıyla şu an ki halimizle bizim bu turnuvada iyi şeyler başarabilmemiz neredeyse imkansız…
  Zaten şu günden sonra ‘’Biz bu gruptan çıkarız’’ demek hayalcilikten öteye gidemez. Cluj’dan 6 puan bile alsak, içerde Manchester United’ı, deplasmanda da Braga’yı yenebilmemizi pek olası görmüyorum. Bu durumda  artık belirlememiz gereken en gerçekçi hedef, Uefa Avrupa Ligi’ni kovalamak olmalıdır.
  Maça iyi başlamışız, ilk 20-25 dakikalık bölümde oyunun mutlak hakimiyiz, rakip Braga 11 kişiyle müdafaa yapıyor. Selçuk İnan ceza sahasına doğru bir ara pas atıyor, Burak Yılmaz anlamsızca topun üzerinden atlıyor ve top rakibe geçiyor, sonra da o top dönüp kalemizde gol oluyor…
  Burak’a sormak lazım; orada topun üzerinden atlamandaki amaç neydi? diye. Ki Burak bu gereksiz hareketi maç içersinde birçok kez tekrarladı..
  Neyse öyle veya böyle golü yedik. Olabilir, sonuçta her takım gol yiyebilir. Ancak dünyanın sonu gelmiş sanki! Bütün takım bir anda durdu ve pes etti. Seyirci de onlara ayak uydurunca 5-0 geride oynuyormuşuz gibi bir tablo çıktı ortaya. Hani nerede Fatih Terim’in kaybetse bile mücadele etmekten asla vazgeçmeyecek takımı? Hani nerede takımı üzerinde her zaman itici güç olma sözü veren Galatasaray taraftarı?
  İkinci yarıya başlarken, ilk 45’te tel tel dökülen Amrabat’ı doğal olarak oyundan aldı Fatih Hoca. Açıkçası Amrabat’ın şu ana kadarki Galatasaray performansı tam bir fiyasko... Aslında bunun böyle olacağı belliydi. Çünkü ne Amrabat Galatasaray’ın aradığı türde bir oyuncu, ne de Galatasaray’ın sistemi Amrabat’a uygun bir sistem.
   Nordin Amrabat kapanmadan oynayan takımlara karşı, 4-3-3 dizilişinin ileri üçlüsünün solunda (veya sağında) çok büyük işler yapar. Ancak kapanan takımlara karşı, 4-4-2 dizilişinin solunda (veya sağında) bu akşam olduğu gibi kaybolur gider…
  Fatih Terim her zaman 4-4-2 dizilişini benimsemiş bir teknik direktördür. Çoğu zaman da bu dizilişi uygulatmakta başarılı olmuştur. Ancak dikkatlerden kaçan bir nokta var burada. Geçen sezon bu takım 4-4-2’yi oynadı ve şampiyon oldu değil mi? Tamam, gayet güzel. Peki bu takım bu sistemi oynarken orta sahasının iki kanadında kimler vardı? Emre Çolak ve Engin Baytar. Peki bu Emre Çolak ve Engin Baytar tipik kanat oyuncuları mı? Yani sürekli olarak çizgi üzerinde oynayan, dikine doğru adam eksilterek giden, sıfıra inip ortalar yapan ve de en önemlisi oyunun sadece ofansif kısmında etkili olabilen oyuncular mı? Hayır. Tam tersine, her ikiside oyunu çift yönüyle oynayan, yani savunmasına da sık sık yardım eden, adam kovalayan, top çalan, kısacası kanat oyuncusu özelliklerinden ziyade orta saha oyuncusu özelliklerine sahip olan futbolcular.
  Peki şimdi biraz daha gerilere, 1999’lara, 2000’lere gidelim mesela. Yine 4-4-2 oynayarak Uefa Kupası’nı kazanan takımın sol açığı kimdi? Emre Belözoğlu ya da Ergün Penbe. Sağ açığı kimdi? Okan Buruk ya da Ümit Davala.
  Sanırım ne demek istediğim anlaşılmıştır artık. Hee anlamayanlar için daha açık anlatayım: Nordin Amrabat bu oyun şekliyle Galatasaray Takımı’nda oynayamaz. Hele hele ki sağ açığı Hamit Altıntop olan bir takımın sol açığı kesinlikle Amrabat olmaz. Oluyorsa da ortada bir tezat, bir çelişki var demektir…
  Amrabat’ı bırakıp karşılaşmaya geri dönecek olursak, bu akşam forvetlerimizin rakip savunmayı hiç zorlayamadıklarını söyleyebilirim. Özellike Umut Bulut neredeyse topa değmeden bitirdi maçı. Burak Yılmaz’da sadece birkaç pozisyonda kafa vuruşlarıyla etkili olmaya çalıştı. Ancak belirttiğim gibi yalnızca ‘’etkili olmaya çalıştı!’’ 3 tane bomboş kafayı dağlara taşlara vurdu. Tamam, kendisinin kafa vuruşlarında pek başarılı olmadığını biliyorduk zaten ama Galatasaray Takımı’nın santraforu da en azından senede 4-5 tane kafa golü atmak zorundadır. Öyle ki, bu akşam sahada bir Ümit Karan bile olsa (Hakan Şükür’ü hiç söylemiyim zaten) herhalde en az 2 tane kafa golü bulmuştu…
  Karşılaşmanın son bölümüne gelindiğinde, rakip üzerinde kısmen de olsa baskı kurup, kanatlardan yaptığımız ortalar dışında gol pozisyonları üretemeyince iyiden iyiye demoralize olduk ve daha fazla risk alarak yüklenmeye başladık.
  Senelerdir kontra atak futbolunu benimsemiş ve belki de bunu oynamayı dünyada en iyi becerebilen takımlardan biri olan Braga, yine böyle bir pozisyonla 2.golü bularak gecenin skorunu ilan etmiş oldu…
  Bu gecenin ardından üzerinde durmak istediğim ilk şey şu: Fatih Terim 6.kez mücadele ettiği Şampiyonlar Ligi'nde her defasında hezimete uğrayarak bu turnuvayı oynamayı ne yazık ki beceremediğini gözler önüne sermiştir.
  İkinci olarak, bu takımın acilen çok üst düzey bir santrafora ihtiyacı var. Ünal Aysal, bu işlerin Sercanla, Necati’yle, Umutla, Burakla olmayacağının ve gerçekten onun tabiriyle bir ‘’çilek’’ alınması gerektiğinin artık farkına varmalı. Galatasaray Spor Kulübü başkanına, her sezon başı taraftarına dünya çapında golcü vaadinde bulunup sonrasında Avrupa’da esamesi okunmayan yerli golcüler transfer etmek pek yakışmıyor çünkü!
  Son olarak da, Hakan Ünsal’dan bu yana özlemini duyduğumuz o müthiş sol beki artık takımımızda görmek istiyoruz. Şampiyonlar Ligi’nde veya Uefa Avrupa Ligi’nde farketmez, başarı isteyen bir takımın sol beki Hakan Balta olmaz, hele hele Espanyol’un, Liverpool’un, İspanya Milli Takımı’nın ünlü sol açığı Albert Riera hiç olmaz!
  Bu takım bu sezon ligde çok büyük ihtimalle şampiyon olur ama Avrupa’da aynı başarıyı yakalaması pek mümkün gözükmüyor. Zaten başkan da sezon başında verdiği ‘’Bu sezon gruptan çıkabilirsek bunu başarı sayıcam ama çıkamazsak da başarısız olduğumuzu düşünmem’’ demeciyle aslında takımından pekte umutlu olmadığını gözler önüne sermiştir.
  Bilinmesi gerekir ki, sadece Türkiye Ligi’nde başarılı olmuş futbolcuları transfer ederek uluslararası alanda başarıyı yakalayamazsınız. Bu alanda başarı ancak dünya futbolunda kendini ispatlamış ve isim yapmış futbolcularla gelir. 
  Umarım, gelecek transfer döneminden itibaren yönetimimiz yukarıda saymış olduğum gerçeklerin farkına vararak hareket eder, Fatih Terim’de ne yapar ne eder, Şampiyonlar Ligi’nde oynatması gereken doğru futbolu belirler. Belki o zaman çok özlediğimiz hatta hasret kaldığımız o unutulmaz başarılarımızı yeniden tekrar edebiliriz işte…

  e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR