’'Şu saatten sonra tek temennimiz şu olsun bari: Madem ki tüm
oyuncularımızın aklı Braga maçındaydı, yani tamamen bu maçın havasına
girmişler, o zaman Salı günü çok güzel bir futbolla 3 puanı alırlar inşallah
da, bizde bu akşamki kötü futbolu ve mağlubiyeti aklımızdan silip atarız…’’
Orduspor maçının
ardından yazdığım yazıyı işte bu sözlerle tamamlamıştım. O günkü kötü futbol ve
mağlubiyetten dolayı bu akşam bize iyi futbol ve galibiyet borcu vardı takımın.
Ancak az önce gördük ki, meğer onlar böyle bir borçtan bihaberlermiş…
Daha en başında söylemedik mi; ‘’Şampiyonlar
Ligi ayrı bir dünya, bambaşka bir seviye.’’ diye. Bu akşam oynadığımız oyuna
bakacak olursak biz bu seviyeye ayak uydurabiliyor muyuz sizce? Bana sorarsanız, özellikle basınımız tarafından çantada keklik! olarak görülen Braga takımı bile fizik olarak bizden çok ama
çok ilerideydi. Dolayısıyla şu an ki halimizle bizim bu turnuvada iyi şeyler
başarabilmemiz neredeyse imkansız…
Zaten şu günden
sonra ‘’Biz bu gruptan çıkarız’’ demek hayalcilikten öteye gidemez. Cluj’dan 6
puan bile alsak, içerde Manchester United’ı, deplasmanda da Braga’yı
yenebilmemizi pek olası görmüyorum. Bu durumda artık belirlememiz gereken en gerçekçi hedef,
Uefa Avrupa Ligi’ni kovalamak olmalıdır.
Maça iyi başlamışız,
ilk 20-25 dakikalık bölümde oyunun mutlak hakimiyiz, rakip Braga 11 kişiyle
müdafaa yapıyor. Selçuk İnan ceza sahasına doğru bir ara pas atıyor, Burak Yılmaz
anlamsızca topun üzerinden atlıyor ve top rakibe geçiyor, sonra da o top dönüp
kalemizde gol oluyor…
Burak’a sormak lazım; orada topun üzerinden atlamandaki amaç neydi? diye. Ki Burak bu gereksiz
hareketi maç içersinde birçok kez tekrarladı..
Neyse öyle veya
böyle golü yedik. Olabilir, sonuçta her takım gol yiyebilir. Ancak dünyanın
sonu gelmiş sanki! Bütün takım bir anda durdu ve pes etti. Seyirci de onlara
ayak uydurunca 5-0 geride oynuyormuşuz gibi bir tablo çıktı ortaya. Hani nerede
Fatih Terim’in kaybetse bile mücadele etmekten asla vazgeçmeyecek takımı? Hani
nerede takımı üzerinde her zaman itici güç olma sözü veren Galatasaray
taraftarı?
İkinci yarıya başlarken,
ilk 45’te tel tel dökülen Amrabat’ı doğal olarak oyundan aldı Fatih Hoca.
Açıkçası Amrabat’ın şu ana kadarki Galatasaray performansı tam bir fiyasko...
Aslında bunun böyle olacağı belliydi. Çünkü ne Amrabat Galatasaray’ın aradığı türde
bir oyuncu, ne de Galatasaray’ın sistemi Amrabat’a uygun bir sistem.
Nordin Amrabat kapanmadan oynayan takımlara karşı,
4-3-3 dizilişinin ileri üçlüsünün solunda (veya sağında) çok büyük işler yapar.
Ancak kapanan takımlara karşı, 4-4-2 dizilişinin solunda (veya sağında) bu
akşam olduğu gibi kaybolur gider…
Fatih Terim her
zaman 4-4-2 dizilişini benimsemiş bir teknik direktördür. Çoğu zaman da bu
dizilişi uygulatmakta başarılı olmuştur. Ancak dikkatlerden kaçan bir nokta var
burada. Geçen sezon bu takım 4-4-2’yi oynadı ve şampiyon oldu değil mi? Tamam,
gayet güzel. Peki bu takım bu sistemi oynarken orta sahasının iki kanadında
kimler vardı? Emre Çolak ve Engin Baytar. Peki bu Emre Çolak ve Engin Baytar
tipik kanat oyuncuları mı? Yani sürekli olarak çizgi üzerinde oynayan, dikine doğru
adam eksilterek giden, sıfıra inip ortalar yapan ve de en önemlisi oyunun
sadece ofansif kısmında etkili olabilen oyuncular mı? Hayır. Tam tersine, her
ikiside oyunu çift yönüyle oynayan, yani savunmasına da sık sık yardım eden,
adam kovalayan, top çalan, kısacası kanat oyuncusu özelliklerinden ziyade orta
saha oyuncusu özelliklerine sahip olan futbolcular.
Peki şimdi biraz
daha gerilere, 1999’lara, 2000’lere
gidelim mesela. Yine 4-4-2 oynayarak Uefa Kupası’nı kazanan takımın sol açığı
kimdi? Emre Belözoğlu ya da Ergün Penbe. Sağ açığı kimdi? Okan Buruk ya da Ümit
Davala.
Sanırım ne demek
istediğim anlaşılmıştır artık. Hee anlamayanlar için daha açık anlatayım:
Nordin Amrabat bu oyun şekliyle Galatasaray Takımı’nda oynayamaz. Hele hele ki
sağ açığı Hamit Altıntop olan bir takımın sol açığı kesinlikle Amrabat olmaz.
Oluyorsa da ortada bir tezat, bir çelişki var demektir…
Amrabat’ı bırakıp
karşılaşmaya geri dönecek olursak, bu akşam forvetlerimizin rakip savunmayı hiç
zorlayamadıklarını söyleyebilirim. Özellike Umut Bulut neredeyse topa değmeden
bitirdi maçı. Burak Yılmaz’da sadece birkaç pozisyonda kafa vuruşlarıyla etkili
olmaya çalıştı. Ancak belirttiğim gibi yalnızca ‘’etkili olmaya çalıştı!’’ 3 tane
bomboş kafayı dağlara taşlara vurdu. Tamam, kendisinin kafa vuruşlarında pek
başarılı olmadığını biliyorduk zaten ama Galatasaray Takımı’nın santraforu da
en azından senede 4-5 tane kafa golü atmak zorundadır. Öyle ki, bu akşam sahada
bir Ümit Karan bile olsa (Hakan Şükür’ü hiç söylemiyim zaten) herhalde en az 2 tane
kafa golü bulmuştu…
Karşılaşmanın son bölümüne gelindiğinde, rakip üzerinde kısmen
de olsa baskı kurup, kanatlardan yaptığımız ortalar dışında gol pozisyonları üretemeyince
iyiden iyiye demoralize olduk ve daha fazla risk alarak yüklenmeye başladık.
Senelerdir kontra atak
futbolunu benimsemiş ve belki de bunu oynamayı dünyada en iyi becerebilen
takımlardan biri olan Braga, yine böyle bir pozisyonla 2.golü bularak gecenin
skorunu ilan etmiş oldu…
Bu gecenin ardından
üzerinde durmak istediğim ilk şey şu: Fatih Terim 6.kez mücadele ettiği
Şampiyonlar Ligi'nde her defasında hezimete uğrayarak bu turnuvayı oynamayı ne
yazık ki beceremediğini gözler önüne sermiştir.
İkinci olarak, bu takımın acilen çok üst düzey
bir santrafora ihtiyacı var. Ünal Aysal, bu işlerin Sercanla, Necati’yle,
Umutla, Burakla olmayacağının ve gerçekten onun tabiriyle bir ‘’çilek’’
alınması gerektiğinin artık farkına varmalı. Galatasaray Spor Kulübü başkanına,
her sezon başı taraftarına dünya çapında golcü vaadinde bulunup sonrasında
Avrupa’da esamesi okunmayan yerli golcüler transfer etmek pek yakışmıyor çünkü!
Son olarak da, Hakan
Ünsal’dan bu yana özlemini duyduğumuz o müthiş sol beki artık takımımızda
görmek istiyoruz. Şampiyonlar Ligi’nde veya Uefa Avrupa Ligi’nde farketmez,
başarı isteyen bir takımın sol beki Hakan Balta olmaz, hele hele Espanyol’un,
Liverpool’un, İspanya Milli Takımı’nın ünlü sol açığı Albert Riera hiç olmaz!
Bu takım bu sezon
ligde çok büyük ihtimalle şampiyon olur ama Avrupa’da aynı başarıyı yakalaması
pek mümkün gözükmüyor. Zaten başkan da sezon başında verdiği ‘’Bu sezon gruptan
çıkabilirsek bunu başarı sayıcam ama çıkamazsak da başarısız olduğumuzu
düşünmem’’ demeciyle aslında takımından pekte umutlu olmadığını gözler önüne
sermiştir.
Bilinmesi gerekir
ki, sadece Türkiye Ligi’nde başarılı olmuş futbolcuları transfer ederek uluslararası
alanda başarıyı yakalayamazsınız. Bu alanda başarı ancak dünya futbolunda kendini
ispatlamış ve isim yapmış futbolcularla gelir.
Umarım, gelecek
transfer döneminden itibaren yönetimimiz yukarıda saymış olduğum gerçeklerin
farkına vararak hareket eder, Fatih Terim’de ne yapar ne eder, Şampiyonlar Ligi’nde
oynatması gereken doğru futbolu belirler. Belki o zaman çok özlediğimiz hatta hasret
kaldığımız o unutulmaz başarılarımızı yeniden tekrar edebiliriz işte…
e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR