Şebnem Ferah’ın söylediği gibi ‘’Sil baştan başlamak gerek
bazen’’. İşte takımımızda Roberto Mancini önderliğinde yepyeni ve tertemiz bir
sayfa açmak için çıktı bu akşam Juventus karşısına.
Doğruyu söylemek
gerekirse Mancini’nin işi çok zordu bugün. Daha takımın başına geçeli 48 saat
olmuş ve oyuncularla sadece 2 antreman yapabilmişken, Juventus gibi bir ekibe
karşı hem de deplasmanda oynayacak olmak bir teknik direktörün başına
gelebilecek en kötü senaryolardan biri olsa gerek. İşte bu talihsiz durumu ne
yazık ki bu akşam çiçeği burnunda hocamız Mancini yaşadı.
Artık takımın
başında Fatih Hoca olmadığı için sahada çift santrafor ya da hiç aklımızda
olmayan sürpriz bir 11 beklemedik tabi. Çünkü bu tarz enterasan şeyleri
Şampiyonlar Ligi gibi bir organizasyonda Fatih Hoca’dan başka kimse denemez.
Nitekim Mancini herkesi esas mevkiisinde oynattığı tek santrafor Drogbalı
kadrosuyla başladı karşılaşmaya. Kağıt üzerinde oldukça doğru bir onbirdi bu.
Bana göre ilk
devreyi kusursuz oynadık. Yani bu turnuvada deplasmanda oynanması gereken en
doğru futbolu oynadı takımımız. Aksayan tek isim ise Riera’ydı.
Oynadığımız bu güzel
futbol ne mutlu ki karşılıksız kalmadı. Juventus savunmasının bir anlık
hatasını affetmeyen Drogba 35.dakikada hepimizi havalara zıplattı.
Devre 1-0’la
geçilirken ikinci 45 dakika için oldukça umutluyduk. Oynadığımız güzel oyun bu
güveni veriyordu bizlere. Ancak gel görelim ki, ikinci yarı bambaşka bir maç
izledik. İlk 45’teki Galatasarayla ikinci 45’teki Galatasaray arasında dağlar
kadar fark vardı diyebilirim. Gerçi bunun nedeni Mancini’nin 1-0’a razı olup
tipik İtalyan zihniyetiyle takımını geri yaslamasıydı elbet. Fakat Türk
takımlarının savunma yapmayı pek beceremediğini nereden bilsin adamcağız…
45 dakika boyunca
Juventus takımı yüklendi de yüklendi, buna karşılık Galatasarayımız ise direndi
de direndi. Devrenin özetini bu şekilde yapsak karşılaşmayı izleyen hiç kimse
buna itiraz etmez herhalde. Ee durum böyleyken de Juventus’un golleri er ya da
geç bulması kaçınılmaz sondu.
Önce 75’te Amrabat
amatörce bir hareketle penaltıya sebebiyet verdi ve skor eşitlendi. 10 dakika
sonra da iyice gömüldüğümüz bir anda Quagliarella’nın kafası Juventus’a üstünlüğü
getirdi.
Açıkçası herşeyin
istediğimiz gibi geçtiği bir ilk yarının ardından böylesine kötü bir ikinci
devre oynamak hepimiz için hayal kırıklığı oldu. Gerçi bunun nedenini az önce yukarıda
belirtmiştim.
Allah’tan Juventus
golün sevincini yaşarken bir anlık gafletlerini yine değerlendirdik ve
Drogba’nın mükemmel asisti sonucu Umut Bulutla 2-2’yi yakaladık.
Kalan sınrlı bölümde
iki takımda başka gol bulamayınca karşılaşma beraberlikle sona ermiş oldu.
Maçtan önce bize
‘’Bu maç oynanmasın, size 1 puan verelim.’’ deseler hiç düşünmeden bu teklifi
kabul ederdik herhalde. Yanlış anlaşılma
olmasın, Juventus takımından korktuğumuz ya da onları yenmemizin mümkün
olmadığını düşündüğüm için falan söylemedim bunu. Böyle düşünmemin tek nedeni
Mancini’nin henüz takımı ve oyuncuları tanımıyor oluşu.
Bahsettiğim bu
olumsuz şartlar altında, hele ki kabus gibi geçen o ikinci 45 dakikanın
ardından Juventus deplasmanından 1 puanla dönmek bence çok büyük bir başarı.
Kopenhag takımından olur da 6 puan alabilirsek, Juventus’un da Real Madrid
önünde puanlar kaybedeceği varsayımıyla grup 2.liği için çok büyük avantaj
yakalayacağımız aşikar. Dolayısıyla bu akşam kazanılan 1 puan şu an için çok
bir şey ifade etmese de, aslında ne kadar önemli olduğu o zaman çok daha iyi
anlaşılacaktır.
e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR