28 Kasım 2013 Perşembe

MANCINI, MANCINI, MANCINI...

 Şüphesiz ki, Ağustos sonunda Şampiyonlar Ligi grup kuraları çekildiğinde, hemen hepimiz deplasmandaki Real Madrid karşılaşması için 0 puanı yazmıştık tabelaya. Hele ki Fatih Terim’in görevden ayrılıp yerine Mancini’nin gelişinden sonra, deplasman maçlarını korkakça! oynayan takımımızın Santiago Barnebau’dan 3 puanla dönebilmesi tarihin en büyük mucizelerinden biri olurdu herhalde.
  Son haftalarda saçma sapan 11'ler çıkarmayı kendine adet edinen saygıdeğer hocamız, bu akşam da bu geleneği sürdürdü. Geldiği günden bu yana yüzüne bakmadığı Amrabat’ı böylesine önemli bir karşılaşmada takıma koyarken ne düşündü acaba? Ya da 3 gün evvel yaptığı büyük sorumsuzlukla 3 puanımızı ciddi tehlikeye sokan Dany’i ödüllendirmek istercesine sahaya sürerken…
  Bugün de bir kez daha belgelendiği üzere bu Mancini 10 sene de bu takımın başında kalsa, kendisine kadro olarak dünyalar da verilse (tıpkı Manchester City’de olduğu gibi) Galatasaray’a en ufak bir faydası dokunmaz. Çünkü adam gerçekten oyunu okuyamıyor…
  Karşılaşma başlamış, oyun dengede gidiyor. Devrenin ortalarına doğru Segio Ramos oyundan atılarak ev sahibi ekibi 10 kişi bırakmış, böylece elimize mükemmel bir fırsat geçmiş. Sonrasında kalecimiz Eray tecrübesizliğinin kurbanı olmuş ve kötü bir gol yemiş, fakat takımımız yediği golün etkisini üzerinden çabuk atarak 1 dakika sonra Umut Bulutla beraberliği yakalamış, devrenin kalan bölümünde de Real Madrid üzerinde resmen üstünlük kurmuş. Belki devre 5-6 dakika daha fazla oynansa soyunma odasına önde gidecektik. Öylesine iyi oynamaya başlamıştık çünkü… Gelin görün ki, devre arasında ne olduysa artık ikinci yarıda bambaşka bir Galatasaray izledik. Sanki  1 kişi eksik oynayan taraf Real Madrid değil de bizdik. Gerçi devrenin hemen başında Umut Bulutla attığımız buz gibi gol yardımcı hakkemin eyyamı sonucu güme gitti ya neyse!
  İkinci 45 dakikanın tamamında hiçbir şey yapamayan Galatasaray’ın bu çaresiz halini skor 3-1 olana dek izlemekten başka hiçbir şey yapamayan Mancini adlı bu şahsı çok aradı mı bizim yönetimimiz cidden merak ediyorum!
  Adam göreve geleli 2 ay oldu, hala utanmadan çıkmış ‘’Henüz takımı tanımıyorum’’ diyor. Her maça farklı bir kadro, her maça farklı bir taktik... Yap boz tahtası mı kardeşim bu?
  Sen 10 milyon Euro’luk Bruma’yı Şampiyonlar Ligi’nden Şampiyonlar Ligi’ne oynat, ondan sonra da adamdan üstün performans bekle. Oldu! Görürsem söylerim!
  Haftalardır 18’e bile giremeyen, onu geçtim geçen sezonun başından beri takıma 5 kuruşluk katkısı olmayan, takımdaki günleri sayılı olan Amrabat’ı sen hangi akla hizmet böylesine önemli bir karşılaşmada pat diye onbire koyarsın arkadaş? Adama sormazlar mı ‘’Amacın ne senin?’’ diye!
  10 kişilik Real Madrid, Galatasaray Takımı’na elini kolunu sallaya sallaya 4 tane gol atıyorsa ve bazıları hala utanmadan çıkıp ‘’En başından beri söylediğimiz gibi asıl hedefimiz Juventus maçı’’ diyebiliyorsa, benim söyleyecek hiçbir sözüm yok bunun üzerine! Yazıklar olsun senin gibi başkana Ünal Aysal! Fatih Terim gibi dibe vurmuş bu takımı yeniden şaha kaldıran bir teknik direktörü kişisel egoların için kovup bize hoca olarak böylesine bir korkağı layık gördüğün için!
  Sevgili Galatasaraylılar, yukarıda da söylemiş olduğum gibi bu Mancini takımımızın başında kalmaya devam ettiği sürece sittin sene başarı falan gelmez. Çünkü adam gerçekten oyunu okuyamıyor. Sahada olup bitenleri analiz edemiyor. Hepsinden önemlisi hiçbir suretle doğru onbiri çıkaramıyor sahaya. Dolayısıyla böyle bir teknik direktörle hele hele Avrupa Kupaları’nda başarı beklemek ciddi anlamda Polyannacılık olur…  Bu yüzden de Juventus karşılaşması için de fazla umutlanmayın derim ben.

                                                                   e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

24 Kasım 2013 Pazar

Mancini'ye Rağmen 3 Puan!

  Öncelikle dün akşam sahaya çıkan Galatasaray onbirini takdir etmek lazım. Mancini’nin yaptığı onca saçmalığa rağmen ellerinden geldiğince mücadele edip,  ilk yarıda buldukları gollerle galibiyete ulaştıkları için.
  Sizlere sorarım, Dany’i takımınıza stoper olarak, Eboue’yi sağ bek olarak, Riera’yı da sol açık olarak transfer edersiniz değil mi? Yaptığınız bu transferler için de kimse size herhangi bir laf söyleyemez.  Ancak siz kalkıp sol açık Riera’yı sol bekte, stoper Dany’i sağ bekte, sağ bek Eboue’yi de sağ açıkta oynatırsanız, üstüne üstlük sağ açık oynasın diye 10 milyon euro gibi astronomik bir bonservis bedeli ödeyerek transfer ettiğiniz Bruma’yı da tribüne yollarsanız, insanların size söyleyebilecek bir hayli lafı olacaktır elbet…
  Gerçekten dün sahaya çıkan Galatasaray onbirine akıl sır erdirmek mümkün değildi. Mancini nasıl kadro yapmış, ne düşünerek bu seçimleri gerçekleştirmiş, oturup 6 ay da düşünsem bir tahmine varamam bence…
  Sahaya çıkan bu saçma kadroya rağmen takımımız son haftaların en iyi futbolunu oynadı. Mancini’nin gelişinden bu yana İstanbul’daki Kopenhag maçından sonra en iyi oyunumuzu sergiledik. Bu da haklı bir 3 puan getirdi bize.
  Burak santrafor dışı bir pozisyonda oynamaması gerektiğini bir kez daha gözler önüne serdi. Aynı şekilde Selçuk’ta bu takımın 1 numaralı duran topçusu olması gerektiğini. Ama bunu kim anladı, o da aryrı bir konu tabi…
  Real Madrid maçı düşünülerek riske edilmeyen Drogba, oyuna son 10 dakikada Burak sakatlandığı için dahil oldu. Sahada kaldığı 10 dakikalık sürede 2 Sivaslı’yı oyundan attırması bizi oldukça rahatlatmış olsa da, her hafta yaptığı gibi yine bütün duran topları kullanma isteği iyiden iyiye canımızı sıkar hale geldi…
  Yıldız futbolcu demek, her şeyi yapabilmek demek değildir bence. Sen en iyi yaptığın şeyi yapmaya devam ettiğin sürece o takımın ‘’yıldızısındır’’ zaten. Drogba’nın da en iyi yaptığı şey hiç şüphesiz gol atmaksa, bıraksın penaltı-frikik kullanmayı da, ceza sahası içinden yapacağı son vuruşlara konsantre etsin bence kendini.
   Farz edelim ki, dün Drogba penaltıyı kaçırdıktan sonra kaleci Korcan uzun bir degaj yaptı, top bir şekilde bizim ceza sahamıza düştü ve bir Sivaslı oyuncu da vurdu attı golü... Bunun hesabını kim verecekti o zaman? Drogba’nın vermeyeceği kesin…
   Dün akşamın bir başka sorumsuzu da Dany’di elbet. Sürati ve yüksek top tekniği gibi üstün özelliklerine rağmen oynadığı hemen her karşılaşmada, ya yaptığı bireysel hatalarla bize gol yediren ya da anlamsız hareketlerle kendini oyundan attıran bu stoperimiz dün de bu alışkanlığını sürdürerek ortada hiçbir şey yokken, üstelik sarı kartlı olduğu halde bilerek rakibinin baldırına tekme atmak suretiyle henüz 20.dakikada takımını 10 kişi bıraktı. Arkadaşlar, ben böyle sorumsuz insanların üzerinde Metin Oktay’ın sarı-kırmızı parçalı formasını görmek istemiyorum! Çünkü böyle futbolcular ne o ruha, ne de o formaya hiçbir suretle yakışmıyorlar!  Şu an Galatasaray Yönetimi’nde olsam, Ünal Aysal’a söyleyeceğim ilk şey ‘’ara transferde döneminde Dany’i yollayalım.’’ olurdu!

   Toparlamam gerekirse, Mancini’nin kötü onbirine ve sorumsuz Dany’e rağmen Sivasspor’u mağlup ederek 12.haftayı kayıpsız geçen futbolcularımızı bir kez daha tebrik etmek istiyorum. Şimdi önümüzde çok önemli bir Real Madrid maçı var. Oradan puan ya da puanlarla dönebilmek elbette çok çok zor. Ama top yuvarlıktır demişler. Bakarsınız Ancelotti sahaya tamamen yedeklerle çıkar, şansta bizim yanımızda olur ve oradan tarihi bir sonuçla döneriz. İşte o zaman da son hafta Juventusla yapacağımız final karşılaşmasına bir adım önde çıkan taraf biz oluruz...

                                                                  e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

11 Kasım 2013 Pazartesi

Eserinle Gurur Duy Ünal Başkan!

  Söylenecek o kadar çok şey, konuşulması gereken o kadar çok konu var ki aslında… Şimdi yazmaya, içimi dökmeye başlasam sabah ezanına doğru anca bitiririm sanırım.
  Bir başkan, ortada ciddi bir neden de yokken üstelik, nasıl olur da kulübüne böylesine büyük bir zarar verir, nasıl olur da herşeyi 180 derece terse döndürür, inanın aklım-mantığım hiçbir suretle almıyor…
  Neyse, her ne olursa olsun eski defterleri tekrar tekrar açmanın bir faydası dokunmaz bize bu saatten sonra. En azından Ünal Aysal’dan çok çok daha fazla düşündüğüm için kulübümü, yutuyorum gırtlağıma kadar gelenleri.
  Evet, bu akşam beklenildiği üzere baştan aşağı yanlış bir onbirle Fenerbahçe karşısındaydı Roberto Mancini.  Haftalardır yediğimiz hemen hemen tüm gollerde imzası bulunan Ptt 1.Lig stoperi Chedjou yine sahadaydı. Chedjou’nun yerine düşünülse çok daha verimli olabilecek Dany ise sol bekteydi. Bomboş topları dahi süremeyen, hiçbir şekilde adam geçemeyen, 5 metreye pas atmakta zorlanan, dolayısıyla da kanatlarda oynayabilecek hiçbir özelliği üzerinde barındırmayan Burak Yılmaz bu haftada da sol çizgideydi. Ayrıca Mancini’nin Fenerbahçe’den ne kadar korktuğunun bir göstergesi olarak da Ceyhun Gülselam ilk 11’deydi.
  Sorarım size, Sneijder ve Muslera’nın olmayışını da işin içine katacak olursak, böyle bir kadronun Kadıköy’den puanla ayrılması mümkün müdür? Değildir elbet.
  Şimdi merak ettiğim 2 husustan ilki, Mancini’nin haftalardır takımı katleden Chedjou’nun yaptığı bu bariz hataları nasıl göremediği. 2.si ise yine haftalardır sol çizgide hiçbir şey yapamayan Burak Yılmaz’ın son adam olarak oynaması gerektiğini nasıl fark edemediği… Bunun tek bir açıklaması var, demek ki hocamızın ciddi anlamda görme bozukluğu var!
  Açıkçası bu akşam seyrettiğim Galatasaray, herhalde son 20 yılda gördüğüm en kötü Galatasaray’dı. Takımımın sahada bu kadar basiretsiz kaldığı! böylesine biçare bir görüntüğü çizdiği başka bir karşılaşma daha Allah’a şükür ki hatırlamıyorum…
  Yazık, cidden çok yazık… Mancini denen bu zatı muhtereme ödenecek o astronımik ücretin 3’te 1’ini Yılmaz Vural’a verseler, bu takıma aslanlar gibi top oynatır. Bütün samimiyetimle söylüyorum bunu. En azından bu akşamkinden daha iyi bir Galatasaray izleyebileceğimizin garantisini verebilirim .
  Zaten biz ülke olarak ne çektiysek hep bu yabancı hayranlığımızdan çektik. Elimizdeki cevherlerin kıymetini bilemediğimizden çektik. Tıpkı Fatih Hocamız’ın kıymetini bilemediğimiz gibi!
  İddia ediyorum, bu akşam takımın başında Fatih Hoca olsa, son 2 yılda olduğu gibi yine Fenerbahçe’yi oyun anlamında sahadan silen bir Galatasaray izlerdik. Belki yine kaybederdik ama en azından takımımızın oynadığı futbolla gurur duyardık. Örneğin, 2 sezon önce TT Arena’da 2-1 kaybettiğimiz karşılaşmanın ardından duyduğumuz gibi…
  Oyuncuları doğru yerlerde oynatmaktan, takımı sahaya doğru taktik ve dizilişle çıkarmaktan aciz olan bu adamdan nasıl başarı bekleyelim ki biz? Gülerler be adama…
  Doğruyu söylemek gerekirse, bugün Fenerbahçe’de iyi oynamadı. Ancak biz öylesine etkisiz, öylesine güçsüzdük ki, Fenerbahçe’nin bu vasat hali bile sahadan galibiyetle ayrılmaya fazlasıyla yetti.
  Şu Chedjou denen arkadaşta Mancini hala ne görüyor da kendisini ısrarla oynatıyor anlamak mümkün değil. Yaa bu akşam Chedjou’nun yaptığı penaltıyı, yemin billah amatör kümedekiler bile yapmaz. Bu kadar saçma, bu kadar komik bir müdahele olur mu Allah aşkına...
  Selçuk İnan ne zaman geride kalan 2 sezondaki o alıştığımız, özlediğimiz Selçuk İnan olacak acaba? Ya da olacak mı? Aynı şeyler Semih Kaya, Burak Yılmaz ve Engin Baytar için de geçerli elbet…
  Belirttiğim gibi bugün öylesine kötü bir Galatasaray vardı ki sahada, rakip kim olursa olsun sahadan rahatlıkla 3 puanla ayrılırdı.
  Henüz 11.haftada 9 puan geri düşen, Şampiyonlar Ligi’nde yola devam edebilmek için Juventus’u mutlaka yenmek zorunda olan Mancini’nin korkak Galatasaray’ı bundan sonra neler yapacak inanın çok merak ediyorum.
  Hali hazırda hala başarısız sayılmayız. Çünkü henüz hedeflerimiziden tam olarak kopmadık. Ancak bundan birkaç hafta sonra, -şu 15 günlük milli maçlar arasında sihirli bir değnek değmediği sürece- teker teker bahsi geçen hedeflerden koparsak hiç ama hiç şaşırmam. Çünkü Mancini başımızda olduğu sürece ‘’başarı’’ kelimesi bizim için erişilmez olacak gibi gözüküyor…

 Son olarak, 14 yıldır sahasında ezeli rakibine maç kaybetmeyen Fenerbahçe’yi bu akşamki haklı galibiyetinden ötürü kutlayarak, sezon sonunda %99,9 erişecekleri şampiyonluklarının şimdiden hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum…

                                                                 e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

6 Kasım 2013 Çarşamba

Mağlubiyet Doğal Sonuç

  Şampiyonlar Ligi’nde 6 maç üzerinden oynanan gruplar aşamasını ilk 2 sırada tamamlayabilmenin 2 kuralı var bana göre. Öncelikle kendi sahanızda oynayacağınız 3 karşılaşmayı da kazanacaksınız. Ayrıca grupta Kopenhag gibi sizden çok daha alt seviyede bir takım varsa şayet, bu takımla oynayacağınız 2 karşılaşmadan da 6 puan çıkaracaksınız. Ya da en azından 4 puan.
  Eee şimdi Galatasaray’a bakıyorum, daha ilk maçta kendi sahasında Real Madrid’den 6 yemiş, dolayısıyla yukarıda bashettiklerimin ilkini gerçekleştirme şansını yitirmiş. Dün akşam da köy takımı Kopenhag’a karşı sahada adeta yürüyerek! (Evet yürüyerek, çünkü başta Riera ve Selçuk olmak üzere oyuncularımızın bir çoğu koşmadan oynadılar) anlamsız bir mağlubiyet alarak ikinci kuralı da ne yazık ki gerçeğe dönüştüremediler.
  Sorarım size o zaman, bu saatten sonra gruptan nasıl çıkacak bu takım? Real Madrid’i Barnebau’da yenebilecek mi? Dün basın toplantısında bu maç daha oynanmadan puan tablosuna 0 yazan Roberto Mancini bile buna inanmıyor ki biz inanalım…
  Bu durumda herşey son maça kalacak gibi gözüküyor. Muhtemelen Kopenhag’ı İtalya’da rahat geçecek olan Juventus, TT Arena’ya 6 puanla gelecek ve bizimle bir final karşılaşması oynayacaklar. Bize de bir üst tur için galibiyet gerekecek. Fatih Hoca başımızda olsa turdan çok umutlu olurdum. Çünkü bu tarz final karşılaşmalarını hep istediğini alarak tamamlamıştır İmparator. Tıpkı geçen sezonki Braga maçı gibi. Ancak Mancini’nin ne üdüğü belli olmayan taktiği ve son derece düşük tempodaki futbolu Juventus’u yenmeye yetecek midir, ben %20 ihtimal bile vermiyorum…
   Hesap kitap yapmayı bir kenara koyup düne dönecek olursak, gerçekten çok etkisiz bir futbol oynadık. En başta da belirtmiş olduğum gibi takım olarak resmen yürüdük. ‘’Bu takımın kondisyonu yok .’’diyen Roberto Mancini’ye ben şunu söylemek istiyorum; Belki bu takım geçen sezon da çok çok iyi top oynamadan şampiyon oldu ya da Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final gördü. Ancak böylesine ağır bir futbol oynadıkları, sahada koşmaktan bile aciz oldukları, bu kadar bitik bir görüntü çizdikleri bir tek karşılaşma dahi hatırlamıyorum.
   Haftalardır oynamayan ve dolayısıyla maç eksiği oldukça fazla olan Riera, gerçekten ayak duramayacak haldeydi. Bu bitik görüntüsüne Mancini’nin kendisine nasıl 90 dakika boyunca tahammül ettiğine aklım ermedi doğrusu.
   Ancak aklımın ermediği çok daha önemli konu, Aurelien Chedjou denen bu Bank Asya stoperinin nasıl transfer edilmiş olduğu? Kendisini 2 yıl boyunca ısrarla isteyen Fatih Hoca’ydı bunu biliyorum. Dolayısıyla da az önce övmüş olduğum hocamı şimdi eleştirmek zorundayım. Fakat şöyle bir durum var ortada: Fatih Hoca Chedjou’yu ısrarla istemiş ve aldırmış olabilir. Ancak gel gelelim sezon başından beri takıma 5 kuruşluk faydası olmayan, her maçta yediğimiz en az 1 golde bariz hatası olan, kademeye giremeyen, rakip forvetler karşısında hep ağır kalan ve de en önemlisi ligdeki her takımda bir benzeri bulunan bu 6.5 milyon Euro’luk fiyasko neden hala ısrarla oynatılır?
  Dany’i benim kadar eleştiren yoktur herhalde. Ancak öyle veya böyle Semih-Dany ikilisi geçen sezon şampiyon olan takımın stoperleriydi. Ayrıca Dany çabukluğuyla ve mücadeleci oyunuyla ne olursa olsun formayı Chedjou’dan çok daha fazla hak ediyor bence.
  Gerçekçi olmak gerekirse, Burak Yılmaz geçen sezonki Burak Yılmaz değil. Drogba desen o da 4-5 yıl önceki Drogba değil. İkisi de çok fazla gol kaçırıyorlar. Hatta haddinden fazla. En basiti dün biri 3 metreden bomboş kafayı kalecinin üzerine vurdu, öbürü de yine aynı mesafeden topu tribüne gönderdi. Adama sormazlar mı ‘’Hangisini atacaksınız arkadaş?’’ diye. Dolayısıyla da bence bu takımın çok iyi bir santrafora ihtiyacı var. İbrahimovic gibi mesala… Hee alabilir miyiz? İmkansız tabi…

  Şimdi önümüzde kritik bir Fenerbahçe karşılaşması var. Ondan sonra bir milli maç arası ve ardından gelecek zorlu ve sıkışık fikstür. Bu futbolla ne kadar başarılı olabiliriz bunu zaman gösterecek. Ancak bildiğim bir gerçek var ki, son 2-3 maçta oynadığımız futbolu sürdürürsek önce Pazar akşamı Fener’den, ardından da Real Madrid ve Juventus’tan tarihi farklar yiyerek hedeflerimizden birer birer koparız…. 

                                                                 e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

2 Kasım 2013 Cumartesi

Tek Teselli 3 Puan

  Salı günü Kopenhagla oldukça kritik bir maç oynayacak olan takımımız, dün akşam bu zorlu sınavın son provasını yapmak için sahadaydı.
  Geçen hafta gelen 4 gollü galibiyet, yaşanan savunma zaaflarına rağmen Mancini’yi memnun etmiş olacak ki, yine Umut-Drogba-Burak üçlüsüyle başlıyordu karşılaşmaya. Açıkçası ben bu şablonun Galatasaray’ın ideal 11’inin bir parçası olabileceğine kesinlikle inanmıyorum. Çünkü Umut ve Burak gibi kanatlarda oynama özellikleri 0’a yakın olan iki santraforu, çizgide kullanmaya çalışmak hem bu oyunculara hem de takıma ciddi zararlar verecektir ilerleyen süreçte…
  Her ne kadar formsuz da olsa, bir duraklama dönemine girmiş de olsa, Burak Yılmaz hiç tartışmasız bu takımın en büyük gol silahıdır. Hatta Dorgba’nın bile önündedir bu konuda. Kimse unutmasın, bu çocuk geçen sene 24 tane ligde, 8’de Şampiyonlar Ligi’nde olmak üzere tam 32 resmi gole imza koyarak elde edilen başarıların en büyük mimarı oldu. Dolayısıyla Burak Yılmaz’ı mümkün olduğunca rakip kaleye yakın oynatmak zorundayız. Onu kaleden uzaklaştırmak, takıma edilen bir ihanettir! Elbet Burak bir noktadan sonra atmaya başlayacaktır çünkü. Başladı da zaten.
   Son 2 karşılaşmanın sol beki Dany yerini Eboue’ye bırakırken, geçen haftanın komedisi Sabri, Drogba ve Sneijder’in kaptanı olarak almıştı yine sahadaki yerini! Şu son cümlem bile herşeyi özetlemek için fazlasıyla yeterlidir sanırım…
  Doğruyu söylemek gerekirse karşılaşmaya çok büyük bir iştah ve baskıyla başladık. Öyle ki ilk 5 dakika boyunca Konya Torku takımı kendi ceza sahasından çıkamadı neredeyse. Tabi bu durum bizlere büyük keyif verdi. Bugün mükemmel bir Galatasaray izleyeceğiz diye heveslendik. Ancak Sneijder’in sakatlanarak oyundan çıkması, tüm bu güzel tabloyu bir anda darmadağan etti. Bizim takım bir anda durdu, Konya Torku takımı oynamaya başladı.
  Muslera nedenini bilmediğimiz bir şekilde, rakibe bir gol ikram etmeyi kafaya koymuştu dün akşam. İlk 2 denemesi başarısızlıkla sonuçlansa da 3.de amacına ulaşmış oldu Uruguaylı file bekçimiz. Ancak benim için bu noktadaki esas merak konusu, Muslera 1.dakikadan itibaren bugün bizi yakacağını alenen gözler önüne serdiği halde, kenar yönetimin neden herhangi bir uyarıda bulunma ihtiyacı hissetmediği…
  Aksiliklerle başlayan gecede, golü yediren kalecimizin sağ ayağına aldığı darbe sonucu, o ayağının nötr duruma gelmesi  ‘’Allah’ım bilmeden sana karşı bir kusur mu işledik?’’ moduna soktu artık bizleri.
  Golle beraber özgüveni artan Konya Torku takımı, daha ofansif oynamaya başladı. Özellikle defansımızın çizdiği evlere şenlik görüntü, 2.golü atacaklarına olan inançlarını iyiden iyiye arttırdı. Nitekim 33.dakikada bu doğrultudaki en net pozisyonlarını yakaladılar. Ancak neyse ki Muslera bu kez yaptığı mükemmel müdaheleyle ilk goldeki hatasını bir nebze olsun telafi etmiş oldu.
   Devre böyle bitti derken bizler, Didier Drogba ‘’Ben daha son sözümü söylemedim.’’ dedi. Koskoca 45 dakika boyunca belki de organize gelişen tek atağımızda, Umut sağdan ortaladı, Drogba’da mükemmel yükselerek topu ağlarla buluşturdu.
  Açıkçası böylesine kötü oynadığımız devreyi golle kapamak çok iyi oldu bizim için.
 İkinci 45 dakikaya biraz daha derli toplu başladı takımımız. Bu devrede en azından ilk 45 dakikada yaptığımız inanılmaz savunma hatalarını tekrarlamadık.
  Ancak ne olursa olsun, en başta da belirttiğim gibi Umut ve Burak’tan oluşan kanatların iş yapması beklenemezdi, yapamıyorlardı da. Hadi Burak yine bir şeyler yapmak için uğraşıyordu elinden geldiğince. Ancak Umut haklı olarak kayboldu gitti. Mancini’de bu durumun farkına varmış olacak ki Umut-Aydın değişikliğiyle duruma müdahele etti.  Lakin, Aydın’ın kurtarıcı olarak oyuna girmesi her zamanki gibi güldürdü beni.
  Bundan 7 yıl kadar önce bir Konya maçında attığı son dakika golüyle hayatımıza giren ve bir daha çıkmak bilmeyen Aydın, dün de kendisini bir 3 sene daha takımda tutmaya yetecek asiste imzasını koyarak 2-1 öne geçmemizde baş rolü oynadı. Tabi Burak’ın topu alışı, kaleciyi geçişi ve son vuruşu da usta işiydi.
  Galibiyet golümüzden sonra, baştan beri sıkıcı geçen karşılaşma hepten çekilmez bir hal aldı. Adeta bir kör dövüşü gibi orta alanda sıkıştı kaldı oyun.
  2-1 biteceği son 15-20 dakikasında artık tescillenen karşılaşma, Mustafa Kamil Abitoğlu’nun 90+4’te gelen son düdüğüyle bu şekilde sona ermiş oldu.
  Bu karşılaşmanın ardından söylenmesi gereken önemli birkaç şey var:
  Bir kere şunu çok açık bir şekilde söylemeliyim ki, bu takım eğer Kopenhag ve Fenerbahçe maçlarına yine bu kadroyla çıkar, futbol olarakta bu seviyede kalırsa, Danimarka’dan eli boş döner, Pazar akşamı Kadıköyde’de bir tarihi fark daha yer... O yüzden bu sistemi ve kadro yapısını acilen değiştirmesi lazım Mancini’nin.
  Bunun dışında, eğer bu Ocak ayı’da bir sol bek transfer edilmeden geçilirse artık, hem bu takımın başındaki teknik heyete, hem yöneticilere, hem de başkan Ünal Aysal’a yazıklar olsun.
  Son olarak da, Sabri Sarıoğlu’nun bu takıma katkı verebileceği en güzel yerin tribün olduğu gerçeğinin geride kalan 10 yılın ardından artık bir zahmet farkına varılsın…

                                                                      e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR