28 Nisan 2014 Pazartesi

Zahmet Oldu

  Açıkçası Elazığ deplasmanından da en fazla 1 puanla döneriz diye düşündüm hep hafta arası. Dile kolay, ligde tam 4 aydır deplasman kazanamamış bir Galatasaray vardı çünkü ortada. Ayrıca Fenerbahçe'nin şampiyonluk turunu %99 atacak oluşu da bu sezon zaten isteksiz olan oyuncularımızı hepten soğutur herhalde dedim bazı şeylerden.
   Karşılaşmanın ilk bölümünde oyuna daha hakim gözüken taraf takımımızdı. Özellikle henüz 3.dakikada Hajrovic'in ceza sahası içinde kaleci Ivesa tarafından düşürüldüğü pozisyonun bedeli penaltı + kırmızı kart olmalıydı. Ancak ne hikmetse es geçildi. Ya da geçirtildi! Geçen haftaki Kasımpaşa maçında Cüneyt Çakır'ın olduğu kadar cesur olamadı nedense Barış Şimşek!
  Son dönemlerde saha dışı etkenlerle de mücadele etmek zorunda olan Galatasarayımız, neyse ki ilerleyen dakikalarda buldu golü. 24.dakikada Selçuk ve Sneijder'in inat ve çabaları golü getirdi. Ancak son dokunuşu yapan isim ligde uzun zamandır suskun kalan Burak Yılmaz oldu.
   Golden sonraki bölümde Sneijderle 2 tane akıl almaz fırsat kaçırdık. Birinde Burak'ın şutunda kaleciden seken topu bomboş kale yerine tribüne gönderdi. Diğerinde ise son haftalarda bir klasik haline geldiği üzere orta sahadan aldığı bomboş topu götürüp yine kalecinin üzerine nişanladı. Sanırım en az Burak kadar Sneijder'e de son vuruş çalıştırmamız lazım şu sıralar...
    Sneijder farkın artmasına izin vermeyince! devre 1-0'lık skorla lehimize sonuçlanmış oldu.
    İkinci yarıda daha etkili olan ve pozisyonlar üretmeye çalışan taraf Elazığspordu. Öyle ki, İstanbul'dan 1 puan almaya gelmiş Anadolu takımı gibi sadece kontra ataklarla oynamaya başladık! Bu da kağıtçının vizyonunun ne seviyede olduğunun en güzel göstergesi olsa gerek!
   65.dakikada sakatlanan Muslera oyuna devam edemedi ve yerini Ufuk'a bırakmak zorunda kaldı. Tabi böyle durumlarda yedek kalecinin pek fazla ısınamadan oyuna dahil oluşu, rakip takımlar için her zaman ciddi bir avantajdır.
  71'de Tanju'nun atılması bizim için can simidi oldu. Çünkü Elazığspor üzerimizde ciddi bir baskı kurmuştu ve her an golü yiyebilirdik. İşte bu esnada Tanju Kayhan yetişti imdadımıza.
  Tabi Elazığspor'un 10 kişi kalışı oyundaki moral üstünlüğünü bize geçirdi. Bunun etkisiyle de uzun bir aradan sonra tekrar rakip kalede pozisyonlar bulmaya başladık. Özellikle Burak'ın süratiyle rakip stoperi ekarte edip Ivesa'yla karşı karşıya kaldığı pozisyonda yaptığı son vuruş cidden çok kötüydü...
  2 dakika sonra bu kez Sneijder eza sahası çizgisi üzerinden vurdu, ancak top direği yalayarak auta çıktı.
  Karşılaşmanın son tehlikesi ise 84.dakikada geldi. Tello yaklaşık 35 metreden bir bazuka gönderdi. Allah'tan Ufuk'u geçen top anca direkleri sallayabildi.
   98.dakikada gelen bitiş düdüğü ise Galatasaray'ın tam 4 ay sonra ligde deplasman kazandığını müjdeliyordu. Böyle bir tablo varken ortada söylenebilecek tek şey şu olsa gerek: Zahmet oldu be!

                                                           e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

20 Nisan 2014 Pazar

Daha Fazla Rezil Olmadan Bırak Artık !!!

  Artık ne yazıyım, neyi eleştiriyim inan bilmiyorum. Yani söylenebilecek pek bir şey de kalmadı çünkü... Her hafta sonu 90 dakikalık bir sinir harbi yaşıyoruz, sonra da yenisini bekliyoruz... Olayın Galatasaray için gelmiş olduğu son nokta bu…
  Sinyor’un biri keyfinin estiği doğrultuda takım çıkartacak, o takımda sahada amaçsızca bir şeyler yapmak için uğraşacak diye, bizler maça gitmek ya da televizyon karşısına geçmek zorundayız yani öyle mi? Bir şey söylerdim ya neyse…
  Galatasaray Spor Kulübü’nün 109 yıllık şanlı tarihinin en kötü yönetimiyle en kötü teknik direktörünün (gerçi bu adamdan bahsederken ‘’teknik direktör’’ ünvanını kullanmak bu mesleğin gerçek temsilcilerine hakarettir bir yerde) bir araya geldiği bu sezonda, ortaya böyle bir tablonun çıkması kaçınılmazdı aslında. Taraftarlık duygularımızla olaylara biraz daha ‘’sarı-kırmızı’’ baktığımız için bizler ‘’Sen şampiyon olacaksın!’’ gazıyla falan götürürüz belki işi dedik ama tutmadı tabi…
  Çarşamba akşamı oynadığımız Bursa maçının yıldızlarından Veysel ve Yekta (ki kendisini muhtemelen en çok eleştiren insan benimdir) bugün sahada olmayı hakediyorlardı bence. Ancak ne var ki, bizim kağıtçı formayı dağıtma konusunda adalete ve hakkaniyete zerre önem vermediği için bu 2 oyuncumuzun yedek kulübesinde oluşu hiç ama hiç şaşırtmadı beni!
  Yine Çarşamba akşamı sağ bekte sergilediği performansla özellikle karşılaşmanın ikinci yarısında yıldızlaşan Sabri’nin bugün ‘’sol bek’’ oluşu da tarafımca pek normal karşılandı. Çünkü böyle anormal tercihler kağıtçının doğasında var!
   Bu adam bu takımın başına geçtiği günden beri 2 maç arka arkaya aynı onbirle sahaya çıkmadı. Galatasaray’ın ideal dizilişi şu veyahut ideal sistemi bu diyebileceğimiz bir yapı kesinlikle belirleyemedi. Bursa maçı dışında yenik duruma düştüğü hiçbir karşılaşmayı çeviremedi. Tek bir oyuncumuzun performansını bir adım ileri götüremedi. Buna karşılık birçok oyuncumuzun performansı ise dibe vurdu. Ama tüm bunlara rağmen, Allah-u Teala’nın bir hikmeti olsa gerek, bazılarının gözünde hala ‘’büyük hoca’’kendisi! Hatta öyle ki, bu kitleye göre en azından 1 sezon daha şans verilmeliymiş muhtereme. Çünkü bu takımı o kurmamış. Kendi takımı değilmiş yani. Peki sormazlar mı adama; son 2 sezonda ligi sürklase eden, 2 Süper Kupa Finali'nde de Fenerbahçe'yi deviren, derbilere ambargo koyan, Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final oynayıp Mourinho'nun Real Madrid'ine ecel terleri döktüren, sezon başında ne kadar hazırlık turnuvası olsa da Emirates Cup'ta Porto ve Arsenal'i yenerek kupayı alan takımı bile o seviyeden alıp bu noktalara getirdiyse bu adam, yani tıkır tıkır işleyen o şahane makinayı bile mahvettiyse daha Türkçesi, sıfırdan kendi kuracağı takımla neyin başarısını yakalamasını bekliyor ve umut ediyorsunuz siz Allah aşkına? Bu kadar mı futbol cahili, bu kadar mı mantık yoksunu insanlarsınız?
  Bakın şimdiden söylüyorum, eğer gelecek sezona da Mancini'yle başlanırsa, bu akşam aldığı mağlubiyetten sonra 2.lik şansını da azaltan takımımız ligi 3.bitirdiği takdirde Şampiyonlar Ligi'ne falan giremez. Hangi rakibin geldiği farketmeksizin ön elemede direk elenir. Ligde de ilk 8-10 haftada arka arkaya alacağı kötü sonuçlarla kendini bir anda şampiyonluk yarışının dışında bulur! Çünkü yeni sezonda çok daha oturmuş bir Fenerbahçe ve Beşiktaş olacak karşımızda.
  Yani demek istediğim şu ki, bu zaat sezon sonunda kovulmasa bile yeni sezonun ilk haftalarında mutlaka kovulacak. Öyle bir durumda da tıpkı bu sezon yaşadığımız gibi Galatasaray'ımızın bir sezonu daha çöpe gitmiş olacak. Dolayısıyla en azından geleceği kurtarmak adına, bana kalsa hemn yarın, hadi biraz daha insaflı olmak gerekirse 4 hafta sonra Mancini'yle yollar mutlaka ama mutlaka ayrılmalı!
  Aslolan Galatasaray'sa ve Galatasaray'ın menfaatleri herşeyden üstün geliyorsa, yapılması gereken yegane hareket yeni sezona Mancini'siz bir Galatasarayla başlamaktır. Yerine getirilecek isim de inanın bana o kadar önemli değil. Kim gelirse gelsin şu ankinden daha kötüsünü yapamaz çünkü...
   Şampiyonlar Ligi'nden elenen, lige havlu atan, 2.lik şansını da her geçen hafta biraz daha azaltan ve elde kalmış tek hedefi Türkiye Kupası olan bir Galatasaray varsa ortada bunun tek mimarı hiç şüphesiz Roberto Mancini'dir!
   Her fırsatta ''Ben başarısız insanlarla çalışmam'' diyen Ünal Aysal sezon sonu nasıl bir karar verecek bakalım? Hadi kendi başarısızlığını geçtim ancak hocasının başarısızlığını da görmeyen veya görmek istemeyen bir başkan, kulübüne ne oranda hizmet verebilir kafamda ciddi anlamda soru işaretleri var açıkçası...

                                                          e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

16 Nisan 2014 Çarşamba

Kabustan Zafere

   Açıkçası bu akşam tüm Galatasaraylılar’ın yani bizlerin 2 ayrı duyguyu bir arada yaşadığı bir karşılaşma izledik.  Önce üzüldük, sonra sevindik…
   Bundan 3 hafta önce İstanbul’da karşılaştığımız ve ilk yarısını 2-0 önde tamamlayıp, ikinci 45’te yediğimiz gollerle 2-2’ye razı olduğumuz Bursaspor önünde ‘’kupa finali’’ için sahadaydık. Tabi aylardır deplesman kazanamayan ve son dönemlerde ciddi bir düşüşe geçmiş olan takımımız, bu karşılaşma öncesi pek de umut vermiyordu bizlere… Hele hele 6-7 yıldır Bursaspor’u Bursa’da yenemediğimizi de işin içine katınca, olay bizim için iyice umutsuz vaka gibi duruyordu… Ancak ne var ki, oyuna başlayan Galatasaray hiç de umutsuz bir görüntü çizmedi. Çünkü uzun zamandır deplasmanlarda göremediğimiz bir şekilde oldukça hırslı, arzulu ve coşkulu başlayan bir Galatasaray vardı sahada. Bursaspor takımı da aynı şekilde karşılık verince oyunun ilk 10-15 dakikalık bölümünde inanılmaz bir tempo çıktı ortaya.
  Karşılıklı ataklarla geçen ilk yarım saatin ardından, ilk gol ev sahibi ekipten geldi. Veysel’in yaptığı faul sonrası ceza sahası sol yan tarafından serbest vuruş kullanan rakibimiz, Fernandao’nun vurduğu kafanın Şamil’e çarpıp gol olmasıyla 1-0’lık üstünlüğü yakaladı. Şüphesiz iyi oynadığımız bölümde gelen bu gol üzdü bizleri…
  5 dakika sonra ise Hakan Balta’nın yaptığı hata sonucu topu bir anda önünde bulan Şener, arka direkteki Fernandao’yu gördü, Fernandao’da mükemmel bir vole vurarak jeneriklik bir gole imza atmış oldu…
  Az önce de belirtmiş olduğum gibi iyi başladığımız, iyi götürdüğümüz bir karşılaşmada bireysel hataların da etkisiyle 2 basit gol yememiz, hem bozuk olan morallerimizi hepten dibe vurdurdu, hem de hepimizi ‘’Kupa yolculuğu bu sezonluk da buraya kadarmış’’ havasına soktu. Hatta öyle ki, ben bile sosyal medya üzerinden  Mancini’nin son maçı olabileceği iddiasında bulunmaya başlamıştım…
   45+1 oynanırken Bursaspor ceza sahasında oluşan karambolde topu bir anda önünde bulan Sneijder yaptığı düzgün vuruşla soyunma odasına bir nebze de olsa umutlu gitmemizi sağladı. Açıkçası gol tam zamanında geldi. Belki de o top gol olmasa 2.devrede oyunu çeviremezdik.
   Sneijder’in golüyle moral bulan oyuncularımız ikinci 45 dakikayada da oldukça süratli başladılar. Sağlı sollu ataklarla Bursaspor kalesini abluka altına alan takımımız, 49.dakikada penaltı atışı kazandı. Topun başına geçen Selçuk mükemmel penaltı vuruşlarına bir yenisini daha eklemiş oldu. Beraberlik golünün geliş dakikası da ilk goldeki gibi tam zamanındaydı!
  2-2’den sonra moral üstünlüğünü tamamen eline takımımız bu kez galibiyet için yüklenmeye başladı Bursaspor kalesine.
  53’te organize gelişen atağımızda ceza yayının 2 metre kadar sağından Veysel çok sert vurdu, kaleci Frey’in güçlükle çeldiği topu Burak boş kaleye göndererek haftalardır süren suskunluğuna nihayet son vermiş oldu!
  Arka arkaya gelen gollerle vitesi  sanki 5’e taktık. Adeta tek kale bir maç oynanmaya başladı çünkü.
  Bursaspor’un ofsayt gerekçesiyle sayılmayan golü ( ki doğru karardı) dönüşünde Burak Yılmaz’ın ayağından bir gol daha bulan takımımız, ‘’final bizim’’ dedi artık!
  Peş peşe yediği gollerle demoralize olan Bursaspor, seyircisini de kaybetmesiyle tamamen dağıldı. Artık topu kazandığımız her an bizim için gol pozisyonu demekti.
  70’te Sabri’nin topuna İbrahim’in elle müdahelesi bir penaltı daha kazandırdı bize. Topun başına ise bu sefer Melo geçti ve farkı 3’e çıkaran isim oldu.
  5-2’den sonra 6’yı hatta 7’yi atabilecek pozisyonları da bulduk. Bu bölümde Sabri’nin bir şutu üst direkte patladı. 
  Özellikle ikinci yarısının bizim adımıza bu kadar güzel geçtiği bu karşılaşmanın tek üzücü yanı ise performansıyla yıldızlaşan Burak’ın kırmızı kart görmesi oldu.
  Evet, aylar sonra deplasmanda kazanan hem de farklı kazanan, haftalar sonra da böylesine iyi futbol oynayan bir Galatasaray görmek şüphesiz çok mutlu etti bizleri. Tabi oyuncularımızın istedikleri zaman neleri başarabildiklerini görmüş oluşumuz, ayağımıza gelen bütün fırsatları teperek şampiyonluğu altın tepsiyle Fenerbahçe’ye hediye ettiğimiz şu sezon adına ister istemez ‘’keşke’’ dedirtiyor insana... Ne diyelim, sağlık olsun… Olan oldu artık. Şu Türkiye Kupası’nın kazanırız inşallah da, hem 9 yıllık hasrete bir son vermiş oluruz, hem de kötü geçirdiğimiz şu sezonda bizler için bir teselli kupası olur en azından…

                                                          e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

13 Nisan 2014 Pazar

İstifa da Bir Hizmettir!

  Artık hemen her hafta aynı şeyleri yazıp durmaktan, aynı konuların üzerinde yoğunlaşmaktan, benzer unsurlara dikkat çekmekten fazlasıyla yorulduğumu ve sıkıldığımı belirtmek isterim.
  Ne Ünal Aysal Galatasaray’ı yönetebilecek seviyede ve kapasitede bir başkan ne de Mancini Galatasaray’ı şampiyon yapabilecek kapasitede bir teknik direktör… Dolayısıyla bu iki iş bilmezin bir araya geldiği bu sezonun böylesine bir fiyaskoyla sonuçlanmış oluşu gayet normal bir durum bence!
  Bazen kupalar, şampiyonluklar kaybedebilirsiniz. Sonuçta dünya üzerinde hiçbir takım her sezon başarılı olamaz. Böyle bir şeyin mümkün olmadığını hepimiz gayet iyi biliyoruz. Ancak yapılan yanlışlardan dersler çıkarıp gelecek sezonları kurtarmaktır bence önemli olan. Öyle ki, gelecek sezona da bu başkan, bu yönetim kurulu ve de en önemlisi bu teknik direktörle başlanırsa, Galatasaray için 3 sene önceki gibi tarihinin en felaket sezonlarından biri daha çıkabilir ortaya…
  Ünal Aysal’ın göreve başladığı ilk günden beri bu işin acemisi olduğunu ve bazı şeyleri yürütecek kapasitede olmadığını söyledim durdum. Ancak Abdurrahim Albayrak, Ali Dürüst ve ‘’İmparator’’ Fatih Terim üçlüsü o kadar iyi biliyorlardı ki bazı şeyleri, bu kötü başkana rağmen (evet kötü diyorum çünkü Ünal Aysal benim nezdimde kötü bir başkandır!) bir çok şeyi başarabildiler. Hatta böylesine olumsuz şartlar altında yapılabileceklerin çok daha üzerine çıktılar bence. Çöpe giden 2013/2014 sezonundan sonra bu üç ismin kıymetini bilmeyenler, değerini anlamamış olanlar inşallah biraz olsun utanmışlardır bazı şeylerden!
  Bence bir futbol takımını başarıya götürecek en önemli 2 unsur futbolcularının ve teknik direktörünün kalitesidir. Emin olun bu sezonu da ‘’İmparator’’ Fatih Terimle tamamlamış olsaydık yine şampiyon olur,  4.yıldızı takardık!
  Sen ne büyük adamışsın be Fatih Hocam! Evet, üzerine basa basa onun ‘’İmparator’’ olduğunu bıkmadan, usanmadan vurgulayacağım, yineleyeceğim! Çünkü onun kıymetini şu Mancini beceriksiziyle geride bıraktığımız 7 aydan sonra çok ama çok daha iyi anladım.
  Galatasaray’ı ligin en kötü deplasman performansı sergileyen takım hüvviyetine bürüyenler acaba gurur duyuyorlar mı kendileriyle? Ya da vicdanen rahat hissediyorlar mı?
   Kağıtçı’nın biri gelip burada ego tatmini yapacak diye koskoca Galatasaray’ın bu noktalara sürüklenmesine nasıl göz yumar bazı insanlar, anlamak cidden mümkün değil!
  Artık tüm Galatasaraylılar’ın sabrı taşmıştır ve kaybedilen hiçbir puanın hiçbir şekilde bahanesi yoktur!
  Selçuk’u küstüren, Burak’ı, Eboue’yi, Drogba’yı bitiren, Sneijder’den %30 verim alabilen bu Mancini zati muhteremine yani namı diyar ‘’kağıtçı’’ya hala ve hala neyin sabrı gösterilmektedir, neyin kredisi verilmektedir cidden çok merak ediyorum!
  Galatasaray Spor Kulübü kongre üyeleri Ünal Aysal’ın kulübü derebeylik sistemiyle yönetmesine, mesai arkadaşlarına ve efsane teknik direktörüne kumpaslar kurmasına nasıl hala ve hala karşılıksız kalmaktadırlar, bunu da çok merak ediyorum!
  Artık ezeli rakiplerin bile alay ettiği bir başkandan Galatasaray’a bu saatten sonra ne kadar fayda gelir? Ya da bu şahsın Galatasaray’a ne gibi bir katkısı olabilir?
  Kendi taraftarının istenmeyen adam ilan ettiği, zerre güvenmediği bir teknik direktörle nasıl bir başarı hedefinden söz edilir ya da gelecekle ilgili beklentiler ne denli gerçekçi olabilir?
  Tüm bu üzerinde durduğum konular gerekli merciler tarafından sorgulanıp, gerekli yerlere neşter vurulmadığı sürece Galatasarayımız’ın önü ne yazık ki karanlıktır. Bu şartlar altında da çöpe gidecek daha çok sezonlar vardır…

                                                                        e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR 

6 Nisan 2014 Pazar

Sezonun En Güzel Gecesi

  Hiç şüphesiz, Mart ayı Galatasaray için yarışlardan kopma ayı oldu. Sürekli olarak eleştirilen Mancini, yandaşları tarafından hep ‘’3 kuluvarda da takımı yoluna devam ettiriyor’’ dayanağı üzerinden savunuluyordu. Ancak geride kalan 3-4 haftalık zaman diliminde önce avrupa’ya veda ettik, sonra lige havlu attık, Türkiye Kupası’nda da finale kalma şansını bir hayli zora soktuk… Ortaya böyle bir tablo çıkınca taraftar da yavaş yavaş  başta hoca olmak üzere yönetim ve takıma sırtını dönmeye başladı.
   İşte hal böyleyken, etraftaki karabulutları dağıtmanın tek yolu alınacak bir Fenerbahçe galibiyetiydi herhalde. Bir nevi, Mancini ve yönetimin can simidi oldu bu akşamki Fenerbahçe karşılaşması. Çünkü bu akşam alınacak galibiyetin, taraftarın bazı olumsuzlukları en azından bir süreliğine de olsa görmezden gelmesi demek olacağının bilincindeydi yönetim kurulumuz. Bu doğrultuda da başta Ünal Aysal olmak üzere takımla 3 yıldır hiç ilgilenmedikleri kadar ilgilendiler hafta boyunca...
    Tabi ki Galatasaray bugün galibiyete çok daha fazla ihtiyacı olan, doğal olarak da maçı daha çok isteyen taraftı karşılaşma öncesinde. Zaten yüksek tempodaki, presli-baskılı oyun başlangıcı bunun en güzel ispatı oldu. Arena’da oynanan birçok maçta olduğu gibi yine santrayla beraber rakibi yoğun baskı altına bir Galatasaray vardı sahada. Zaten sezon içerisinde Galatasaray’ın en önemliği özelliği bu oldu. Oyunun başında yoğun baskı kurup golü erken bulabildiğimiz karşılaşmaları genelde farklı ve rahat kazandık. Ancak ilk bölümde gol gelmediyse, seyirciyi uyutup 1 puana razı olduk…
  İşte bugün bu iki senaryodan ilki gerçekleşti. İnsan üstü pres beraberinde golü  getirdi. 9.dakikada Selçuk ve Melo’dan arka arkaya 2 müthiş pas, sonrasında Sniejder’in enfes gol vuruşu…
  Tabi golün erken gelmesi hepimiz üzerinde ‘’Acaba 3-4 farklı bir galibiyet gelir mi?’’ düşüncesi yarattı. Çünkü 45 dakika boyunca, golün de verdiği moralle Galatasaray sahanın tek hakimiydi. Hatta koca devre boyunca Muslera’ya hiç top gelmedi sanırım.
  Herşey zaten lehimize giderken, ilk dakikadan itibaren sürekli olarak kasti tekmeler atan Emre Belözoğlu’nun da 39.dakikada nihayet oyun dışı kalması, iyiden iyiye ‘’kazandık’’ havasına soktu bizi. Hatta az önce bahsetmiş olduğum fark beklentisi de artmış oldu. Ancak gelin görün ki, ikinci 45 dakikanın senaryosu bambaşka gelişti. 10 kişi kalmasına rağmen ilk yarıya oranla daha iyi oynayan, ayağında daha çok top tutan bir Fenerbahçe vardı sahada. Özellikle kanatlardan etkili akınlar geliştirmeye çalıştılar. Neyse ki final paslarında sıkıntı yaşadılar hep.
  Açıkçası 10 kişi kalmış rakibe karşı bu kadar zorlanmamız biraz canımı sıktı. Sonuçta taraftarına bir özür borcu olan futbolcularımızın, rakibi böyle yakalamışken hazır farka gitmeleri gerekirdi... Emin olun Fenerbahçe bizi bu şekilde yakalamış olsa çok rahat 3-4 yapardı…
  Tabi oyunun sürekli faullerle durması, sarı kartların havada uçuşması ve saha içinde sürekli yaşanan ikili gerginlikler de 2.devrede oyundan düşmemize etken olan faktörlerdendi.
  87.dakikada Melo’nun da (beklenildiği üzere) kırmızı kart görüşü, maçın 10’a 10 tamamlanması anlamına geldi. Beklenildiği üzere dedim, çünkü Melo’da maç boyunca hiç rahat durmadı. Çok daha erken de atılabilirdi…
  İlk yarısını iyi, ikinci yarısını kötü oynadığımız karşılamaşmayı neredeyse hiç pozisyon vermeden tamamlamış oluşumuz ve buna karşılık yararlanamadığımız 3-4 net pozisyonumuz oluşu, gecenin bizim adımıza güzel kısmıydı. Ancak hepsinden önemlisi, 3 haftadır kazanamayan ve şampiyonluk yarışına havlu atmış takımımızın lider Fenerbahçe’yi devirmesiydi elbette. Sonuçta derbi derbidir ve kazanmak herşeyden önemlidir.
  En başta da belirtmiş olduğum gibi bu karşılaşma Ünal Aysal ve Mancini için sezonu kurtarma maçıydı ve bu doğrultuda hedeflerine ulaşmış oldular. Hatta Mancini muhtemelen gelecek sezon da takımın başında kalmayı garantiledi. Ancak şimdilik evdeki hesap çarşıya uymuş gibi görünse de, kalan 6 haftada deplasmanlarda puanlar saçılmaya devam edilir ve lig 3.bitirilip Şampiyonlar Ligi tehlikeye sokulursa, o zaman neler olur, onu da bekleyelim ve görelim derim.

                                                       e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR