Hiç şüphesiz, Mart ayı Galatasaray için yarışlardan kopma ayı
oldu. Sürekli olarak eleştirilen Mancini, yandaşları tarafından hep ‘’3
kuluvarda da takımı yoluna devam ettiriyor’’ dayanağı üzerinden savunuluyordu.
Ancak geride kalan 3-4 haftalık zaman diliminde önce avrupa’ya veda ettik,
sonra lige havlu attık, Türkiye Kupası’nda da finale kalma şansını bir hayli
zora soktuk… Ortaya böyle bir tablo çıkınca taraftar da yavaş yavaş başta hoca olmak üzere yönetim ve takıma
sırtını dönmeye başladı.
İşte hal böyleyken,
etraftaki karabulutları dağıtmanın tek yolu alınacak bir Fenerbahçe
galibiyetiydi herhalde. Bir nevi, Mancini ve yönetimin can simidi oldu bu
akşamki Fenerbahçe karşılaşması. Çünkü bu akşam alınacak galibiyetin,
taraftarın bazı olumsuzlukları en azından bir süreliğine de olsa görmezden gelmesi
demek olacağının bilincindeydi yönetim kurulumuz. Bu doğrultuda da başta Ünal
Aysal olmak üzere takımla 3 yıldır hiç ilgilenmedikleri kadar ilgilendiler
hafta boyunca...
Tabi ki
Galatasaray bugün galibiyete çok daha fazla ihtiyacı olan, doğal olarak da maçı
daha çok isteyen taraftı karşılaşma öncesinde. Zaten yüksek tempodaki,
presli-baskılı oyun başlangıcı bunun en güzel ispatı oldu. Arena’da oynanan
birçok maçta olduğu gibi yine santrayla beraber rakibi yoğun baskı altına bir Galatasaray
vardı sahada. Zaten sezon içerisinde Galatasaray’ın en önemliği özelliği bu
oldu. Oyunun başında yoğun baskı kurup golü erken bulabildiğimiz karşılaşmaları
genelde farklı ve rahat kazandık. Ancak ilk bölümde gol gelmediyse, seyirciyi uyutup
1 puana razı olduk…
İşte bugün bu iki
senaryodan ilki gerçekleşti. İnsan üstü pres beraberinde golü getirdi. 9.dakikada Selçuk ve Melo’dan arka
arkaya 2 müthiş pas, sonrasında Sniejder’in enfes gol vuruşu…
Tabi golün erken
gelmesi hepimiz üzerinde ‘’Acaba 3-4 farklı bir galibiyet gelir mi?’’ düşüncesi
yarattı. Çünkü 45 dakika boyunca, golün de verdiği moralle Galatasaray sahanın
tek hakimiydi. Hatta koca devre boyunca Muslera’ya hiç top gelmedi sanırım.
Herşey zaten lehimize
giderken, ilk dakikadan itibaren sürekli olarak kasti tekmeler atan Emre
Belözoğlu’nun da 39.dakikada nihayet oyun dışı kalması, iyiden iyiye ‘’kazandık’’
havasına soktu bizi. Hatta az önce bahsetmiş olduğum fark beklentisi de artmış
oldu. Ancak gelin görün ki, ikinci 45 dakikanın senaryosu bambaşka gelişti. 10
kişi kalmasına rağmen ilk yarıya oranla daha iyi oynayan, ayağında daha çok top
tutan bir Fenerbahçe vardı sahada. Özellikle kanatlardan etkili akınlar
geliştirmeye çalıştılar. Neyse ki final paslarında sıkıntı yaşadılar hep.
Açıkçası 10 kişi
kalmış rakibe karşı bu kadar zorlanmamız biraz canımı sıktı. Sonuçta
taraftarına bir özür borcu olan futbolcularımızın, rakibi böyle yakalamışken hazır
farka gitmeleri gerekirdi... Emin olun Fenerbahçe bizi bu şekilde yakalamış
olsa çok rahat 3-4 yapardı…
Tabi oyunun sürekli
faullerle durması, sarı kartların havada uçuşması ve saha içinde sürekli yaşanan
ikili gerginlikler de 2.devrede oyundan düşmemize etken olan faktörlerdendi.
87.dakikada Melo’nun
da (beklenildiği üzere) kırmızı kart görüşü, maçın 10’a 10 tamamlanması
anlamına geldi. Beklenildiği üzere dedim, çünkü Melo’da maç boyunca hiç rahat
durmadı. Çok daha erken de atılabilirdi…
İlk yarısını iyi,
ikinci yarısını kötü oynadığımız karşılamaşmayı neredeyse hiç pozisyon vermeden
tamamlamış oluşumuz ve buna karşılık yararlanamadığımız 3-4 net pozisyonumuz
oluşu, gecenin bizim adımıza güzel kısmıydı. Ancak hepsinden önemlisi, 3
haftadır kazanamayan ve şampiyonluk yarışına havlu atmış takımımızın lider
Fenerbahçe’yi devirmesiydi elbette. Sonuçta derbi derbidir ve kazanmak
herşeyden önemlidir.
En başta da
belirtmiş olduğum gibi bu karşılaşma Ünal Aysal ve Mancini için sezonu kurtarma
maçıydı ve bu doğrultuda hedeflerine ulaşmış oldular. Hatta Mancini muhtemelen
gelecek sezon da takımın başında kalmayı garantiledi. Ancak şimdilik evdeki
hesap çarşıya uymuş gibi görünse de, kalan 6 haftada deplasmanlarda puanlar
saçılmaya devam edilir ve lig 3.bitirilip Şampiyonlar Ligi tehlikeye sokulursa,
o zaman neler olur, onu da bekleyelim ve görelim derim.
e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR