Gecenin özeti: 2 takım arasındaki belirgin kalite va seviye
farkının çok net bir şekilde ortaya çıktığıdır. Bir tarafta Simeone’nin son
yıllarda müthiş bir istikrar yakalayan takımı, öteki tarafta zor bir dönemden
geçen, kadrosu sıradan Galatasaray…
Ortaya çıkan 2-0’lık
skor az bile. Oyunun hakkı, 5-0, 6-0 falandı çünkü. Taffarel sahaya öyle bir
kadro çıkarmış ki ‘’Hadi fazla yormayın bizi, atın kaç tane atacaksanız da
dönelim İstanbul’a’’ kadrosu denir buna!
Şampiyonlar Ligi
gibi bambaşka seviyede futbol oynanan bir organizasyonda, gruptaki final karşılaşmanızda
orta sahada Jem Paul-Bilal ikilisiyle başlıyorsanız siz oyuna, söylenecek,
üzerine konuşulacak fazla bir şey yok aslında…
Taffarel’in takımın
başında sahaya çıktığı şu 2 maçta gördük ki, efsane kalecimizin teknik
direktörlük yapması şu aşamada hiç ama hiç mümkün değil! Bunca yılda bu konuda
kendini hiç ama hiç geliştirememiş
çünkü. Çalıştığı teknik direktörlerden hiçbir şey öğrenememiş. Bu da çok acı
bir durum…
90 dakika boyunca
değil rakip kaleye gitmek, kendi yarı alanında bile arka arkaya 5 pas
yapamayan, oyunun hiçbir anında rakibi zorlayamayan, sürekli olarak topu kapmaya
çalışıp bunda da başarılı olamayan ve kalesini savunmak durumunda kalan bir
Galatasaray vardı sahada. Sanırım benim Şampiyonlar Ligi tarihinde izlediğim en
kötü Galatasaray’dı…
Öylesine
karaktersiz, öylesine ruhsuz bir futbol ortaya koyduk ki, mağlubiyeti resmen
kabullenmiş haldeydik! Gerçekten çok yazık…
Tabi, Selçuk ve
Burak’ın yokluğunda sahaya çıkan takım bizlere kadro yapımızın ne kadar kısıtlı
olduğunu, mevcut oyuncu topluluğunun ne kadar yetersiz olduğunu, devre arasında
bu takıma mutlaka ve mutlaka takviye gerektiğini gözler önüne sermiştir!
Tabi böylesine
yetersiz bir kadroyla sahaya çıkıp, üstüne de futbol adın hiçbir şey ortaya
koyamazsanız, mağlubiyet kaçınılmaz oluyor. Oyuncularımız yatsınlar kalksınlar
Muslera’ya dua etsinler. Tarihi farktan kurtardı çünkü takımını…
Şampiyonlar Ligi’ne
veda ederken Avrupa Ligi umutlarını son maça taşıdık. İstanbul’da Astana önünde
alacağımız bir beraberlik bile bizi Uefa Avrupa Ligi’ne götürecek. Ki mevcut
şartlarda Şampiyonlar Ligi için oldukça yetersiz olan takımımızın hayrına olur
bence bu…
Peki bundan sonra
ne olur? Antalyaspor maçının ardından yazdığım yazımda ‘’Allah gelecek olanın
yardımcısı olsun’’ demiştim. O şanslı kişi Mustafa Denizli oldu. Birçoğumuz da
bekliyordu zaten Mustafa Hoca’yı. Çünkü sezon ortasında hoca değişikliğine
gittiğiniz zaman seçenekler kısıtlı oluyor…
Mustafa Denizli’yle
birlikte mutlaka bir şeyler değişecektir. En azından Hamza Hamzaoğlu döneminde
olduğu gibi golü bulduktan sonra geriye çekileceğimizi ve sadece müdafaa
yaparak maçları bitireceğimizi zannetmiyorum.
Bunun dışında Sabri
gibi Umut gibi Hamza Hamzaoğlu’nun üzerlerinde anlamsızca ısrar ettiği bazı
oyuncuların bundan sonra formayı bu kadar sık giyebileceklerini de
düşünmüyorum.
Kasımpaşa maçıyla
birlikte açılacak yeni sayfada, her şeyin güzel başlaması ve öyle gitmesi en
büyük temennimiz şüphesiz. Umarım Mustafa Hoca’nın dokunuşu takımda sihirli
değnek etkisi yaratır da, son 1.5 sezonda izlemediğimiz kadar iyi bir
Galatasaray izlemeye başlarız …
Kerem ZÜLFİKAR