30 Mart 2014 Pazar

''Çilekçi'' ve ''Kağıtçı'' Gururla Sunar!

  Haydi Ünal Başkan zafer çığlıkları at, kutlama yap, davet ver! Boş durma işte, yap bir şeyler. Sonunda erdin muradına. Hayal ettiğin, çok arzu ettiğin o ruhsuz takımı yarattın işte! Daha Mart ayı bitmeden hedefsiz kalmış, mücadele ettiği tüm kulvarlara birer birer havlu atmış, şampiyonluğun ş’sini ağzına alamaz hale gelmiş bir takım değil miydi en başından beri senin hayalindeki? Sinsice tezgahladığın planlarını bu amaç uğruna yapmadın mı hep? Öve öve bitiremediğin ‘’elit’’ hocan tam istediğin gibi bir tablo çıkardı işte karşına. Al şimdi o elit hocanı tepe tepe kullan! Hatta 10 yıllık mukavele yap bence!
  Şu saatten sonra söylenebilecek, yazabilecek hiçbir şey kalmadı ne yazık ki. ‘’çilekçi’’ ve ‘’kağıtçı’’ verdiler el ele, zirve yapmış takımı vurdurdular dibe… Ortada olumsuz hiçbir şey yokmuş gibi de çıkmışlar utanmadan televizyonlara, biri  ‘’İnancımızı kaybetmedik’’ diyor, diğeri  ‘’Belki Fener’e 4 atarız.’’ Çocuk mu kandırıyorsunuz arkadaş siz? Ya da karşınızdakileri aptal falan mı zannediyorsunuz? Emin olun, bizler bu futbolu ikinizden de çok ama çok daha iyi biliyoruz!
  Deplasmanda galip gelmenin nasıl bir duygu olduğunu inanın unuttuk artık. O kadar uzun zaman oldu ki… Ama bazıları için sorun teşkil etmiyor bu durum. Deplasmanda maç kazanmak hemen olacak bir şey değilmiş çünkü. Zaman istermiş biraz. Öyle söyledi geçen hafta bizim kağıtçı. Adam haklı ama. Ne de olsa, teslim aldığı takım son deplasman galibiyetini 3-4 sezon önce almıştı! Adamın elinde sihirli değnek mi var?
  Haftalardır takım kanatsız oynuyor ve deplasmanlarda futbola dair hiçbir şey koyamıyor ortaya. Ancak ne var ki, bu durumu düzeltmek adına en ufak bir değişiklikte bulunmuyor bizim kağıtçı.  Farkına varamıyor oyunun ortada sıkışıp kaldığının, takımın rakipleri göbekten delemediğinin.  Bu problemi ortadan kaldırmanın yolunun da kanatlara inmekten geçtiğinin. Varsa yoksa kağıt yolluyor işte! Boşuna demedik ya kağıtçı diye!
  Ceyhunla Yekta denen iki oyuncumuz var, Allah düşmanımın başına vermesin! Biri 5 metreye pas atamaz, ötekinin attığı her top rakibe gider. Topu sadece çalabiliyorlar. Kullanmak, doğru yere yollamak 0. Ama ne var ki, bizim çok bilmiş basınımız özellikle Yekta’yı ‘’çok iyi top kullanan oyuncu’’ etiketiyle tanımlıyor!  Ya ben bu futboldan anlamıyorum ya da her hafta yanlışlıkla başka maç seyrediyorum! Çünkü benim gördüğüm Yekta ile basında lanse edilen Yekta arasında on bin kat fark var…
   Yine Burakla Umut denen iki oyuncumuz var, isterse sezonda 150 tane gol atsınlar gene de istemem takımıma! Al birini vur ötekine. Sanırım Galatasaray Tarihi’nin gördüğü en yeteneksiz, en kabiliyetsiz 2 santrafor. Adam geçmek yok, sırtı dönük oynamak yok, top tutmak-saklamak yok, top indirmek yok, pas dağıtmak yok... Eee ne iş yapar peki bu arkadaşlar? Efendim gol atıyorlamış. Özellikle de Burak olanı. Olur yaaaa, Burak’ın önüne top gelir de götürür sağ ayağının içiyle köşeye bırakır diye  (ki bu sezon onu da beceremiyor) her maç 8 ofsayt, 13 faullük istatistiklerine göz yumarım ben! İleride hiçbir şekilde top tutamadığı için rakip yarı alanda baskı kuramamamız da cabası olur!
  Adam bir taktı Sneijder’i solda oynatıcam diye, hem Sneijder’i bitirdi hem de takımı… Öyle ki, Sneijder’in son haftalardaki görüntüsünün bizim yerli oyunculardan hiçbir farkı yok. İşte bu da bir teknik direktörün oyuncusunu rezil de vezir de edebileceğinin en güzel örneklerden biri olsa gerek.
   Mutlaka galip bitirmemiz gereken bir maçta, oyunun en kritik bölümünde, A Takımla bugüne dek hiç lig maçı oynamamış olan gencecik Berk İsmail’i oyuna kurtarıcı olarak sokmanın mantığı nedir mesela? Sen o çocuğa nasıl bir yük yüklediğinin, nasıl bir misyon verdiğinin farkında mısın eyyy kağıtçı??? Bu karşılaşma mıdır gencecik bir oyuncunun takıma ısındırılması, forma şansı verilmesi gereken karşılaşma? Hem çocuğa yazık hem de haybeye giden değişiklik hakkına…
  Dakika olmuş 90+2, maçın bitmesine saniyeler kalmış, adam Ontivero’yu oyuna sokmaya kalkıyor. Kafa mı buluyorsun sen bizle? Yoksa Galatasaray ismiyle aklınca alay edip ego tatmini yapmaya mı çalışıyorsun? İnanın bana, hayatımda böylesine komik bir değişiklik teşebbüsü görmedim ben. Ama ne de olsa Mancini’yle ilkleri yaşıyoruz bu sezon. Bu da onlardan biri oldu işte.
  Ne yaptığı şuğursuz değişiklikler, ne de bir halta yaramaz kağıtları galibiyet golünü getirmeyince, bir deplasmandan daha 2 puan bırakarak ayrılmış olduk. Ancak yitirilen 2 puandan daha önemlisi ‘’Şampiyonluk yarışında biz yokuz’’ dedik bu akşam. Öyle ki, Pazartesi akşamı alacağı olası galibiyet Fenerbahçe’nin bize ligin bitmesine daha 7 haftalık bir süre varken, 13 puan fark yapması anlamına gelecek. Daha kötüsü, gelecek hafta derbiyi de kazanamazsak şayet, biz de Fenerbahçe’ye rakip sahada şampiyonluk kutlama şansı tanımış olacağız bir yerde! Sanırım böyle bir durumu hiçbir Galatasaray taraftarı kabullenemez. Kabullenmemiz mümkün de değil zaten!
  Sonuç olarak, bazı şeylerin yoluna girmesi için ‘’çilekçi’’ ve ‘’kağıtçının’’ acilen bu kulüple olan bağlarını koparmaları, hem teknik hem de yönetimsel bazda işi bilenlerin başa geçmeleri gerekmektedir. Yoksa olan Galatasaray’ın tıpkı bu yıl olduğu gibi boşa giden sezonlarına olacaktır…

                                                               e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

26 Mart 2014 Çarşamba

ŞEREFİNİZ, HAYSİYETİNİZ Varsa İstifa Edin !!!

  Bugüne kadar hep üslubumu bozmadan, belli bir saygı çerçevesinde yazdım yazılarımı. Beni tanıyanlar, yazılarımı takip edenler de eleştirilerimde hiçbir zaman hakarete ya da ağır söylemlere kaçmadığımı gayet iyi bilirler. Şu an içimden çok farklı şeyler yazmak geçiyor olsada, her zamanki gibi bana yakışanı yapacağım ve kontrolümü fazla kaybetmeden yazmaya çalışacağım. Umarım başarılı olabilirim. Çünkü gerçekten çok sinirliyim şu an!
   Öncelikle büyük başkan Ünal Aysal’ı tebrik ederek başlamak istiyorum. 3 yıl önce ’’enkaz’’ olarak devraldığı takımı zirveye çıkarıp sonra yeniden adım adım aynı enkaza doğru sürüklediği için! Kişisel egoları ve burjuvazisini yediğim, bir halta yaramayan, 20-25 tane zengin ihtiyarın babalarının malı gibi sahiplendiği kulüpten yayılmakta olan sözde ''Galatasaray Kültürü’’ uğruna futboldan anlayan ne kadar adam varsa gerek yönetimden gerekse de teknik ekipten soyutlayıp, hayatında topa ayak vurmamış adamları yönetici sıfatıyla ve futboldan sorumlu şahıslar olarak kulübe doldurduğu için! Tabi takımın başına ‘’hoca’’ diye getirdiği konu mankeni de dahil buna!
  Belki de 4 sene, 5 sene üst üste şampiyon olacak, avrupa’da yeniden tarih yazacak olan takımı, Fatih Terim’i harcamak ve yönetim kurulu toplantılarındaki derebeyliğini kabul etmeyen Ali Dürüst’ü saf dışı bırakmak uğruna bu noktalara sürükleyen bir başkanın kulübüne olan sevgi ve saygısının benim nezdimde ciddi anlamda sorgulanması gerekmektedir!
  İşte Ünal Aysal’ın hayalindeki Galatasaray! Daha Mart ayı bitmeden birer birer bütün hedeflerinden uzaklaşmış, deplasmanlardan sonra kendi sahasında da maç kazanamaz hale gelmiş, yavaş yavaş kaos eşiğine doğru sürüklenen bir Galatasaray… Ama bunların hiçbiri önemli değil! Önemli olan, sözde profesyonelleşme adı altında futboldan anlamaz iş adamlarını, sözde elit teknik direktör adı altında da golleri yedikten sonra saçını düzeltmekten başka bir halt bilmeyen konu mankenini doldurmaktır kulübe! Dolayısıyla da ‘’aslolan Galatasaray’dır’’ diyen adam şu an Milli Takım’ın başında,  ‘’Aslolan derebeylik sistemidir’’ diyen insanlar ise Galatasaray’ın çeşitli kademelerinde!
  Galatasaray Tarihi’nin hiçbir döneminde böylesine sorumsuz, böylesine beceriksiz, böylesine acemi bir başkan olmamıştır. Kongre üyeleri tarafından iktidarı devrilen Adnan Polat’da dahildir buna!
  Yazıklar olsun senin gibi başkana! Yazıklar olsun senin başkanlığında toplanan o yönetim kuruluna!
  Gelelim konu mankenimize: 6 aydır eleştire eleştire dilimde tüy bitti artık. Vallahi de billahi de bu takımın başına ister Yılmaz Vural’ı, ister Nurullah Sağlam’ı, isterlerse de Hakan Kutlu’yu getirmiş olsalardı, bundan kötüsü olmazdı. Hatta muhtemelen iyisi olurdu. Öylesine bir seçim yaptılar ki,  karavananın da karavanası!
  450 milyon Euro'luk rekor transfer bütçesiyle bile hiçbir başarı elde edememiş olan Mancini’yi maddi olanakların sözde kısıtlı olduğu şu sezonda hem de sezon ortasında takımın başına acaba ne düşünerek, hangi amaçla getirdi Ünal Aysal? Muhtemelen sordu kendisine, ‘’Benim monarşik düzenimde görev almak ister misin?’’ diye, o da bizden başka kimse kendisine iş verme niyetinde olmadığı için balıklama atladı tabi bu teklife…
  Bugün bu adamın futbolu bilmediği, teknik direktörlükle uzaktan yakından alakasının olmadığı, ligimizdeki (yerli-yabancı farketmeksizin) en kötü teknik direktör olduğu, geldiği günden bu yana ben diyim 10, siz deyin 20.kez ispatlanmıştır.
  Öyle ki, haftalardır 18’e almadığı Burdisso’yla maça başlaması, sonra o Burdisso’nun yaptığı akıl almaz hatalarla defansı evlere şenlik hale getirmesi  ve sonuç olarak artık bir klasik halini alan ‘’maç içerisinde stoper değişikliği’’ hadisesine bir kez daha başvurması; ilk 45’te nihayet forvet arkasında kullanmaya karar verdiği ve bunun ne kadar doğru bir tercih olduğunu gerek attığı golle gerekse de devre boyunca bütün atakları yönlendirmesiyle gözler önüne seren Sneijder’i, ikinci 45’te yeniden sol tarafa yollaması; orta sahanın iyiden iyiye düştüğü bölümde direnci arttıracak bir değişiklik yapmak yerine Selçuk-Hajrovic değişikliğine giderek orta sahayı hepten dirençsiz hale getirmesi ve ikinci 45 dakikada sağlı sollu akınlarla kalemize gelen Bursaspor’un bu ataklarına hiçbir şekilde çare bulamaması futbolu hiç bilmeyen adamın bile gözüne sokar bazı şeyleri!
  Evet senin gibi teknik direktöre de yazıklar olsun! Ama senden ziyade seni o göreve layık görenlere ve hala orada tutanlara yazıklar olsun!
  Tek dayanakları ‘’3 kuluvarda da ilerliyoruz’’ olan Mancini fanboyları bakalım şimdi nasıl savunacaklar idollerini? An itibariyle elimizde sadece buçuk hedef kaldı çünkü. Ki ben bu Galatasaray’ın Bursaspor’u gidip Bursa’da eleyeceğine %10 bile ihtimal vermiyorum. Umarım yanılırım…
   Değil top oynamak, ayakta durmaya bile gücü olmadığı en sonunda yaşadığı adele sakatlığıyla ortaya çıkan Selçukla, her geçen gün gol vuruşları biraz daha geriye giden Burakla, bunların dışında bireysel performansları gerek geçen sezondan gerekse de bu sezon başından çok daha gerilere gitmiş olan neredeyse bütün takımla hangi başarılar yakalanabilir, ya da hangi hedeflere yürünebilir sorarım sizlere???
  Bütün oyuncularının bireysel performanslarını 6 ay öncesiyle bile mukayese edersek bu kadar gerilere götürmüş olan, Dünya Kupası aşkına canını dişine takan Melo haricinde bütün takımı dibe vurduran bu adama daha ne kadar sabır ve müsemma gösterecek acaba birileri???
  İlle taraftar mı el atsın olaya? Sürekli protestolarda bulunsun, yönetimi-hocayı istifaya çağırsın, oyunculara tepki göstersin, takıma sırt dönsün... Bu mudur yani istenilen? Şu an bütün herkesin sinirleri keman yayı gibi gerilmiş durumda. Olası bir Fenerbahçe mağlubiyetinde maddi manevi çok ağır bir fatura çıkacaktır ortaya benden söylemesi… En azından bu gerçeğin farkında olsa da birileri, ne yapıp edip şu Fener maçını kaybetmeseler. Yoksa olacakları düşünmek bile istemiyorum…
  Sözün özü; 2 sene boyunca tırnaklarıyla kazıya kazıya zirveye çıkmış ve orada kalıcı olma niyetindeki takımı 6 ay gibi bir sürede bu noktalara getiren Ünal Aysal ve Mancinin ikilisinin biraz olsun şerefi ve haysiyetleri varsa acilen istifa ederler! İstifa da bir hizmettir ve yeri geldiğinde bu hizmeti sunabilecek erdemi gösterebilmek sağlam bir karakter ister!

                                                             e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

23 Mart 2014 Pazar

Kağıttan Teknik Direktör!

  Sanırım bu adam yüzünden en sonunda sinir hastası olacağım. Vallahi de billahi de bu kadar sıkıntı hayra alamet değil insan vücudu için… İnanın bana, Galatasaray Tarihi’nin Reinhard Saftig dahil gördüğü en kötü teknik direktör! Hatta her zaman söylediğim gibi ‘’kağıttan’’ teknik direktör!
  Son 2 sezonda Türkiye Ligi’ne ambargo koymuş, Şampiyonlar Ligi’nde yarı finalin kapısından dönmüş, Fenerbahçe’yi şamaroğlanına çevirmiş Galatasaray’ı düşürdüğü şu hallere bakar mısınız?
  Mancini’nin deplasman kazanama özürlü olduğunu sağır sultan bile öğrendi zaten. Tek tesellimiz iç sahada aldığı farklı galibiyetlerdi. Ancak bu akşam itibariyle ona da bir son verdi. Hem de lig sonuncusu Kayserispor’a karşı…
  Chelsea maçında oynanan aciz, basiretsiz ve ruhsuz futbol bütün Galatasaray taraftarını kahretmişti şüphesiz. Öyle ki, hafta arası ultraslan tarafından sert bir bildiri yayınlandı. Yönetimden de buna jet hızında bir yanıt geldi. Taraftarından futbolcusuna, yöneticisinden teknik direktörüne kadar herkesi tek yumruk, tek yürek olmaya davet eden bu yanıt metninin özü bu akşam Türk Telekom Arena’da gördüklerimiz olmasa gerek! Umarım öyledir yani...
  Mancini denen zatı muhteremde gerek performans gerekse de moral olarak dibe vurmuş takımı ayağa kaldırabilecek en ufak bir motivasyon tekniği olmadığını da öğrenmiş olduk. Yani hocalığı ne kadar kötüyse, moral-motive konularında da o kadar kötü…
  Yazık günah değil mi bu adama ödenen milyonlarca eurolara? Yazık günah değil mi bu adam istedi diye yeni takım kurma adına transfer döneminde harcanan onca paraya? Yazık günah değil mi başarılarla geçen 2 sezonun ardından ‘’bu yıl çok daha güzel şeylere şahitlik edeceğiz’’ ümidiyle ordan burdan kıstığı paralarla kombine alan, bilet alan taraftara? Hepsinden öte, yazık günah değil mi şampiyonluğun en büyük favorisi olarak başladığımız, 4.yıldızı güle oynaya takmamız beklenen şu sezonda  2.lik-3.lük hesapları yapar hale gelmiş oluşumuza?
  Beyefendi maçtan sonra çıkmış ‘’Bu takımı ben kurmadım’’ diyor. Gelmeseydin kardeşim o zaman. Zorla mı getirdik seni? İp mi attık boynuna? Onu da bir kenara koy, devre arasında 9 tane yeni oyuncuyu kim aldırdı peki? Eğer sana sormadan yönetim kendi kafasına göre futbolcu transferi yapıyorsa zaten sana  binlerce kez yazıklar olsun ki hala o görevin başındasın!
   Haftalardır takıma 5 kuruşluk faydası dokunmayan Selçuk’u en sonunda taraftar tarafından istenmeyen adam haline getirdiğin için mi bazılarının gözünde büyük hocasın? Yoksa tam form tutmaya başladığı dönemde Chedjou’yu tribüne mahkum ettiğin için mi? Ya da dünyanın sayılı 10 numaralarından biri olan Sneijder’i sol çizgiye hapsedip bitirdiğin için mi?
  Geldiğin günden bu yana ne bir taktik oturtabildin bu takıma, ne bir sistem ne de oyun felsefesi… Bir gün kalktın ‘’Aman kontrollü oynayın’’ dedin, öbür gün ‘’İleride basın.’’ Bir maç ‘’Rölantide götürün.’’ dedin, diğer maç  ‘’Allah ne verdiyse saldırın.’’ Gün geldi ‘’Önce savunma’’ dedin, bir zaman geçti ‘’Atabildiğin kadar atmaktır önemli olan’’a döndün. Hal böyle olunca futbolcular de ne yapacaklarını, ne oynayacakalarını şaşırdılar artık… Bildiklerini de unuttular yani…
  Bana bir oyuncumuzu gösterin ki, performansı Mancini döneminde artış göstermiş olsun! Ya da tam tersi, bir oyuncumuzu gösterin ki, performansı Mancini döneminde geriye gitmemiş olsun! Futboldan biraz olsun anlayan herkes şu sorduğum 2 soruya da herhangi bir isim veremezler.
   ‘’Ben oldum havasına’’ girip 2 sezon önceki halini mumla aratan Selçukla, sol tarafta bütün üretkenliği ortadan kaybolan Sneijderle, tek özelliği olan ayak içiyle son vuruş yapma becerisini de yitirmiş Burakla, kapasitesi belli Umutla, kurtarıcı diye oyuna sokulması komedyenlere espri malzemesi çıkaran Sabri’yle bu işin olamayacağının neredeyse 6 aydır farkına varamayan Mancini’ye hala ve hala tölerans gösteren Ünal Aysal ve yönetimiyle de bu işin olması imkansız demek ki…
   Bu saatten sonra şampiyonluğunu ş’sini ağızına alan Alice Harikalar Diyarı’nda yaşıyor demektir. Dolayısıyla konsantre olunması gereken asıl hedef 9 yıldır hasret kaldığımız Türkiye Kupası ve ligi de Fenerbahçe’nin ardından 2. bitirip Şampiyonlar Ligi’ne direkt katılma hakkı elde etmek olmalıdır. Tabi bunların dışında, alınacak farklı bir Fenerbahçe galibiyeti de taraftarın bazı şeyleri mazur görmesi için fazlasıyla yetecektir. Ancak ne var ki, takımın başında Mancini varken bu hedeflerin gerçekleşme ihtimali konusunda insan ne oranda ümitli olabilir bilemiyorum…

                                                             e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

19 Mart 2014 Çarşamba

Rezil Futbol !!!

  Şüphesiz ki bu akşam maçın da turun da mutlak favorisi Chelsea’ydi. Açıkçası benim ne maça ne de tura dair %10 bile umudum yoktu. Sonuç olarak da çok üzülmüş olmama rağmen haklı çıktım...
  Chelsea’ye elenebilirsiniz.  Chelsea’ye yenilebilirsiniz. Hatta farklı da yenilebilirsiniz. Bunların hepsi gayet normal karşılanır. Ve hiç kimseler de ‘’Neden?’’, ‘’Nasıl?’’ diye sorgulayamaz sizi. Ancak dün gece sahada olup bitenler, yenilmekten ya da elenmekten çok daha öte şeylerdi bence...Sahada 90 dakika boyunca utanç veren bir Galatasaray vardı çünkü! Rakip kaleye gitmekten aciz, tek şut atmadan, 1 tane bile korner kullanmadan maçı bitiren rezil bir Galatasaray!
  Ne geçen sezon Real Madrid’den 3 yediğimiz ilk maçta, ne de bu sezonun başında İstanbul’da 6 tane attıkları karşılaşmada, bu kadar ruhsuz, bu kadar acınası bir Galatasaray izlememiştim ben! Hatta o 2 maçı bir kenara bırakın, son 15-20 yılda bu kadar aciz, bu kadar basiretsiz oynadığımız sadece 1 maç daha geliyor aklıma; o da yine Mancini önderliğinde sezonun ilk yarısında Fener’e karşı Kadıköy’de oynadığımız karşılaşma…
  Bu adam zaten deplasman kazanamıyor. Bunu artık sokaktaki 5 yaşındaki çocuk bile biliyor. Dolayısıyla da deplasmanlarda kendimizi herhangi bir beklenti içerisine sokmuyoruz. Ancak dış sahada 5 tane büyük maç oynadı (Juventus, Kopenhag, Real Madrid, Chelsea ve Fenebahçe maçları) hepsinde de sahadan silindi. Demekki sadece ‘’iç saha hocası’’ olmakla beraber, dış sahadaki büyük maçları kaldırabilecek kapasitesi de yok!
  Benim Mancini hakkındaki görüşlerim en başından beri hep aynı. Çok kötü bir teknik direktör olduğunu ve futbolu hiç bilmediğini yineliyorum sürekli olarak. Ve haftalar ilerledikçe, başlarda kendisini yere göğe sığdıramayan, hatta uğruna Fatih Terim’i yerin dibine sokmakta tereddüt etmeyen insanların, takım hedeflerinden birer birer uzaklaşmaya başladıkça benim 6 aydır söylediğim şeylere yeni yeni hak vermeye başladıklarını görüyorum. Ne diyim ki, yabancı hayranlığından bir türlü kendini soyutlayaman ülke insanımıza müstehak böyle şeyler…
  Bu akşam Chelsea’ye elenmek ya da elenmemek değildi önemli olan. Sahada futbol namına hiçbir şey yapamayan, ayakta durmakta dahi oldukça zorlanan 8-9 tane oyuncumuzun ve bu rezaleti ayaklarını uzatarak izlemeyi tercih eden Mancini’nin Galatasaray’a olan ihanetiydi bence üzerinde durulması gereken şey!
  Herşeyi bir kenara bırakalım, benim çocukluğumdan beri gördüğüm Galatasaray kültürü, takımının saha içindeki acizliğini, çaresizliğini ayaklarını uzatarak izleyen bir teknik direktörü sahiplenmeyi, kabullenmeyi öğretmedi bana! Üzerindeki gömleği terden sırılsıklam olan Fatih Terim’i, 70 yaşında olmasına rağmen hop oturup hop kalkan Feldkamp’ı, alnının ortasından şakır şakır kanlar akan Eric Gerets’i gördüm, bildim ben teknik direktör olarak!
  Oyuncularla ilgili birşeyler söylemek gerekirse; birkaç ay önce bir lig maçının ardından hakkında ‘’Bugün kötü oynamıştır. Ama herkes gibi onun da yeri geldiğinde kötü oynamaya hakkı vardır. Bizlerdeki kredisi de oldukça fazladır.’’ cümlelerini sarfetmiş olduğum Selçuk İnan, o kredilerini tamamen tüketmiştir artık. Haftalardır takıma 5 kuruşluk katkı yapmadan, saha içerisinde adeta kaçak dövüşerek, etliye sütlüye karışmadan ve hiçbir sorumluluk almadan sözde futbol oynamasını ben bir taraftar olarak kabullenemiyorum. Dolayısıyla da bu şartlar altında kalan 8-9 haftalık sürede, aklının başına gelip en azından gelecek sezonu kurtarmak adına yedek kulübesinde oturtulması gerektiğini düşünüyorum!
  Drogba’nın artık bize bir şeyler veremeyeceği aşikar.  Geçtiğimiz sezonun şu günlerindeki görüntüsünden bile çok gerilerde şu an. Geçen her gün, her ay ondan biraz daha götürüyor. Macera aramanın manası yok. Sezon sonu kendisine teşekkür edilerek yollar ayrılmalı. Drogba’ya verilecek yıllık 5-6 milyon euro ücretle de kendisinden en az 8-10 yaş daha genç, 1.sınıf bir golcü alınmalı. Galatasaray’ın menfaatleri doğrultusunda en doğru karar bu bence.
  Aynı şekilde en beğendiğim oyuncularımızdan olup oynatılmadığı zamanlar hep hata yapıldığını savunduğum Eboue’de belli ki kafasına bitirmiş Galatasaray’ı. Gerçi 1 oynayıp 3 oynamayan bir oyuncudan da bundan fazlası beklenemez herhalde…
  Burak Yılmaz ve Sneijder’de sürekli olarak yanlış yerlerde oynatılmalarından ötürü beklenen katkıyı yapamıyorlar takıma. Özellikle de Sneijder gibi halihazırda avrupa’nın en yetenekli, en yaratıcı 5 orta saha oyuncusunden biri olan yıldızı, takıma hiçbir şey vermeyen Selçuk uğruna sola hapsedip yeteneklerinden ve yaratıcılığından faydalanma oranını %30’lara indirmek hem takıma hem de Sneijder’e yapılan büyük bir ihanettir! Aynı şekilde top sürme, adam geçme gibi özellikleri bünyesinde barındırmayan ve kanatlarda oynatıldığı için bitme noktasına gelen kariyeri, Şenol Güneş’in elinde santrafora dönüşmesiyle tavan yapan Burak Yılmaz’ı sağ açık oynatmakta!
  Sonuç itibariyle Mancini geldiği günden bu yana takıma olumlu hiçbir şey katamamıştır. Hiçbir oyuncumuzun performansında artış yaşanmamış, takımın deplasman karnesi içler acısı hale gelmiştir. Özellikle dış sahada oynadığı büyük maçlarda rakip kaleye şut atamadan 90 dakikayı tamamlayan bir Galatasaray çıkmıştır ortaya. Ancak ne var ki, hali hazırda hala kendisine inanan ve kayıtsız şartsız savunan bir kitle varken, yönetimimiz de her türlü arkasındayken ben ne yazarsam yazıyım, ne söylersem söyleyeyim hepsi boş… Demek ki ‘’aslolan Galatasaray’' değil Mancini’ymiş…

                                                               e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

15 Mart 2014 Cumartesi

Git Artık Başımızdan !!!

 Artık ne yazacağımı, ne söyleyeceğimi inanın bende bilmiyorum… Yazacak bir şeyler bulmakta da oldukça zorlanıyorum. O kadar üzgünüm ki şu an, sanki dünyalar başıma yıkılmış gibi... Yazık günah değil mi, benim gibi binlerce hatta milyonlarca taraftarın yaşadığı şu üzüntüye? Ne Mancini’nin ne de yönetimin hakkı var mıydı güle oynaya  4.yıldızı takacağımız şu sezonu ayağımıza gelen bütün fırsatlara rağmen altın tepsiyle Fenerbahçe’ye hediye etmeye? Yazık, cidden çok yazık…
  Haftalardır yırtıyorum kendimi ‘’Bu iş bu adamla olmaz’’ diye. Yahu böylesine iyi bir Galatasaraylı olarak en çok ben istemez miyim bu takımın başarıdan başarıya koşmasını? Mancini’ye ne gibi bir gıcığım ya da kinim olabilir ki benim? Kendisinin 5.5 aylık Galatasaray kariyerindeki gözlemlerimden yola çıkarak yorum yapabiliyorum sadece. Ve o gözlemlerim de bana bu işin Mancini’yle olmasının imkansız olduğunu söylüyor... İşin özü bu sadece.
  Aşağı yukarı 30 maç oldu bu takımın başına geçeli, adam hiçbir maça bir önceki haftanın onbiriyle başlamadı. Bunun yanı sıra o formayı da asla ve asla adilce dağıtmadı. Hakeden oynamadı yani bu 30 maçlık süreçte. Mancini’nin canı o gün kimi oynatmak istediyse o adam giydi formayı. Bu kadar basit!
  Maç başlayacak, kadroya bakıyorum, 5 yabancıyla çıkmışız sahaya. Yedekteki 6. Yabancımız ise Chedjou. Sorarım sizlere, bir teknik direktörün sakatlık olmadığı takdirde maç içersinde stoper değiştirme olasılığı % kaçtır? Yani atıyorum, herhangi bir lig ya da avrupa kupası maçında, ‘’Oyunun gidişatına göre bakarım, takım istediklerimi yapamazsa şayet son yarım saatte Chedjou’yu sokarım.’’ der mi maçtan önce bir teknik direktör? Ya da ‘’Golü düşündüğüm için Chedjou’yu oyuna sürdüm.’’ demeci verebilir mi? Hepsini geçtim, maçı anlatan spiker  ‘’Chedjou kilidi açtı’’ cümlesini sarf edebilir mi?
  Arkadaş ya maça Chedjou’yla başlarsın ya da  kendisini o gün için bir daha düşünmezsin.  Bu kadar basit bir olaydır bu. Fakat Mancini’de nedenini anlayamadığım bir şekilde maç içerisinde stoper değiştirme hastalığı var. Ve sanırım dünya üzerinde böyle bir takıntısı olan tek antrenör kendisi!
  Kullansana kardeşim 6.yabancı hakkını Eboue ya da Hajrovic’ten yana! İster onbirde olsunlar ister kulübede. En azından maçın gidişatına göre bir hamle şansın olur. Ofansif anlamda oyuna müdahele etme şansın olur. Kalkıp da bana; ‘’Eboue sağ bek değil mi kardeşim? Nasıl ofansif müdahele olacak onun girişi?’’ demeyin şimdi. Canı top oynamak istediği zaman rakibin solunu hallaç pamuğuna çevirdiğini hepimiz gayet iyi biliyoruz.
    Belli ki Mancini maçtan önce Chedjou değişikliğini kurgulamış kafasında. Çünkü daha önce de bir çok kez yaptı buna benzer stoper değişiklikleri. Bu doğrultuda da 2.devre Chedjou’yu soktu oyuna. Efendim Semih’in belinde bir ağrı olmuşta zorlamak istememişler. Geçin kardeşim bu masalları. Muslera dizine dikiş attırıp oynadıktan sonra Semih Kaya’da azıcık bir bel ağrısı olmuş vız gelir! O yüzden bazı şeylere kılıf uydurmaya çalışmanın manası yok bence.
  Bu arada farkına vardım ki, sanırım takımın bu kötü deplasman performansının bir diğer nedeni de Selçuk İnan. Hiç birşey yapmıyor çünkü. Hatta takımı 1 kişi eksik oynatıyor diyebilirim. Tabi Selçuk’u oynatma pahasına Sneijder’in sola hapsedilip tüm üretkenliğinin elinden alınması da cabası... Hal böyle olunca, içeride en azından seyirci gazıyla pozisyonları bulan takım, deplasmanlarda Hint fakirini oynuyor… Gerçi bugün ilk 45’te yine Burak Yılmaz önderliğinde değerlendirilemeyen 3-4 tane %100’lük fırsat vardı. Geçtiğimiz sezon en azından pozisyona girdi mi atıyor diye pek ses çıkarmıyorduk Burak’a. Yoksa o zaman da faul yapıyordu, o zaman da ofsayta düşüyordu… Ama bu sezon girdiklerinin %90’ını kaçırdığı için tahammül sınırlarımızı iyice zorlar hale geldi. Her şeye rağmen, son 2 yılda atmış olduğu 45-50 golün hatrına daha fazla bir şeyler söylemeyeyim hakkında.
  Maçın önüne geçen olay ise bence 88.dakikada yaşandı. Artık rakip kaleye gidebilmek için son çareyi uzun toplarda gören ve sürekli olarak 70-80 metreye top şişirmeye başlayan oyuncularımız, şüphesiz  ‘’Drogba indirse de karambolde biri vursa keşke’’ ümidiyle gerçekleştiriyorlardı bu eylemi. İşte bu esnada Drogba’yı oyundan alıp önlibero Ceyhun’u kurtarıcı olarak sahaya sürmesi, Roberto Mancini’nin futbolu ancak yolda yürüyen herhangi bir bayan kadar bildiğinin ya da asıl hedefinin bu sezon şampiyonluğu Fenerbahçe’ye hediye edip, gelecek yıllar için sarı lacivetlilerin sempatisini kazanmak olduğunun göstergesiydi bence. Başka bir açıklaması olamaz çünkü bu değişikliğin!
  Evet sevgili Galatasaraylılar, şu saatten sonra bu sezon için şampiyonluktan bahsetmek biraz komik olur. Bu haftaya kadar her an inanmıştım 4.yıldızın bu sezon takılacağına. Hem de Mancini'de dahil olmak üzere yaşadığımız onca olumsuzluğa rağmen. Ancak ne var ki, sadece bizlerin inanması yetmiyormuş demek ki bazı şeylere. En başta doğru düzgün bir yönetime, sonrasında da adam gibi bir teknik direktöre sahip olmak gerekiyormuş. Bunu bir kez daha öğrenmiş olduk. Aksi halde şu an bizlerin yaşadığı gibi başınızdaki teknik direktör korkak ve futbol oynatma özürlüyse, o sezon elde edeceğiniz 2.lik ya da 3.lük bile oldukça anlamlı hale gelebiliyor ne yazık ki…

                                                       e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

8 Mart 2014 Cumartesi

Kendine Güveneni Arena'ya Bekleriz

  Haftalardır sürekli tekrarladığım bir söz var: ‘’Bu Galatasaray’ı içeride kimse yenemez ancak deplasmanda da Galatasaray kimseyi yenemez.’’ diye. Bu görüşümün ne denli doğru olduğu bugün bir kez daha ispatlandı. Özellikle son dönemlerde iç saha maçlarımız görsel bir şölen tadında geçiyor çünkü. Sağanak gol yağmurları şüphesiz hepimizi şampiyonluk havasına sokuyor. Fakat gelin görün ki, ertesi hafta deplasmana giden takım bambaşka bir görüntüye bürünüyor. Bütün iştahı, kazanma arzusu, temposu ortadan kayboluyor. Umarım gelecek hafta Karabük’te de aynı şey yaşanmaz…
  Bugün 90 dakika boyunca kendini çok sıkmamasına rağmen oyuna tamamen ambargo koyan bir Galatasaray vardı sahada. Oyuncularımızın hemen hepsi ortalama performanslar sergilediler. Kimse %60’ın üzerine çıkmadı, %40’ın altına da inmedi. Bu orta seviye performansların birleşimi de fark için fazlasıyla yeterli oldu. Demek ki performanslar tavan yapmış olsa, 10-12 tane atacaktık. Nitekim 8-1, 9-1’le de bitirebilirdik karşılaşmayı. Gol olanların dışında olmayan çok net fırsatlarımız da var çünkü. Özellikle Drogba ve Hamit’in karşı karşıya kaçırdıkları ilk aklıma gelenler.
   Sezon başından beri en büyük eksiğimiz olan kornerlerden gol bulamama sorunu son 3 haftada rafa kalkmış gibi görünüyor. Hatta tam tersine bizim için tehlikeli bir silaha dönüşmeye başladı köşe vuruşları.  Sneijder her 2 köşe gönderden de öylesine ortalar yapıyor ki, illaki biri çıkıp vuruyor kafayı. Geçtiğimiz haftalarda Chedjou üstlenmişti bu misyonu, bugün ise Drogba’ya kısmet oldu.
  Drogba demişken, aylar sonra gerçek bir süper star gibi oynadı.’’Umut Bulut kadar’’ verimli oynamadı yani. Ve onun bu performansı da farklı galibiyetin en önemli faktörü oldu. 2 gol 2 asistle geceye damgasını vuran isimdi siyahi yıldızımız.
  Aynı şekilde Sneijder’de attığı gol ve yaptığı 2 asistle yine galibiyetin başmimarlarındandı. Özellike Alex Telles’e verdiği enfes pas gerçekten ayakta alkışlanacak cinstendi.
  Selçuk’un yokluğunda Melo orta sahanın tüm yükünü tek başına üstlendi diyebilirim. Yine koşmadık, basmadık yer bırakmadı. Çok top çaldı, çoğunu da olumlu kullandı. Gollerden önce kaptığımız topları bize kazandıran isimdi hep. Kısacası Dünya Kupası’nı ne denli hakettiğini bir kez daha gözler önüne serdi.
  Burak Yılmaz’da attığı 2 golle galibiyette önemli pay sahibi olmuş gibi görünse de, gol vuruşlarını bu kadar ‘’amatörce’’ yapmış oluşu, benim neznimde olumsuz puan almasına neden oldu. Arkadaş koskoca Galatasaray’ın 1.santraforu, son 2 sezonun gol kralı olan bir futbolcu bomboş kaleye ‘’Al da at diye’’ ağzının içine sokulan o 2 topa bu kadar mı kötü vurur? İlkini üst direğe çarptırarak soktu, ikinciyi de kaleciden sektirip stopere çarptırarak… Birinde 1 metre daha geriden vurmuş olsa top üstten auta gidecek, diğerinde de rakip stoper kale sahası içinde olmasa gol olmayacak. Ki özellikle deplasmanlarda şans bugünkü gibi yanımızda olmuyor ve o toplar girmediği için sahadan beraberlikle ayrılmak zorunda kalıyoruz…
  Her şeye rağmen bugün oyunun her anında rakibe büyük üstünlük kuran, kalesinde yediği gol dışında pozisyon vermeyen ve hücum anlamında  da ama öyle ama böyle girdiği pozisyonların %70’ini gole çevirmeyi başaran oyuncularımızı canı gönülden kutluyorum. Onların sezon sonuna kadar Fenerbahçe maçı dahil olmak üzere içerideki bütün karşılaşmaları çok rahat bir şekilde kazanacaklarından en ufak şüphem yok zaten. Canımı sıkan tek nokta, bu müthiş iç saha grafiğinin yarısının dahi deplasmanlara taşınamıyor oluşu. Hal böyle olunca da deplasman kazanmadan şampiyonluktan bahsetmek bir hayli güç oluyor ne yazık ki... Umarım bugünden itibaren bazı şeyler dank eder artık da, deplasman maçlarına da bu güzel tabloyu yansıtabilen bir Galatasaray çıkar karşımıza…

                                                                e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

3 Mart 2014 Pazartesi

Yine Deplasman, Yine Hüsran...

  Aylardır farkına varamadığımız bir gerçek var ki, sadece iç saha maçlarını kazanarak şampiyon olmamızın imkansız olduğu. Hele ki puan tablosunda kovalanan değil, kovalayan konumundayken…
  Roberto Mancini takımın başına geçeli tam 5 ay oldu. Ancak gelin görün ki, koskoca 5 aylık zaman zarfında topu topu 3 deplasman galibiyeti var. Onların da biri kupa maçında Tokatspor’a karşı, diğer ikisi ise puan cetvelinin en altındaki Kayseri temsilcilerine... Ama her ne hikmetse ortada böylesine başarısız bir deplasman karnesi olduğu halde, Mancini’yi ‘’büyük hoca’’ ya da ‘’taktik deha’’ ilan eden onlarca insan tanıyorum. Demek ki sadece iç sahada maç vermiyor olmak, bu ünvanları kolaylıkla elde edebilme adına fazlasıyla yeterli oluyormuş bizim ülkemizde…
  Takıma savunma yapmayı öğrettiği savunuluyor mesela Mancini’nin. Ancak aynı Mancini'nin takımının deplasmanlarda maç başına kaç gol pozisyonu bulabildiğinden kimseler bahsetmiyor mesela. Demek ki savunma yapmayı öğretirken, hücum yapmayı unutturmuş bu beyefendi takıma!
  Gerçi bugünkü mağlubiyeti tamamıyle Mancini’ye yüklemek haksızlık olur. Çünkü maç 1-0’ken Umut ve Sneijder'in kaçırdığı 2 pozisyon var ki, uğraşsan kaçıramazsın… Umut penaltı noktasının bile 1 metre önünde buluştuğu topu kaleye dahi gönderemedi, Sneijder ise 3 metre mesafeden auta attı…  Zaten senelerdir söylerim, ‘’Bu gol kaçırma hastalığından kurtulduğumuz gün her anlamda çok daha büyük güzellikler bizim olacak.’’ diye. En basiti, o 2 pozisyondan biri golle sonuçlanmış olsa iyi oynamamamıza rağmen sahadan 3 puanla ayrılmış olacaktık.
  Bildiğim bir gerçek var ki, Galatasaray gibi bir takımın iç saha performansıyla dış saha performansı  arasında bu denli uçurum olmamalı. Deplasman maçlarımızda bir izleyici olarak uykum geliyor cidden. Böylesine düşük tempoda ve üretkenlikten oldukça uzak bir futbol oynamaya hakkımız olmamalı diye düşünüyorum. Şüphesiz bu durumu değiştirmesi gereken kişi Roberto Mancini. Ancak 5 ay boyunca bu konuda 1 arpa boyu mesafe kat edememiş birisinden, sezonun sonları yaklaşırken mucize beklemek hayalcilik olsa gerek! Hal böyleyken de tüm kalbimle istememe rağmen şampiyonluktan çok yüksek sesle bahsedemeyiz sanırım…
  Haftaya Akhisar’ı Arena’da rahat geçeriz, Fenerbahçe’nin ise Avni Aker’den 3 puanla dönebilmesini pek olası görmüyorum. Varsayalım ki söylediğim gibi gelişti her şey ve puan farkı 3 ya da 4’e indi. Ne değişecek ki? Ertesi hafta yine deplasman, yine hüsran… Belli ki bu durum sezon sonuna kadar böyle devam edecek. Puanları 3-1-3-1 şeklinde toplayacağız yani.
  Kısacası 4.yıldızı güle oynaya takacağımız şu sezonda, şampiyonluğu Fenerbahçe’ye hediye etmek için elimizden geleni fazlasıyla yapıyoruz ya aylardan beri, yanıyorum yanıyorum en çok buna yanıyorum….

                                                             e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR