Haftalardır sürekli tekrarladığım bir söz var: ‘’Bu
Galatasaray’ı içeride kimse yenemez ancak deplasmanda da Galatasaray kimseyi
yenemez.’’ diye. Bu görüşümün ne denli doğru olduğu bugün bir kez daha
ispatlandı. Özellikle son dönemlerde iç saha maçlarımız görsel bir şölen
tadında geçiyor çünkü. Sağanak gol yağmurları şüphesiz hepimizi şampiyonluk
havasına sokuyor. Fakat gelin görün ki, ertesi hafta deplasmana giden takım
bambaşka bir görüntüye bürünüyor. Bütün iştahı, kazanma arzusu, temposu ortadan
kayboluyor. Umarım gelecek hafta Karabük’te de aynı şey yaşanmaz…
Bugün 90 dakika
boyunca kendini çok sıkmamasına rağmen oyuna tamamen ambargo koyan bir
Galatasaray vardı sahada. Oyuncularımızın hemen hepsi ortalama performanslar sergilediler. Kimse %60’ın üzerine çıkmadı, %40’ın altına da inmedi. Bu orta
seviye performansların birleşimi de fark için fazlasıyla yeterli oldu. Demek ki
performanslar tavan yapmış olsa, 10-12 tane atacaktık. Nitekim 8-1, 9-1’le de
bitirebilirdik karşılaşmayı. Gol olanların dışında olmayan çok net
fırsatlarımız da var çünkü. Özellikle Drogba ve Hamit’in karşı karşıya
kaçırdıkları ilk aklıma gelenler.
Sezon başından beri en büyük eksiğimiz olan
kornerlerden gol bulamama sorunu son 3 haftada rafa kalkmış gibi görünüyor. Hatta
tam tersine bizim için tehlikeli bir silaha dönüşmeye başladı köşe vuruşları. Sneijder her 2 köşe gönderden de öylesine
ortalar yapıyor ki, illaki biri çıkıp vuruyor kafayı. Geçtiğimiz haftalarda
Chedjou üstlenmişti bu misyonu, bugün ise Drogba’ya kısmet oldu.
Drogba demişken, aylar sonra gerçek bir süper star gibi oynadı.’’Umut Bulut kadar’’ verimli
oynamadı yani. Ve onun bu performansı da farklı galibiyetin en önemli faktörü
oldu. 2 gol 2 asistle geceye damgasını vuran isimdi siyahi yıldızımız.
Aynı şekilde
Sneijder’de attığı gol ve yaptığı 2 asistle yine galibiyetin
başmimarlarındandı. Özellike Alex Telles’e verdiği enfes pas gerçekten ayakta
alkışlanacak cinstendi.
Selçuk’un yokluğunda
Melo orta sahanın tüm yükünü tek başına üstlendi diyebilirim. Yine koşmadık,
basmadık yer bırakmadı. Çok top çaldı, çoğunu da olumlu kullandı.
Gollerden önce kaptığımız topları bize kazandıran isimdi hep. Kısacası Dünya
Kupası’nı ne denli hakettiğini bir kez daha gözler önüne serdi.
Burak Yılmaz’da
attığı 2 golle galibiyette önemli pay sahibi olmuş gibi görünse de, gol
vuruşlarını bu kadar ‘’amatörce’’ yapmış oluşu, benim neznimde olumsuz puan
almasına neden oldu. Arkadaş koskoca Galatasaray’ın 1.santraforu, son 2 sezonun
gol kralı olan bir futbolcu bomboş kaleye ‘’Al da at diye’’ ağzının içine
sokulan o 2 topa bu kadar mı kötü vurur? İlkini üst direğe çarptırarak soktu,
ikinciyi de kaleciden sektirip stopere çarptırarak… Birinde 1 metre daha
geriden vurmuş olsa top üstten auta gidecek, diğerinde de rakip stoper kale
sahası içinde olmasa gol olmayacak. Ki özellikle deplasmanlarda şans bugünkü gibi
yanımızda olmuyor ve o toplar girmediği için sahadan beraberlikle ayrılmak
zorunda kalıyoruz…
Her şeye rağmen bugün
oyunun her anında rakibe büyük üstünlük kuran, kalesinde yediği gol dışında
pozisyon vermeyen ve hücum anlamında da ama
öyle ama böyle girdiği pozisyonların %70’ini gole çevirmeyi başaran
oyuncularımızı canı gönülden kutluyorum. Onların sezon sonuna kadar Fenerbahçe
maçı dahil olmak üzere içerideki bütün karşılaşmaları çok rahat bir şekilde
kazanacaklarından en ufak şüphem yok zaten. Canımı sıkan tek nokta, bu müthiş iç
saha grafiğinin yarısının dahi deplasmanlara taşınamıyor oluşu. Hal böyle
olunca da deplasman kazanmadan şampiyonluktan bahsetmek bir hayli güç oluyor ne
yazık ki... Umarım bugünden itibaren bazı şeyler dank eder artık da, deplasman
maçlarına da bu güzel tabloyu yansıtabilen bir Galatasaray çıkar karşımıza…
e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR