Ekim ayı’nda yaşadığımız 5 maçlık galibiyet hasretinin
ardından, önce ligde Kayserispor ve İBB’yi hemen akabinde de Şampiyonlar Ligi’nde
Cluj’u deviren takımımız, artık yavaş yavaş geçen sezonki ivmesini yakalayacakmış
gibi bir his uyandırdı hepimizde. Ancak bu akşam Mersin’de bırakılan 2 puan
bunun henüz mümkün olmadığını gözler önüne serdi.
Çarşamba’nın
yorgunluğu vardı elbet takım üzerinde. Ancak ne olursa olsun Mersin İdman Yurdu
gibi geride kalan 10 haftada sadece 1 galibiyet alabilmiş bir takım karşısında
puan kaybetmek de yakışmadı Galatasaray’a!
Maçtan sonra Fatih
Hoca ‘’İyi oynadığımız maçı kazanamadık.’’ dedi. Hocanın iyi oyundan kastı ne
gerçekten çok merak ettim. Bugün rakip üzerinde oyunun hiçbir anında baskı
kuramadık bir kere. Onun haricinde direkten dönen 2 top dışında gol pozisyonuna
giremedik. Hepsini bir kenara bıraktım, 61.dakikada beraberlik golünü yiyen
takım koskoca yarım saatlik bölümde değil gol pozisyonuna girmek, rakip kaleye
gidemedi bile. Hee kötü oynamadık. Kalemizde 0 pozisyonla bitirdik maçı. Ancak üzerinde
durulması gereken esas nokta da bu bence. Bu takım birçok maçta rakibine gol pozisyonu
vermeden puan, puanlar kaybediyor….
Geçtiğimiz sezon
deplasmanlarda gol yememesiyle nam salan, 19-20 maçta kalesini gole kapatan
Muslera’ya bu sezon ne olduysa artık, maşallah geleni gideni içeri alır oldu.
Bu sezon gol yemediği maç yok neredeyse. Üstelik basit ve acamice goller yiyor.
Mesela bu gün yediği gol… Muslera’nın yan toplarda ciddi anlamda sıkıntıları
var. Ya topa çıkamıyor ya da boşa çıkıyor. Taffarel’in Muslera’ya sabah akşam yan
top çalıştırması lazım. Ayrıca degajlarda da ciddi problem var. Vurduğu 10
topun 5’i ya kısa düşüp rakibe gidiyor ve bizim yüreğimiz ağzımıza geliyor ya
da topu taca atıyor... Dolayısıyla geçtiğimiz sezon en güven veren mevkiimiz
olan kalemiz, maalesef son dönemlerde en zayıf halkamız olmuş durumda…
Felipe Melo mutlaka
kazanılmalı. Yekta ne kadar iyi oynarsa oynasın hiçbir zamanda formda bir Melo’nun
yapacağı katkıyı yapamaz bu takıma. Çünkü Melo’nun tatlı-sert futbolu özellikle
geçen sezon rakibi ciddi anlamda rahatsız ediyordu. Ayrıca her maç en az 5-6
tane kritik top çalıyordu. Yekta’nın bunları yapabilmesi, hele hele Melo’nun
verdiği ofansif katkıyı verebilmesi ne yazık ki mümkün değil. Dolayısıyla ben
Melo’nun bir şansı daha en azından geçen sezonki kredisinin hatrına hak
ettiğini düşünüyorum.
Emre Çolak’a artık
birilerinin dur demesi lazım. Bu çocuk bulutların üzerinde uçuyor çünkü! Kesinlikle
ayakları yere basmıyor! Geçen sezon uzaktan 2 gol attı diye kendisini yerlere
göklere çıkaranların sayesinde çok büyük bir yıldız olduğunu, bu takımın en
önemli silahı olduğunu falan sanıyor. Takımdan çok kendine oynuyor. Her yerden
kaleyi düşünüyor. Bomboş durumda arkadaşları pas beklerken gereksiz yere topla
bir sağa, bir sola dönüp Hasan Şaş’ın gençlik yıllarından resitaller sunmaya
kalkıyor! Ancak bunların hiçbirini beyninin kontrolü dahilinde yapmıyor. Yani
daha Türkçesi; bu arkadaşımız futbolu beyniyle oynamıyor. Zaten o sorunu
aşabilirse, kendini şu an gördüğü mertebeye gerçekten ulaşacaktır. Ancak
Galatasaray Paf Takımı’ndan çıkanların temel sorunu olan ayak-beyin uyuşmazlığı
ne yazık ki Emre Çolak’ta da fazlasıya mevcut! Bugün yediğimiz gol tamamen Emre’in
rakibe hediyesi. Önce abuk subuk bir faul yaptı ardından da göğüsü hizasında
gelen topu anlamsız bir kafa vuruşuyla kornere attı. O korner de bize çok
pahalıya patladı…
Umut Bulut her hafta
gol attığı için herkesin takdirini toplasada, bence 90 dakika boyunca hiçbir şey
yapmadan geziyor sahada. Attığı gollere bakacak olursak geneli amiyane tabirle ‘’balık’’
goller zaten. Çok net bir şekilde söyleyebilirim ki, Umut Bulut benim
Galatasaray formasıyla izlediğim yeteneği en kısıtlı santrafor. Top tekniği yok
denecek kadar az. Ayağında top tutamıyor, 2 metreye dahi isabetli pas atamıyor.
Sahada böyle bir santrafor varken, takımdan ayrılan Necati’ye ve evinde oturan
Baros’a gel de üzülme…
Son olarak şunu
söylemek istiyorum, bugün isimler üzerinden gittiysem de, ortada bir sorun
varsa bu tüm takımın sorunudur. Şu an ki sorun da belli bir istikrarı
yakalayamamış olmak. Özellikle Avrupa Kupası maçlarıyla lig maçları arasındaki gerek bireysel, gerekse de takımsal performans
dalgalanmaları akıllara tek bir soru getiriyor: Futbolcular maç mı seçiyor?
Umarım böyle bir şey yoktur. Çünkü bu bahsetmiş olduğum şey gerçekten mevcutsa,
işte o zaman ortada çok büyük bir problem var demektir…
e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR