29 Aralık 2013 Pazar

Umutlar İkinci Yarıya

  Takımımız nihayet form tutmaya başlamış ve ciddi bir çıkış yakalamışken ligin tatile girmesi bizim için pek iyi olmadı aslında. Gerçi hemen her röportajında takımla uzun süreli bir çalışma ortamı yakalayamadığından yakınan Mancini için bir fırsat olabilir bu durum. Her şey daha güzel mi olur yoksa yeniden sil baştan mı yaparız, bunu zaman gösterecek elbet.
  Dün akşam Kayseri Erciyesspor karşısına mutlak favori olarak çıkan takımımız özellikle ilk 45 dakikada bu düşüncede olan bizleri mahçup etmedi. Öylesine etkili başladık ki karşılaşmaya, henüz 2.dakikada Sneijderle bulduk golü. 10 dakika sonra da Burak Yılmaz’ın kafası aradaki farkı 2’ye çıkardı.
  Rakip takım ne kadar zayıf olursa olsun kendi sahanızda oynamıyorsanız şayet gol ne kadar gecikirse rakibin direnci de o kadar artar. Dolayısıyla da deplasmanlarda maçı böyle erken koparabilmek oldukça önemli bence.
  12 dakikada bulduğu 2 golle rakibi her anlamda bitiren Galatasaray’ımız devrenin bitiş düdüğüne kadar adeta şov yaptı. 33’te Erciyes defansının büyük hatası sonucu Melo’yla 3’ü de bulduk. Hatta 4’ü, 5’i de bulabilirdik ama Drogba gününde değildi...
  İlk 45 dakikanın bitmesiyle kesilen Galatasaray fırtınası, ikinci devreyle beraber tekrar başlayamadı  ne yazık ki. 45-60 arası bölümde oyuna adeta ambargo koyan bir Kayseri Erciyesspor vardı çünkü sahada. Yasin Öztekinle gelen golleri üzerimde bir nebze de olsa tedirginlik yaratmadı desem yalan söylemiş olurum. Ancak Allah’tan bu gol oyuncularımızın silkinmesi sağladı da tekrardan toparlandık.
  60’tan sonra ibre yeniden lehimize döndü. Hem oyunun hakimiyetini hem de pozisyon üstünlüğünü ele aldık. Az önce de söylemiş olduğum gibi Drogba gününde değildi maalesef. Öyle ki, bir pozisyonda 6 pasın içinden arka arkaya 2 tane vuruş şansı yakaladı ancak ikisini de kaleci Fornetzi’ye nişanladı...
   Geçen hafta Trabzonspor karşısında performansı tavan yapan Sneijder dün akşam da takımın iyilerindendi. Açıkçası bu formunu sürdürürse, ikinci devrede birçok maçta extra puanlar kazandırır bize diye düşünüyorum.
  Geride kalan sezonda bir türlü istikrarı yakalayamadığı için eleştirilen Melo, bu sezon hiç tartışmasız takımın en önemli oyuncusu konumuda. 17 haftalık şu periyotta hemen her maç aynı seviyede oynadı çünkü. Kötü oynadığı bir karşılaşma hatırlamıyorum. Dün akşam da takımın en iyisiydi. Özellikle ilk golde Sneijder’e attığı uzun top gerçekten usta işiydi.
  Takımımızın ilk devre performansıyla ilgili detaylı analizi önümüzdeki günlerde yapacağım için şimdilik çok uzatmıyorum. Oldukça çalkantılı günler geçirdiğimiz, inişli çıkışlı bir grafik sergileyip sonlarına doğru kendimizi bulmaya başladığımız ilk yarıyı, bunca olumsuzluğun arasında 2.olarak bitirmiş olmamız, Şampiyonlar Ligi’nde Juventus gibi bir devi geride bırakarak bir üst tura çıkmamız, Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor’un havlu attığı  Ziraat Türkiye Kupası’nda yolumuza en büyük favori olarak devam ediyor oluşumuz bence önemli unsurlar. Umarım şu 1 aylık arada yapılacak doğru transferlerle takımımız 2.yarıya bıraktığından çok daha iyi bir şekilde başlar ve Fenerbahçe’yle beraber ciddi bir şampiyonluk yarışının içine girer…   

                                                          e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

23 Aralık 2013 Pazartesi

Arena'da KRAL'ın Gecesi

  Haftalar sonra Fenerbahçe’nin mağlup olması, devre arası tatiline ve ara transfer dönemine sayılı günlerin kaldığı şu süreçte ikinci devre adına umutlarımızın bir nebze de olsa yeşermesi anlamında iyi bir fırsattı bizim için. Aradaki puan farkını 8’e düşürebilmek için ne yapıp edip 50 bin taraftarının önünde Trabzonspor’u yenmek zorundaydı takımımız.
  Mancini haftalardır yediğimiz neredeyse tüm gollerde bariz hataları olan Chedjou’yu nihayet kesmişti takımdan. Eboue’nin de grip oluşu form grafiği her geçen gün yükselen Riera’ya ilk onbir yolunu açmıştı. Ayrıca yine Mancini’nin orta alanı Selçuk-Melo-Yekta şeklinde üçlemesi Sneijder’e Drogba ve Burak’ın arkasında serbest oynama olanağını sunuyordu.
  Haftalar sonra ilk kez taşları yerine tam oturmuş takımımız uzun zamandır üzerinde durduğum ‘’2 ayrı Galatasaray’’ muhabbetini bir kez daha teyid etti bizlere. İlk yarım saatte vasatın bile altında, son 1 saatte ise her anlamıyla performansı tavan yapan bir Galatasaray seyrettik çünkü. Tabi ki bizim her daim arzuladığımız, görmek istediğimiz Galatasaray son 1 saatteki...
  Uykumuzu getiren ilk 30 dakikanın ardından Sneijder önderliğinde öyle bir Galatasaray çıktı ki ortaya, hani uyuydan dev uyandı derler ya, işte o hesap oldu bizimki de. Gerçekten son düdüğe kadar yerimizde duramadık. Hop oturduk hop kalktık. Çünkü hemen her atağımız bir gol pozisyonuydu. Hatta öyle bir bölüm oldu ki , Sneijder’in bazukalarıyla Onur’un mükemmel kurtarışlarının düellosuna döndü olay.
  Gerçekten müthiş bir Sneijder vardı sahada. Geldiği günden bu yana ilk kez böylesine diri, böylesine çabuk  gördüm onu. Fakat daha önemlisi takımın tüm ataklarını yönlendiren tam bir maestro gibiydi.
  Riera’da bana göre yediğimiz goldeki hatası dışında mükemmele yakın oynadı. Trabzonspor’un sağ tarafını çok süratli bir oyuncu olmamasına rağmen otobana çevirdi. Ataklarımızın %90’ı o kanattan gelişti diyebilirim.
  Burak Yılmaz’da aylar sonra formda bir görüntüdeydi. Her zaman söylüyorum, Burak’tan tam verim almak istiyorsanız onu kaleye yakın oynatmak zorundasınız. Kanatlarda oynayan bir Burak’tan randıman almayı beklemeniz hayalcilikten öteye gidemez ne yazık ki. Ayrıca ne kadar gol kaçırırsa kaçırsın, ne kadar ofsayta düşerse düşsün, bu adam sahadaysa şayet o 90 dakikada en az 1 golü var demektir. Bu gerçeğin bilinciyle hareket edilirse her şey takımımızın menfaati açısından çok daha iyi olacaktır bence...
  Gökhan Zan ve Drogba dışında hemen herkesin görevini yerine getirdiği, Sneijder ve Riera’nın performanslarının tavan yaptığı, Selçuk’un 2 kişilik koştuğu, Burak Yılmaz’ın da nihayet kendini bulduğu bu kritik karşılaşmayı 3 puanla tamamlamak elbette çok güzel oldu bizim için. Şimdi Mancini’nin de söylemiş olduğu gibi dört gözle beklediğimiz devre arası tatili öncesinde son bir karşılaşmamız kaldı. Onu da kayıpsız geçip ara transfer döneminde kadromuzu nokta atışlarıyla kusursuz hale getirmek ve şampiyonluk için daha umutlu olabilmek hepimizin en büyük temennisi…

                                                            e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

19 Aralık 2013 Perşembe

Kupaya Özel Tarife

  Doğruyu söylemek gerekirse, son yıllarda Türkiye Kupası özellikle büyük takımlarımız için bir formalite hatta bir angarya halini aldı. Öyle ki, bu organizasyonun ne eski heyecanı kaldı ne de cezbediciliği…
  İşte bugün de bu söz konusu formaliteyi yerine getirmek için sahadaydı Galatasaray'ımız. Türk Telekom Arena’da zemin iyileştirme çalışmaları yapıldığı için karşılaşma Atatürk Olimpiyat Stadı’na alınmıştı ve bu durum tribündeki taraftar sayısına ciddi anlamda sekte vurmuştu. Öyle ki 80 bin kapasiteli stadda 5 bin Galatasaraylı vardı veya yoktu. Bu soğukta oraya giden o 5 bin kişiyi de tebrik etmek gerek doğrusu. Demek ki onlar gerçek Galatasaray sevdalıları...
  Mancini beklenildiği üzere uzun zamandır forma şansı vermediği oyunculardan kurulu bir onbirle çıktı sahaya. Bu noktada dikkatimi çeken en önemli unsur ise Muslera’nın sakatlığında kaleyi Eray’a teslim eden Mancini’nin bir önceki kupa maçında 4 penaltı kurtaran Ufuk’u gördükten sonra Eray tercihiyle ilgili bir pişmanlık yaşadığı gerçeği oldu. Pişmanlık duymuş olmasa 2.kupa maçında da eldivenleri Ufuk’a vermezdi çünkü. Elbette ki gençlere şans verilmeli. Ancak benim fikrimi sorarsanız; o kritik dönemde Ufuk ve Aykut gibi iki tecrübeli eldivenin olduğu yerde öncelik Eray’da olmamalıydı. Çünkü Eray rakiplere karşı acemiliğinin ve tecrübesizliğinin kurbanı oldu. Neyse olan oldu artık. Sağlık olsun diyelim ve tekrar maça dönelim.
  Açıkçası bugün önceki tura oranla işi daha ciddiye alan bir Galatasaray vardı sahada. O gün Gaziantep Büyükşehir Belediye’ye elenmekten son anda kurtulan takımımız, bu kez işini şansa bırakmadı ve net bir skorla adını son 8'e yazdırdı.
  Emre Çolak, Umut Bulut, Riera ve Bruma’nın ayağından bulduğumuz gollerle elde ettiğimiz 4 farklı galibiyet düzenli forma şansı bulamayan oyuncularımızın güven ve moral tazelemeleri açısından güzel oldu elbet. Özellikle Riera’da son dönemlerde ciddi bir yükseliş söz konusu. Geçen sezon elde edilen şampiyonluğun beklenmedik bir şekilde kilit adamlarından biri olan Riera, bu sezon da düzenli forma şansı bulabilse takıma bir şeyler verebileceğini gözler önüne seriyor ancak ne yazık ki o lanet olası 6-0-4 kuralı her şeyi yerle bir ediyor işte…
  Yine istediği kadar süre alamayan bir başka oyuncumuz olan Bruma’da bugün oldukça istekli ve arzuluydu. İkinci 45 dakikada farkın açılmasında başrolü oynadı doğrusu.
  Emre Çolak ve Yekta’yı da beğendiğimi söyleyebilirim. Özellikle Emre fantezilere kalkışmadan basit ve doğru oynadığı takdirde takımına çok daha fazla katkısının olabildiğini farketmiştir umarım. Çünkü bu akşam 2 yıl sonra ilk kez çileden çıkarmadı beni.
  Evet, akşamın güzelliklerinden yeterince bahsettik. Şimdi gelelim olumsuzluklarına: Bu akşam sahada bir Nordin Amrabat vardı ki, kendisini tanımayan birine önce 2 yıl önceki maç kasetlerini seyrettirsek hemen akabinde de bu akşam ki karşılaşmayı izletsek ve sonra desek ki ‘’Bu adam o adam.’’, ‘’Siz benimle kafa mı buluyorsunuz?’’ şeklinde bir karşılık alırız herhalde. Üzülerek gördüm ki Amrabat hem kafa hem de beden olarak tamamen bitmiş… Değil top oynamak, ayakta durmaya bile dermanı yok gibi. Ne depar atabilecek kondisyonu kalmış ne de topa vurabilecek gücü…  8.5 milyon Euro gibi astronomik bir bonservis bedeli ödenerek transfer edilen, hatta uğruna Kayserisporla kanlı bıçaklı olunan bir oyuncunun 1 sene gibi bir zaman diliminde bu hale gelmesi gerçekten çok üzücü…  Bu saatten sonra Amrabat’ın Galatasaray’a, Galatasaray’ın da Amrabat’a bir faydasının olmayacağı aşikar. Dolayısıyla Ocak ayı transfer döneminde yaşanması muhtemel ayrılık 2 taraf için de oldukça hayırlı olacaktır bence…
   Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor’un daha ilk turda elendiği bu turnuvada her şeye rağmen gruplara kalmış olmak güzel bence. En azından benim gibi yüreği sarı-kırmızıyla çarpan kardeşlerim de bu sezon 6 tane fazladan Galatasaray karşılaşması izleme şansı elde ettikleri için mutlu olmuşlardır. Umarım bizi aşırı derecede zorlayabilecek bir rakibin kalmadığı bu organizasyonu şampiyon olarak tamamlarız da, 8 sezondur çektiğimiz Türkiye Kupası hasretine böylelikle son vermiş oluruz…

                                                                       e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR


16 Aralık 2013 Pazartesi

Deplasmanlarda Kayıp...

  Aslına bakarsanız, geçen sezondan beri deplasmanlar Galatasaray için adeta bir kabus haline geldi. Her ne kadar şampiyon olarak tamamlamış olsakta geride kalan sezonu, deplasman karnemiz pek iç açıcı değildi. Bu sezon da aynı olumsuz tablo ne yazık ki devam ediyor…
  Oyuncularımız maç mı seçiyor, ya da takımın yaş ortalaması yüksek olduğu için haftada 3 maçı mı kaldıramıyorlar bilemiyorum ama ortada bir gerçek var ki, Galatasaray takımı bir türlü istikrarı yakalayamıyor. Bir bakıyoruz ASLANLAR gibi mücadele eden bir takım var sahada, bir bakıyoruz futbolcular sahaya çıktıklarına bin pişman… Hangisi gerçek Galatasaray peki?
  Juventus karşılaşmasının ardından, hele ki 2 gün boyunca yaşanan bin bir olumsuzluğun üstüne deplasman maçı oynamanın kolay olmadığını ben de biliyorum. Ancak futbolcularımızın sahada bu kadar etkisiz kalmaya, tabiri caizse bizleri uyutmaya da haklarının olmadığını düşünüyorum…
  Sezon başından beri ne çektiysek şu 6-0-4 kuralından çektik zaten. Şampiyonlar Ligi maçlarında harika performanslar sergileyen yabancı oyuncularımız 3 gün sonra kendilerini tribünde bulunca ister istemez hayal kırıklığı yaşıyorlar ve bu durum onların performansını olumsuz etkiliyor. Çünkü oyuncunun teknik ekibe olan inancı ve güveni sarsılıyor. ‘’Bugün harikalar da yaratsam hafta sonu beni oynatmayacak nasılsa’’ düşüncesiyle çıkıyor sahaya Bruma, Riera ya da Dany… Bu noktada verilebilecek en güzel örnek; son 2-3 karşılaşmanın en iyilerinden Riera’nın bugün 18’de olamayışı mesela.
  Selçuk İnan Gençlerbirliği karşısında Galatasaray’a geldiği günden bu yana en kötü futbolunu oynadı bence. Bu kadar çok pas hatası yaptığı, attığı her topun rakibe gittiği başka bir karşılaşma hatırlamıyorum. Bizim tanıdığımız bildiğimiz Selçuk’a böyle bir oyun yakışmadı tabi ki. Ancak o da insandır ve onun da kötü oynamaya hakkı vardır. Ayrıca bizlerdeki kredisi oldukça fazladır. O yüzden de canı sağolsun deyip konuyu kapatmak istiyorum…
  Sakatlıktan yeni çıkan Sneijder doğal olarak tutuk henüz. Ancak bu tutukluğu üzerinden atması umarım çok uzun sürmez. Tam form tutmaya ve takıma bir şeyler vermeye başlamışken yaşadığı sakatlık çok zamansız oldu çünkü. Açıkçası Sneijder’i kazanmak için bir 7-8 ay daha sabretmek hiçbirimizin işine gelmez…
  Galatasaray’ın kötü oynadığı maçlarda bile en az 3-4 tane %100’lük gol kaçırdığını hepimiz biliyoruz artık. Bugün de bu durum değişmedi ne yazık ki... Karşılaşmanın hemen başında Sneijder, 1-1’den sonra da Burak Yılmaz akıl almaz fırsatları kaçırdılar. Son dakikalarda ardı ardına yaptığımız ortalarda ise Drogba oldukça şanssızdı. Bu yüzden de 2.golü bir türlü bulamadık...
  Toparlamak gerekirse, gündüz maçlarını yıllardır puan kayıplarıyla geçen takımımız bugün de bu geleneğini sürdürmüş oldu. Ancak 85 dakika boyunca sahada yokları oynamaları ve böylesine isteksiz bir görüntü çizmeleri elbette hiç hoş değildi. Umarım bunun hesabı kendilerinden sorulur. Tabi daha ligin ilk devresinde 11 puan gibi ciddi bir farkla geri düşen bu takımın bu farkı kapatabileceğine insanın pek inanası gelmiyor. Hele ki ortada böylesine hırslı, arzulu, kazanama alışkanlığı elde etmiş bir Fenerbahçe varken…   Onlar sürekli olarak kazanırken bizim önce arayı kapatıp sonra da onları geçmemiz en azından şu aşamada pek olası gözükmüyor. Yine de çıkmadık candan umut kesilmez misali, ligin sonuna kadar şu puan kayıplarını minimuma indirerek elimizden gelenin en iyisini yapmak için çalışmalıyız, çalışmak zorundayız…

                                                                e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

12 Aralık 2013 Perşembe

ASLANLAR GİBİ

  Geride bıraktığımız 48 saat tüm Galatasaraylılar için bir hayli heyecan, stres ve merakla dolu bir şekilde geçti elbet. Daha önce 2 kez eşleştiğimiz ve ikisinde de İstanbul’da oynayacağımız karşılaşmalar için binbir pisliğe başvuran Juventus’a karşı bu kez de karla mücadele etmek zorunda kaldık çünkü. Geçtiğimiz sezondan beri Şampiyonlar Ligi maçlarımızın türlü türlü doğal afetlere denk gelmesi artık bir gelenek halini aldı. Salı akşamı da bunun son halkası aylardır neredeyse yazı yaşıyor olan İstanbul’un kara teslim oluşuydu…
  Karşılaşma başladığında futbol oynamak ve maçı kazanabilmek için herşey Galatasaray’ın lehineydi aslında. 50 bini aşkın taraftarının desteğini de ardına alan takımımız maça iyi başlamıştı. Hatta ilk 10-15 dakikada Juventus’u kendi yarı alanından çıkarmadık. Fakat dakikalar ilerledikçe Juventuslu oyuncular bu baskıyı kırmaya, oyun üstünlüğünü de yavaş yavaş ele almaya başladılar. Bu noktada imdadımıza kar yetişti işte. Birden bastıran tipi 5 dakika içersinde zemini bembeyaz bir hale getirmeye fazlasıyla yetti. Karşılaşamanın Portekizli hakemi de bu durum karşısında önce çizgilerin çizilmesi için oyunu 20 dakikalığına durdu ardından da karın daha da hızlanması sonucu karşılaşmayı tatil ettiğini açıkladı.
  Gece boyunca kararsızlıklar ve spekülasyonlar döndü durdu ortada. Yarın oynanacak, haftaya oynayacak, başka bir stadda oynanacak vs vs… En sonunda nihai karar olarak maçın ertesi gün oynanacağını öğrendik. Fakat bu sefer de saat belirsizliği çıktı ortaya. 4 dediler, 5 dediler, 2 dediler, dediler de dediler… Bu konuda da son nokta gece saat 1 sularında kondu ve karşılaşmanın öğlen saat 3’te kaldığı yerden devam edeceği açıklaması yapıldı.
  Çarşamba günü sabah saatlerinden itibaren başlanan hazırlıklar ve temizleme çalışmaları sonucu Juventus’un olumsuz tavırlarına rağmen saha kardan arındırıldı ve Uefa kararıyla karşılaşma saat 3’te kaldığı yerden tekrar başladı. Hafta içi iş saati olmasına rağmen 30 binden fazla cefakar Galatasaray taraftarı yine almıştı tribünlerdeki yerini. Onların muhteşem desteği futbol oynanması imkansız hale gelmiş bu balçık zeminde futbolculara o şevki ve isteği kazandıracak tek etkendi belki de.
  Oyuna 31.dakikada ara verilmiş olduğu için ilk devre kısa sürdü tabi. 14-15 dakikalık bölüm çabucak oynandı ve takımlar yeniden soyunma odasına gittiler. Geride tek devrelik bir maç kalmıştı artık. Futbolcularımız böyle düşünmleyidi bence. ‘’Birazdan sezonun en önemli karşılaşmasına çıkacağız ancak bu karşılaşma sadece 45 dakika…’’
  Galatasaray gibi ayağa pas üzerine kurulu bir oyun sistemi olan ve teknik kapasitesi yüksek futbolculardan kurulu bir takımın tabi ki böylesine berbat bir zeminde kendi oyununu,  son 3 yılda alıştığı, benimsediği oyununu oynaması imkansızdı. Topun hiçbir şekilde istenilen noktaya ulaşmadığı bu sahada uzun toplar dışında rakip kaleye gitmek imkansızdı çünkü. Ancak bu konudaki en büyük avnatajımız Drogba gibi kafaya çıktığı zaman 2 tane stoperi darmadağan edebilen bir santrafora sahip oluşumuzdu hiç kuşkusuz.
  Özellikle 55’ten sonra Selçuk İnan ve Riera önderliğinde bütük takım uzun toplara başladı. Geçtiğimiz sezonki Cluj maçında olduğu gibi ‘’sabrın sonu selamet’’ oyununu oynamaya başlamıştık yani. Eğer sabırla, bıkmadan, usanmadan uğraşırsak bu uzun toplar için illaki ama 80’de ama 90’da bulacaktık o golü.
  Dakikalar 85’i gösterirken, belki de birçoklarımız kendini Uefa Avrupa Ligi moduna sokmaya başlamışken, o dakikaya kadar sahada doğal olarak yokları oynayan Sneijder çıktı sahneye ve tribündeki 35 bini, ekranları başındaki de milyonları kendinden geçirdi. Umut Bulut’un yaklaşık 60 metreye attığı uzun topu Drogba tıpkı ilk maçta attığımız 2.golde olduğu gibi mükemmel bir noktaya indirerek belki de golde Sneijder’den de bile fazla pay sahibi oldu. Sneijder’in vuruşunda ise topun buza çarpıp sekmesi ve Buffon’un bu sayede etkisiz hale getirmesi  yaşanan onca olumsuzluktan sonra kaderin bize bir hediyesiydi belki de…
  Türk Telekom Arena bayram yerine dönmüştü ve karşılaşmanın bitmesine yalnızca 5 dakika kalmıştı. Sadece 5 dakika kalemimizi savunmamız, Şampiyonlar Ligi’nde bir üst tura taşıyacaktı bizi. Nitekim Mancini çok doğru bir hareketle Ceyhun’u da oyuna alarak rakip ataklarda 5’li ye dönen savunmamızı 6’lı hale getirdi. Böylesine kalabalık bir savunmaya karşı da hiçbir tehlike üretemeyen İtalyanlar Uefa Avrupa Ligi’ne razı olmak zorunda kaldılar.
  Aslına bakarsanız ortada inanması güç bir durum var. 6-1’lik ağır bir yeniligiyle başlanan grup maçlarını 2.olarak tamamlayan  ve Juventus gibi bir dünya devini geride bırakarak adını bir üst tura yazdıran bir Galatasaray var çünkü ortada. Real Madrid’ten 2 maçta 10 gol yiyen, totalde grubu 14 gol yiyerek tamamlayan ve normal şartlarda bu gol oranlarına bakılsa grup sonuncusu olduğu tahmin edilebilecek bir takım var yani son 16’da. Üzülsek mi sevinsek mi bilemedim  Ancak bildiğim tek bir gerçek var ki, her ne olursa olsun böylesine zorlu bir gruptan ama öyle ama böyle bir üst tura çıkmayı başaran, 2 gün boyunca türlü türlü sıkıntıyla uğraşan, yaşanan onca olumsuzluğa rağmen konsantrasyonlarını asla yitirmeyen, futbol oynamanın imkansız olduğu bir zeminde Juventus gibi bir dünya devini mağlup etmeyi başaran Muslera’sından Drogba’sına kadar forma giyen bütün ASLANLARIMIZI teker teker tebrik ediyorum ve bizlere böylesine büyük bir mutluluğu yaşattıkları için sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Bize bir kez daha gösterdiler ki, inandıkları ve ASLANLAR GİBİ savaştıkları takdirde başaramayacakları hiçbir şey, deviremeyecekleri hiçbir ekip yok!

                                                           e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

7 Aralık 2013 Cumartesi

Aza Kanaat Galatasaray

 Salı günü Juventusla belki de sezonun en önemli maçını oynayacak olan takımımız, dün akşam son provasını yapmak için sahadaydı. Böyle bir dönemde kiminle maç yapmak isterdiniz diye sorsalar Mancini’ye, o da %99 Elazığspor’u seçerdi herhalde. Çünkü Elazığspor’un şu an ki haliyle bu ligin en zayıf halkası olduğu bir gerçek.
  Yaklaşık 35 gün sonra kalede Muslera’nın oluşu elbette ki hepimize ayrı bir güven verdi. Kim ne derse desin, tüm iyi niyetine rağmen Eray’ın Galatasaray’ın 1. kalecisi olması şu an için imkansız. Çok ama çok çalışması, epey de bir mesafe kat etmesi lazım.
  Kalemiz güvendeydi güvende olmasına ancak Mancini baya bir çekinmiş olacak ki Elazığspor’dan kaleyle sınırlı kalmayıp takımı tüm hatlarıyla güvende tutmak istemişti! Lig sonuncusuna karşı kendi sahanızda 5li savunma yaparsanız siz, bilmiyorum ama rakipleriniz için güzel bir espri konusu çıkar herhalde ortaya…
  Kadrolar ilk açıklandığında ben orta sahada  4 tane göbek oyuncusuyla oynayıp, oyun üstünlüğünü özellikle bu bölgede elimizde tutmaya çalışacağız diye düşünmüştüm. Fakat gelin görün ki, karşılaşmanın başlamasıyla birlikte dizilişi gördüğümde hayatımın en büyük şoklarından birini yaşadım! Atak dahi yapamayan, kalemize gelmekte aşırı güçlük çeken bu zayıf rakibe karşı 5li savunma… Neyse, daha fazla bir şey demiyim. Vardır herhalde bir bildiği…
   5-3-2 Galatasaray oyuna gerçekten hızlı başladı. Öyle ki bu sezon pek alışık olmadığımız bir biçimde ilk 5 dakikada bitirdik işi. Önce Selçuk’un kafası, ardından Burak’ın 25 metreden attığı frikik golü…
  Tabi henüz 5.dakikada 2 farklı öne geçtiğiniz zaman, ister istemez farklı bir galibiyet futbol anlamında da görsel bir şölen bekliyorsunuz takımınızdan. Ancak ne var ki Galatasaray dün sadece ilk 5 dakika futbol oynadı. Geriye kalan 85 dakika sahada hiçbir şey yapmadı. Yapamadı değil yalnız yapmadı.  Maçı erken koparınca tamamen Juventus’a odakladılar kendilerini. Bu durum maç esnasında pek hoşumuza gitmemiş olsa da, mantıklı düşündüğümüz zaman en doğrusunu yapmış olduklarını söyleyebiliriz sanırım.
    Rakibimiz öylesine güçsüzdü ki, 85 dakika sahada gezen Galatasaraya’a karşı bile oyunun hiçbir anında üstünlük kuramadı. Muslera yere yatmadan bitirdi mesela 90 dakikayı. Bir yerde de isabet oldu fazla zorlanmaması.
  Yalnız dün sahada öyle bir isim vardı ki, ciddi anlamda bir sabır imtihanına soktu bizleri. Attığı harika gol dışında takıma zerre katkı veremeyen Burak Yılmaz’dan bahsediyorum… Arkadaş koskoca Galatasaray’ın santraforu her maç 8-10 tane ofsayta düşer mi yaa? Dün akşam artık sinirlerimiz bozuldu ve Burak  ofsayta düştükçe kahkahalar atmaya başladık. Hiç mi çalışmıyor bu konu üzerinde ya da saha içinde rakip savunmayı hiç mi kontrol etmiyor? Pes dedim cidden. Top ayaktan çıktığı her an o kadar öndeki rakip savunmadan, ofsaytta olduğunun farkına varamaması gerçekten çok enteresan…
  Sözün özü, futbol anlamında sıkıcı geçen gecenin kazananı takımımız oldu. İlk yarının bitmesine sayılı haftaların kaldığı şu dönemde kayıpsız ilerleyebilmek elbette önemli olan. Bu yüzden de zaman zaman eleştirsem de takımı, teknik heyeti ya da yönetimi, bazı olumsuzluklara çok fazla takılmadan sadece alınabilecek 3 puanlara bakmaya çalışıyorum. Çünkü yönetim kurulumuzdan bazı isimler verdikleri demeçlerde ara transferi nokta atışlarıyla tamamlayacaklarını ve 2.devre bizlere bambaşka bir Galatasaray izleteceklerini iddia ediyorlar. Bizde büyük bir merakla bekliyoruz bakalım…

                                                                 e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

4 Aralık 2013 Çarşamba

Tek Kelime: REZALET!!!


  Aslında bu sezonki Galatasaray’ın bizlere yaşatacağı bu tarz utanç gecelerine şaşırmamak lazım. Hatta bunları normal karşılamak gerek bence! Balık baştan kokar misali, böylesine sorumsuz bir yönetim tarafından yönetilen, hocası haftalardır vurguladığım gibi teknik direktörlükle uzaktan yakından alakası olmayan bir şahıs olan, yerli oyuncu kalitesi vasat sayılabilecek bir Galatasaray’ın mücadele ettiği tüm kulvarlarda er ya da geç atacağı havlular gayet normal karşılanmalıdır bence. Havlulardan ilkini bu akşam atacaktık mesela… Allah’tan son anda yıllardır yüzüne bakmadığımız Ufuk Ceylan çıktı da sahneye, havlu atma işini 1 hadi bilemedin 2 tur sonrasına bıraktık…
  Galatasaray girmiş karanlık bir yola (daha doğrusu birileri bunun böyle olmasını istemiş), uçurumun eşiğine doğru emin adımlarla ilerliyor! Ancak ne var ki, bu kötü durum muhtemelen başkan Ünal Aysal’ın hoşuna gidiyor! Çünkü o böyle aciz bir Galatasaray’ı layık gördü bizlere! Kendi egolarını tatmin etmek uğruna böyle bir Galatasaray yarattı!
  Tarihin gördüğü en bencil başkan ve en korkak teknik direktörle bu takım bu sezon daha ne utançlar yaşatacak bizlere, ilerleyen haftalarda göreceğiz bakalım!
  Gaziantep Büyükşehir Belediyespor gibi Ptt 1.Lig’in zayıf ekiplerinden birisi bile Galatasaray’ı böylesine zorluyorsa, o ligin 14 haftasında sadece 11 gol atabilen yani maç başına 1 gol ortalaması bile tutturamayan bu ekip Türk Telekom Arena’da Galatasaray’a 2 tane gol atıyorsa, hala neyi konuşuyoruz, neyi tartışıyoruz biz???
  Yazıklar olsun be! Vallahi de yazıklar olsun, billahi de yazıklar olsun! Şu takımı 6 ayda ne hale getirdiniz! Allah hepinizi bildiği gibi yapsın inşallah! Hafta sonu da söylemiştim, başta Ünal Aysal olmak üzere bu rezaletin sorumluları her kimse hiçbirine hakkımı helal etmiyorum!
  Ancak ve ancak ‘’penaltılarla’’ Gaziantep Büyükşehir Belediyespor’u eleyebildiği için sevinen, yumruk sallayan oyuncuları ve teknik ekibi olan bir Galatasaray değildi bizim hayallerimizdeki! Real Madridle, Barcelona’yla başabaş oynayan, Arsenal’e karşı Uefa şampiyonluğu kazanan, Manchester United’ı Şampiyonlar Ligi’nin dışında bırakan Galatasaray’dı bizi sarı-kırmızı sevdalısı yapan!
  Hiçbir şeye saygınız yoksa, bu kulübün geçmişine, geçmişte bizlere yaşattıklarına saygınız olsun bari Ünal Aysal ve onun saz arkadaşları! Ya da arkasındaki 75’lik sözde Galatasaraylı özde kulübe 5 kuruşluk faydası olmayan bedavacılar!
  Bu kulübün başına ne kötülük geldiyse emin olun hepsinin altından lise ve liseci zihniyet çıkmıştır. Tıpkı şu son yaşadıklarımızda olduğu gibi!
  Bu takım mı şampiyonluğun en güçlü adaylarından biriymiş? Bu takım mı 1 hafta sonra Juventus’u yenerek Şampiyonlar Ligi’nde tur atlayacakmış? Allah aşkına güldürmeyin adamı! Bu Galatasaray böylesine vurdumduymaz ve ruhsuz futbol oynamaya devam ederse şayet haftaya Şampiyonlar Ligi’ne, 1-2 tur sonra da Türkiye Kupası’na veda eder! Ligi saymıyorum, çünkü o tren kaçalı haftalar oldu zaten… Cumartesi akşamı takdir ederek izlediğimiz Fenerbahçe dalgasını geçe geçe şampiyon olur bu sezon. İki iki daha dört.
  Evet, bu akşam 25 yıllık Galatasaraylılığım’ın en büyük utançlarından birini yaşadım! Umarım Allah bir daha da böyle bir rezilliği yaşamayı kısmet etmez bana ya da bizlere. Gerçi bu başkanla, bu antrenörle her şey olası. O yüzden kendimizi her maç öncesi her türlü felakete hazırlamamız gerek bence. Bu yüzdendir ki, bu akşam itibariyle Galatasarayla ilgili bu sezon bazında hiçbir ümidim kalmamıştır ne yazık ki. Diğer Galatasaraylı kardeşlerime de tavsiyem ileride daha büyük üzüntüler yaşamamaları için şimdiden kendilerini önümüzdeki birkaç ay içinde şahitlik edeceğimiz hüsranlara alıştırmaları ve de her karşılaşma öncesi olabilecek her türlü rezilliğe karşı hazırlıklı olmaları…

                                                               e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR 

2 Aralık 2013 Pazartesi

Ne Kadar Hoca, O Kadar Galatasaray

  Belki de başlığı gördükten sonra bazılarınız ‘’Yahu yeter artık, sen de takımı falan bir kenara bıraktın, Mancini’ye giydirmekle bozdun kafayı’’ diyeceklerdir. Ama umrumda değil. İsteyen hakkımda istediğini düşünsün. Hattı varsınlar beni Mancini düşmanı ilan etsinler. Benim için her zaman asılolan Galatasaray’dır ve bu doğrultuda Galatasaray’ın menfaatleri neyi gerektiriyorsa  o şekilde hareket ederim!
  Şimdi bu Mancini denen zatı muhteremin Real Madrid maçından sonra da yazmış olduğum gibi teknik direktörlükle falan uzaktan yakından alakası yok. Çünkü her hafta saçma bir onbirle başlıyoruz karşılaşmalara. Kimse doğru yerde, kendi mevkiisinde oynamıyor. Takımımızın ne bir taktiği var, ne de sistemi. Hepsini geçtim adam kati suretle oyunu okuyamıyor. Peki sizlere sorayım şimdi; bu saymış olduğum etkenlerin hiçbirini yerine getiremeyen birisinden ‘’teknik direktör’’ unvanıyla bahsetmek, bu işi gerçekten doğru bir şekilde yapan diğer meslektaşlarına haksızlık olmaz mı?
  Göreve geldiği günden beri 2 maça üst üste aynı kadroyla başlamayan bu arkadaş, ne yapmak istiyor, kafasında nasıl bir şeyler şekillendirmeye çalışıyor ben hiçbir şekilde anlayamadım. Eğer anlamış olan varsa bir zahmet anlatsın bana da.
  Sezon başından beri yediğimiz hemen hemen tüm gollerde hatası olan Chedjou’nun hala ısrarla oynatılıyor oluşunun nedeni nedir mesela? Gerçekten çok ciddi soruyorum bunu. Chedjou’nun her hafta takımını yaktığını televizyon başındaki milyonlar görüyorken, saha içindeki Mancini nasıl olur da göremez?? O zaman ya görmek işine gelmiyor ya da görüyor ama görmezlikten geliyor! Bunun başka bir açıklaması olamaz çünkü…
  Fenerbahçe maçındaki Galatasaray’a bakıyorum, Real Madrid maçının 2.yarısındaki Galatasaray’a bakıyorum, bu akşam ilk 45’teki Galatasaray’a bakıyorum, sahada aciz bir şekilde dolaşan sarı kırmızı formalı futbolculardan başka hiçbir şey göremiyorum! Peki koskoca Galatasaray’ı böylesine biçare hallere düşürmeye, sahada böylesine aciz bırakmaya kimin hangi suretle hakkı olabilir ki? Yazık günah değil mi, her hafta bir umutla bu takımın maçlarına giden ya da televizyondan seyredebilmek için bir sürü para ödeyen insanlara, bizlere? Bunu mu hakediyoruz biz? Böylesine kişiliksiz, ruhsuz bir takım izlemeyi…
  Kasımpaşa Takımı’nı küçük gördüğümden değil ama adı üstünde işte, Kasımpaşa... Sen Galatasaray’sın yaaa! Koskoca Galatasaray! Nasıl olur da, böylesine mütevazi bir ekip karşısında 45 dakika boyunca sahadan silinirsin? Nasıl olur da Kasımpaşa takımı seni kendi yarı alanına hapseder ve sana 2 pas yaptırmaz? Ayıp be ayıp! Vallahi de ayıp, billahi de ayıp! Bu takımı, geride kalan 2 sezonda fırtına gibi esen bu takımı bu hallere düşürenlere ben hakkımı kesinlikle helal etmiyorum! Eğer biraz olsun sağ duyuları varsa diğer Galatasaraylı kardeşlerim de etmezler!
  Ülke olarak ne çektikysek bu yabancı hayranlığımızdan çektik zaten. Ne zamanki kendi özdeğerlerimizin farkına varırız, onların kıymetini biliriz, işte o zaman ölmez sağ kalırsak neyin ne olduğunu görürüz zaten. Gerçi o günlere erişeceğimizden pek umutlu değilim ya neyse…
  Şu an ki Galatasaray Takımı bana hiçbir maç öncesi güven vermiyor. Yani ‘’Galatasaray bu maçı rahat kazanır’’ cümlesini kesinlikle telaffuz edemiyorum ben. Her hafta zihnimdeki ‘’acaba?’’ larla izliyorum takımımızın maçlarını…
  Senelerdir sol beksiz oynayan, yarım Hakan Balta’yla koca sezonu geçirmeyi ümit eden bu zihniyet bu duruma daha ne kadar kayıtsız kalacak inanın çok merak ediyorum. Ocak Ayı’nda da yine bir sol bek transfer edilmezse, benim daha söyleyebilecek hiçbir sözüm olmaz.
  Drogba diyoruz, Burak diyoruz ama sağolsunlar o topu o 3 direğin arasından geçirmeyi bir türlü başaramıyorlar. Bugün maç  1-1’ken Drogba’nın kaçırdığı o 2 golü yerli bir oyuncumuz kaçırmış olsa birçoğumuz kendisine ana avrat küfrederdi! Bundan adım gibi eminim. Ancak söz konusu Drogba olunca herkes her şeyi gayet normal karşılıyor nedense! İnanın bana, şu an takıma en çok zararı olan isim belki de Drogba. Haftalardır yapamadıkları yapabildiklerinden o kadar fazla ki... Her maç onlarca faul yapıyor, onlarca top kaybediyor. Takımdan çok kendine oynuyor. Kazanılan ne kadar duran top varsa bir Allah’ın kuluna bırakmıyor. Hadi bu atışlardan bir şeyler yapabilse içim gam yemeyecek ama gelin görün ki ortada olumlu bir şey de yok. Eee o zaman Drogba sadece ismi Drogba olduğu için mi oynuyor?
  Daha 11.haftasında 9 puan geriye düştüğünüz bu ligi, rakibinizin puan kaybettiği haftaları siz de puan kaybederek geçerseniz nasıl olacak da zirvede tamamlayacaksınız? Bir gece önce Fenerbahçe bana göre mükemmel oynadığı bir maçı şanssızlığının kurbanı olarak 2 puan yitirerek tamamlamış ve bize bir nebze de olsa kendilerine yaklaşma imkanı tanımış, ancak bu akşam sahada öyle bir Galatasaray izliyoruz ki, sözkonusu durum hiç kimsenin zerre umrunda olmamış! Yazık, cidden çok yazık…
  Göreve geldiği günden beri üzerine basa basa ‘’Ben başarısız insanlarla çalışmam.’’ diyen Ünal Aysal, eğer biraz objektif bir insansa, şu an ki başarısızlığın sorumlusunun kendisi olduğunu kabullenir ve bırakır gider o başkanlık koltuğunu! Hee bunu yapabilecek kadar ögüveni yüksek bir insan değilse de o zaman takımı her hafta biraz daha geriye götüren bu İtalyan’ın görevine son verir! Vallahi de billahi de Mancini’yi ülkesine yollayıp bu takımın başına Yılmaz Vural’ı getirin, bakın bakalım bir anda nasıl 180 derece değişmiş bir Galatasaray izliyorsunuz? Ama gerek yok böyle şeylere. Ne de olsa çare Mancini’lerde, Rijkaard’larda, Skibbe’lerde…

                                                                 e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR