Doğruyu söylemek
gerekirse, son yıllarda Türkiye Kupası özellikle büyük takımlarımız için bir
formalite hatta bir angarya halini aldı. Öyle ki, bu organizasyonun ne eski
heyecanı kaldı ne de cezbediciliği…
İşte bugün de bu söz konusu
formaliteyi yerine getirmek için sahadaydı Galatasaray'ımız. Türk Telekom Arena’da
zemin iyileştirme çalışmaları yapıldığı için karşılaşma Atatürk Olimpiyat
Stadı’na alınmıştı ve bu durum tribündeki taraftar sayısına ciddi anlamda sekte
vurmuştu. Öyle ki 80 bin kapasiteli stadda 5 bin Galatasaraylı vardı veya
yoktu. Bu soğukta oraya giden o 5 bin kişiyi de tebrik etmek gerek doğrusu.
Demek ki onlar gerçek Galatasaray sevdalıları...
Mancini beklenildiği
üzere uzun zamandır forma şansı vermediği oyunculardan kurulu bir onbirle çıktı
sahaya. Bu noktada dikkatimi çeken en önemli unsur ise Muslera’nın sakatlığında
kaleyi Eray’a teslim eden Mancini’nin bir önceki kupa maçında 4 penaltı
kurtaran Ufuk’u gördükten sonra Eray tercihiyle ilgili bir pişmanlık yaşadığı
gerçeği oldu. Pişmanlık duymuş olmasa 2.kupa maçında da eldivenleri Ufuk’a
vermezdi çünkü. Elbette ki gençlere şans verilmeli. Ancak benim fikrimi
sorarsanız; o kritik dönemde Ufuk ve Aykut gibi iki tecrübeli eldivenin olduğu
yerde öncelik Eray’da olmamalıydı. Çünkü Eray rakiplere karşı acemiliğinin ve tecrübesizliğinin
kurbanı oldu. Neyse olan oldu artık. Sağlık olsun diyelim ve tekrar maça dönelim.
Açıkçası bugün
önceki tura oranla işi daha ciddiye alan bir Galatasaray vardı sahada. O gün
Gaziantep Büyükşehir Belediye’ye elenmekten son anda kurtulan takımımız, bu kez
işini şansa bırakmadı ve net bir skorla adını son 8'e yazdırdı.
Emre Çolak, Umut
Bulut, Riera ve Bruma’nın ayağından bulduğumuz gollerle elde ettiğimiz 4 farklı
galibiyet düzenli forma şansı bulamayan oyuncularımızın güven ve moral
tazelemeleri açısından güzel oldu elbet. Özellikle Riera’da son dönemlerde
ciddi bir yükseliş söz konusu. Geçen sezon elde edilen şampiyonluğun beklenmedik
bir şekilde kilit adamlarından biri olan Riera, bu sezon da düzenli forma şansı
bulabilse takıma bir şeyler verebileceğini gözler önüne seriyor ancak ne yazık
ki o lanet olası 6-0-4 kuralı her şeyi yerle bir ediyor işte…
Yine istediği kadar
süre alamayan bir başka oyuncumuz olan Bruma’da bugün oldukça istekli ve
arzuluydu. İkinci 45 dakikada farkın açılmasında başrolü oynadı doğrusu.
Emre Çolak ve
Yekta’yı da beğendiğimi söyleyebilirim. Özellikle Emre fantezilere kalkışmadan
basit ve doğru oynadığı takdirde takımına çok daha fazla katkısının olabildiğini
farketmiştir umarım. Çünkü bu akşam 2 yıl sonra ilk kez çileden çıkarmadı beni.
Evet, akşamın
güzelliklerinden yeterince bahsettik. Şimdi gelelim olumsuzluklarına: Bu akşam
sahada bir Nordin Amrabat vardı ki, kendisini tanımayan birine önce 2 yıl
önceki maç kasetlerini seyrettirsek hemen akabinde de bu akşam ki karşılaşmayı
izletsek ve sonra desek ki ‘’Bu adam o adam.’’, ‘’Siz benimle kafa mı
buluyorsunuz?’’ şeklinde bir karşılık alırız herhalde. Üzülerek gördüm ki
Amrabat hem kafa hem de beden olarak tamamen bitmiş… Değil top oynamak, ayakta
durmaya bile dermanı yok gibi. Ne depar atabilecek kondisyonu kalmış ne de topa
vurabilecek gücü… 8.5 milyon Euro gibi
astronomik bir bonservis bedeli ödenerek transfer edilen, hatta uğruna
Kayserisporla kanlı bıçaklı olunan bir oyuncunun 1 sene gibi bir zaman
diliminde bu hale gelmesi gerçekten çok üzücü…
Bu saatten sonra Amrabat’ın Galatasaray’a, Galatasaray’ın da Amrabat’a
bir faydasının olmayacağı aşikar. Dolayısıyla Ocak ayı transfer döneminde
yaşanması muhtemel ayrılık 2 taraf için de oldukça hayırlı olacaktır bence…
Fenerbahçe,
Beşiktaş ve Trabzonspor’un daha ilk turda elendiği bu turnuvada her şeye rağmen
gruplara kalmış olmak güzel bence. En azından benim gibi yüreği sarı-kırmızıyla
çarpan kardeşlerim de bu sezon 6 tane fazladan Galatasaray karşılaşması izleme
şansı elde ettikleri için mutlu olmuşlardır. Umarım bizi aşırı derecede
zorlayabilecek bir rakibin kalmadığı bu organizasyonu şampiyon olarak
tamamlarız da, 8 sezondur çektiğimiz Türkiye Kupası hasretine böylelikle son
vermiş oluruz…
e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR