12 Aralık 2013 Perşembe

ASLANLAR GİBİ

  Geride bıraktığımız 48 saat tüm Galatasaraylılar için bir hayli heyecan, stres ve merakla dolu bir şekilde geçti elbet. Daha önce 2 kez eşleştiğimiz ve ikisinde de İstanbul’da oynayacağımız karşılaşmalar için binbir pisliğe başvuran Juventus’a karşı bu kez de karla mücadele etmek zorunda kaldık çünkü. Geçtiğimiz sezondan beri Şampiyonlar Ligi maçlarımızın türlü türlü doğal afetlere denk gelmesi artık bir gelenek halini aldı. Salı akşamı da bunun son halkası aylardır neredeyse yazı yaşıyor olan İstanbul’un kara teslim oluşuydu…
  Karşılaşma başladığında futbol oynamak ve maçı kazanabilmek için herşey Galatasaray’ın lehineydi aslında. 50 bini aşkın taraftarının desteğini de ardına alan takımımız maça iyi başlamıştı. Hatta ilk 10-15 dakikada Juventus’u kendi yarı alanından çıkarmadık. Fakat dakikalar ilerledikçe Juventuslu oyuncular bu baskıyı kırmaya, oyun üstünlüğünü de yavaş yavaş ele almaya başladılar. Bu noktada imdadımıza kar yetişti işte. Birden bastıran tipi 5 dakika içersinde zemini bembeyaz bir hale getirmeye fazlasıyla yetti. Karşılaşamanın Portekizli hakemi de bu durum karşısında önce çizgilerin çizilmesi için oyunu 20 dakikalığına durdu ardından da karın daha da hızlanması sonucu karşılaşmayı tatil ettiğini açıkladı.
  Gece boyunca kararsızlıklar ve spekülasyonlar döndü durdu ortada. Yarın oynanacak, haftaya oynayacak, başka bir stadda oynanacak vs vs… En sonunda nihai karar olarak maçın ertesi gün oynanacağını öğrendik. Fakat bu sefer de saat belirsizliği çıktı ortaya. 4 dediler, 5 dediler, 2 dediler, dediler de dediler… Bu konuda da son nokta gece saat 1 sularında kondu ve karşılaşmanın öğlen saat 3’te kaldığı yerden devam edeceği açıklaması yapıldı.
  Çarşamba günü sabah saatlerinden itibaren başlanan hazırlıklar ve temizleme çalışmaları sonucu Juventus’un olumsuz tavırlarına rağmen saha kardan arındırıldı ve Uefa kararıyla karşılaşma saat 3’te kaldığı yerden tekrar başladı. Hafta içi iş saati olmasına rağmen 30 binden fazla cefakar Galatasaray taraftarı yine almıştı tribünlerdeki yerini. Onların muhteşem desteği futbol oynanması imkansız hale gelmiş bu balçık zeminde futbolculara o şevki ve isteği kazandıracak tek etkendi belki de.
  Oyuna 31.dakikada ara verilmiş olduğu için ilk devre kısa sürdü tabi. 14-15 dakikalık bölüm çabucak oynandı ve takımlar yeniden soyunma odasına gittiler. Geride tek devrelik bir maç kalmıştı artık. Futbolcularımız böyle düşünmleyidi bence. ‘’Birazdan sezonun en önemli karşılaşmasına çıkacağız ancak bu karşılaşma sadece 45 dakika…’’
  Galatasaray gibi ayağa pas üzerine kurulu bir oyun sistemi olan ve teknik kapasitesi yüksek futbolculardan kurulu bir takımın tabi ki böylesine berbat bir zeminde kendi oyununu,  son 3 yılda alıştığı, benimsediği oyununu oynaması imkansızdı. Topun hiçbir şekilde istenilen noktaya ulaşmadığı bu sahada uzun toplar dışında rakip kaleye gitmek imkansızdı çünkü. Ancak bu konudaki en büyük avnatajımız Drogba gibi kafaya çıktığı zaman 2 tane stoperi darmadağan edebilen bir santrafora sahip oluşumuzdu hiç kuşkusuz.
  Özellikle 55’ten sonra Selçuk İnan ve Riera önderliğinde bütük takım uzun toplara başladı. Geçtiğimiz sezonki Cluj maçında olduğu gibi ‘’sabrın sonu selamet’’ oyununu oynamaya başlamıştık yani. Eğer sabırla, bıkmadan, usanmadan uğraşırsak bu uzun toplar için illaki ama 80’de ama 90’da bulacaktık o golü.
  Dakikalar 85’i gösterirken, belki de birçoklarımız kendini Uefa Avrupa Ligi moduna sokmaya başlamışken, o dakikaya kadar sahada doğal olarak yokları oynayan Sneijder çıktı sahneye ve tribündeki 35 bini, ekranları başındaki de milyonları kendinden geçirdi. Umut Bulut’un yaklaşık 60 metreye attığı uzun topu Drogba tıpkı ilk maçta attığımız 2.golde olduğu gibi mükemmel bir noktaya indirerek belki de golde Sneijder’den de bile fazla pay sahibi oldu. Sneijder’in vuruşunda ise topun buza çarpıp sekmesi ve Buffon’un bu sayede etkisiz hale getirmesi  yaşanan onca olumsuzluktan sonra kaderin bize bir hediyesiydi belki de…
  Türk Telekom Arena bayram yerine dönmüştü ve karşılaşmanın bitmesine yalnızca 5 dakika kalmıştı. Sadece 5 dakika kalemimizi savunmamız, Şampiyonlar Ligi’nde bir üst tura taşıyacaktı bizi. Nitekim Mancini çok doğru bir hareketle Ceyhun’u da oyuna alarak rakip ataklarda 5’li ye dönen savunmamızı 6’lı hale getirdi. Böylesine kalabalık bir savunmaya karşı da hiçbir tehlike üretemeyen İtalyanlar Uefa Avrupa Ligi’ne razı olmak zorunda kaldılar.
  Aslına bakarsanız ortada inanması güç bir durum var. 6-1’lik ağır bir yeniligiyle başlanan grup maçlarını 2.olarak tamamlayan  ve Juventus gibi bir dünya devini geride bırakarak adını bir üst tura yazdıran bir Galatasaray var çünkü ortada. Real Madrid’ten 2 maçta 10 gol yiyen, totalde grubu 14 gol yiyerek tamamlayan ve normal şartlarda bu gol oranlarına bakılsa grup sonuncusu olduğu tahmin edilebilecek bir takım var yani son 16’da. Üzülsek mi sevinsek mi bilemedim  Ancak bildiğim tek bir gerçek var ki, her ne olursa olsun böylesine zorlu bir gruptan ama öyle ama böyle bir üst tura çıkmayı başaran, 2 gün boyunca türlü türlü sıkıntıyla uğraşan, yaşanan onca olumsuzluğa rağmen konsantrasyonlarını asla yitirmeyen, futbol oynamanın imkansız olduğu bir zeminde Juventus gibi bir dünya devini mağlup etmeyi başaran Muslera’sından Drogba’sına kadar forma giyen bütün ASLANLARIMIZI teker teker tebrik ediyorum ve bizlere böylesine büyük bir mutluluğu yaşattıkları için sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Bize bir kez daha gösterdiler ki, inandıkları ve ASLANLAR GİBİ savaştıkları takdirde başaramayacakları hiçbir şey, deviremeyecekleri hiçbir ekip yok!

                                                           e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR