27 Aralık 2014 Cumartesi

İstemedik...

  Gençlerbirliği maçları daima tedirgin etmiştir beni. Çünkü kendimi bildim bileli, 1999-2000 sezonundaki 6-0’lık galibiyetimizi saymazsak Ankara temsilcisini çok rahat geçebildiğimiz bir başka karşılaşma hatırlamıyorum. Üzerinde çok fazla yoğunlaşmaya gerek yok. Futbolda ‘’ters gelen’’ rakipler vardır. Başka bir deyişle ‘’şansınız tutmaz’’ o rakiplere karşı. İşte Gençlerbirliği de ne yazik ki bizim o şansımızın tutmadığı rakiplerden bir tanesi…
  Hamza Hoca’nın bugün sahaya çıkardığı onbirin onunu büyük bir kısmımız doğru tahmin etmiştir herhalde. On isim belliydi, onbirinci olarak Bruma mı oynar yoksa Olcan mı? teredüttündeydik sadece. Hamza Hoca tercihini Olcan’dan yana kullandı.
   Tabi dün Ankara’ya gidecek 18 kişilik kafile açıklandığında Chedjou ve Sneijder’in olmayışı hepimizde büyük bir şok yarattı. Hatta Pandev’i de ekleyebiliriz buna. Çünkü son 2 kupa maçında attığı 4 gol, en azından lig karşılaşmalarında da 18’de olmayı hakettiğini gösterir bence. Hele hele yedek kulübenizde başka bir golcü yoksa…
  Chedjou ve Sneijder’in kafilede yer almayışı çeşitli spekülasyonları da beraberinde getirdi doğal olarak. Resmi ağızlardan yapılan açıklamalar ise sakat oldukları yönündeydi. Hee bu cevap seni tatmin etti mi diye sorarsanız, hayır etmedi! Çünkü birdenbire ikisinin de sakatlanması cidden çok enteresan! Benim fikrim, bu iki oyuncumuza hatta Pandev’i de sayarsak üç oyuncumuza muhtemelen Noel izni verildi. Bunun yanına Hamza Hoca’da ‘’Biz nasıl olsa Gençlerbirliği’ni bir şekilde yeneriz, bunları da boş yere riske etmeyelim. Saklayalım Beşiktaş maçına’’ düşüncesini eklediyse şayet bu arkadaşların maç kadrosunda olmaları çok da farz görülmemiştir.
  Chedjou’suz ve Sneijder’siz Galatasaray oyuna iyi başladı aslında. İlk 8-10 dakikada özellikle Alex Telles’in kanadından ataklar geliştirdik. Ancak 10.dakikadan itibaren Gençlerbirliği takımı topa daha çok sahip olmaya ve oyunu bizim yarı alanımızda oynamaya başladı.
  19.dakikada Gençlerbirliği’nin kalemize kalabalık gelmesinden faydalanarak Selçukla kaptığımız topta bir anda atağa kalktık. Olcan rakibinden sıyrıldı, topu Burak’a bıraktı. Burak topla beraber rakip yarı alanın ortalarına kadar ilerledi ve yaklaşık 80 metre depar atan Emre Çolak’ı gördü. Emre’de tek vuruşla topu ağlarla buluşturdu. Hazırlanış olarak güzel bir goldü gerçekten.
   Galatasaray’ın bugün 90 dakika boyunca sahada futbol adına ortaya koyduğu tek olumlu hareket attığımız goldü sanırım. Çünkü son dakikada Burak’ın karambolde vurduğu kafayı saymazsak, golden başka pozisyonumuz yok gibi bir şeydi. Açıkçası bu akşam sahada Prandelli döneminden resitaller sunan bir Galatasaray vardı!
  Takımımız nedenini anlayamadığım bir şekilde, son 4-5 resmi karşılaşmadaki kazanma arzusundan, iştahından oldukça uzaktı bugün. Bunun böyle olmasını Hamza Hoca mı istedi, yoksa oyuncuların mı sahada bir şeyler yapmaya isteği yoktu, o kısmı bilemeyeceğim.
  Henüz 19.dakikasında öne geçtiğiniz bir karşılaşmada rakip kim olursa olsun, 70-75 dakika skoru korumaya oynarsanız siz, o maçı kazanma ihtimaliniz %10’lara iner. Çünkü yüklenmediğiniz, rakip üzerinde baskı kurmadığınız her an sizin için gol yeme tehdidi arz eder! İşte bugün de tam olarak böyle oldu. Emre Çolakla bulduğu golün üzerine yatarak 90 dakikayı bitirmeye çalışan takımımızın, özellkle ikinci 45 dakikada Gençlerbirliği’nin sağlı sollu ataklarla kalemize yüklendiği oyun  şeklinde beraberlik golünü yemesi kaçınılımaz sondu! Tabi oyuncu değişikliklerinde geç kalan, bu da yetmezmiş gibi yanlış tercihler yapan Hamza Hoca’da bir anlamda rakibin ekmeğine yağ sürmüş oldu!
   Kimseler kusura bakmasın, Ziraat Türkiye Kupası maçlarında 2.lig ekiplerine karşı yıldızlaşması, bir futbolcuyu büyük takım oyuncusu yapmaz. İsmini vermeyeyim, siz kim olduğunu anlamışsınızdır. Ki bugün oyuna dahil olduktan sonra takımı adına tek bir olumlu hareket dahi yapamadı bu arkadaş. Hatta 1-2 pozisyonda da neredeyse golden etti bizi! Yanlış anlaşılmasın, niyetim kaybedilen 2 puanı birilerine mal etmek değil kesinlikle. Sadece bu formanın bir ağırlığı olduğu ve her önüne gelene giydirilmemesi gerektiği noktasındayım ben.
  Toparlamak gerekirse, bugün yediği beraberlik golüne kadar hiçbir şekilde maçı istemeyen, galibiyet için hiçbir şey ortaya koymayan takımımız, bunun bedelini belki de sezonun en kritik maçlarından birinde 2 puan bırakarak ödemiştir. Bu sonuçtan sonra gelecek haftaki Beşiktaş karşılaşmasını kazanmaktan başka alternatif kalmadı bizim için. Çünkü Beşiktaş’ın Konya Torku’dan alacağı muhtemel galibiyetten sonra gelecek hafta onlara kaybetmemiz demek, bir anlamda şampiyonluk yarışının büyük ölçüde dışında kalmak demektir. Bu yüzden de bu akşam alınan neticenin ufak bir iş kazası olduğunu ispatlamak için Hamza Hamzaoğlu ve öğrencileri gelecek hafta, bugün sahaya koymadıkları kazanma arzusunu ve isteğini fazlasıyla göstermek zorundalar…

                                                                   e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR 

23 Aralık 2014 Salı

As, Yedek Farketmiyor

  Öyle bir hava yakaladık ki takım olarak, gelene 3 gidene 5 atıyoruz. Belki hala 2-3 sezon öncesinin yani Fatih Terim döneminin futbolunu oynamıyoruz. Ancak gidişatın bir hayli pozitif olduğu da ortada. Sözün özü, ilerisi için iyi sinyaller veren, taraftarını yeniden geleceğe umutla baktıran bir Galatasaray çıkardı ortaya Hamza Hoca.
  Bugün Diyarbakır Büyükşehir Belediye karşısında aslarından tamamen uzak olarak çıktı takımımız sahaya. Belli ki Hamza Hoca kupa maçlarının en azından bu grup aşamalarını, lig maçlarında fazla forma şansı veremediği oyuncularla tamamlayacak. Ki, bazı isimlerin kendilerini gösterebilmeleri için de oldukça iyi bir fırsat bence. Örneğin, Yasin Öztekin 2 hafta öncesine kadar devre arasında kiralanacaklar listesindeydi ancak Balçova Yaşamspor maçında ortaya koyduğu performans, hakkındaki görüşlerin değişmesine ve en azından sezon sonuna kadar takımda kalmasına vesile oldu. Aynı şekilde 2 kupa maçında 4 gol atan Goran Pandev’de Hamza Hoca’nın aklının bir köşesine yerleştirdi kendini.
  Karşılaşmanın ilk devresinde pek fazla hücum organizasyonunda bulunamadık aslında. Hatta bölüm bölüm rakibimizin kalemizde yarattığı tehlikeler de oldu. Ancak Bruma ve Pandev’in olaya ağırlıklarını koydukları tek pozisyon golü bulmamıza yetti. Bruma’nın müthiş ara pası, Pandev’in de kaleciden ustaca sıyrılıp topu boş filelere göndermesi takımımızı 1-0 öne geçirdi.
  Devre 1-0 bitecek derken bu sefer Diyarbakır Büyükşehir Belediye’nin golü geldi.  Savunmamızdan seken top bir anda 6 pas üzerinde Ertan’ın önünde kaldı, Ertan’da ayağına gelen bu fırsatu geri çevirmedi.
   İkinci 45 dakikada daha etkili, oyunda daha ağır basan bir Galatasaray izledik. Özellikle Bruma ve Olcan önderliğinde bir çok atak girişimimiz oldu. Ki, goller de bu oyuncuların katkılarıyla geldi.
   68.dakikada Bruma, 81’de Olcan, 86’da da Yekta attıkları gollerle Galatasaray’ı 3 farklı galibiyete taşıyan isimler oldular. Tabi es geçmeyelim, Olcan’ın golü her ne kadar jeneriklik bir gol gibi dursa da, şans ciddi anlamda bizimleydi. Çünkü Olcan çok net bir şekilde ceza sahasına orta yaptı orada. Ancak ne var ki, rüzgardan dönen top kaleye yöneldi ve çok şık bir gol oldu J
  Sonuç olarak, Ziraat Türkiye Kupası’nda 3’te 3 yapan ve bu 3 karşılaşmada toplam 17 gol atarak maç başına 5’in üzerinde bir gol ortalaması tutturan takımımızı bence tebrik etmek gerek. Kimseler bu turnuvayı da rakipleri de küçümsemesin bence. Çünkü Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor’un aldığı neticeler ortada. Dolayısıyla kupa maçlarını ciddiye alarak oynayan ve Galatasaray’a yakışır sonuçlar alan oyuncularımız kutlarım. Yarın, öbür gün lig maçlarında da forma şansı bulduklarında aynı performanslarını sahaya yansıtırlar umarım...

                                                         e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

21 Aralık 2014 Pazar

Azimle, İnatla 3 Puan!

  Açıkçası hafta boyunca Mersin İdman Yurdu karşılaşmasının bizim adımıza oldukça rahat geçeceğini,  muhtemelen de 2-3 farklı kolay bir galibiyet elde edeceğimizi düşündüm. Öyle ki, sayısı farketmeksizin seyirci desteğini de arkasına alacak takımımızın, bizlere son 4-5 karşılaşmada olduğu gibi yine keyifli bir maç izleteceği kanaatindeydim. Ancak gel gelelim, bu akşam hiç de benim beklediğim gibi bir senaryo yoktu ortada. Hatta oyunun bir çok anında ecel terleri döktük diyebilirim!
   Hamza Hoca hafta arası Balçova Yaşamspor’a 9 atan yedek ağırlı takımdan vazgeçerek aslarına dönüş yapmıştı. Ki mantıken öyle de olması gerekir. Ancak bazı oyuncularımız öylesine kötü performans sergilediler ki, ister istemez keşke Salı günkü takımdan birkaç kişi sahada olsaydık dedik. Mesela Emre Çolak oyunda kaldığı 45 boyunca takımı adına tek bir olumlu hareket yapmadı. Aynı şekilde 80 dakikadan fazla sahada kalan Sneijder’e de ben 30-35 dakika anca sabrederdim herhalde. Alex Telles’te özellikle ilk devrede çok fazla hata yaptı. Yediğimiz ilk golde yere düşüp rakibin önünü açması bunların en önemlisiydi!
  Aslına bakarsanız, ilk 45 dakikada Galatasaray’da kim iyiydi diye sorsalar, hiç kimseyi söyleyemem sanırım. Çünkü koca devre boyunca gözle görülür, elle tutulur bir şeyler yapabilen tek oyuncumuz dahi yoktu. Bu da skor tabelasına yansıdı zaten. Neredeyse kaleye şut atmadığımız devreyi, rakibin bize armağanı golü de olmasa 2-0 yenik tamamlayacaktık. Allah’tan Güven kendi ağlarına gönderdi de topu, en azından ikinci devre için umudumuz oldu.
  Devre arasında Hamza Hoca’nın yaptığı Emre-Hamit değişikliğini biraz anlamsız buldum ilk başta. Ancak dakikalar ilerledikçe bu değişikliğin takıma olumlu yansıdığımı gördüm.
  Oyuncularımız gününde olmadığı için ne ayağa pas yapabildik ne de rakip yarı alanda top tutabildik. Hatta sayısız pas hatası yaptık diyebilirim. İşte hal böyle olunca, en azından bir kanat oyuncusu sokar Hamza Hoca ve kanatlardan yüklenmeye çalışır diye düşünmüştüm. Ancak oyuna Hamit’in girmesi beklentilerimi karşılamadı. Fakat demin de söylediğim gibi sonra sonra bu değişikliğin ne kadar yerinde olduğunu gördük. Çünkü top özellikle orta alanda bizde daha çok kalmaya başladı.
   İkinci 45’te ilk yarıya oranla çok daha arzulu ve galibiyeti isteğini ciddi anlamda ortaya koyan bir Galatasaray vardı. Daha çok pozisyona girdik, rakip yarı alanda daha çok gözüktük. Ancak kendi kalemizde de net pozisyonlar verdik. Özellikle Hakan Balta ve Melo’nun 2 kritik müdahalesi var ki, belki de bu maçın bize dönmesindeki en büyük 2 etken!
  Belli ki, uzun zaman sonra yüksek tempoda maçlar oynayan takım biraz yorulmuş. Bunu bugün net bir şekilde gördük. Hamza Hoca döneminin şu ana kadar ki en etkisiz futboluydu çünkü özellikle ilk 45 dakika. Ama önemli değil. Sonuçta dünyadaki hiçbir takım her hafta aynı oyunu, aynı futbolu oynayamaz.
  Bizim adımıza oldukça zor geçen bu karşılaşmada hakem Fırat Aydınus’un rakibe tartışmalı bir penaltı çalıp, bizim 2’si net 3 penaltımızı es geçmesi de ayrı bir fiyaskoydu. Mersinli oyuncular 3 pozisyonda ceza sahası içinde voleybol oynadılar ancak Fırat Aydınus hepsine bir bahane uydurmayı başardı! Rakiplerimize komedi tadında penaltılar çalınan bu ligde bizim aynı karşılaşma içinde 3 penaltımızın güme gitmesinde ben art niyet ararım! Kimse kusura bakmasın ama bu sezon kimlere, hangi amaçla hizmet edildiği çok açık!
  Futbolda öyle günler ki, rakibin yanında başka şeyleri de yenmen gerekir. Hakemleri, rakip seyirciyi, saha dışı etkenleri… İşte bu akşam Mersin İdman Yurdu’yla beraber karşılaşmanın hakemi Fırat Aydınus’u da mağlup eden bir Galatasaray vardı ne mutlu ki.
  Sonuç itibariyle, 2 kez yenik duruma düştüğümüz, tabiri caizse ölüp ölüp dirildiğimiz bu zorlu karşılaşmayı bir şekilde kazanmamız çok ama çok önemli. Her zaman gününüzde olmayabilirsiniz. Her zaman çok iyi futbol  da oynamayabilirsiniz. Ancak kazanma isteğinizi ve oyunun hiçbir anında pes etmeyen yapınızı daima korumak zorundasınız. Çünkü büyük takım olmanın belki de ilk iki kuralı budur. Dolayısıyla bu akşam iyi oynayamasa da, son dönemde form yakalamış oyuncularından beklediği katkıyı alamasa da, 90 dakikanın hiçbir anında maçı bırakmayan ve kazanma arzusunu yitirmeyen oyuncularımızı kutluyorumve darısı gelecek haftalara diyorum.

                                                            e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

17 Aralık 2014 Çarşamba

Keyifler Yerinde

 Hamza Hoca’nın teknik direktörlüğe getirilişi, takımı her anlamda bambaşka biri kimliğe bürüdü şüphesiz. Bunu futboldan biraz olsun anlayan herkesin görebildiğine de eminim. Zaten kamuoyunun genel fikri de bu konudaki haklılığımı ortaya koyuyor.
  Prandelli'yle geçen kabus dolu günlerin ardından, son 3-4 maçta alınan güzel neticeler takımın üzerindeki kara bulutları dağıtmış gibi gözüküyor. Yani kriz ortamından en azından şimdilik kurtulmuş durumdayız. Aman Allah bozmasın!
  Dün akşam sezon başından bu yana fazla forma şansı bulamamış oyunculardan kurulu bir Galatasaray izledik. Ancak sağolsunlar, asları hiçbir şekilde aratmadılar. Tabi rakibin zayıflığı, aradaki seviye farkı ve kadro kalitesi skorborda net bir biçimde yansır diye düşünüyorduk karşılaşmadan önce. Ancak ne yalan söyleyeyim, bu kadarını da tahmin etmiyorduk.
  9-1’lik skorla kulüp tarihinin en farklı galibiyetlerinden birini elde eden takımımız, büyük bir özgüven kazandı. Prandelli döneminde 16 resmi maç oynayıp, bu maçlarda sadece 15 gol atabilen, yani maç başına 1 gol ortalaması dahi tutturamayan takımın, Hamza Hoca’yla beraber 5 maçta 21 gol atarak maç başına 4’ün üzerinde bir ortalama yakalaması nelerin değiştiğinin en güzel ispatı olsa gerek.
  Dün Pandev attığı 3 golle, Olcan olağanüstü golüyle, Yasin Öztekin yaptığı 4 asistle ve U21’in gol kralı Sinan Gümüş de A takım formasıyla çıktığı ilk resmi maçında golü bulmasıyla geceye damgalarını vuran isimler oldular.
  Tabi mütevazi kadrosu ve kısıtlı maddi olanaklarıyla özellikle ilk yarım saatte Galatasaray'la başa baş oynamaya çalışan Balçova Yaşamspor’lu oyuncuları tebrik etmek gerek. Ancak, yukarıda da belirtmiş olduğum gibi aralarında dağlar kadar fark olan iki takımın mücadelesinde ortaya böyle farklı skorların çıkması kaçınılmaz son.
  Toparlamak gerekirse, her hafta hatta her maç üzerine koyarak ilerleyen bir Galatasaray ve takıma mensup oyuncu topluluğu var ortada. Bu durumun en büyük nedeni Prandelli’yle yıldızları bir türlü barışmayan bazı futbolcularımızın Hamza Hoca’ya duyduğu saygı ve sevgi. Dolayısıyla futbol oynama iştahını ve arzusunu yeniden kazanmış, özgüveni de gittikçe yükselen oyuncularımızın elde kalmış 2 hedef olan lig ve kupada yollarına dolu dizgin devam edeceklerini düşünüyorum. Sözün özü, keyifler yerinde, güzel günler yakında sevgili Galatasaraylılar.

                                                     e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR 

13 Aralık 2014 Cumartesi

Alkışlar Hamza Hoca'ya

  Zararın neresinden dönülse kârdır demiş büyüklerimiz. Sanırım bizim için de öyle oldu. Gereksiz ve anlamsız Prandelli tercihi ile başlanan ve kulüp tarihin en başarısız neticelerinden birine doğru giden bu sezon, 3 hafta önce göreve Hamza Hoca’nın getirilmesiyle kurtarılmış oldu.
  Hamza Hoca’yla oynadığımız 4 resmi karşılaşmaya bakacak olursak, fark yediğimiz Arsenal maçı da dahil, her hafta üzerine biraz daha koyan, kendine güveni günden güne artan bir Galatasaray var ortada. Her şeyden önemlisi, oyuna yeniden hükmedebilen, sağlı sollu ataklar yapabilen, pozisyonlar üretebilen bir Galatasaray…
  Mesela Arsenal maçına bakalım, belki 4 yedik ama 5’de atabilirdik. En az rakibine verdiği kadar pozisyon bulan bir Galatasaray izledik o akşam. Ki maçın ardından da söylemiştim, bu sezon ilk kez 4 gollü bir mağlubiyetin ardından üzülmedik, başımızı öne eğmedik.
  Bugüne dönelim, Konya Torku oyuna yoğun bir baskıyla başladı ve ilk 10 dakikada adeta bizi kendi yarı alanımıza hapsetti. Hatta ne yalan söyleyeyim, o ilk 10 dakikanın ardından ben bile aklımdan ‘’Bunlar bizi yenerler’’ diye geçirdim. Ancak ne var ki dakikalar ilerledikçe ayağa pas yaparak önce o baskıyı kıran sonrasında da oyun üstünlüğünü ele almaya başlayan bir Galatasaray gördük. Bu bölümde Umut Bulutla golü de bulmamız iyiden iyiye rahatlattı bizi.
  Üzerinden çok geçmeden bu sefer Emre Çolak’ın müthiş golü geldi. Zaten o gol Konya Torku’yu moralman bitirdi. Çünkü iyi başladıkları ve yoğun taraftar desteği altında götürdükleri bu karşılaşmada kalelerinde peş peşe 2 gol görmeleri ister istemez tüm motivasyonlarını alt üst etti.
  2-0’dan sonra sahanın tek hakimi Galatasaray’dı. Özellikle rakip yarı alanda bol sayıda pas yapmaya çalışan takımımız, devrenin sonuna kadar oyunun kontrolünü elinde tuttu.
  Dakikalar 37’yi gösterirken az önce de söylemiş olduğum gibi moral-motivasyon eksikliği yaşamayan başlayan Konya Torkulu oyunculardan Hasan’ın hatalı geri pası Burak Yılmaz’ı bir anda kaleciyle karşı karşıya bıraktı. Kral’da düzgün bir vuruşla topu ağlara gönderdi.
  Devreyi 3 farkla tamamlamak ikinci 45’in bizim açımızdan bir formaliteye dönüşmesine neden oldu tabi. Öyle ki, ikinci yarının büyük bölümünü rölantide götürdü oyuncularımız. Yeniden vites arttırdığımız 5-10 dakikalık bir bölüm oldu sadece, onda da 2 gol daha bulduk. 57’de Burak Yılmaz, 62’de de Hamit Altıntop bu geceki 4 ve 5.gollerimizi kaydettiler.
   5-0’dan sonra ise hiçbir şey yapmadık diyebilirim. Sadece kalemizi savunduk. Atak yapmayı, farkı daha da arttırmayı hiç düşünmedik. Herhalde rakibe ve tribündeki yüksek sayıdaki taraftara ayıp olmasın diye düşündü Hamza Hoca ve talebeleri J
  Maçı kafamızda erken bitirmemizden faydalanan Konya Torkulu oyuncular, 65 dakika boyunca geliştiremedikleri atakları son 25 dakikaya sığdırdılar. Öyle ki, Hasan Kabze önderliğinde bir çok gol pozisyonu yakaladılar. Ancak farkı azaltacak gol ya da golleri bir türlü bulamadılar. Çünkü sahneye Muslera çıktı. Uzun süredir vasat ve altı maçlar çıkaran Muslera, bu akşam uzun bir aradan sonra günündeydi.
  Prandelli Kabusu’nun ardından Hamza Hoca önderliğinde yeniden ritmini bulmaya başlayan, yavaş yavaş eski günlerine dönüş sinyalleri veren takımımız, açıkçası beni çok mutlu ediyor. Öyle ki, uzun zaman sonra hafta sonlarını iple çeker oldum. Takımımız izleyenlere eskisi gibi keyif veriyor çünkü.  ‘’Acaba bu hafta ne yaparız?’’ diye insan heyecanla bekliyor. Şüphesiz 3 hafta gibi kısa bir sürede yaşanan bu denli değişim Hamza Hoca’nın başarısı. Dolayısıyla bir Galatasaraylı olarak bizlere yeniden hak ettiğimiz, layık olduğumuz seviyede bir Galatasaray izletmeye başladığı için kendisini önce alkışlıyor sonra da teşekkülerimi sunuyorum.

                                                                    e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

10 Aralık 2014 Çarşamba

Başarılar Gelir Geçer, ASALETİN Bize Yeter!

  Ne yazık ki 2014-2015 Şampiyonlar Ligi sezonu Galatasaray’ımız için çok büyük bir fiyaskoyla sonuçlanmıştır. Şüphesiz, kuralar çekildiğinde Arsenal ve Borussia Dortmund büyük çoğunluğun ilk 2 için favorisiydi. Ancak Galatasaray’ın onları zorlayabileceği, grubun en zayıf halkasının da Anderlecht olacağı tahmin edildi. Ne var ki ortaya çıkan tablo beklenildiği gibi olmadı. Değil Arsenal ve Dortmund’u zorlamak, grup 3.lüğü için Anderlecht’le bile yarışamadık…
  Ortada bir gerçek var ki, Galatasaray bu yıl Şampiyonlar Ligi’nde bugüne kadar ki en başarısız sezonunu geçirdi. Anderlecht’ten son saniye golüyle o beraberliği de koparmamış olsak, Fenerbahçe’nin rekoruna ortak olacaktık! Tabi bu başarısızlığın sorumluları kimlerdir ya da 2 sezondur gruplardan çıkan takım bu sezon neden böylesine başarısız olmuştur, bunları tartışmak yersiz artık. Yapılması gereken bu tablodan dersler çıkararak gelecek sezonlarda aynı hataları yapmanın önüne geçmek olmalıdır.
   Düne gelecek olursak, Hamza Hoca zaten karşılaşmadan 1 gün önce kadroyu açıklamıştı. Bende bu özgüveninden ve cesaretinden ötürü kendisini takdir ettim. Ancak dün resmi kadrolar servis edildiğinde ufak bir süprizle karşılaştık. Kalede Muslera yerine Sinan vardı çünkü. Tabi bu tercih bir çok spekülasyonu da beraberinde getirdi. Yok Muslera hafta sonu Selçukla tartışmış da ondan oynamamış. Yok efendim 2 gol daha yerse Şampiyonlar Ligi gruplarının en fazla gol yiyen kalecisi olacakmış da ondan oynamak istememiş vs vs. Gerçek, 90 dakikanın bitiminden günyüzüne çıktı. Sinan Bolat’ın sözleşmesindeki ‘’Ligin ilk devresinde en az 5 resmi maçta oynama’’ zorunluluğundan ötürü Hamza Hoca bizim için hiçbir anlamı olmayan bu formalite maçında böyle bir tercih yapmış. Açıkçası bunu çok fazla büyütmenin ya da olayı farklı noktalara çekmeye çalışmanın manası yok. Neticede Sinan Bolat’ta amatör kümeden falan gelmedi. CV’si ligimizdeki bir çok as kaleciden çok daha iyi.
    Bana sorarsanız ilk 45 dakikada iyi oynayan, ancak kalesinde haketmediği 3 gol göen bir Galatasaray vardı. Bunun böyle olmasının en büyük nedeni ise Arsenal’in gol vuruşlarında inanılmaz şanslı oluşu ve karşılaşmanın İspanyol hakemi Borbalan’ın skora direkt etki eden kararlarıydı!
   1-0’ken Burak Yılmaz’ın ve Alex Telles’in ceza sahası içinde düşürülüşlerine devam dedi mesela. İkisi de %100 penaltıydı! Aynı şekilde Arsenal’in 2.golünden önce Tarık’a yapılan hareket de bariz fauldü! Belli ki dün bir yerlerden ‘’Arsenal kazansın’’ şeklinde bir talimat gelmişti Borbalan’a!
  Tabi böylesine ağır bir mağlubiyeti sırf Arsenal’in futbol şansına ya da hakemin yanlı tutumuna bağlamak yanlış olur. Arsenal’in bizden daha iyi bir takım olduğu dün çok net bir şekilde görüldü. Onların yedekleri bile bizim birçok as oyuncumuzdan seviye olarak bir hayli üstün ne yazık ki… Aslında bu bile ülke futbolumuzun ne durumda olduğunun en güzel ispatı olsa gerek…
     Alex Telles ve Tarık Çamdal’ın bu seviye için yetersiz oldukları, Semih Kaya’nın süratli hücumculara karşı ne hallere düşebileceği, Sinan Bolat’ın muhtemelen uzun zamandır oynamamasından ötürü ciddi anlamda gerilediği ve Bruma’nın geniş alan bulamadığı takdirde sahada kaybolacağı gibi gerçekleri görmüş olduk en azından.
   Gecenin bizim adımıza tek tesellesi ise böylesine farklı mağlup olduğumuz bir karşılaşmada bile en azından ataklar yapıp sayısız gol pozisyonuna giriyor olabilmemizdir bence. Çünkü Prandelli’nin 4 yiyen Galatasaray’ı ile Hamza Hamzaoğlu’nun 4 yiyen Galatasaray’ı arasında ciddi farklar var.
   Hep anlatmak istediğim de buydu aslında. Bu takım yeri gelecek 4’te yiyecek, 5’te yiyecek. Avrupa Kupaları’nda her sezon başarılı da olmayacak. Ya da her maç şahane top oynamayacak. Ancak kötü oynadığında da, farklı mağlubiyetler yaşadığında da, yer aldığı bir organizasyonda başarısız olduğunda da ortaya koyması gereken bir ruhu, her şeye rağmen rakibe teslim olmayan bir yapısı olmak zorundadır. Tıpkı dün akşam olduğu gibi.
   İnanın bana bu sezon ilk defa 4 yerken içim cız etmedi. Çünkü maçın hiçbir anında ‘’Nasıl olur da Galatasaray böylesine aciz hallere düşer?’’ demedim, diyemedim. Önemli olan da bu sanırım. Çünkü her zaman söylediğimiz gibi ‘’Başarılar gelir geçer, ASALETİN bize yeter! Öyle şeyler yaşattın ki, uğrunda ÖLMEYE değer!’’
   Ne Şampiyonlar Ligi’nde başarısız bir sezon geçirmiş olması ne de 4-5 maçta farklı mağlubiyetler almış olması, Galatasaray’ın büyüklüğünden de marka değerinden de hiçbir şey eksiltmez. Eksilttiğini düşünenler de anca kendilerini kandırırlar!

                                                                e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

7 Aralık 2014 Pazar

Fark Ortada

  4 ay boyunca adeta haykırdım: Prandelli’nin bu takımın başında teknik direktör olarak sahaya çıkmadığı gün bambaşka bir Galatasaray izleyeceğiz diye. Bugün bakıyorum şimdi, futbolcular aynı futbolcular, stad aynı stad, taraftar aynı taraftar. Ortada ise 2 fark var: 1-Takımın başındaki teknik direktör 2-Ortaya konulan futbol.  Bu durumda sorun kimdeymiş peki?
  Kim gelirse gelsin Galatasaray’a en az bu kadar futbol oynatır diyordum, sizlerin de gördüğü üzere yerli hocalarımıza şans verildiği takdirde 2.sınıf yabancı antrenörlerden çok daha iyisini koyabiliyorlarmış  ortaya. Ben demiyorum ki Hamza Hoca’nın elinde sihirli değnek vardı da bir dokunuşuyla takımı bambaşka bir hale getirdi diye. Ya da kalkıp ‘’Bundan sonra bu takımı kimse tutamaz, uzak ara şampiyon olur.’’ gibi söylemlerde de bulunmuyorum. Zaten bulunsam bile pek gerçekçi olmaz. Henüz bu tarz şeyler söylemek için çok erken çünkü. Neyin ne olacağını zaman gösterecek. Ancak bir gerçek var ki, Galatasaray’da değişen bir şeyler var.
  Gerek Eskişehirsporla oynadığımız kupa maçında, gerekse de bu akşam, her şeyden önce özgüvenli oynayan oyunculardan kurulu bir Galatasaray vardı sahada. Bunun yanında oyunun hiçbir anında rakibe teslim olmayan, saha içinde ne yaptığını bilmez bir tavır sergilemeyen, koşan-basan-mücadele eden, topa sahip olan, pozisyonlara giren bir Galatasaray izledik her iki maçta da. Hem de çok uzun zaman sonra…
   Ben kendi adıma Hamza Hamzaoğlu’na en azından Galatasaraylı oyunculara üzerlerindeki formanın ağırlığını hatırlattığı ve onlara Venezia’da oynamadıklarını farkettirdiği için teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
   Bu akşam 65 dakika boyunca oyunun her anlamda tek hakimi Galatasaray’dı. Özellikle ilk devrede çok arzulu bir futbol oynadık. Başta Selçuk olmak üzere hemen herkes bir şeyler yapmak için çırpınır vaziyetteydi.
   Her zaman son adam olarak oynayan Burak’ı, ofsayta düşmesini engellemek için 2.forvet gibi oynatmayı denedi Hamza Hoca. Açıkçası bu maç için bu taktik işe yaradı dersek yanlış olmaz. Çünkü Burak maç içerisinde hiç ofsayta düşmedi. Gollerini de attı. Üstüne üstlük oyunun bazı bölümlerinde gerek sırtı dönük pozisyonda alıp sakladığı toplarla gerekse de fuleli deparlarıyla oldukça etkili oldu.
   İlk 10-15 dakikada tutuk görünen Bruma, dakikalar ilerledikçe o tutukluğu attı üzerinden. Top kaybedişlerini azalttı, oyun içinde daha fazla gözükmeye, daha aktif rol almaya başladı. Hep söylediğimiz gibi, Bruma’yı kazanmak istiyorsak sürekli olarak oynatmak zorundayız. Prandelli’nin yaptığı gibi 5 maç 18’e almayıp 6.maç pat diye onbire koyarsanız, hem Bruma’yı bitirirsiniz hem de takımı 1 kişi eksik oynatırsınız!
   Melo’nun yokluğunda Emre Çolak orta sahada gayet iyi işler yaptı. Koştu, bastı, top çaldı, çaldığı topları iyi kullandı, savunmasına yardım etti. Kısacası tam bir orta saha oyuncusu gibi oynadı. Yine hep üzerinde durduğum gibi kapasitesi dahilinde oynadığı sürece (tıpkı bu akşam olduğu gibi) Emre’nin futbolculuğuna kimseler bir şey söyleyemez. Ancak kapasitesinin üzerine çıkmaya çalıştığında ne takıma bir faydası oluyor ne de kendine. ..
   Burak iyiydi, Umut iyiydi, Emre iyiydi, Bruma iyiydi, Telles iyiydi ama hepsinden başka oynayan birisi vardı. Bu yüzden de ona ayrı bir parantez açmak istedim. Tam 1 yıldır ortalarda görünmeyen, bu sezon artık taraftarın bile tüm sabrını tüketen ve bu doğrultuda tribünlerin istemediği adam haline gelen Selçuk İnan’a sormak isterim, aylardır nerelerdeydin sen diye? Hiç şüphesiz, başta ben olmak üzere hepimizin sahada görmek istediği Selçuk, bu akşam ki Selçuk işte. İnanın 90 dakikada kaç tane top kazandı sayamadım. Tahminim 10’un üzerindedir. Bunun yanında sahada basmadık yer bırakmadı. Aldığı topları hep tek seferde ayağından çıkardı. Mümkün olduğunca da geriye ya da yana oynamamaya çalıştı. Tıpkı Çarşamba’nın kopyası bir de frikik attı ancak bu sefer üst direkten geri döndü. Tamamlamak ise ekürisi Burak’a nasip oldu.
   Sonuç olarak, hiç tartışmasız bu sezonun en iyi futbolunu oynayan ve izleyenlere ilk kez keyif veren takımımız sahadan galibiyetle ayrılmasını bildi. Son 2 maçta ortaya koyduğumuz futbol ilerisi için umut verici. Umarım Hamza Hoca’yla bambaşka bir hava yakalayan takımımızın şu görüntüsü gelip geçici değildir ve sezon sonuna kadar üzerine koyarak devam eder. İşte o zaman sezonun en büyük hedefi olan 4.yıldızın takılması çok da zor olmayacaktır.

                                                       e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

3 Aralık 2014 Çarşamba

Hoşgeldin Hamza Hoca

 
  Başlangıçlar her zaman önemlidir. Nasıl başlarsanız öyle gider derler ya hani, mümkün olabilecek en iyi şekilde adım atmak bir şeylere, sonrası için umut-ümit kaynağı olur hep. Bu doğrultuda bugün ‘’Galatasaray Futbol Takımı Teknik Direktörü’’ ünvanıyla ilk kez Türk Telekom Arena’ya çıkan Hamza Hamzaoğlu’nun hakkını teslim etmemiz gerekir. Ne olursa olsun, daha göreve başlayalı 2 gün olmuş bir teknik adamın, henüz 4.dakikasında geriye düştüğü, son 35 dakikasını da 10 kişi oynamak zorunda kaldığı bir karşılaşmadan 4 gollü galibiyetle ayrılması takdir edilecek bir başarıdır.
   Hamza Hoca bugün Türkiye Kupası standartlarında en doğru onbir ve dizilişle başlamak istedi karşılaşmaya. Muslera, Sneijder ve Burak dışında aslardan kurulu, 4-4-2 düzenindeki Galatasaray Eskişehirspor önünde sahadaydı. Açıkçası uzun bir aradan sonra çift forvet oynayacak Galatasaray’ın neler yapacağını merak ettim.
  Karşılaşma başladı, yallah bismillah 1-0 geriye düştük! Serdar Özkan’ı ceza sahası sağ çaprazının 1 metre kadar dışında yere indirmemiz bize pahalıya patladı. Topun başına geçen Serdar mükemmel bir frikik golüyle takımını öne geçirdi.
   Neyse ki, golün şokunu çabuk attık üzerimizden. Sadece 1 dakika sonra Emre Çolak’ın ortasına rakip stoper Semih’in elle müdahelesinde karşılaşmanın hakemi Ali Palabıyık penaltı noktasını gösterdi. Tabi topun başına neden Selçuk değilde Pandev geçti hiçbirimiz anlamadık! Herhalde moral bulması içindi. Açıkçası Pandev’in penaltıyı kaçıracağından %90 emindim, o da sağolsun yanıltmadı beni!
   Yediğimiz golün ardından kaçan penaltı da takımı olumsuz yönde etkileyemedi. Zaten bu akşam Galatasaray’ı galibiyete götüren de yaşadığı olumsuzluklara rağmen moral bozmaması ve oyundan kopmaması oldu.
   15.dakikada bu kez biz tehlikeli bir noktadan serbest vuruş kazandık. Ceza sahası sol çaprazının 3 metre kadar dışından mükemmel bir plase gönderen Selçuk hem takımına beraberliği getirdi hem de özlediğimiz frikik gollerine bir yenisini eklemiş oldu.
   1-1’den sonra oyunun mutlak hakimi Galatasaray’dı. Hatta öyle ki, Pandev bile rakip savunmayı zorlamaya başladı. Nitekim bunun neticesinde 35.dakikada bir penaltı daha kazandık. Arka arkaya çalımlarla ceza sahasına giren Makedon yıldız yere indirilince Ali Palabıyık 2.kez penaltı noktasına gitti.  Neyse ki, bu sefer topun başına Selçuk geçti de kaleci Sinan’ı terse yatırarak takımını üstünlüğe taşıdı.
  2-1’den sonraki bölümde de girdiğimiz ancak yararlanamadığımız pozisyonlar vardı. Kalan 10 dakikada skor değişmeyince ilk devre 2-1’le geçilmiş oldu.
   İkinci yarıya Pandev-Bruma değişikliği ile başladı Hamza Hoca. Uzun süredir şans bulamayan Pandev iyi oynamaya başlamışken, üstelik çift forvetli sistem de işlerken hem Pandev’i kenara almak, hem de Prandelli’nin tek forvetli kısır dizilişine dönmek bana biraz yersiz ve anlamsız geldi!
   Nitekim 4-3-3 görünümlü 4-5-1’e geçer geçmez ilk yarının son yarım saatinde yakaladığımız üretkenlik ortadan kayboldu. Sağ kanatta Bruma, sol kanatta da Olcan pek fazla etkili olamadılar. Durum böyle olunca da rakip kaleye gitmekte ve pozisyonlar bulmakta zorlandık. Bu da yetmezmiş gibi Melo’nun atılması iyiden iyiyde ipleri Eskişehirspor’un eline geçirdi.
  Melo’nun bu sorumsuz ve vurdumduymaz hareketlerine artık bir dur demesi lazım! Şayet kendi bunu yapamıyorsa da başka birilerinin yapması lazım o zaman! Çünkü Melo’nun bu ciddiyetsizliği her seferinde takımı zora sokuyor, takıma zarar veriyor. Bugün de oyundan atılması neredeyse kazanacağımız maçtan 1 puanla ayrılmamıza neden olacaktı.
   10 kişi kalmamızın etkisiyle üzerimizde ciddi bir baskı kuran Eskişehirspor, 62.dakikada skoru yeniden eşitledi. Erkut’un ceza sahası sağ çaprazından yaptığı vuruşta Telles’e de çarpan top çıkarılması zor bir yere gidince durum 2-2 oldu.
   Tabi hem golün verdiği moral hem de rakibin 1 kişi eksik oynaması Eskişehirspor’a ciddi bir özgüven getirdi . Takımımız da rakibin üzerimizde kurduğu baskıyı bir türlü kıramayınca, oyun tamamen bizim yarı alanımızda oynanmaya başladı.
   Bugün başımızda Prandelli olsa 2-2’den sonra kesinlikle bu maçı kazanamazdık. Çünkü Prandelli hiçbir şekilde reaksiyon gösteremezdi. Hatta muhtemelen 80’e 85’e kadar oyuncu da değişmezdi. Fakat Hamza hoca ne yaptı? Üzerimize çok adamla gelen Eskişehir’in geride geniş alanlar bıraktığını gördü ve oyuna yedek kulübesindeki kontra atağa en uygun isim olan Yasin’i aldı. Zaten Yasin’in 60-70 metre sürüklediği 2 topla rakibin o bunaltıcı baskısını kırmayı başardık.
    83.dakikada sahneye Bruma çıktı. Oyuna girdiği andan itibaren neredeyse yokları oynayan yıldız adayımız bir göründü pir göründü! Sağ kanattan üste üste çalımlarla ceza sahasına giren Sabri’nin ortasında rakip savunmadan seken topa Selçuk çok sert vurdu ancak bir kez daha savunmadan dönen top Bruma’nın önünde kaldı. O da Sabri’ye nazire yaparcasına çalımlarla ceza sahasına girdi ve sol ayağıyla çok sert vurdu. Kaleci Sinan’ın müdahelesi topun ağlarla buluşmasını engellemeye yetmedi. Yeniden öndeydik.
   Bruma’nın golü oyundaki moral üstünlüğünü bu kez bizim lehimize döndürdü. Öyle ki, 10 kişilik takım yeri geldiğinde 3-4 adamla pres yapmaya başladı. Tabi bu durum tribünlerden bir hayli alkış aldı.
  Gecenin son sözünü ise Umut Bulut söyledi. 90.dakikada Emre Çolak’ın pasıyla ceza sahasına girdi, Bruma’nınkine benzer sert bir vuruşla topu filelere gönderdi. Bu da gecenin 5.güzel golü oldu.
  Evet, en başta da söylemiş olduğum gibi daha 2 gün önce mesaiye başlayan, ilk maçının henüz 4.dakikasında takımı yenik duruma düşen hemen akabinde penaltı kaçıran, 2.yarının çok büyük kısmını 1 kişi eksik oynamak zorunda kalan ve oyuncuları 2-2’den sonra bile pes etmeyip 4-2’yi bulan Hamza Hoca bence alkışı hak etti bu akşam. Tamam belki yine çok iyi oynamadık, tamam belki yine çok fazla ayağa pas yapamadık ancak en azından sahada mücadele ettik. En azından yaşadığımız her olumsuzluğa bir reaksiyon gösterdik. Oyuncularımız maçın hiçbir anında umutsuzluğa kapılmadılar, rakibe teslim olmadılar. Yani uzun bir aradan sonra sahada ‘’Galatasaray ruhu’’ vardı bugün. Ve inanıyorum ki haftalar ilerledikçe çok daha iyiye giden, üzerine koyarak devam eden bir Galatasaray göreceğiz. Son olarak şunu sormak istiyorum, sizce Prandelli’nin Galatasaray’ının bugünkü Eskişehirspor’a ya da bir başka rakibe bir maç içinde 4 gol atabilme şansı var mıydı? Bence böyle bir olasılık ihtimaller dahilinde bile yoktu…  

                                                   e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR