24 Aralık 2012 Pazartesi

Beklentilerin Uzağında 17 Hafta


  Ne çabuk geçti değil mi 17 hafta? Daha dün gibi Erzurum’da Fener’i yenip kazandığımız Süper Kupa. Ya da ligin ilk haftaları… Bu düzen böyle işliyor işte. 34 hafta boyunca kim şampiyon olacak diye merakla bekliyoruz, sonra biri çıkıp ipi göğüslüyor, 3-5 gün kutlamalar ondan sonra yeni sezonda kim şampiyon olur? J Eee madem düzen böyle, bizler de buna ayak uydurmak zorundayız.
  Bu kadar geyik yeter sanırım. Şimdi gelelim asıl meselemize. Dün akşamdan başlasam daha iyi olur herhalde. Karabükspor’un ‘’Cim Bom tarifesi’’ni Fenerbahçe’ye de uygulaması, ezeli rakibimizde işleri bir hayli karıştırdı. Önce seyircinin sabrı taştı, futbolculara, Aykut Kocaman’a ve yönetime tepki göstermeye başladılar, hemen akabinde de Aykut Kocaman’ın istifası geldi. Fakat bir Fenerbahçe klasiği olan ‘’istifa edip jet hızıyla bu karardan dönme politikası’’na bir kez daha şahitlik ettik. Tabi bu Fenerbahçe’nin kendi iç meselesidir. Ne yaptıkları-ne ettikleri, kimin gittiği-kimin geldiği bizi pek bağlamaz. Olayın bizi ilgilendiren yanı, rakibimizin puan kaybettiği haftada Trabzonspor’u yenmemiz halinde aradaki puan farkını sekize çıkaracak olmamızdı. Her ne kadar şu an için liderlik mücadelesinde bizi zorlayan ekipler Antalyaspor ve Beşiktaş olsa da, uzun vadede esas rakibimizin Fenerbahçe olduğunu herkesler gayet iyi biliyor. Dolayısıyla bu akşam alacağımız 3 puan bize büyük avantaj sağlayacaktı.
  Ne var ki, Fatih Terim’in öğrencileri bu akşam beraberlik için çıkmıştı sahaya. Evet yanlış duymadınız, Galatasaray Takımı bugün baştan sona  ‘’0-0 bitirelim de evimize gidelim’’ futbolu oynadı! Buna rağmen yakaladığımız 4-5 net fırsat, acaba kazanmayı biraz olsun istesek nasıl bir skor elde ederdik sorusunu zihinlerimizden geçirdi elbet.
  Kendini sıkmadan, fazla yüklenmeden, laubali bireysel performanslarla maçın hemen her bölümünde %60 ve üzeri oranlarla topa sahip olan Galatasaray’ın bu maçı neden kazanmak istemediğini, neden daha maç başlamadan 1 puanı yeterli gördüğünü Fatih Terim ya da bir başkası bizlere açıklasın lütfen!
  Doğruyu söylemek gerekirse, ben böylesine bir düşünceyi ne Galatasaraylı futbolculara yakıştırabildim ne de Fatih Hoca’ya... Felsefesi  ‘’Rakip kim olursa olsun biz sahaya 3 puan için çıkarız.’’ olan bir teknik direktör, bu akşam  takımının sahada yaptıklarından (veya yapmadıklarından) sonra insanlarının gözünde inandırıcılığını yitirir bir kere!
   Trabzonspor Takımı’nın gerek kondisyonu gerekse de oyuncu kalitesi Galatasarayla baş edebilecek düzeyde değil zaten. Bugün bunu çok net bir şekilde gördük. Her iki devrede de 30.dakikalardan sonra oyundan düştüler ve tüm hakimiyeti Galatasaray’a bıraktılar. Ancak ne var ki, en kötü oynadığı maçlarda bile 90 dakika boyunca ayakta kalabilen takımımız da bugün 65-70’lerde pes etti. Açıkçası son 2 sezondur ilk kez böyle bir Galatasaray gördüm. Allah’tan ara tatil oldu, yoksa bu durum pek de hayra alamet değildi. Özellikle Riera’nın son 15-20 dakikada ayakta duracak hali, topa vuracak dermanı kalmadı…
  Kondisyon ve kalite olarak yetersiz Trabzonsporla, beraberliğe dünden razı Galatasaray’ın mücadelesi bu şartlar altında 0-0, hadi en fazla 1-1 bitebilirdi, ilk seçenek gerçekleşti. Bu sonuçla puanımızı 33’e çıkardık ve her şeye rağmen Fenerbahçe’nin 6, Beşiktaş’ın da 3 puan önünde devreyi lider tamamladık.
  İlk devrenin Galatasaray adına kısa bir değerlendirmesini yapmak gerekirse, Erzurum’da oynanan Süper Kupa karşılaşmasında lige son derece hazır, oldukça formda bir Galatasaray izlemiştik. Hatta daha Ağustos Ayı’nda bu seviyedeyse takım, ilk devreyi en az 10-12 puan önde tamamlarız diye düşünmüştür birçoklarımız. Böyle bir tablo içerisinde lige de beklenildiği gibi iyi başladık. İlk 4-5 hafta mükemmel olmasa da iyi futbol oynuyorduk. Hele hele bu süreçte bir Manchester United maçı vardı ki, 1-0’lık mağlubiyet hiçbirimizin umrunda olmadı. Çünkü oynanan futbol hepimizi mest etti. Ancak ne olduysa ondan sonra oldu ve Ekim Ayı’yla başlayan düşüş, saman alevi gibi parladığımız birkaç maç dışında hemen her hafta devam etti. Yeri geldi gol pozisyonuna giremeden bitirdiğimiz 90 dakikalar oldu. Tek tesellimiz ise Şampiyonlar Ligi’ndeki durumun tam tersi oluşuydu. Oyun olarak olmasa da, puan anlamında kötü başladığımız grup maçlarını her hafta üzerine bir şeyler koyarak götürdük ve ilk 3 maçta sadece 1 puan alabildiğimiz grubu, Cluj ve Braga’yı deplasmanda, Manchester United’ı da kendi sahamızda yenerek 10 puanla 2.sırada tamamlamayı başardık. Türkiye Kupası’na ise bildiğiniz üzere 1461 Trabzon Takımı’na hiçbir mazereti olamayacak şekilde mağlup olarak erkenden veda ettik…
  Evet, şimdi önümüzde yaklaşık 1,5 aylık bir tatil var. Türkiye Kupası’ndan da elendiğimiz için bu süreyi resmi maç oynamadan sadece ikinci yarıya hazırlanarak geçireceğiz. Tabi takıma takviyeler yapılacağını da düşünüyorum. En azından ümit ediyorum.
   Geçen sezonki ritmini bir türlü bulamayan Muslera, Melo , Selçuk ve Elmander gibi oyuncularımızın form tutması, büyük umutlarla transfer edilen Hamit ve Amrabat’ın da takıma hiçbir şey vermeden geçirdikleri 4 ayın ardından, ikinci devreye daha iyi hazırlanmaları adına bir fırsat var önlerinde. Umarım onlar bu fırsatı iyi değerlendirirler, takıma da maksimum seviyede katkı verebilecek kaliteli futbolcular transfer edilir, lider bitirmemize rağmen hiçbir Galatasaraylı’nın tatmin olmadığı bu 17 haftanın ardından ikinci devrede takımımızın o özlediğimiz futbolunu yeniden izleme şansı yakalarız.

                                                                 e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

17 Aralık 2012 Pazartesi

''Her Şey Unutulur, Hatıralar Kalır. SİZE Her Mayıs BİZİ Hatırlatır''


  Galatasarayımız’ın Mayıs ayında Kadıköy’de tüm engellere inat! kaldırdığı şampiyonluk kupasını hazmedemeden üstüne bir de Erzurum’da Süper Kupa tokadı yiyen Fenerbahçeliler, şüphesiz 4 aydır bugünü, bu maçı bekliyorlardı. Türk Telekom Arena’da hasbel kader alacakları 3-4 farklı bir galibiyet bir sezon önce yaşananları herkese unutturacaktı akıllarınca. Ama bunlar boş hayallerdi tabi. Çünkü Galatasaray’ın ne geçtiğimiz sezon itibariyle Fenerbahçe üzerinde oluşturduğu psikolojik baskıyı bozdurmaya niyeti vardı, ne de kendi sahasında ezeli rakibine mağlup olmaya.
   Karşılaşmanın başlamasına 5 dakika kala başlayan muhteşem kareografi şov bile rakip üzerindeki baskı fazlasıyla arttıracak cinstendi. Kupa kaldıran 3 boyutlu aslan figürü, Şükrü Saraçoğlu Stadı’ndaki ellerini başının arasına koymuş Fenerbahçeli adam ve ‘’Her şey unutulur, hatıralar kalır. Size her Mayıs bizi hatırlatır.’’ yazısı…
   Görsel şovun da tamamlanmasıyla derbi heyecanın başlama zamanı gelmişti artık. Hem Fatih Hoca hem de Aykut Kocaman son haftalarda vazgeçmedikleri onbirleriyle sahadaydılar.
  Karşılaşmaya takımımız oldukça baskılı ve arzulu başladı. Daha 1.dakikadan itibaren oyunu rakip yarı alana yıktık. Topun Fenerbahçe’ye geçtiği anlarda da yoğun bir pres uyguluyordu futbolcularımız. Bu müthiş baskı meyvesini de beraberinde getireceğini henüz 5.dakikada belli etti. Hamit’in ceza yayından vurduğu sert şut direkten geri geldi. Bu pozisyonla birlikte tribünler hepten coştu. Seyircisinin müthiş desteğiyle birlikte gol için yükleniyordu Galatasaray.
   Dakikalar 10’u gösterirken Caner’in Eboue’ye yaptığı hareket sonucu rakip yarı alan ortalarından serbest vuruş kazandık. Topun başına geçen Riera öyle bir kesti ki, gol olacağı daha top havadayken belliydi. Kafa vuruşunu yapmak Fenerbahçeli Bekir’e kısmet oldu J
   İstediğimiz golü erken bulmamız Türk Telekom Arena’da müthiş bir coşkuyla kutlanıyordu. Açıkçası kalan 80 dakikalık bölümde çok daha rahat oynarız diye düşündüm o an. Ancak yanıldım. Çünkü Fenerbahçe takımı golü yeyince kendine geldi. Santrayla beraber bu sefer onlar yüklenmeye başladı.
  Aykut Kocaman’ın 3 önliberolu 5li orta sahası, Selçuk ve Melo üzerinde ciddi bir üstünlük kurdu. Öyle ki bu iki futbolcumuz yüzlerini rakip kaleye dönemez hale geldiler. Selçuk gibi ligimizin belki de en isabetli pas atan oyuncusu bile bu baskı karşısında bocalamaya başladı.
  Fenerbahçe’nin üzerimizde kurduğu baskı da tıpkı bizimki gibi golü çabuk getirdi. 23.dakikada ceza sahamıza gelen ortayı Riera’nın hatalı karşılaması, Hasan Ali’ye cepheden şut imkanı tanıdı. O şutta ağlarımıza gitti. Enteresan olan Hasan Ali’nin golü sağ ayağıyla atmasıydı…
  1-1 ister istemez Fatih Terim’in canını sıktı. Özellikle topla çıkışlarda sık sık hatalar yapan savunma oyuncularına kenardan ikazlarda bulundu.
   Beraberlik golünü bulan Fenerbahçe deplasman takımı psikolojisiyle biraz geri çekilerek daha kontrollü oynamaya başladı. Bu da Galatasaray’a yeniden rahat pas yapabilme ve rakip kaleye gidebilme olanağı tanıdı.
   36.dakikada Selçuk’u ceza yayının 1 metre kadar gerisinde yere indiren Baroni, Halis Özkahya'nın faul düdüğüyle birlikte nasıl bir hata yaptığının farkındaydı. Hele hele geçen sezon hemen hemen aynı noktadan yedikler golden sonra.
  Topun başında yine Selçuk vardı tabi ki. Tehlikenin farkında olan Fenerbahçeliler barajı öne taşımak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Halis Özkahya geri gitmeleri konusunda uyardıkça onlar ısrarla öne geliyordu. Selçuk’a gitgide yaklaşan barajla top arasındaki mesafe 5,5-6 metrelere indi artık. Ancak ne yaparlarsa yapsınlar Selçuk’un müthiş gollerinden birini daha atmasına engel olamayacaklardı. Öyle bir yere vurdu ki Selçuk, kalede kim olsa çıkaramazdı o topu.
  Yeniden öne geçmemiz Arena tribünlerini bir kez daha çıldırtmıştı. Aynı şekilde yedek kulübemizi de.
  Golün hemen akabinde Hamit’in uzun pasında Burak biraz daha dikkatli olsa aradaki farkı 2’ye çıkaracaktık. Ancak Kral topu önüne istediği gibi indiremeyince ilk yarı için 2-1’e razı olduk.
   İkinci devreye her iki takım da aynı onbirlerle başladı. Özellikle ilk yarıdaki performansı hayal kırıklığı yaratan Amrabat’ın sahada oluşu bizleri oldukça şaşırttı.
  İkinci 45 dakikanın tamamında topa sahip olan taraf bizdik diyebilirim. Fenerbahçe’nin bu yarıda ne tehlikeli bir atağı oldu ne de üzerimizde ilk devrenin bir bölümünde olduğu gibi baskı kurabildi.
  Takımımız bana göre 45 dakika boyunca çok akıllı bir futbol oynadı. Özellikle sezon başından beri geçen seneki performansından uzak kaldığı için eleştirilen Selçuk İnan tam bir maestro gibiydi. Her anlamda takımını rahatlatan, pas trafiğini yöneten kilit adam rolündeydi.
  İlk devre tel tel dökülen Nordin Amrabat ise ikinci yarı sahanın en iyilerindedi. Fenerbahçe’nin ilk 45 dakikadaki en etkin bölgesi olan sağ tarafı hem hücumdaki tehdidi hem de savunmasına yaptığı yardımlarla işlemez hale getirdi. İnşallah bundaki sonraki karşılaşmalarda hep böyle bir Amrabat izleriz.
  Eboue ve Hamit’te 16 haftadır ilk kez böylesine uyumlu bir görüntü çizdiler. Açıkçası sezon başından beri eleştirmekten usandığım Hamit ilk kez iyi işlere imza attı. Amrabat için söylediğim şeyler onun içinde geçerli olur inşallah…
  Fatih Hoca’nın 65’te yaptığı Umut-Yekta değişikliği biraz geç kalınmış olsa da, oldukça akıllıca bir hareketti. Yekta’nın oyuna girmesiyle orta alanın tüm hakimiyeti takımımızın eline geçti çünkü. Hele 70’ten itibaren kondisyon olarak biten Fenerbahçe değil pas yapmak, kendi yarı sahasından çıkamaz hale geldi. Melo ve Yekta orta yuvarlaktaki bütün topları kapıp takımlarını atağa kaldırıyorlardı. Bu bölümde ceza yayı hizasından Melo ve Selçuk’un müsait durumda attığı şutlar ne yazık ki 3.golü getirmedi.
  Mesela Fatih Hoca son 15 dakikada oyuna iki diri oyuncu soksa (Elmander ve Aydın) gibi farkı çok rahat bir şekilde arttırabilirdik. Ancak Fatih Hoca 2-1’e razı oldu ve son bölümü sadece skoru korumak için oynadı. Buna karşılık Aykut Kocaman’dan Sezer, Krasic ve Stoch hamleleri geldi.
  82.dakikada Meireles’in atılması oyundan fazlasıyla düşen Fenerbahçe’nin gardını tamamen indirdi. Meireles’in sahayı terk ederken hakeme yaptıkları ise umarım Engin Baytar’a 11 maçlık bir cezayı uygun gören kurum ve kişiler tarafından görülmüştür. Bakalım Raul Meireles’in cezası kaç maçla değerlendirilecek.
  Son 8-9 dakikayı da kontrolümüz altında eritince 2012’nin son derbisini kazanan Galatasarayımız oldu. Bu galibiyet bir derbi zaferinden çok rakiplerimizin puan kaybettiği bir haftada aradaki puan farkını açma adına da oldukça önemliydi. Ayrıca Fenerbahçe üzerinde son dönemlerde kurduğumuz piskolojik üstünlüğü de devam ettirmiş olduk. Ben dün akşam sahada mücadele eden tüm futbolcularımız tebrik ediyorum. Gelecek hafta Trabzonspor karşısında da aynı performansı sergileyerek devre arasına 5 puan önde girmemizi sağlamaları dileğiyle… 

                                                        e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

11 Aralık 2012 Salı

1461 Kere Yazıklar Olsun!


  Böyle bir gecenin ardından ne yazılır, nasıl bir analiz yapılır inanın bilemiyorum. Senelerdir Fenerbahçe’yle dalga geçtiğimiz mevzu, Fatih Terim ve öğrencilerinin büyük emeği sayesinde artık bizler için de alay unsuru haline dönüştü! Sağolun, gerçekten çok sağolun…
  Ortada bir gerçek var ki, bu sezon bu şekilde geçmez, bitmez! Haftalardır hiçbir şey oynamayan bir Galatasaray var sahada. Allah yardım ederse kazanıyoruz, etmezse de kaderimize razı oluyoruz. Galatasaray gibi bir ekibin koca sezonu inşallahlarla, maşallahlarla götürmeye çalışması beklenemez herhalde…
  Fatih Hoca’ya sormak istiyorum: Senin takımın ne oynuyor hocam? Oynattığın futbol, taktik, sistem vs nedir lütfen bana bir izah eder misin? Ben sahaya baktığımda hiçbir taktik, hiçbir sistem göremiyorum çünkü. Kör dövüşü gibi  yapmaya çalışıyoruz bir şeyler. Ayıptır, yazıktır cidden…
  Adnan Polat’ın günahı neydi o zaman? Adamı neden aforoz ettik? Onun takımı da aynı bu futbolu oynuyordu. Tek fark, o takımın şans yanında olmadığı için biraz daha az maç kazanıyordu. Bir de o zaman Fenerbahçe’yle Trabzon çok iyi gittiği için puan olarak gerilerde kaldık. Yoksa bu sezonki takımla o takım arasında en ufak bir fark yok. İkiside seyredeni sıkmaktan öteye gidemiyor...
  Fatih Terim haktan, hukuktan, adaletten bahsediyor. Formayı hak eden giyer diyor. Ama ne hikmetse her hafta aynı oyuncular oynuyor. Takıma hiçbir katkı yapmayan oyuncular… Bugün bakıyorum mesela, Ceyhun Gülselam gayet iyi oynuyor. En azından Hamit’in 4 aydır çeyreğini bile sarfetmediği çabayı sarfediyor. Peki Fatih Hoca ne yapıyor? Sahanın en iyisi Ceyhun’u 70’te kenara alıyor. Hani nerede adalet?? Nerede futbolcuya hakkını teslim etmek??
  Sabri’nin futbolunu hiç beğenmem. Çokta eleştirmişmdir kendisini. Ancak bir gerçeği de göz ardı edeyemiz, bu çocuk forma için oynuyor. Kapasitesi dahilinde elinden gelenin maksimumunu vermek için canını dişine takıyor oynadığı zaman. Tıpkı bu akşam olduğu gibi yani. Ya Eboue? O ne yapıyor bu sezon takımı için? Bir futbolcunun sırf Afrikalı oluşu devamlı olarak forma giymesi için yeterli midir yani???
  Engin Baytar adında bir arkadaşımız var, ben bu kadar sorunlu bir insan görmedim ömrümde. Adam akıllanmak, uslanmak diye bir şey kesinlikle bilmiyor. Yaşadıklarından asla ders almıyor. Hatta her geçen gün daha da sapıtıyor! Bu sezon başına gelenlerden sonra artık sadece topunu oynar, başka şeylerle asla ilgilenmez diye düşünmüştüm. Ancak yanılmışım. Engin aynı Engin! Bugün de kalktı ekmeğini yediği formayı parçaladı! Eğer o formanın bir gururu, haysiyeti olduğunun farkında olan birileri varsa bu gece itibariyle Engin Baytar’ın Galatasaray Spor Kulübü’yle olan bütün ilişkisi kesilmelidir!
  Fatih Hoca 15 haftadır sadece kendini ve bizleri kandırıyor. Önce kendini yine kendi ürettiği bahanelere inandırıyor, sonra bizlerin de aynı şekilde inanmasını bekliyor. Ya da diğer bir olasılık; kendi herşeyin farkında, sadece bizleri uyutmak için uğraşıyor! O zaman her iki şık üzerinden ortak konuşayım, ne kendini ne de bizleri kandırmak için uğraşma sen hocam. Çünkü bizler herşeyin farkındayız. Senin takımın top mop oynamıyor. 2 pas yapamayan, gol pozisyonuna giremeyen, Anadolu takımlarına karşı bile mahkum oynayan bir Galatasaray var bu sezon sahada. Kalesinde gol görmeden maç bitirmeyen, ligin vasat takımlarına karşı kontra atakla gol arayan bir Galatasaray izletiyorsun bizlere. Ve inan bana, bizler bu durumdan utanç duymaya başladık! Sanırım ‘’Üç kulvar bize fazla gelir, bir tanesinden vazgeçelim.’’ dedin bugün. Hadi sahaya çıkardığın takımı anladık. Rakip kağıt üzerinde zayıf olduğu için yedekler de götürür bu işi dedin, asları Fener  maçına sakladın. Peki  işlerin ters gidebilme ihtimalini hiç mi hesaba katmadın? Burak Yılmaz’ın, Umut Bulut’un, Selçuk İnan’ın yedek kulübesinde olmayışını ne şekilde izah edebilirsin bizlere? Bence bu tamamen rakibi küçümsemek, rakibe saygı duymamaktır. Fakat futbolda ciddiyetsizliğe, en önemlisi de havalara girmeye asla yer yoktur!  1461 Trabzon takımı çıkar, aslanlar gibi topunu oynar, bu yaptığının bedelini sana böyle ödetir işte!
  Hadi bakalım, şimdi Fener maçı var önümüzde. Çok merak ediyorum dahiyane hocamız bu hafta ne gibi ilginçlikler deneyecek? Bu hafta hangi yöntemlerle sabote etmeyi deneyecek takımı? Hepsinden öte, bu maçı da kazanamazsak bu seferki bahanesi ne olacak? Bugüne kadar senin hakkında tek kelime kötü konuşmayan beni bile en sonunda isyan ettirdin ya Fatih Hoca, ne diyeyim bilemiyorum…

                                                                     e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

9 Aralık 2012 Pazar

Lige Dönüş


 Bazen sadece kazanabilmektir önemli olan. Hele hele büyük takımlarda işlerin yolunda gitmediği dönemlerde. Kaybedilen özgüvenin ve yok olan büyük takım havasının yeniden kazanılması arka arkaya alınacak 2-3 galibiyete bakar. Galatasaray’da şu sıralar böyle kritik bir dönem yaşıyor işte.
  Braga maçını çok iyi oynayamadan kazandıktan sonra bugün Sivas’ta da aynı şeyi yaşadık. Topa daha çok sahip olan, ayağa daha çok pas yapan, kaleyi daha fazla yoklayan şüphesiz Sivasspor’du. Ancak 90 dakika tamamlandığında skor tabelasında Galatasaray’ın 3-1’lik üstünlüğü vardı.
  Daha 55.saniyede Umut Bulut’un attığı mükemmel golle keyiflendiysekte, sonraki bölüm işlerin pek yolunda gitmediği bir zaman dilimiydi. Özellikle devrenin ortalarına doğru Sivasspor üzerimizde yoğun bir baskı kurdu. Bu baskı da onlara eşitliği getirdi. Erman Kılıç’ın 25 metreden gönderdiği sert şut Ufuk’un uzanamayacağı yere gidince Sivasspor beraberliği yakalamış oldu.
 Beraberlik golü Sivasspor’u daha da ateşledi. Bu sefer üstünlük sayısı için yüklenmeye başladılar. İmdada yetişense son haftalarda olduğu gibi yine Burak Yılmaz’dı. Amrabat’ın pasıyla defansın arkasına sarktı ve takımının 2.golünü kaydetti.
  Pek bir şey oynamadığımız devreyi 2-1 önde kapatmak oldukça güzeldi tabi. İkinci yarı biraz kımıldansak farkı arttırırız diye düşünüyordum. Bu düşüncemde yanılmadım da.
  57’de Yekta’nın Kadir’den kapıp Umut’un önüne yuvarladığı top sonunda rahat bir nefes almamızı sağladı.
  2 farkı bulduktan sonra Burak-Engin değişikliğinin de etkisiyle oyunu iyice kendi yarı alanında kabul etmeye başladı takımımız. Takım savunmasını sezon başından beri ilk kez bu denli başarılı uyguladık bu bölümde.
  Sivasspor takımı son 15-20 dakikalık bölümde oyundan tamamen düştü. Kolay değildi tabi onlar için de. Üstün oynadığı bir karşılaşmada 3 gol yiyen her takım moralman çöker çünkü.
  Son dakikalarda fazla önemli bir şey olmayınca karşılaşma 3-1’lik skorla takımımızın üstünlüğüyle sona erdi.
  En başta da belirttiğim gibi bu akşam önemli olan sadece galip gelmekti, onu da başardık. Çünkü hem ligde işler iyi gitmiyordu hem de takımda Çarşamba’nın yorgunluğu vardı. Ayrıca zafer sarhoşu takımımızın bu maça konsantre olabilmesi de oldukça zordu. Bunca olumsuzluğun arasında bu akşam böylesine zorlu bir deplasmanı kayıpsız geçen futbolcularımızı ne olursa olsun tebrik etmek gerek.
  Şimdi önümüzde Fenerbahçe ve Trabzonspor maçları var. Arada oynanacak kupa maçı da cabası. Şahsi fikrim, eğer bu süreci kayıpsız atlatırsak takım müthiş bir moral ve ivme yakalar, ikinci devrede herşey çok daha güzel bir hal alır. Ayrıca Ocak Ayı’nda takıma takviyeler yapılacağını da hesaba katarsak, yeni yıla müthiş bir giriş yapmak için şu 3 maçı kazanmak Galatasarayımız’ın boynunun borcudur…

                                                        e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

6 Aralık 2012 Perşembe

TEŞEKKÜRLER GALATASARAY


  Düşünün, Şampiyonlar Ligi gibi futbolun en üst seviyedeki organizasyonunda ilk 3 maç sadece 1 puan toplayabiliyorsunuz, üstelik bu 3 maçın 2’sini kendi sahanızda oynamışsınız. Fakat rövanş maçlarında 3’te 3 yaparak adınızı bir üst tura yazdırıyorsunuz. Sanırım turnuvanın tarihinde ikinci kez olan bir şey bu. Gerçekten bakıldığı zaman takdir edilmesi gereken bir başarı var ortada.
  Aslında çok şanssız başlamıştık gruba. Old Tafford’daki Manchester maçında henüz 2.dakikada verilmeyen bariz penaltımız bir yerde ışık tutar gibiydi 6 maçlık serüvende yaşanacaklara. Sonrasında 3 topumuz direkte patlamıştı zaten. Hemen akabinde İstanbul’da Braga’ya karşı %65 topa sahip olma oranıyla tamamlandığımız 90 dakikayı 2-0 kaybetmek birçoklarımıza pes ettirmişti bile. Cluj maçı başlı başına bir şanssızlık timsaliydi zaten. 6 aydır yaz mevsimini yaşayan memleketin o gün yağmura teslim olacağı tuttu. Sular içinde yuvarlanmaktan 1 puana razı olmak zorunda kaldık. Ondan sonra herşey bir anda değişiverdi zaten. Arka arkaya alınan 3 galibiyet Galatasaray’ı 10 sene sonra yeniden Devler Ligi’nde bir üst tura taşıdı.
  Düne gelecek olursak, özellikle ilk 45 dakika çok kötü bir oyun sergiledik. Yani adeta bir ‘’final’’ karşılaşması oynayan takımımızın bu kadar durgun ve temposuz oynaması aklımızın alacağı türden bir şey değildi. Hadi lig maçlarında böyle oynamaya alıştık. Ancak Şampiyonlar Ligi’nde ilk kez rastlıyorduk bu duruma. Hele hele 31.dakikada Melo’nun inanılmaz hatası sonucu Braga’nın golü de gelince kendimizi bir kabusun içinde buluverdik. Böyle bir futbolla skoru lehimize çevirmek imkansızdı çünkü.
  İkinci yarıya başlarken Elmander’i Aydınla, Hamit’i de Amrabatla değişti Fatih Hoca. Hamit’in her maça ilk onbirde başlayıp 45 ya da 60’ta kenara gelmesinden bizlere gına geldi artık. Bu durum ne kadar daha devam edecek doğrusu çok merak ediyorum!
  Aydın ve Amrabat’ın oyuna girişi takımımıza hareket getirdi. Ayrıca orta sahada 1 oyuncu daha fazla oynamaya başlamamız, ilk devreye oranla daha üretken oynamamızı sağladı. Aynı esnada İngiltere’den Cluj’un golü haberi de gelince, bu maçı kazanmaktan başka çare kalmadığını fark etti futbolcularımız.
  58’de 1-1’lik Cluj maçındaki ortayı bir kez daha yaptı Amrabat. Burak Yılmaz’da aynı şekilde yükseldi. Tek fark, bu sefer yakın değil uzak direğe vurdu kafayı. Nihayet skorda eşitlik vardı.
   Golün verdiği moralle oyunun hakimiyetini ele almaya başlamıştık ki, Fatih Hoca buna mani olmak istedi! Sezon başından beri 4-4-2’yle bir türlü %100 randıman veremeyen takım, 4-3-3 görünümlü 4-5-1le daha işler bir hal almıştı sanki. Ancak Hoca tek santraforla 20 dk oynamak yeter bize dercesine Umut Bulut’u soktu oyuna.
  Umut’un oyuna girmesi, orta sahanın tekrardan 1 kişi eksilmesi bu doğrultuda da orta alan hakimiyetinin yeniden Braga’nın eline geçmesi demekti. Nitekim öyle de oldu. Yeniden yüklenmeye başladı Braga. Sanki alacakları bir galibiyet Şampiyonlar Ligi kupasını onlara getirecekmişcesine…
  Son 15 dakikaya girildiğinde tabeladaki skorlar Cluj’u bir üst tura, bizi de Uefa Avrupa Ligi’ne yolluyordu. Fakat daha önce 2 kez 2.turun kapısından dönen Fatih Hoca bu kez şeytanın bacağını kırmak zorundaydı.
  Dakikalar 78’i gösterirken aradığımız, beklediğimiz, çok istediğimiz o gol geldi sonunda. Selçuk’un mükemmel topuk pasıyla soldan çizgiye inen Riera arka direğe doğru kesti. Defanstan seken topu göğsüyle önüne düşüren Melo yerden çok sert vurdu. Kaleci Quim’in güçlükle tokatladığı topu bomboş kaleye göndermekse Aydın’a kısmet oldu.
   Aydın bu golle takımdaki yerini bir 5 sene daha garantilemiş oldu J
  Şimdi herşey, tüm ipler bizim elimizdeydi artık. 12 dakika skoru korumak bizi 2.tura taşıyacaktı. Bunun bilincinde olan takımımız kalan bölümde tüm hatlarıyla savunma yaptı. Kontra atakla bulduğumuz pozisyonda ise Burak Yılmaz’ın füzesi çatalda patladı. Grup maçlarında direğe takılan 6.şutumuzdu bu. Açıkçası bu durum lanet ettirdi bizlere…
  Allah’a şükür kalemizde büyük bir tehlike yaşamadan o 12 dakikayı da bitirdik ve adımızı yıllar sonra Şampiyonlar Ligi’nde son 16 takımı arasına yazdırdık.
  Evet dün belki çok iyi değildik. Hatta sezon başından beri çok iyi değiliz. Ama her ne olursa olsun, bir şekilde bu gruptan çıkmayı başaran takımımıza sonsuz teşşekkürlerimizi sunmamız gerekir. Buralarda olabilmek, bu sahnede gözükebilmektir önemli olan. Bunu da başarmış bir Galatasaray var ortada.
  Şimdi ilk olarak 20 Aralık’ı yani rakibimizi bekleyeceğiz. Sonrasında da Ocak Ayı’ndaki transfer dönemini. Dünden sonra takımın artacak özgüveni ve yapılacak 2-3 takviye umarım yeni yılda çok daha büyük başarılar getirir bizlere… 

                                                                 e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR 

30 Kasım 2012 Cuma

Fatih Terim'in RUHSUZ Takımı!


 Sezon başından beri sabırla bekliyorum. Bir umutla bu hafta düzelir, öbür hafta düzelir diye. Ancak sanırım ben sadece kendimi kandırıyorum. Bu gidişle bu takımın düzeleceği, toparlanacağı falan yok çünkü...
  Lig başlayalı 14 hafta olmuş, toplasanız 3 tane iyi maçı yok Galatasaray’ın. Ve her geçen hafta daha da geriye gidiyor. Öyle ki, son maçlarımıza bakacak olursak koca 90 dakikaları 1-2 pozisyonla tamamlar olduk. Hani nerede Fatih Hoca’nın göreve başladığı zaman taraftara sözünü verdiği mağlup olurken bile alkışlanacak takımı? Bu mudur yani?
  Hayır ne oldu da takım bu hallere geldi aklım bir türlü almıyor. Geçen sezon baştan aşağı yepyeni bir takım kurmamıza rağmen ligin başlarındaki o geçiş döneminde bile bu kadar ruhsuz bir futbol oynamadı bu takım. İnanın bana son 5-6 lig maçında oynadığımız futbolun Adnan Polat dönemindeki takımın oynadığı futboldan en ufak bir farkı yok. Açık söyleyeyim, ben bu Galatasaray’ı izlerken resmen sıkılıyorum!
  Fatih Terim geçen sezon bu takıma çok şey verdi. Herşeyden önce yeniden özgüven ve kazanma alışkanlığı aşıladı oyuncularına.  Ancak bu sezon için aynı şeyleri söylemem ne yazık ki mümkün değil. Eğer böyle devam ederse muhtemelen Fatih Hoca’nın Galatasaray’daki son sezonu olur bu. Çünkü Ünal Aysal karşısındaki kişi her kim olursa olsun başarısızlığa göz yumacak bir başkan değil. Hee gerçi Ünal Aysal başarılı bir başkan mı, o da tartışılır tabi…
  Bazı oyuncularda gereksiz yere çok ısrar ediyor Fatih Hoca. Bu anlamsız ısrar da her hafta pahalıya mal oluyor kendisine. Ama ne yazık ki bu hatalarından hiçbir ders çıkarmıyor. Her zamanki gibi inatları, kaprisleri yüzünden Galatasaray’ın kaderiyle oynuyor. Örneğin Hamit, Amrabat, Eboue, Muslera gibi isimler en ufak bir katkı vermiyorlar takıma. Her maç tel tel dökülüyorlar.
  Muslera’ya gol atmak için özel bir çaba sarfetmeye gerek yok mesela. Attığınız şut kaleyi bulsun yeter…
  Hamit Altıntop hiçbir zaman benim için iyi bir futbolcu olmamıştı zaten. Galatasaray’a geldiği günden bu yana da bu düşüncemde ne kadar haklı olduğumu bir kez daha ispatladığı için kendisine teşekkürlerimi sunuyorum!
  Amrabat’ın büyük takım futbolcusu olup olmadığını denemeden bilemezdik. Gerçi daha önce denenmiş gibiydi sanki. Yani Psv Eindhoven gibi alt yapıya önem veren bir kulüp, 22-23 yaşındaki bir oyuncuyu biraz olsun ışık görse 1 milyon Euro’ya elden çıkarmazdı herhalde… Neyse olan oldu artık. Tabi bize yaklaşık 20 trilyonluk bir kazığa mal oldu ama dediğim gibi denemeden bilemezdik…
  Umut Bulut şu an takımın ligde en çok gol atan oyuncusu durumunda. Fakat geçen hafta da söylemiştim, attığı gollerin 1-2 tanesi dışında hiçbiri kişisel beceri istemeyen, amiyane tabirle ‘’beleş’’ goller. Zaten Umut’u sahada takip edin, toplu-topsuz farketmez oyunda hiçbir etkisinin olmadığını göreceksiniz. Top tekniği yok denecek kadar az. Umutla verkaça giren topu duvara çarptırmış gibi oluyor. Eee bu kadar yeteneksiz bir santraforun sırf gol atıyor diye Galatasaray’da banko oynaması mı gerekir? Gönderdiğimiz Necati ya da takımdan aforoz ettiğimiz Baros 3 tane Umut eder. Yazık günah değil mi bu adamlara…
  İsimlerden gidiyorum ama aslına bakarsak bu takımda kim iyi oynuyor diye sorsalar, şu oyuncumuz çok iyi oynuyor diyebileceğim bir Allah’ın kulu yok malesef. Kalecisinden neredeyse her maç gol atmasına rağmen Burak Yılmaz’ına kadar herkes vasat ve altında futbol oynuyor. Durum böyle olunca da hemen her maç puan kaybeden bir Galatasaray takımı izliyoruz. Karşıdaki rakibin Mersin, Karabük ya da Antep olması bir şey değiştirmiyor yani. Yeter ki bir kez bile olsa kaleyi bulan bir şut atsınlar. Gerisi kolay zaten…
  Tüm bu eleştirileri yaptıktan sonra üzerinde durulması gereken ince bir çizgi olduğunu da belirtmek isterim. Dikkatli okuduysanız buraya kadar yazdıklarımı, hep Galatasaray’ın lig performansından bahsettim. Yani eleştirdiğim performans takımın lig performansı. Şampiyonlar Ligi maçlarında ortaya bambaşka bir görüntü çıkıyor çünkü. Yani Antep’e veya Karabük’e karşı sahada koşmayan, mücadele etmeyen futbolcular ne hikmetse Cluj’a karşı, Manchester United’a karşı bir taraflarını yırtar hale geliyorlar. Bunun Türkçe meali şudur: Daha önce de defalarca kez vurguladığım gibi futbolcularımızın hepsi maç seçiyorlar ve üzerlerindeki formaya, ekmek paralarını kazandıkları kulübe alanen İHANET ediyorlar! Fakat bizim yönetimimizden bir Allah’ın kulu çıkıpta bunun hesabını sormuyor kendilerinden. Ne diyim ki, tek kelimeyle yazıklar olsun!
   Adım gibi eminim, Çarşamba günü yine bambaşka bir Galatasaray seyredicez. Mesela rakibin solunu otobana çeviren bir Eboue olacak sahada. Ya da canını dişine takarak savaşan bir Hamit. Aynı şekilde orta sahada sürekli sorumluluk almaya çalışacak bir Selçuk İnan. Peki diyelim tüm bunların sonunda Braga’yı yenerek Şampiyonlar Ligi’nde bir üst tura çıktık, futbolcularımız da avrupa çapında piyasa yaptılar. Merak ediyorum, aynı oyuncular Pazar günü Sivasspor’a karşı yine sahada ruhsuz ruhsuz dolaşırken vicdanen rahat olabilecekler mi? Eğer bu soruma Evet cevabını verebiliyorlarsa, benim de söyleyebileceğim tek şey şu olur: Teşekkürler Fatih Terim’in RUHSUZ takımı...

                                                                  e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR 

27 Kasım 2012 Salı

Cim Bom’un Adı Yetti


  Kasım ayıyla birlikte tüm takımlarımız için yoğun bir dönem başlamış oldu. Özellikle Galatasaray ve Fenerbahçe gibi yoluna avrupada da devam eden ekipler için oldukça sıkışık bir fikstür çıktı ortaya. Bu doğrultuda Cumartesi akşamı Elazığsporla oynayan, Cuma günü de Gaziantepspor’u ağırlayacak olan takımımız bu akşam kupa mesaisi için sahadaydı.
  Geçen hafta başlattığı rotasyon geleneğini bu sefer bir level daha yukarı taşıyarak devam ettiriyordu Fatih Hoca. Öyle ki, sezon başından beri neredeyse hiçbir resmi müsabakada forma giymeyen Ufuk Ceylan, Çağlar Birinci, Gökhan Zan ve Ceyhun Gülselam gibi isimler sahadaydı bugün. Aynı şekilde çok az süreler almış olan Sercan Yıldırım, Sabri Sarıoğlu ve Engin Baytar’da forma şansı bulmuştu.
  Bu tarz maçlar formayı kapma mücadelesi veren oyuncular için büyük bir şans olsada, bu oyuncuların pek fazla bir arada oynamamış olmaları ortaya ciddi bir uyumsuzluk çıkarabiliyor. Özellikle ilk 45 dakikada bunu çok net bir şekilde görebildik.
  Oyunda daha etkin ve baskılı görünen taraf olmamıza rağmen 25.dakikaya kadar ciddi bir gol girişimimiz olmadı. İlk pozisyonumuza 25.dakikada girdik, onda da golü bulduk zaten. Aydın’ın başlattığı atakta Elmander’in ceza sahasına girer girmez yaptığı sert vuruş takımını 1-0 öne geçirdi.
  Golün verdiği moralle farkı arttıracağımızı düşünmüştüm açıkçası. Ancak Balıkesirspor ciddi bir direnç gösterek oyundan düşmedi. Hatta olayı daha da ileri götürerek skoru eşitlemeyi başardılar. Ceza sahası sağ çaprazından Salih’in attığı şutu Ufuk güçlükle çıkardı. Hemen akabinde bu kez Mustafa çok dar bir açıdan şut attı. Kaleye paralel giden top Ufuk’un dokunuşuyla hiç alakası yokken ağlarımıza gitti!
   Tabi Balıkesirspor’un beraberlik golü futbolcularımızı kendine getirdi ve rakip kim olursa olsun hiçbir maçın çaba göstermeden kazanılmayacağını fark ettiler.
  Dakikalar 42’yi gösterirken Aydın sağdan ceza alanına kesti, Elmander çok kurnaz bir hareketle topun üzerinden atladı. Hemen arkasındaki Sercan’ın sert vuruşu kaleciye çarpsada ağlarla buluştu.
  Devreye önde girmek gayet güzel oldu bizim için. Zaten 2.golümüz Balıkesirspor’un tüm direncini kırdı.
  İkinci 45 dakikada tek kale bir maç izledik. Sahada olması gerektiği üzere sadece Galatasaray vardı.
  62’de Sercan kaleciyle karşı karşıya kaldı. İstese çok rahat kendi atabilirdi ancak garanti olsun istedi, Aydın’ın önüne bıraktı. Aydın topu kontrol etmekte biraz zorlandıysada vuruşunda Sercan’ı mahcup etmedi ve bu sezonki ilk golünü kaydetmiş oldu.
  8 dakika sonra ise bu kez Ceyhun siftah yaptı. Sabri’nin kullandığı serbest vuruşta Sercan’ın kafasından seken topu kaleci Olcay güçlükle çıkardı. Bomboş durumdaki Ceyhun’a sadece dokunmak kaldı.
   Kalan bölümde farkı çok daha arttırabilirdik. Sercan, Aydın ve Amrabatla bulduğumuz fırsatları değerlendiremedik. Balıkesirspor takımı ilk devre bittiğinde kaderine razı olmuştu zaten. Karşılaşma da 4-1’lik sonuçla takımımız lehine sonuçlanmış oldu.
  Galatasaray ve Balıkesirspor şüphesiz aynı sikletin takımları değiller. Galatasaray mutlak favori olarak çıktığı bir karşılaşmayı, yedekleriyle oynayarak bile farklı kazandı. Bu durum iki takım arasındaki güç farkının en güzel ispatı olsa gerek. Yine de oyunun belli bölümlerinde Galatasaray’ı zorlamayı başaran Balıkesirporlu futbolcuları tebrik etmek gerek. Bundan sonrası için onlara kendi liglerinde başarılar diliyorum. Galatasarayımız’ın ise 7 yıllık Türkiye Kupası hasretine bu sezon artık bir son vermesini temenni ediyorum…

                                                                     e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

25 Kasım 2012 Pazar

Mucizevi Galibiyet


   Daha önceleri de birçok kez belirttiğim gibi avrupa dönüşleri her zaman zor olmuştur Galatasaray için. Bugün de bu durumun en güzel örneklerinden birine şahitlik ettik.
   Haftalardır 27-28 oyuncusunun sadece 13-14 tanesini kullanan Fatih Hoca, bugün ne hikmetse rotasyona gitme ihtiyacı hissetmişti. Sanırım bunun altında yatan ana neden; Karabükspor karşılaşmasının ardından sarf ettiği ‘’Belki diğer oyuncularıma biraz daha fazla şans verebilirdim.’’ cümlesiydi.
   Rotasyon yapmak, as oyuncuları dinlendirmek elbette güzel bir şeydir. Fakat benim şahsi fikrim bu akşam bu olayı gerçekleştirmek için doğru bir zaman değildi. Çünkü baktığınız zaman, son 2 lig maçını kazanamamış ve çıkışa geçmek için galibiyete ihtiyacı olan bir Galatasaray vardı ortada. Dolayısıyla Manchester maçının kazanan ve moralli onbirini bozmamak bence çok daha akıllıca olurdu. Ama Fatih Hoca böyle düşünmedi demekki…
   Aylar sonra ilk kez onbirde başlayan Sabri ve Engin’in yanı sıra Yekta ve Cris’te sahadaydı bu akşam. Ayrıca son haftalarda takımın neredeyse tüm gollerini atan Burak Yılmaz yedek kulübesindeydi.
  Açıkçası Elazığspor bu durumdan istifade ederek karşılaşmaya oldukça hızlı başladı. İlk 15 dakikalık bölümde takımımıza oranla daha etkili oldular. Çok net olmamakla birlikte birkaç gol pozisyonu da yakaladılar bu süre zarfında.
  Ancak 15.dakikadan sonra Galatasaray yavaş yavaş toparlanmaya ve en azından top hakimiyetini himayesine almaya başladı. Bununla birlikte rakip kalede çok fazla etkili pozisyonlar bulamadık. Özellikle Elmander ve Umut’tan oluşan forvet hattı çok etkisiz kaldı. Hal böyle olunca devre de 0-0 sona erdi.
  Biz Burak Yılmaz’ın oyuna dahil olmasını beklerken, Fatih Hoca ikinci 45 dakikaya Aydın Yılmazla başladı. Aydın’ın oyuna dahil olmasından daha ilginci ise Elmanderle değişmiş olmasıydı. Gol arayacağımız bir devrede neden tek santrafora döndüğümüze ben pek anlam veremedim…
  Gelin görünki, Aydın beni hatta belki de çoğumuzu yanıltarak takıma ofansif anlamda ciddi bir hareket getirdi. Rakibin sol kanadını oldukça zorlamaya başladı. İlk devrede yakalayamadığımız pozisyonları da bu devrede bulmaya başladık. Hemen akabinde golü de bulduk zaten. Riera’nın soldan kestiği mükemmel ortada Ivesa’dan seken topu Yekta şansının da yardımıyla ağlara göndermeyi başararak takımını 1-0 öne geçirdi.
  Golün verdiği moralle oyuna iyiden iyiye ağırlığın koyan Galatasaray, arka arkaya pozisyonlar bulmaya başladı. Ancak birçok maçta yaşadığımız sıkıntı bugünde ortaya çıktı. Oyuncularımız son vuruşlarda bir türlü becerikli olamadılar. Umut, Yekta ve oyuna sonradan dahil olan Emre Çolak %100’lük fırsatları akıl almaz şekilde harcadılar. İçimden ‘’İnşallah 90 dakikanın sonunda, kaçırdığımız bu goller bize pahalıya mal olmaz.’’ diye geçmedi değil. Herhalde yaşanacaklar malum olmuş bana…
  Dakikalar 86’yı gösterirken, gol bulmak için takım halinde yüklenen Elazığspor takımı savunmasında çok derin bir boşluk verdi. Rakibin az adamla yakalanmasını fırsat bilen Aydın topu ileri taşıdı ve bomboş durumdaki Emre Çolak’ın önüne yuvarladı. Emre ise zor olanı başardı… 3 metre mesafeden topu Ivesa’ya nişanladı... İşte ne olduysa ondan sonra oldu zaten. O top döndü ve Muslera sezon başından beri geleneksel bir hal alan amatörce hatalarına bir yenisini daha ekleyerek hem penaltıya sebebiyet verdi hem de kırmızı kartla oyun dışı kaldı. Hepsinden fenası da 3 oyuncu değişikliği hakkımızı kullandığımız için kaleye oyundan biri geçmek zorundaydı!
  Muslera için dünyanın sayılı kalecilerinden biri diyorlar. Fakat nedense ben bunu ispat edecek cinsten şeyler göremiyorum kendisinde. Özellikle bu sezon hemen her maç hatalı gol ya da goller yiyor. Geçen hafta da söylemiştim, eğer bundan sonra böyle olacaksa bizim Muslera’yla işimiz uzun. Ciddi anlamda sıkıntılar yaşarız böyle bir kaleciyle…
   Kaleye geçecek isim konusunda tercihini Felipe Melo’dan yana kullandı teknik heyetimiz. İyi ki de böyle bir seçim yapmışlar. Çünkü Göksu’nun vuruşunda belki de bir mucizeye imza atarak penaltı  vuruşunu kurtardı ve takımını adeta ipten aldı Pitbull. Ayrıca sezon başından beri bir türlü form yakalayamadığı için bizlere olan borcunu da bir yerde ödemiş oldu.
  Toparlamak gerekirse, kolay geçmesi beklenen karşılaşma önce Fatih Terim sonra da 2.golü bir türlü atamayan oyuncularımız yüzünden bir hayli zora girdi. Mersin İdman Yurdu’yla beraber kalmak, Karabükspor’dan kendi sahasında 3 yemek, Elazığıspor’u da ecel terleri dökerek yenebilmek Galatasaray gibi bir markaya hiç ama hiç yakışmadı. Kağıt üzerinde belki de en kolay 3 haftalık fikstüre sahip olan takımımızın bu süreci böylesine sıkıntılı geçirmesi bizler için büyük hayal kırıklığı oldu. Hemen her maç söylediğim gibi Fatih Terim anlamsız işlerle uğraşmaya ve de geniş hayal gücünü futbol sahalarına taşımaya devam ettiği sürece bu takımın önünü kesmekten öteye gidemez...

                                                                      e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

21 Kasım 2012 Çarşamba

İşte Gerçek GALATASARAY


   Cuma akşamı yaşanan rezaleti telafi etmenin tek bir yolu vardı: bu akşam Manchester United’a karşı galip gelmek!  Ayrıca günün bir başka önemi de Şampiyonlar Ligi’ne tamam ya da devam demek için çıkıyordu sahaya takımımız.
   İlk 3 maçta cömertçe saçtığımız puanlar, bugün kazanmaya mecbur bırakmıştı bizi. Ve karşımızdaki rakipte ne kadar eksik olursa olsun dünyanın en iyi 3-4 takımından biri olan Manchester United’dı.
  15 gün önce, Cluj maçından önce ‘’Ben böyle final maçlarını çok oynadım ve Allaha şükür hepsini kazandım. Umarım bu sefer de öyle olur. ’’ demişti Fatih Hoca. Bence Cluj maçı olsa olsa bir yarı finaldi. Gerçek final bugün Manchesterla oynanacak karşılaşmaydı işte.
   Karabük maçından sonra söylediği gibi Semih ve Riera’ya yeniden forma veriyordu Fatih Hoca. Amrabat ve Elmander’de uzun bir aradan sonra onbirdeydiler. Yekta-Melo arasındaki forma savaşını ise her şeye rağmen Melo kazanmıştı.
   Karşılaşmaya oldukça kontrollü ve dengeli başladık. Belli ki Braga ve Cluj maçlarında şuğursuzca yüklenip bedelini pahalıya ödememiz ders olmuştu takıma. Bu kez gayet soğukkanlı ve stratejik bir futbol oynuyorlardı çünkü. Keza Manchester takımı da benzer bir oyun anlayışıyla cevap veriyordu Galatasaray'a.
  Yalnız karşılaşmanın İspanyol hakemi Galatasaray’ın kazanmasına mani olmak ister bir tutum içersindeydi sanki. Gayet pozitif futbol oynayan futbolcularımızı çileden çıkarmak ve etkisiz bırakmak için maç boyunca elinden geleni yaptı.  Bütün ikili mücadelelerde takdir haklarının Manchester United’dan yana kullandı. Ancak her ne pahasına olursa olsun, bu akşam gerekirse hakemi de yenecektik ama sahadan galibiyetle ayrılan taraf olmayı başaracaktık!
   Amrabat ve Felipe Melo sezon başından beri, Albert  Riera’ysa geldiği günden bu yana en iyi futbolunu oynadı diyebilirim.
    Amrabat rakibin sağ kanadını adeta otobana çevirdi. Aldığı her topla rakip kaleye doğru en az 30-40 metre mesafe katetti.
   Felipe Melo geçen sezondan resitaller sundu. Rakipten top çaldı, orta sahayı ayakta tuttu, en önemlisi de neredeyse 0 pas hatası yaptı. Böyle bir performansa gol yakışırdı ama sağlık olsun… O da bir dahaki karşılaşmaya inşallah.
  Albert Riera yılların sol bekiymiş gibi bir performans koydu ortaya. Ataklara katıldı, savunmada yerini hiç kaybetmedi. Arkasına bir kez bile adamını kaçırmadı. Yeri geldi çok kritik müdaheleler yaptı. Espanyol günlerindeki gibi göz kamaştırdı kısacası. Umarım elinde böyle bir sol bek (açık) varken bir daha Hakan Balta’ya dönüş yapmayı denemez Fatih Hoca.
   Böylesine güzel işlere imza attığımız gecede gol ne yazık ki ilk devrede gelmedi. Manchester United takımı çok şanslıydı. Ceza sahası dışından attığımız her şut bir şekilde savunma oyuncularının bir yerlerine çarpıp geri döndü çünkü. Sadece iki kez kaleyi bulmayı başardık, onlarda da Lindegaard’ı geçemedik.
  İkinci 45 dakikada da değişen pek bir şey yoktu aslında. Aynı futbol anlayışımızla devam ettik karşılaşmaya. Allah’a şükürler olsun ki bu kez golü de bulduk. Eboue’nin ortasında Melo’nun uçan kafasıyla ayağa fırladık ancak bir kez daha Lindegaard engeline takıldık. Fakat hemen akabinde Selçuk’un kullandığı köşe vuruşunda bu sefer Burak’ın vurduğu kafaya artık Lindegaard’da hiçbir şey yapamazdı!
  Türk Telekom Arena’da görülmeye değer bir sevinç vardı. Tüm futbolcularımız ve teknik heyetimiz sarmaş dolaş oldular bir anda. Tıpkı geçen sezon Beşiktaş maçında olduğu gibi…
  Golden sonra Elmander-Engin değişikliğiyle orta sahayı beşledi Fatih Hoca. Elmander henüz hazır değil. Bunu bu akşam çok net bir şekilde gördük. Ancak Engin için de farklı şeyler söyleyemeyeceğim. O da alışık olduğumuz görüntüsünden ve agresif futbolundan çok uzaktı. İkisinin de zamana ihtiyacı olduğu bir gerçek.
  Tek santrafora döndükten sonra oyunu biraz daha kendi yarı alanımızda kabul etmeye başladık. Manchester United’ın topu dolaştırmasına müsade ettik. Ceza yayımız civarında kaptığımız toplarla da ani kontralar denedik. Özellikle Amrabat bu oyun şeklinde çok işe yaradı. Çünkü istediği geniş alanları bulmaya başladı. İşte hal böyleyken Fatih Hoca’nın Emre Çolak’ı oyuna alması bence hataydı. Çünkü Emre Çolak oyuna girdikten sonra takıma hiçbir katkısı olmadı. Amrabat sayesinde geliştirdiğimiz kontra ataklarda sona erdi. Hepten kendi sahamıza gömülüverdik...
  Neyse ki korkulan olmadı ve birkaç karambol dışında çokta net fırsatlar üretmeyi başaramayan Manchester United beraberlik golünü bulamadı.
  Hamit Altıntop’un üst direkte patlayan füzesine ise tek kelimeyle yazık oldu. Top 1 karış daha aşağıdan gitmiş olsa, belki de Şampiyonlar Ligi’nde bu sezon atılan en güzel 2-3 golden birini izlemiş olacaktık.
  90 dakika boyunca aleyhimize çalışan art niyetli! İspanyol’un nihayet 90+4’te gelen son düdüğü Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi’nde yola devam dediğini, avrupa kupalarında da en azından Avrupa Ligi bazında bile olsa ilk baharı göreceğini müjdeliyordu bizlere. Cluj’un da Braga önünde 3-1 kazanması, dün Fatih Terim’in hayal ettiği senaryonun gerçekleşmesini sağladı.
  Bu karşılaşmanın ardından söylemek istediğim şeyler; Galatasaray’a yakışan performansın, bizlerin her zaman görmek istediği gerçek Galatasaray’ın bu akşamki Galatasaray olduğu. İnşallah Cumartesi günü Elazığspor’a karşı gene vurdumduymaz bir tavır takınmaz futbolcularımız ve aynı oyunu sürdürürler.
  Yazımın başında da belirtmiş olduğum gibi bu akşam Melo, Amrabat ve Riera’yı çok beğendim. Özellike Melo’yu böylesine iyi görmeyi çok özlemişim. 5-6 sene öncesinde büyük hayranlık duyduğum Riera’da gerçekten mükemmel bir performans koydu ortaya. Böyle oynadığı sürece formayı ondan kimse alamaz zaten.
  Bu güzel akşamın ardından tek temennimiz; artık bu galibiyetlerin bir gelenek halini alması ve geçtiğimiz sezon olduğu gibi bu sezon da mücadele ettiğimiz tüm kulvarlarda hedefe doğru emin adımlara yürümemiz diyerek noktayı koyuyorum.

                                                               e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

17 Kasım 2012 Cumartesi

Tek Kelime: REZALET!!!


  Olaya bak arkadaş. 2 sezondur küme düşmemek için oynayan, ligin en zayıf takımlarından Karabükspor, gelsin koskoca Galatasaray’a hem de İstanbul’da 3 tane atıp gitsin. Bunun yanında bi dünya da gol kaçırsın. Vallahi yazık, billahi yazık…
  Maç biteli yaklaşık 2 saat olacak hala inanasım gelmiyor skora. Rüya falan mı gördüm diye kendimi sorguluyorum! Bu mağlubiyetin hiçbir açıklaması, hiçbir bahanesi olamaz! Bu akşam Türk Telekom Arena’da yaşananlar Galatasaray markası adına resmen bir utanç gecesidir!
  Daha 2 hafta önce Eskişehir’den 5 yiyip hocası Skibbe’yi kovan yani dibe vuran Karabükspor, bugün çıkıyor sahaya, takır takır top oynuyor, Galatasaray takımını 35 bin taraftarının önünde eze eze yeniyor. Hadi bakalım çıksın Fatih Hoca bu durumun izahını yapsın bizlere!
  Sezon başından beri susuyorum, sabırla bekliyorum ama yeter artık! Sabır, sabır bir yere kadar! Bu takım bu sezon hiçbir şey oynamıyor. Seyrederken resmen canı sıkılıyor insanın. 2 sezon öncesinin Lorik Canalı, Zapatalı, Stanculu takımı ne kadar futbol oynuyorsa bu takımda o kadar futbol oynuyor işte. Ancak nasıl oluyorsa aynı takım Erzurum'daki Fenerbahçe maçında, Manchester United maçında ya da Cluj maçında bambaşka bir görüntü çizebiliyor. Tel tel dökülen oyuncularımızın performansları bir anda tavan yapabiliyor. Geçen hafta da söylediğim gibi oyuncularımızın hemen hepsi maç seçiyor! Ve bu yaptıkları hareketle Galatasaray formasına, armasına resmen ihanet ediyorlar! Eğer Ünal Aysal’ın biraz olsun başkanı olduğu renklere, armaya saygısı varsa, ya bunu yapanlara gereken cezayı verir ya da hepsinin kulüple ilişkisini keser!
  Fatih Hoca sezon başından beri sürekli bahaneler üretiyor. Kesinlikle hatayı kendinde, takımında aramıyor. Ama emin olun bu durum kabak tadı vermeye başladı artık. İnsan biraz gerçeklerle yüzleşir. Çıkar dosdoğru ‘’Bu sezon iyi futbol oynamıyoruz, geçen sezonki ritmimizi henüz bulamadık ama bunu başarmak için elimizden geleni yapacağız.’’ falan der bari. Ama müstahak. En çokta Fatih Terim’e müstahak! Tıkır tıkır işleyen bir makine varken elinde rahat battı kendisine ve yine anlamsız işlere kalkıştı. Bi dünya yeni oyuncu aldırdı, ilk on bire 5-6 tane yeni isim sokmaya kalktı, takımı bu hallere getirdi… Tebrikler Fatih Hoca! Müthiş bir iş başardın gerçekten….
  Futbolcunun kafası çalışmayanı bir halta yaramaz. Hakan Balta’da buna verilebilecek en güzel örnektir. 2 sezon önce takımdan gönderilme noktasına gelmişti. Sonra Fatih Terim göreve gelince ona sahip çıktı. Hakan’da hocasını mahçup etmedi ve form yakalayarak takımına katkı verdi. Ancak sezon sonunda sakatlandı ve ameliyat olması gerekti.  Fakat hangi akla hizmetse bunu kabul etmedi arkadaş. Şu an ki hali ve performansı ortada işte. Sezon başından beri tel tel dökülüyor. Ama kabahat onda değil. Hala onu oynatanda. Riera son 5-6 maçtır hiçte sırıtmadan oynuyordu o mevkiide. Hakan’ın veremediği ofansif katkıyı da fazlasıyla veriyordu. Ancak büyük Fatih Hocamız nedense durup dururken yeniden Hakan Balta’ya dönme ihtiyacı hissetti bu akşam! Ne diyim ki ben…
  Geçen hafta, ‘’Felipe Melo geçen sezonki kredisinin hatrına son bir şansı daha hak ediyor.’’ demiştim. İyi hoşta bu ne arkadaş? Bu akşamki Melo gerçekten kamera şakası gibiydi. Böyle bir orta saha oyuncusunu Ptt 1.Lig’de bile zor oynatırlar! Ne yapmak istiyor, nasıl bu kadar kötü oynamayı beceriyor inanın aklım ermedi. Tek bir açıklaması var; İstanbul’dan sıkıldı ve İtalya’ya geri dönmek istiyor herhalde...
  Defansımız evlere şenlik zaten. Bildiğin mahalle takımı defansı. 35’ine merdiven dayamış Lua Lua bile böyle bir savunma karşısında yıldız olmak kaçınılmaz dedi! Adam resmen alay etti Dany ve Crisle! Tabi bunun da sorumlusu Fatih Terim. Semih Kaya’yı hangi akla hizmet bu takımdan kesti anlamak mümkün değil…
   Muslera’ya diyecek söz yok. Geçen sezonun yıldızı, bu sezonun berbatı! Kaleyi bulan her top gol. Eğer böyle olacaksa bundan sonra, basında yazıldığı gibi İngiltere’den falan isteyenler de varsa, direk satsınlar bence. Bir kaleci her maç hatalı gol yer mi yaaa???
  Sezon başından beri oynayanların genel performanslarına bakalım isterseniz. Muslera kötü. Eboue kötü. Cris, Dany vasat. Semih Kaya idare eder. Hakan Balta rezalet! Riera idare eder. Selçuk vasat. Melo rezalet. Hamit, Emre kötü! Amrabat zaten fiyasko! Yekta eh işte. Umut gol atıyor ama ortada bir şey yok. Burak’ta kötünün iyisi… Gördüğünüz gibi bir tane bile iyi oynuyor diyebileceğimiz futbolcu yok bu takımda. Eee takım halinde kötüyken de her şeyin iyi gitmesini beklemek ne yazık ki hayalcilik oluyor.
  Lig uzun. Kaybedilen puanlar telafi edilir elbet. Ancak böyle futbol oynayarak değil. Daha doğrusu futbol oynamadan değil. Fatih Terim ve futbolcularının hatta yönetimin acilen bir toplantı yapmaları lazım. Sonrasında da herkes kendine çekine düzen vermeli ve üzerine düşeni yapmalı. Yönetim hocaya ve oyunculara inanmaya devam edecek. Fatih Terim kendi egolarını ve saplantılarını bir kenara bırakıp anlamsız işlerle uğraşmayacak, formayı hak edene verecek. Futbolcular da üzerlerindeki formaya ihanet etmeden, adam gibi oynayacak. Bu takım ancak bu saydığım koşullar sağlanırsa yeniden düzlüğe çıkar. Aksi halde bu futbolla bu ligi 4.bile bitiremeyiz.
  Şimdi önümüzde çok kritik bir Manchester United maçı var. Şayet o maçı bir şekilde kazanırsak, takım için çok büyük moral olur. Bu sayede bazı şeyler de rayına girmeye başlar. Ancak o maç da yitirilirse takım hepten dibe vurur. Sezon bizim için belki de 2 sezon önce olduğu gibi çekilmez bir hal alır. Dolayısıyla yapılması gereken tek şey; bir an önce Karabük maçının etkisinden sıyrılıp Manchester United maçına konsantre olmak. Önümüzdeki 4 günlük süreyi en iyi şekilde değerlendirerek Salı akşamı sahaya çıkıldığında Galatasaray armasına ve formasına yakışır şekilde oynamak!

                                                               e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

12 Kasım 2012 Pazartesi

Futbolcular Maç Mı Seçiyor?


   Ekim ayı’nda yaşadığımız 5 maçlık galibiyet hasretinin ardından, önce ligde Kayserispor ve İBB’yi hemen akabinde de Şampiyonlar Ligi’nde Cluj’u deviren takımımız, artık yavaş yavaş geçen sezonki ivmesini yakalayacakmış gibi bir his uyandırdı hepimizde. Ancak bu akşam Mersin’de bırakılan 2 puan bunun henüz mümkün olmadığını gözler önüne serdi.
  Çarşamba’nın yorgunluğu vardı elbet takım üzerinde. Ancak ne olursa olsun Mersin İdman Yurdu gibi geride kalan 10 haftada sadece 1 galibiyet alabilmiş bir takım karşısında puan kaybetmek de yakışmadı Galatasaray’a!
  Maçtan sonra Fatih Hoca ‘’İyi oynadığımız maçı kazanamadık.’’ dedi. Hocanın iyi oyundan kastı ne gerçekten çok merak ettim. Bugün rakip üzerinde oyunun hiçbir anında baskı kuramadık bir kere. Onun haricinde direkten dönen 2 top dışında gol pozisyonuna giremedik. Hepsini bir kenara bıraktım, 61.dakikada beraberlik golünü yiyen takım koskoca yarım saatlik bölümde değil gol pozisyonuna girmek, rakip kaleye gidemedi bile. Hee kötü oynamadık. Kalemizde 0 pozisyonla bitirdik maçı. Ancak üzerinde durulması gereken esas nokta da bu bence. Bu takım birçok maçta rakibine gol pozisyonu vermeden puan, puanlar kaybediyor…. 
   Geçtiğimiz sezon deplasmanlarda gol yememesiyle nam salan, 19-20 maçta kalesini gole kapatan Muslera’ya bu sezon ne olduysa artık, maşallah geleni gideni içeri alır oldu. Bu sezon gol yemediği maç yok neredeyse. Üstelik basit ve acamice goller yiyor. Mesela bu gün yediği gol… Muslera’nın yan toplarda ciddi anlamda sıkıntıları var. Ya topa çıkamıyor ya da boşa çıkıyor. Taffarel’in Muslera’ya sabah akşam yan top çalıştırması lazım. Ayrıca degajlarda da ciddi problem var. Vurduğu 10 topun 5’i ya kısa düşüp rakibe gidiyor ve bizim yüreğimiz ağzımıza geliyor ya da topu taca atıyor... Dolayısıyla geçtiğimiz sezon en güven veren mevkiimiz olan kalemiz, maalesef son dönemlerde en zayıf halkamız olmuş durumda…
  Felipe Melo mutlaka kazanılmalı. Yekta ne kadar iyi oynarsa oynasın hiçbir zamanda formda bir Melo’nun yapacağı katkıyı yapamaz bu takıma. Çünkü Melo’nun tatlı-sert futbolu özellikle geçen sezon rakibi ciddi anlamda rahatsız ediyordu. Ayrıca her maç en az 5-6 tane kritik top çalıyordu. Yekta’nın bunları yapabilmesi, hele hele Melo’nun verdiği ofansif katkıyı verebilmesi ne yazık ki mümkün değil. Dolayısıyla ben Melo’nun bir şansı daha en azından geçen sezonki kredisinin hatrına hak ettiğini düşünüyorum.
  Emre Çolak’a artık birilerinin dur demesi lazım. Bu çocuk bulutların üzerinde uçuyor çünkü! Kesinlikle ayakları yere basmıyor! Geçen sezon uzaktan 2 gol attı diye kendisini yerlere göklere çıkaranların sayesinde çok büyük bir yıldız olduğunu, bu takımın en önemli silahı olduğunu falan sanıyor. Takımdan çok kendine oynuyor. Her yerden kaleyi düşünüyor. Bomboş durumda arkadaşları pas beklerken gereksiz yere topla bir sağa, bir sola dönüp Hasan Şaş’ın gençlik yıllarından resitaller sunmaya kalkıyor! Ancak bunların hiçbirini beyninin kontrolü dahilinde yapmıyor. Yani daha Türkçesi; bu arkadaşımız futbolu beyniyle oynamıyor. Zaten o sorunu aşabilirse, kendini şu an gördüğü mertebeye gerçekten ulaşacaktır. Ancak Galatasaray Paf Takımı’ndan çıkanların temel sorunu olan ayak-beyin uyuşmazlığı ne yazık ki Emre Çolak’ta da fazlasıya mevcut! Bugün yediğimiz gol tamamen Emre’in rakibe hediyesi. Önce abuk subuk bir faul yaptı ardından da göğüsü hizasında gelen topu anlamsız bir kafa vuruşuyla kornere attı. O korner de bize çok pahalıya patladı…
   Umut Bulut her hafta gol attığı için herkesin takdirini toplasada, bence 90 dakika boyunca hiçbir şey yapmadan geziyor sahada. Attığı gollere bakacak olursak geneli amiyane tabirle ‘’balık’’ goller zaten. Çok net bir şekilde söyleyebilirim ki, Umut Bulut benim Galatasaray formasıyla izlediğim yeteneği en kısıtlı santrafor. Top tekniği yok denecek kadar az. Ayağında top tutamıyor, 2 metreye dahi isabetli pas atamıyor. Sahada böyle bir santrafor varken, takımdan ayrılan Necati’ye ve evinde oturan Baros’a gel de üzülme…
  Son olarak şunu söylemek istiyorum, bugün isimler üzerinden gittiysem de, ortada bir sorun varsa bu tüm takımın sorunudur. Şu an ki sorun da belli bir istikrarı yakalayamamış olmak. Özellikle Avrupa Kupası maçlarıyla lig maçları arasındaki  gerek bireysel, gerekse de takımsal performans dalgalanmaları akıllara tek bir soru getiriyor: Futbolcular maç mı seçiyor? Umarım böyle bir şey yoktur. Çünkü bu bahsetmiş olduğum şey gerçekten mevcutsa, işte o zaman ortada çok büyük bir problem var demektir…

                                               e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

8 Kasım 2012 Perşembe

''Son Sözümüzü Söylemedik''


  Kuralar çekildiğinde Manchester Unitedla beraber favori gösterildiğimiz grupta, ilk 3 maçın ardından hiç hak etmediğimiz bir yerdeydik. Şanssızlıklar bir türlü bırakmamıştı yakamızı. Old Trafford’da verilmeyen 2 penaltımız ve direkten dönen 3 topumuz, Braga maçı 1-0’ken yine Aydın’ın direkte patlayan şutu ve son olarak Cluj maçında sahayı futbol oynanmaz hale getiren yağmur…
  Ama sanırım artık şanssızlığı da yenip, kaderimizi değiştirmenin zamanı gelmişti. Avrupa’da kalıcı başarı hedefiyle yola çıkan Ünal Aysal’ın takımı Şampiyonlar Ligi’ne bu kadar erken havlu atamazdı çünkü. Ayrıca lugatında pes etmek diye bir söz olmayan Fatih Hoca’da her zamankinden daha fazla güveniyordu oyuncularına. Maçtan 1 gün önce basın toplantısında vurguladığı gibi henüz son sözümüzü söylememiştik!
  Rakibi küçümsemek istemiyorum ancak dün akşam çok net bir şekilde görüldüğü üzere Cluj ve Galatasaray kesinlikle aynı sikletin takımları değil. Şayet İstanbul’daki maçta yağmur engeline takılmasaydık ya da hakem karşılaşmayı 1 gün sonraya erteleseydi, biz bu Cluj’a İstanbul’da da en az 3 atardık.
  Fatih Hoca son 2 haftanın kazanan onbirini Amrabat-Emre değişikliği dışında bozmamıştı. Bence doğru da yapmıştı. Her hafta 3-4 ismi değiştirmek takımda uyum problemi meydana getiriyor çünkü. Ayrıca ne olursa olsun, Riera ve Cris gibi Şampiyonlar Ligi tecrübesi fazla olan futbolcuların böyle maçlarda kullanılması doğru bir tercih.
  Güzel bir zeminde, 15 gün önceye nazaran futbol oynamaya bir hayli elverişli şartlarda başladı karşılaşma. Fakat nedense takımımızın üzerinde bir tutukluk var gibiydi. İlk 15 dakikalık bölümde bunu net olarak görebildik. Savunmamız bu bölümde ciddi açıklar verdi. Özellikle Cris inanılmaz hatalar yaptı. Eğer o bölümü gol yemeden atlattıysak, bunu ilk 3 maçta yanımızda olmayan futbol şansıyla açıklayabiliriz ancak.
  Neyse ki çabuk toparladık ve 15 dakikalık bocalamanın ardından gerçek kimliğimize büründük. Oyunu rakip yarı alanda oynamaya başlar başlamaz da golümüz geldi zaten. 17.dakikada Hamit’in sağdan ortaladığı topa pek müsait bir durumda olmamasına rağmen inanılmaz bir kafa vuruşu yaptı Burak. Havadan etkili değil diye eleştirdiğimiz Burak bizlere nazire yapar gibiydi sanki. Attığı gol tam bir Hakan Şükür golüydü çünkü.
  Golden sonraki bölümde Cluj takımı oyun anlayışını hiçbir şekilde değiştirmedi. Maça nasıl başladılarsa o şekilde oynamaya devam ettiler. Bu da Cluj takımının 90 dakikayı kendi sahasında bile hücum oynayarak götürebilecek bir kapasitesinin olmadığının ispatıydı.
  1-0’dan sonra topa hakim olan taraf takımımız olsa da rakip kalede yeni tehlikeler üretemedik. Daha çok oyunu soğutmaya ve skoru tutmaya yönelik oynadık sanki. Hakemin düdüğüyle de ilk 45 dakika bazında istediğimizi almış olduk.
  İkinci devre başladığında ise Cluj nasıl olduysa biraz daha ofansif oynamaya karar vermişti! Maçın başından beri 8-9 kişiyle kendi yarı alanında kalan Romenler, bu kez daha kalabalık gelmeye çalışıyorlardı kalemize. Nitekim 52.dakikada defansımızın arasına attıkları bir topla beraberlik golünü buldular.
  O ana kadar her şeyin istediğimiz gibi gittiği oyunda şimdi tablo biraz olumsuzlaşmıştı. Ancak moralleri fazla bozmanın manası yoktu. Çünkü maçın bitmesine 40 dakikaya yakın bir süre vardı ve biz Cluj’dan çok daha iyi bir takımdık.
  Dakikalar 60’ı gösteriyordu ki, bir kez daha ayağa fırladık. Soldan Burak’ın ortaladığı top kaleciden sekti ve Hamit’e gitti. Hamit sağdan ceza alanına girdi, yerden sert bir şekilde ortaya çıkardı. Şans eseri Burak’ın önüne gelen top 2.kez Cluj ağlarındaydı.
  Tekrar öne geçtikten sonra Fatih Hoca’nın neden ısrarla oyuncu değiştirmediğini anlayamadım. Sahanın en kötü ismi Umut’a 76 dakika boyunca sabretmesi oldukça enteresandı. Bizim için hayati önem taşıyan bir deplasmanda 2-1’i de bulmuşken Umut’un oyundan alınarak orta sahanın beşlenmesi gerekirdi bence. Fatih Hoca bunu yaptı ama çok geç yaptı.
   2-1’den sonra yavaş yavaş oyundan düşmeye başlayan Cluj, savunmasında boşluklar bırakmaya başladı. Selçuk İnan-Burak Yılmaz ikilisinin oynadığı bir rakibe karşı böyle boşluklar bırakmak anca intihar olurdu. Nitekim 74.dakikada bahsettiğim şey gerçekleşti. Selçuk hemen her maç olduğu gibi Burak’ın önüne müthiş bir top attı yine. Burak önce tökezlesede topu kontrolüne almayı başardı. Sonra rakip stoperi bakkala, topu da kalecinin altından ağlara gönderdi. Attığı 3 golle geceye damgasını vuruyordu ‘’KRAL’’
  Cluj takımı tamamen tükenmişti artık. Mağlubiyeti kabul ederek oynadılar son 15 dakikayı. Biraz daha akıllı olsak 4.hatta 5.golü bile bulabilirdik. Ama olsun. 3-1 de fazlasıyla yeterliydi bizim için.
  Sabri-Yekta, Semih-Hamit değişiklikleri tamamen süreye yönelikti artık. 
   91’de Sougou 2 metreden yandan auta attı ama golü yapsa bile değişen fazla bir şey olmayacaktı.
  Bizim için oldukça önem taşıyan Braga-Manchester United maçı da istediğimiz gibi noktalanınca gece bizim için bayrama dönüştü. Son 8 dakikaya yenik giren Manchester’ın bu bölümde 3 gol birden bulması Şampiyonlar Ligi H Grubu’nda yepyeni bir tablo çıkardı ortaya. Dünkü karşılaşmadan önce grubun son sırasında yer alan takımımız artık 2.basamakta. Eğer kalan 2 maçta yerimizi koruyabilirsek adımızı bir üst tura yazdıracağız. Dünkü karşılaşmayı kazanarak grubu lider bitirmeyi garantileyen United’ın İstanbul’a yedeklerle geleceğini düşünürsek bence bundan sonra ipler tamamen bizim elimizde…   

                  e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

2 Kasım 2012 Cuma

Rölantide 3 Puan


  Çarşamba günü Clujla tamam ya da devam maçına çıkacak olan takımımızdan bu akşam çok yüksek bir konsantrasyon beklemiyordum açıkçası. Çünkü avrupa kupası maçlarından önceki ve sonraki lig karşılaşmalarında hep zorlanmıştır Galatasaray. Gerçi bu akşam zorlanmadık. Ancak pek de bir şey oynamadık…
  Fatih Hoca geçen haftanın kazanan onbirini bozmamıştı. Belki de sezon başından beri ilk kez 2 hafta arka arkaya aynı onbirle çıkıyorduk sahaya. Doğrusu böyle bir tabloyu görmeyeli uzun zaman olmuştu!
  Karşılaşmaya İBB takımı daha istekli ve arzulu başladı ancak golü biz bulduk. 11.dakikada İBB savunmasının sektirdiği top Umut-Burak işbirliği sonucu golü getirdi. Burak’ın kaleye vurmak yerine topu daha elverişli durumdaki Umut’un önüne yuvarlaması, takımdaşlık anlamında ayrı bir güzellkti.
  Golden sonra zaten tempoyu yükseltme niyetinde olmayan takımımız resmen uyuttu izleyenleri. Devrenin tamamında ofansif anlamda hiç bir şey yapmadılar diyebilirim. Defansımız ise Cris önderliğinde gayet başarılı gözüküyordu. Cris 2 maçtır kusursuz oynuyor. Hadi geçen haftaki Kayserispor maçında rakibin kapasitesi belliydi ancak bu akşam 3-4 tane çok kritik top kesti. Hava toplarının büyük kısmında rakibe izin vermedi. Açıkçası Ujfalusi’nin sakatlığından sonra adeta tarumar olan defansımızın Cris’in yükselen performansıyla beraber daha derli toplu bir görüntü çizmesi ilerleyen haftalar için sevindirici bir gelişme. Zaten Semih-Dany ikilisiyle bu işin yürümeyeceği ve ikisinden birinin yerine tecrübeli bir stoper gerektiği ortadaydı. Şimdilik Cris o gerekliliği sağladı diyebiliriz. Umarım bu performansı devam eder.
  Devrenin son dakikasına geldiğimizde, ani gelişen atağımızda Selçuk yine Burak’ı topla buluşturdu. Burak çok sert vurdu, Eduardo güçlükle çıkardı. Dönen topu atağı başlatan Selçuk bomboş filelere göndermekte zorlanmadı.
  Fazla bir şey oynamadan, sadece gol yememek için mücadele ederek 2 farklı üstünlüğü yakalamak şaşırtıcıydı doğrusu. Soyunma odasına da bu skorla gidilince, muhtemelen bu maçı kafalarında bitirip Cluj maçını düşünmeye başlamıştı bile oyuncularımız.
  İkinci devrede İBB takımının gol bulabilmek adına daha çok adamla yüklenmeye başlaması, bize de daha fazla pozisyon getirdi. Tabi hemen hepsi kontra ataklarla. Umut ve Burak net pozisyonlarda çok acemice vuruşlar yaptılar. Yani maç es keza 0-0, 1-1 falan gidiyor olsa taraftarı çileden çıkartırlardı.
    60lı dakikalara gelindiğinde savunmamızın arka arkaya 3 pozisyon birden vermesi golü yememize neden oldu. Topu savunmadan düzgün çıkarmayı bir türlü başaramayınca Turgay Bahadır’ın golü geldi. O ana kadar rahat olan takım üzerinde de doğal olarak bir stres oluştu. Allah’tan birkaç dakika sonra Kamil Zayate yetişti imdadımıza. Emre Çolak’ın soldan ortaladığı topu şık bir kafa vuruşuyla kendi ağlarına göndererek hepimizi yeniden rahatlattı.
  Aradaki fark tekrardan 2’ye çıkınca ister istemez İBB takımının tüm umutları sona erdi. Ondan sonra  oyundan iyice koptular zaten. Savunmalarının arkasına Burak’ın yaptığı her koşu takımımızı pozisyona sokmaya başladı. Ancak bana göre bugün Crisle beraber sahanın en iyisi olan Burak, oyundaki başarısını bir türlü son vuruşlara yansıtamadı. Ne diyelim, bu akşam şans yanında değildi demek ki.
  Son dakikada Emre Çolak 6 pasın içinden topu üstten auta atmayı başarınca! karşılaşmayı 3 yerine 2 farkla kazanmış olduk. Oldukça sıkıcı geçen bu maçın ardından aklıma takılan tek şey Hüseyin Göçek’in neden Galatasaray’a karşı büyük bir düşmanlık duyduğu! Bu adam ne zaman bizim maçımızı yönetse takımımızın kazanmaması için elinden geleni her şeyi yapıyor. Bugün de oyuncularımızın rakipten topu çalmak için yaptığı her harekete faul çalarak zaten sıkıcı geçen mücadeleyi iyice çekilmez hale getirdi. Şampiyonlar Ligi’nde maç yönetecek seviyeye gelmiş bir hakemin oyun akıcılığını bu denli engellemesinin tek açıklaması içindeki Galatasaray nefretidir! Buradan yönetimimize sesleniyorum: 3 sezon önce yine bir İBB maçında 3 puanımızı çalarak başlattığı içindeki Galatasaray düşmanlığını her maç biraz daha büyüten bu şahsiyete karşı lütfen kayıtsız kalınmasın. Zamanında Ali Aydın’a nasıl dur demeyi bildiysek Hüseyin Göçek’e de aynı şeyi yapmak zorundayız. Aksi halde, bugün olmadı ama elbet bir gün yine 3 puanımızı gasp edecektir bu adam…

                      e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

28 Ekim 2012 Pazar

Şeytanın Bacağını Kırdık


  Dile kolay, tam 5 resmi maçtır kazanamıyordu Galatasaray. Ve galibiyetle tamamlanmayan her karşılaşmanın ardından takım üzerindeki baskı ve stres artıyor, bu da oyuncularımızın kendilerine duydukları güvenin zedelenmesine yol açıyordu.
  Uzun süre kazanamamak elbette zordur. Beraberinde getirdiği birçok olumsuzluk mevcuttur çünkü. Ancak kazanamayan takım ligin şampiyonluk adaylarından biri olunca işler daha da karışık bir hal alıyor. Hele hele kaos ortamı yaratmaya oldukça meyilli basınımız, içinden çıkılamaz ortam havasını oluşturuveriyor anında....   İşte Galatasaray’ın da böyle bir noktaya sürüklenmesine ramak kalmıştı ki, Allah’tan takımımız bu akşam aldığı galibiyetle bunun önüne geçmiş oldu.
  Cluj maçında sakatlanan Elmander, Semih ve Melo’dan yoksun takımımızda bu oyuncuların görevlerini Burak Yılmaz, Cris ve Yekta üstlenmişti bugün. Özellikle Yekta için zor bir akşamdı. Tam 1 sene sonra ilk kez resmi bir karşılaşmaya onbirde başlıyordu çünkü. Ayrıca geçtiğimiz sezon üstelik hemen hemen aynı tarihlerde oynanan Kayserispor maçıyla veda ettiği onbire, yine bir Kayserispor mücadelesiyle dönmesi de ilginç bir rastlantı oldu elbet.
    Kaşılaşmaya oldukça motive ve istekli başlayan takımımız, henüz 2.dakikada Burakla golü buldu ama Cüneyt Çakır ofsayt gerekçesiyle santraya koşmadı. Bu kararında da haklıydı Cüneyt Hoca. Fakat değişen bir şey olmadı. Sadece 4 dakika sonra bu kez Umut Bulutla nizami olarak geldi gol. Hamitle girdiği verkaç sonucu ceza sahası içine doğru koşu yapan Umut, havadan gelen topu güzel bir kafa vuruşuyla ağlara göndererek bu sezonki 7.golünü kaydetti
  Golden sonra da tempomuz aynı seviyedeydi. Haftalardır, formsuz Melo’ya beraber sahada yokları oynayan Selçuk İnan, geçtiğimiz sezondan resitaller sunuyordu ilk devrede. Tabi bunda en büyük etken Yekta’nın takıma getirdiği inanılmaz dinamizdi. Yekta bir an olsun yerinde durmuyor, sahada basmadık yer bırakmıyordu. Durum böyle olunca, sezon başından beri Melo’nun arkasını toplamaktan kendi işine bakamayan Selçuk’ta bu sayede rahatlamış, haftalar sonra yeniden hücum oyuncularımıza çalışmaya başlamıştı.
  32.dakikada kazandığımız serbest vuruşta olması gerektiği gibi Selçuk geçti topun başına. Olması gerektiği gibi diyorum çünkü kaç maçtır Emre Çolak ve Hamit sağolsunlar duran topları bırakmıyorlardı Selçuk’a… Muhtemelen hafta içi basında da yazdığı üzere bu konuda Fatih Hoca’dan bir uyarı gelmişti ki, bugün hemen hemen tüm duran topları Selçuk kullandı. O pozisyonda da ceza sahası içine gönderdiği mükemmel ortaya Cris aynı güzellikte yükselince, skor tabelasına 2.golümüzü de yazdırmış olduk.
  Cris demişken belirtmek isterim, bana göre bu akşam kusursuz oynadı. Yekta ve Selçukla beraber takımın en iyisiydi. Özellikle kale sahamızda yaptığı 2-3 kritik müdahale vardı ki, hepsi %100’lük gol tehlikesiydi. Açıkçası Ujfalusi’nin sakatlanmasından bu yana bir lider eksikliği hisseden savunmamızda Cris bu akşam o görevi fazlasıyla yerine getirdi. Geldiği günden beri kendisini acımasızca eleştirenler bu akşam böyle bir performans göstermesine oldukça şaşırmışlardır herhalde. Tabi ben şaşırmadım ayrı konu. Kimse unutmasın ki, bu adam arka arkaya 7 sezon şampiyon olan Lyon takımının 4 şampiyonluğuna sezon başına ortalama 35 maçlık bir katkı yapmış, Juninho’nun ayrılmasından sonra takım kaptanlığını da üstlenmiş, neredeyse Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın toplamı kadar Şampiyonlar Ligi maçı oynamış!, 18 kez de Brezilya Milli Takım formasını terletmiş bir futbolcu. Dolayısıyla birileri hakkında eleştri yaparken ölçüyü kaçırmamaya özen gösterelim!
  Dakikalar 36’yı gösterdiğinde bu kez ‘’Kral’’ çıktı sahneye. Yine Selçuk’un mükemmel bir ara pasıyla kaleciyle karşı karşıya kalan Burak, takımını 3 farklı üstünlüğe taşıdı.
  Kalan 8-9 dakikalık bölümde birkaç gol girişimimiz daha olduysa da 4.yü bulamadık.
  Yekta Kurtuluş’un ilk 45 dakikadaki performansı gerçekten harikaydı. Her yere koştu, her yere bastı. Top çaldı, gollük paslar attı. Kısacası bir orta saha oyuncusunun yapması gereken her şeyi yaptı. Selçuk İnan’ın etkili performansında da az önce belirtmiş olduğum gibi başrol oynadı. Yekta ilk 45 dakikadaki gibi oynamaya devam ederse şayet, Melo bu haliyle takıma biraz zor girer…
  İkinci 45 dakikada ise takımımız sadece hakemin bitiş düdüğünü bekledi. Hiçbir şekilde kendilerini sıkmadan, zorlamadan oynadılar. Durum böyle olunca da biz izleyenler için biraz sıkıcı bir hal aldı karşılaşma. Fatih Hoca uzun zamandır oynatmadığı Sabri ve Ceyhun gibi oyuncularına fırsattan istifade şans verdi. Ceyhun az süre aldığı için hakkında bir şeyler söylemem güç ancak Sabri’nin henüz hazır olmadığını söyleyebilirim. Eboue’nin ikinci devrenin başlarında yine Afrika Kupası’na gideceğini hesaba katarsak, o 7-8 haftalık süreçte sağ bekin muhtemel ismi olacak Sabri’nin yavaş yavaş form tutması gerekiyor.
    Son dakikada Burak Yılmaz’ın 3 metreden kaçırdığı pozisyon dışında, birde Umutla yararlanamadığımız bir fırsatımız vardı bu devrede. Kaçırması atmaktan daha zor olan bu iki pozisyonu değerlendirebilseydik sahadan 5-0 gibi fantastik bir skorla ayrılacaktık ancak kısmet olmadı. Artık ilerleyen haftalara inşallah diyelim…
  Uzun süredir kazanamayan daha doğrusu çoğu karşılaşmada en azından iyi mücadele ettiği halde kazanamayan takımımızın bu gidişe bir son vereceği aşikardı. O da bu akşama denk geldi. Haftalar sonra bir 90 dakikayı stres ve sıkıntıdan uzak bir şekilde izlemek bizler için de güzel bir bayram hediyesi oldu. Umarım bundan sonraki karşılaşmalarda devamı gelecek bir galibiyet serisinin başlangıcını yapmışızdır bu akşam diyelim ve bugünlük son noktayı koyalım o zaman...    

         e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

24 Ekim 2012 Çarşamba

Arena'da Su Topu ...


  1992’deki Werder Bremen ve 2008’deki Bayer Leverkusen maçlarının hikayesi neyse bugünkü Cluj maçının da hikayesi aynıydı işte.
  18 Mart 1992'de pırıl pırıl bir ilkbahar günü yaşaması gerekirken İstanbul, özellikle Mecidiyeköy civarında yağan lapa lapa kar futbol oynamayı elverişsiz hale getirmiş buna rağmen 2-1 mağlup olduğu ilk karşılaşmanın rövaşında varını yoğunu ortaya koyan Galatasaray, 90.dakikada Rotariu’nun şutunda top kale çizgisi üzerinde kara takılıp kalınca   0-0’a razı olmuş ve Kupa Galipleri Kupası’na çeyrek finalde veda etmişti. Tabi aynı gün Dolmabahçe Stadı’na 1 gram bile kar yağmamış oluşu ancak takdiri ilahi olarak açıklanabilmişti….
   Tarihler 13 Şubat  2008’i gösterdiğinde ise İstanbul için bu kez soğuk bir kış günüydü. Kaderin bir cilvesi olsa gerek, tıpkı 16 sene önce olduğu gibi de kar yine sadece Mecidiyeköy’ü etkisi altına almıştı. Gözün gözü görmediği bir ortamda Bayer Leverkusen takımını tüm bu olumsuz tabloya rağmen sahadan silen Galatasaray, 14 tane net gol girişiminde bulunduğu, Hakan Şükür’ün 3 metreden, Arda Turan ve Nonda’nın 2’şer metreden, Ümit Karan’ın ise 6 pasın içinden kaçırdığı goller sonucu yine 0-0’a razı olmak zorunda kalmış, 1 hafta sonra ise Almanya’da farklı mağlup olarak tur biletini Leverkusen’e vermişti.
  Ve bugün yani 23 Ekim 2012 günü, neredeyse 5 aydır kavurucu sıcaklarla mücadele eden İstanbul’un yağmura teslim oluşu yine bizim şansımızdı... Ancak işin enteresan tarafı birçok semtte normal boyutlarda yağan yağmurun Seyrantepe semalarında bardaktan boşalırcasına yağıyor oluşuydu. Hal böyle olunca Türk Telekom Arena adeta bir baraj gölüne dönüşüverdi. Tabi, henüz 1,5 yıl önce inşaatı tamamlanmış böylesine modern bir stadın nasıl olurda dranajları ve giderleri bu suyu çekmez o da ayrı bir konu! Bu durumu açıklasak açıklasak ‘’Türk işi’’ deyimiyle açıklayabiliriz herhalde!
  Zemin böylesine berbat bir halde olunca Fatih Terim’in 1 hafta boyunca kurguladığı tüm planlar, çalıştırdığı tüm taktik varyasyonlar bir anda boşa gitti. Çünkü Galatasaray gibi oyun felsefesi ayağa bol pas üzerine kurulu bir takımın bu sahada bu anlayışını uygulaması imkansızdan da öteydi. Top hiçbir şekilde istenilen yere gitmiyor, futbolcularımız topla 5 metre dahi dribbling yapamıyordu. Böyle bir sahada oynanabilecek tek oyun şekli, sürekli olarak topu havaya kaldırarak mümkün olduğunca ceza sahası içine doğru şişirmek olabilirdi. Takımımız da ister istemez bu oyun şekline dönmek zorunda kaldı.
  Pek alışkın olmadığımız bu oyunda Elmander’in önderliğinde başarılı olmaya da başlamıştık aslında. Lakin bu karşılaşmada da rakibimizin kaleyi bulan ilk topu gol olunca 20.dakikada 1-0 geri düştük. Gerçi bu kez kaleyi bulan rakibimiz de değildi. Direk Dany attı golü!
  Bu golle zaten bozuk olan moraller tümden alt üst oldu. Çünkü futbol oynamanın imkansız olduğu bu zeminde rakibin üstünlüğü yakalayıp tamamen savunmaya çekilmesi, kazanılması zaten kolay olmayan maçı hepten zor hale getirdi.
  27.dakikada Cluj takımı 10 kişi kalınca biraz olsun umutlandık. Hemen akabinde penaltı da kazanınca şansımız dönüyor galiba dedik. Ama Melo 3-5 dakikalık umutlarımızı 1 saniyede yerle bir etti…
   Benim merak ettiğim bir şey var: Bu takımda duran topları en iyi kullanan isim kim? Hiç tartışmasız Selçuk İnan. Peki neden korner ya da frikik olunca Emre Çolakla Hamit, penaltı olunca da Melo gider atmaya? Bunun böyle olmasını Fatih Hoca istiyor herhalde ki hiçbir müdahalede bulunmuyor. Çünkü hoca ‘’Frikikler, penaltılar Selçuk’un’’dese konu kapanacak zaten!
  Melo penaltıyı kaçırdıktan sonra, tamamen skoru koruma psikolojisine bürünen Cluj’un kolay kolay hücuma çıkmayacağından emin olan Fatih Terim, Burak’ı da oyuna sokarak forveti üçlemek istediyse de 1 dakika sonra Elmander’in sakatlanarak sahayı terk etmesi ne yazık ki hocanın bu planına mani oldu. Elmander’in yerine Emre Çolak’ın girmesiyse çok anlamsızdı. Uzun top oynanan bir sahada 1.65’lik Emre Çolak’ın işi neydi?
   İlk yarı sona erdiğinde şöyle bir düşündüm: Sahayı futbol oynanmaz hale getiren yağmur, kendi kalemize gol atmamız, penaltı kaçırmamız, Elmander’in sakatlanıp çıkması ve henüz ilk 45 dakikada 2 değişiklik hakkımızı kullanmış oluşumuz… Hepsinin aynı akşama denk gelmesi biraz fazla olmadı mı acaba?
  İkinci devre başladığında ise umutlarım büyük ölçüde tükenmişti. Çünkü Umut ve Burak hiçbir şekilde kafayla top indirme becerisine sahip değildiler. Hepimizin gönüllerinden geçen şeyse ortaktı sanırım: Hakan Şükür….
  Yoktu. Maalesef ikinci bir Hakan Şükür yoktu artık Türk Futbolu’nda. Sağdan, soldan, cepheden sürekli ortalıyorduk ama ne Umut ne de Burak çıkıp bir tanesine bile vuramıyordu. Baktı ki olacak gibi değil Felipe Melo’yu bile santrafor oynatmaya başladı Fatih Hoca. İyi ki de böyle bir karar verdi zaten. En azından Umutla Burak’ın beceremediği şey olan rakibi rahatsız etme işini yapmaya başladı Melo.
  Türk Telekom Arena’da artık 2 tane yağmur vardı. Birinde gökten su damlaları düşüyordu, diğerinde ise Cluj ceza sahasına oyuncularımızın gönderdiği toplar. Fakat olmuyordu. Gol bir türlü gelmiyordu… Ta ki 77.dakikaya kadar. Soldan Amrabat öyle bir kesti ki, bunu da harcamak ayıp olurdu artık! Burak belki de kariyerinde ilk kez böylesine mükemmel çıkıyordu kafaya. Bir kule gibi yükseldi ve zınk diye koydu kafayı.
  Nihayet gelmişti gol. 3 maçtır aradığımız, beklediğimiz, özlediğimiz o gelmişti!
  Süreye baktım, daha 13-14 dakika vardı. Maçı çevirmek için gayet yeterli bir süreydi bu. Seyirci de bunun bilincindeydi ve maçın başından beri çıkarmadığı kadar yüksek bir sesle destek olmaya başlamıştı takımına.
  Amrabat geldiği günden bu yana ilk defa böylesine etkili oynamaya başlamıştı. Sürekli olarak soldan ceza sahasına doğru sokulup goldeki ortasını yineleme gayretindeydi. Bir pozisyonda da başardı bunu. Ancak Burak aynı vuruşu yapamadı.
  Ceza yayı içinde kazandığımız serbest vuruş hepimizi ayağa kaldırdı. Selçuk’un mükemmel frikik gollerinden bir yenisini daha izlemenin tam zamanıydı sanki. Ancak penaltı vuruşunda Melo’nun yaptığı gibi o da 5-10 saniyelik hevesimizi kursağımızda bıraktı...
  En net fırsatı ise 90’da Burak harcadı. Selçuk’un kullandığı serbest vuruşta 6 pasın köşesinde önüne seken topa mermi gibi vurmak istedi ama kale yerine yan ağlara nişanladı. Bu da karşılaşmanın son pozisyonu oldu zaten.
  Bu şartlar altında oynanan bir maçın ardından futbolcularımıza hiçbir şey söylenmez. Ki alkışlanacak cinsten bir mücadele örneği gösterdiler. Hiç alışık olmadıkları bir oyun şeklini oynayabilmek adına var güçleriyle çabaladılar. Ellerinden bu kadarı geldi, bu kadar becerebildiler. Tabi bundaki en büyük etken Galatasaray gibi bir takımın üst düzey bir santrafora sahip olmamasıydı.  Ünal Aysal’ın her sezon başında, sırf taraftarın gözünü boyayıp kombine satmak için ortaya attığı dünya çapında golcü vaadini ne zaman yerine getireceğini büyük bir merakla bekliyoruz! Senelerdir üst düzey bir golcüsü olmamasının bedelini gerek ligde gerekse de avrupada çok ağır şekillerde ödeyen takımımızın bu yaşadıklarının başkan ve yöneticilerimizin pek umrunda olmaması hayret edilecek cinsten! Ancak bu durum taraftarın canına yetti artık! Bugün sahada Hakan Şükür ayarında bir santraforumuz olsa bu karşılaşmayı kazanmamız işten bile değildi. Bundan sonraki karşılaşmalarda da özellikle oyunun sıkıştığı bölümlerde bu söylediklerimde ne kadar haklı olduğum tekrar tekrar çıkacaktır ortaya. Ayrıca belirtmek isterim ki, Hakan Şükür gibi efsane bir santraforda sonra bu takım taraftarını ne Umut Bulut keser ne Burak Yılmaz ne de Sercan Yıldırım…

                   e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR