26 Aralık 2011 Pazartesi

Devre’nin Aslanı


Temmuz ayında patlak veren şike skandalının gölgesinde ve yaklaşık 1 ay rötarlı olarak başlayan 2011-2012 futbol sezonunun gün itibariyle ilk devresinin son hafta karşılaşmaları oynanmaya başladı. En azından benim için çok çabuk geçti  17 haftalık süreç. Tabii bundaki en büyük etken sıkça oynanan Çarşamba-Perşembe maçları olsa gerek.
   Tıpkı diğer takımlar gibi LİDER de ilk devreyi tamamlamak için çıktı bugün sahaya. Ancak son 5-6 gündür yapılan çağrıların aksine staddaki derin boşluklar göze çarpıyordu karşılaşma öncesi. Belki maçın hafta içi oynanması, belki de bilet fiyatlarında tekrardan artışa gidilmesi engel olmuştu tribünlerin dolmasına.
  Galatasaray, seyircisine ayak uydururcasına durgun ve temposuz başladı karşılaşmaya. Halbuki ben, çok güzel bir karşılaşma izleyeceğimiz ve sahadan en az 2 farkla galip ayrılacağımız kanaatindeydim. Heleki yaklaşık 45 dakika önce Fenerbahçe 2 puan kaybetmişken…
  Manisa Spor’un ilk 45 dakikada sergilediği futbol, 25 yıl öncesinin 2 puanlı sisteminde İstanbul’a 1 puan koparmak için gelen Anadalu takımlarını anımsattı bizlere. Çünkü hiçbir şekilde golü düşünmeyen ve tamamen anti futbol oynayan yani futbolu çirkinleştiren bir ekip vardı sahada. Rakibin bu düşünce yapısına futbol oynanmasına izin vermeyen ve temel niyeti en ufak bir temasta oyunu durdurmak üzerine kurulu olan hakem Özgür Yankaya eklenince, bizleri adeta futboldan soğutan ve sıkıntıdan patlatan bir 45 dakika izledik. Yerimden fırlamama neden olan tek pozisyon ise 44.dakikada ani gelişen atağımız sonucu Selçuk’un soldan kestiği müthiş ortaya Emre Çolak’ın yaptığı kafa vuruşu oldu. Ancak bu kafa vuruşunda top ne yazıkki ağlarla buluşmadı…
  İkinci devreye ilk devreye oranla daha istekli ve tempolu başladık. En azından her iki kanattan da beklerin bindirmeleri sonucu yapılan ortalarla golü bulmaya çalıştık. Ancak Manisa Spor’lu futbolcuların hem gözleri, hem de dikkatleri toptan çok bizim futbolcuların bileklerindeydi nedense! Özellikle Eboue yerden kalkamaz hale geldi.
  Dakikalar 65’i gösterirken, bu kez ceza yayı çevresinde yaptıkları faulün kendilerine pahalıya patlayacağından habersizdi Manisa Spor’lular. Topun başına geçen son haftaların usta frikikçisi Selçuk aynı Trabzon Spor karşılaşmasında olduğu gibi kalecinin sağına gönderdiği müthiş plaseyle kilidi açan isim oldu.
  Selçuk’un attığı gol Manisa Spor’un bütün planlarını alt üst etti. Bunun verdiği sinirden olsa gerek Eboue’ye attığı tekmelerin sıklığını neredeyse 30 saniyede 1’e çıkaran Yiğit İncedemir, gördüğü 2.sarı kart sonucu oyundan atılarak iyice rahatlattı bizleri.
  Kalan bölümde hem geriye düşmenin, hem de 10 kişi kalmanın moral bozukluğuyla tamamen oyundan kopan Manisa Spor, sözün özü mağlubiyeti kabullenmiş oldu. Kalan bölümde de fazla önemli bir şeyler olmayınca karşılaşma 1-0’lık skorla Galatasaray’ın lehine sonuçlandı.
  17 haftalık maratonun ardından kısa bir değerlendirme yapmamız gerekirse şayet; Galatasaray adına gördüğümüz en önemli gelişme takımın savunma yapmayı öğrenmiş olmasıdır. Gerek geçen sezonlara, gerekse de bu sezonun ilk haftalarına oranla kalesinde çok daha az pozisyon veren ve çok daha az gol yiyen bir Galatasaray var artık. Ayrıca yine ilk haftalara oranla rakibe daha çok pres yapan, galibiyet için daha fazla uğraşan ve de önemlisi kötü oynarken bile bir şekilde kazanmasını bilen bir takım var sahada.
  Toparlamak gerekirse, bu akşam oynanan futbol birçoklarımızı tatmin etmiş olmasada, baştan aşağı değişen bir yönetim, yepyeni bir teknik heyet ve bunca yeni transferle sezona başlayan takımımızın ilk devreyi lider  bitirmesi, son 6 maçının tamamını kazanması ve oynadığı son 10 karşılaşmada sadece 2 gol yemesi bence takdir edilmesi gereken şeyler…
                                                                          e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar

17 Aralık 2011 Cumartesi

Tam Gaz Devam


Şüphesiz ki bundan yaklaşık 2 hafta önce, Galatasaray’ın 15 günlük süreçte 2’si derbi olmak üzere oynayacağı 4 karşılaşmada çok zorlanacağı ve puan kayıpları yaşanmasının da muhtemel olacağı görüşündeydi birçoğumuz. Ancak dilimizi ısıralım, takım Sivas Spor maçıyla başladığı periyotta mükemmel bir seri yakaladı. Öyle veya böyle, ama iyi oynayarak, ama iyi mücadele ederek bir şekilde kazanıyoruz ya gerisi o kadar önemli değil benim için...
Bu akşam da en azından lidere yakışır şekilde oynadı Galatasaray. Koca 90 dakikada kalemizde tek bir pozisyon dahi vermedik. Zaten kalenizde pozisyon vermediğiniz takdirde, elinizde önemli hücum silahlarınız varsa şayet, galip gelmeniz daha bir kolay oluyor. Tıpkı bu akşam Galatasaray’ın bizlere göstermiş olduğu gibi.
Aslında karşılaşmaya oldukça tutuk, hatta son haftalara oranla bir hayli kötü başladık diyebilirim. Öyleki, ilk 20 dakikalık bölümde bir ara savunmadan top çıkaramaz hale geldik. Ancak sonrasında toparlanan oyuncularımız önce oyunu dengelediler, sonra da rakip kalede yarattığımız ilk tehlikede kaleci Fevzi’nin hatası sonucuda olsa golü buldular. Benim bu gole sevinmemi en anlamlı kılan neden ise altında Milan Baros imzasının oluşuydu. Çünkü her zaman söylediğim gibi bu Galatasaray’ın 3 sene önceki Baros’a gerçekten çok ihtiyacı var.
Golün akabinde Baros, önce Kazım’a ardından da Elmander’e 2 müthiş asist yapmış olsada onlar bu güzel asistleri cömertçe harcadılar…
Devrenin daha sonraki bölümlerinde ise iki takım adına da kaydadeğer bir şey olmadı.
2.yarıya Galatasaray 1-0’ın moraliyle, Ordu Spor ise ‘’Galibiyet hasreti 9 haftaya çıkacak mı acaba?’’ düşüncesinin yarattığı stres ve baskıyla başladı.
Neredeyse tamamı vasat bir orta alan mücadelesi şeklinde geçen devrenin istisnai anlarından birinde Milan Baros bir kez daha çıktı sahneye. Ani gelişen atağımızda herkes topu Elmander’in koşu yoluna atmasını beklerken, o ters tarafa, Kazım’a 2 kişinin arasından Xavivari bir ara pas gönderdi. Kazım’da topun gelişine yaptığı sert ve düzgün vuruşla aradaki farkı 2’ye çıkardı.
68.dakikada 2 farkı yakalayan Galatasaray’ımız iyiden iyiye rahatlamıştı artık. Ordu Spor’un ise bu haftaki umutları da tükenmişti. Hal böyle olunca kalan 20-25 dakikalık bölüm formalite icabı oynandı bir yerde.
Yazılarımı takip edenlerin hatırlayacağı üzere sezon başında ısrarla üzerine durduğum bir nokta vardı. 8.haftadan sonra gerçek Galatasaray’ı izlemeye başlarız diyordum ısrarla. Nitekim bu tezim doğru çıktı. Çünkü oynadığımız son 9 karşılaşmanın 6’sını kazandık, 3’ünü berabere bitirdik, hiç mağlup olmadık. Üstüne üstlük ilk 7 haftada kalesinde 9 gol gören takımımız, son 9 haftada ise sadece 2 kez gol izni verdi rakiplerine.
Tekrar bu akşama döndüğümüz takdirde 90 dakikanın sonunda tabloya Galatasaray açısından bakacak olursak; galibiyet serisi 5 maça çıkmış, deplasmanda gol yemeden tamamlanan hafta sayısı 7 olmuş ve de ligin ilk devresini lider tamamlamak için geriye sadece Çarşamba akşamı oynanacak olan Manisa mücadelesi kalmıştı…
e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar

12 Aralık 2011 Pazartesi

Şampiyonluğa Selam Olsun

 Kolay değildi aslında, daha 4 gün önce ezeli rakibe karşı oynayıp müthiş bir galibiyet elde ettikten sonra bu akşamki maçın havasına girmek ve aynı üst düzey performansı tekrar sergilemek.
Hiç tartışmasız bu ligin en zor 2-3 deplasmanından biridir Trabzon deplasmanı. Dolayısıyla Çarşamba’nın yogunluğu rakibin zorluğu ile birleşince puan kaybı da olası gözüküyordu bugün.
Fakat gelin görün ki, maç beklediğimizin aksine çok daha kolay geçti bizim açımızdan.
Kazanan takım bozulmaz misali, 4 gün önceki resitalin mimarları bu akşam da eksiksiz olarak sahadaydı. Buna karşılık Şenol Hoca da çok ofansif bir onbirle başlıyordu karşılaşmaya. Hal böyle olunca , gollü ve bol pozisyonlu bir maç geçeceği havasına girdik hepimiz.
Karşılaşmaya daha iyi başlayan taraf Trabzon Spor olsa da, Marek Cech’in 6.dakikadaki hatasını iyi değerlendiren Kazım, sezon başından bu yana yaptığı 2.olumlu hareketle topu ceza sahası içindeki Elmander’e gönderdi. Elmander’de kaleye sırtı dönük pozisyonda buluştuğu topu mükemmel bir vuruşla ağlara göndererek ‘’Hakan Şükür-Leeds United’’ günlerine götürdü bizleri …
Avni Aker’de gerek Trabzon Sporlu futbolcular, gerekse de tribünleri dolduran seyirciler buz kesmişti adeta. Bu şok halini iyi değerlendiren Galatasaray’da fırsat bu fırsat diyerek oyunun hakimiyetini eline geçirdi.
Hem kendi yarı alanımızda, hem de rakip yarı alanda sürekli olarak ayağa pas yaparak rakibe topa sahip olma imkanı vermiyor, bu sayede de oyundaki tüm kontrolü elimizde tutuyorduk.
Devrenin sonlarına doğru, ceza yayı hizasından kazanılan serbest vuruşta o dakikaya kadar Trabzon seyircisinin hedefindeki isim olan Selçuk İnan geçti topun başına. Tolga’nın sağına gönderdiği mükemmel kesme, hem yıllardır devam eden frikikten gol izleme hasretimize son verdi, hem de kendisini sürekli olarak ıslıklayan Trabzon seyircisini tabiri caizse ‘’çıt çıkaramaz’’ hale getirdi.
İlk 45 dakika tam anlamıyla istediğimiz gibi geçmişti. Skor üstünlüğü de, oyunun kontrolü de bizdeydi.
2.yarı daha çok yüklenecek olan Trabzon Spor’un savunmada vereceği açıklar, belki de farkı daha da arttırmamıza neden olacak diye düşünüyordum devre arasında.
İkinci 45 dakikaya bıraktığımız yerden başladık. Henüz 47’de Elmander mükemmel taşıdığı topu ‘’al da at’’ dercesine Felipe Melo’nun önüne bıraktı ancak Melo bu ikramı geri çevirdi.
55.dakikada bir hava topu mücadelesinde kasıtlı veya kasıtsız, tartışılır bir pozisyonda Zokora, Felipe Melo’nun yüzüne yaptığı müdahele sonucu oyundan atılınca zaten gardı düşmüş olan Trabzon Spor’u hepten çaresiz bıraktı .
Artık maç tamamen Galatasaray tekelinde oynanmaya başlamıştı. Oyunu, Muslera dışındaki 10 futbolcusuyla rakip alanda oynayan Galatasaray, Barcelona misali sürekli ayağa pas yaparak rakibine en ufak bir umut ışığı dahi vermiyordu.
Bu dakikalarda, son haftaların yıldız ismi Elmander mükemmel oyununu hat-trickle süsleme fırsatı bulsada yakaladığı 2 net pozisyonda kaleci Tolga’yı geçemedi.
Fatih Terim, Engin Baytar ve Ceyhun Gülselam’ı da oyuna dahil ederek geçen sezon Trabzon Spor forması giyen 3 futbolcusunu hem ilk kez bir arada oynatmış oldu, hem de Ceyhun Gülselam’a golle tanışma fırsatı verdi.
90.dakikada gelişen atakta, galibiyetin mimarlarından Selçuk topu soldan bindiren Ceyhun’un koşu yoluna bıraktı. Kaleye şut açısı pek olmayan Ceyhun, topu altı pas içindeki Elmander’e çıkarmak istedi ancak Tolga’nın müdahelesi sonucu kaleye yönelen top direğe de vurarak ağlara gitti. Böylece Ceyhun Gülselam şansının da yardımıyla sarı-kırmızı forma altında ilk kez gol sevinci yaşama imkanı buldu.
4 günde oynanan 2 derbi, atılan 6 gol, alınan 6 puan... Üstelik hepsinden önemlisi de sergilenen tatmin edici futbol. Bence saymış olduğum bu unsurlar alkışı çoktan hak etti. Ancak alkışı hakedenler bu unsurlarla sınırlı olmasa gerek . Bir futbolcumuz var; Johan Elmander. Sahada terinin son damlasına kadar savaşan, takımı adına bir şeyler yapabilmek için tüm gücünü ortaya koyan, goller atan-attıran bu 30’luk İsveçli, son haftalarda ortaya koyduğu müthiş performansla bence alkışların en büyüğünü hak ediyor..
e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar

8 Aralık 2011 Perşembe

EZE EZE !!!


‘’Olalım tek yumruk, tek yürek; sana söz baharlar yine geri gelecek.’’ sloganıyla çıktığımız yolun gün itibariyle 14.haftası geride kalırken, henüz kış mevsimi bile tam anlamıyla başlamadan ufak ufak gelmeye başladı sanki o çok özlenen bahar…
Boşuna demedik Fatih Hoca’mıza ‘’Haydi hoca, son bir kez daha…’’ diye. Açık ve net : Fatih Terim’in olduğu yerde HIRS vardır. Fatih Terim’in olduğu yerde İNANÇ vardır. Ve de en önemlisi Fatih Terim’in olduğu yerde BAŞARI vardır.
Gelecek, inanın gelecek o eski günler. Sadece sabır. Biraz daha sabır. Çok değil, kısa bir zaman sonra geri dönecek o Avrupa’yı titreten, kasıp kavuran Galatasaray. Böyle olacağını hissedebiliyorum, görebiliyorum çünkü...
Bu akşamın ardından söylenebilecek tek şey, yıllar sonra bizlere yeniden böylesine bir Galatasaray izlettiren İMPARATOR’umuza sonsuz teşekkürlerimizi sunmak olmalıdır.
Aslında maçtan yaklaşık yarım saat önce kadrolar açıklandığında bir çok Galatasaraylı gibi benimde kafam karışmıştı biraz. Çünkü böylesine kritik bir karşılaşmada Emre Çolak’ın 11’de olmasını ister istemez hepimiz yadırgadık . Ama yine de karamsarlığa kapılmadık. Vardır dedik İMPARATOR’un bir bildiği…
Derken beklenen an geldi çattı. Tüm Türkiye’de yaklaşık 2 saatliğine durdu hayat. Ancak başlangıç düdüğüyle başlayıp 90.dakikaya kadar durmayacak, durdurulamayacak tek bir şey vardı: GALATASARAY!
O kadar hızlı başladık ki karşılaşmaya, daha 20.dakikada Fenerbahçeli futbolcuların kafasında bitiverdi maç. Çünkü onlarda anladılar bu akşam bu Galatasaray’ı durdurabilmelerinin mümkün olmayacağını.
Öyle bir tempo yaptık ki ilk 20 dakikada, adeta kendi yarı alanına hapsettik Fenerbahçe’yi. Önce Baros, ardından Kazım, sonra Ujfalusi, sonra yine Baros ve de son olarak Elmander derken bombarduman altına alınan kalesinde bir sağa, bir sola uçmaktan abandone olan Volkan az çok anlamıştı artık bu akşam başına gelecekleri.
Evet, Galatasaray yüklendikçe yükleniyor Fenerbahçe’yi değil yarı alanı, ceza sahasından bile çıkarmıyordu. Ancak ne var ki o aradığımız, beklediğimiz, istediğimiz gol bir türlü gelmiyordu. Ta ki 33.dakikaya kadar…
Yine Fener savunmasının bunaldığı bir anda son haftaların yıldızı Eboue, Elmander’le yaptığı verkaç sonucu ceza sahasına girdi. Herkes şut atmasını beklerken öyle bir çektiki topu, Yobo 2 ekmek, 1 gazete almak için bakkala gitti! Sonrasında da Volkan’ın bacaklarının arasından köşeye gönderdi meşin yuvarlığı.
Türk Telekom Arena’da yer yerinden oynuyordu adeta. Çıldırmış gibiydi 50 bin ASLAN!
Dedik ya en başında, bu akşamki Cim Bom’un kesinlikle niyeti yoktu durmaya. Sahanın her yerinde pres, her yerinde baskı vardı rakibe. Dakikalar 42’ye geldiğinde, gene o baskılardan birinde Elmander bu akşamın yıldızı Bilica’dan  topu kaparak sol taraftan ceza sahasına girdi. Baktı ki içerde pas verebileceği hiçbir arkadaşı yok, Allah ne verdiyse vurdu topa. O meşhur bazukalarından birini de Volkan’a gönderdi yani. Volkan’ın ise tüm çabası yetersizdi topun ağlara gidişini engellemek için…
Arena yıkılıyordu artık. Bayram erken başlamıştı sanki. Hakem Fırat Aydınus’un devreyi bitiren düdüğü yetişti Fenerbahçe’nin imdadına. Bizler ise 2-0’a rağmen buruktuk biraz. Böylesine mükkemmel bir futbol oynayıp sayısız fırsat yakaladığımız 45 dakikada neden 5’i, 6’yı bulmasaydık ki?
Ama unutulmaması gereken bir şey de vardı: ‘’Aza kanaat getirmeyen çoğu hiç bulamaz.’’
İkinci devreye 2 değişiklikle başladı Aykut Kocaman. Emre Belözoğlu ve Bienwenu’yu oyundan alırken, Semih ve Stoch’u sürdü sahaya.
İkinci yarının ilk 20 dakikasında Galatasaray ilk devreye oranla daha kontrollü, hatta biraz da durgundu. Belliki ,Fatih Hoca rakibin kuracağı baskıyı kırmak istiyordu öncelikle. Bunu hallettikten sonra tekrar vitesi yükseltirsiniz diye de talimat vermişti muhtemelen.
Bu 20 dakikalık bölümde Fenerbahçe oyunu iyiden iyiye bizim yarı alanımıza yığdı. Stoch’un direkte patlayan şutu girse belki biraz olsun umutlanacaklardı. Ancak herşeyin bitişi belki de o pozisyonla başladı. Çünkü maçın kırılma anı bence o şuttu. O şut girmeyince, rüzgarı tekrardan arkasına alan Galatasaray basmaya başladı gaza.
Elmander’in ceza sahasına yerden gönderdiği topu, Kazım bomboş durumdaki Baros’a çıkarıp maçı tamamen bitirmek yerine Volkan’ın üzerine nişanlamayı tercih edince hepimize saç-baş yoldurttu.
Ancak birkaç dakika sonra kullandığımız köşe vuruşunda, Selçuk’un arka direğe yaptığı ortaya baldır-karın karışımı bir vuruş yapan Melo, Volkan’ın şaşkın bakışları arasında ‘’Pitbull Dansı’’na başlamıştı bile.
Artık tam anlamıyla mest olmuştu tribünler. Herkes ‘’Ne olur arkası kesilmesin. 5’e,6’ya gitsin.’’ diye dua ediyordu Allah’a. Bende tabii 
Ama bizim çocuklara da hak vermek lazımdı. Böylesine bir tempodan sonra biraz dinlenmek ve oyunu soğutmak haklarıydı. Zaten alacağımızı almıştık artık. Aylar sonra gelen liderliğin tadını çıkarmaya başlama zamanıydı şimdi.
90+2’de Alex’le buldukları gol, sadece bir teslliden ibareti Fenerbahçe için.
Müthiş bir ambians, mükemmel bir futbol, tatmin edici ve güzel bir sonuç... Bu saydıklarımın hepsi aynı akşamda bir araya gelince bizim için ‘’Yeme de yanında yat’’ oldu.
Evet, 3 sezon boyunca galip gelemediğimiz için bizimle dalga geçen Fenerbahçeli kardeşlerim, sizlere soruyorum şimdi: Yendik işte. Hem de eze eze! Oldu mu gönlünüz??
Peki şimdi de Galatasaray’lı kardeşlerime soruyorum: Biz bu akşam kaybetsek ne olurdu? Sizin yerinize ben cevap veriyim: Hiçbir şey olmazdı. Sadece Fener’i Bank Asya’ya biraz daha moralli uğurlamış olurduk. Peki şimdi ne oldu ? Normalde pek adetimiz olmasa da hakedene hakettiği muamele misali düşene bir tekme de biz vurmuş olduk!
İMPARATOR ve ASLANLARI gururla sundu. Saygılarımızla …

e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar

3 Aralık 2011 Cumartesi

Derbi Morali


  Hiç şüphesiz ki futbolcusundan teknik heyetine, idarecisinden taraftarına kadar tüm Galatasaray camiasının aklı zorlu Gençlerbirliği karşılaşmasından çok Çarşamba akşamı oynanacak olan Fenerbahçe maçındaydı. Durum böyle olunca da konsantrasyon eksikliğinden kaynaklanması muhtemel bir kaza hiç hoş olmazdı bizim için. Üstelik de zirveye bu kadar yaklaşmışken…
  Cezalılar Elmander, Engin ve Ujfalusi dışında sezonu haftalar evvel kapatan Yekta ile sakatlığı süren Sabri ve nedeni bilinmez bir şekilde Kazım dün Ankara’ya giden kafilede yer almadılar. Kazım’ın herhangi bir sakatlığı olup olmadığı hakkında kimselerin net bir fikri yok. Muhtemelen Fatih Hoca en güvendiği oyuncusunu! Çarşamba akşamına saklamak istedi diye düşünüyorum.
  Bugün sahaya son haftalara oranla çok farklı bir onbirle çıktık. Ujfalusi’nin yerine Servet ya da Gökhan Zan’da birinin oynayacağı aşikardı. Ancak Hoca son anda bir sürpriz yaparak ikisini birden sahaya sürüp son haftaların formda ismi Semih Kaya’yı yedek soyundurdu. Tabii Hoca’nın bu kararında da yine ‘’Çarşamba akşamına saklama’’ faktörü etkili olsa gerek.
   Bir diğer süprizde hücum hattında yaşandı bugün. Kazım’ın yerine Sercan’ın oynaması beklenilirken artık hangi akla hizmetse karşılaşmaya onbir de başlayan isim Aydın oldu… Sercan’da onbirdeydi ama Elmander’in yerine. Dolayısıyla uzun bir aradan sonra geçen hafta oynadığımız 4-4-2’yi bu hafta da sürdürüyorduk.
  Şunu tüm samimiyetimle söyleyebilirm ki; karşılaşmanın ilk dakikasından son dakikasına kadar sahada tek bir takım gördük, o da Galatasaray’dı. Zaten maç içinde sürekli ekrana gelen topla oynama yüzdeleri hep %60-65’e %30-35 seviyelerindeydi. Bugün sahada oynayan Gençerlerbirliği takımı abartısız benim son 10 senede gördüm en kötü Gençlerbirliği’ydi.
  Galatasaray ise her ne kadar gol pozisyonları üretemesede sezon başından bu yana belki de en çok ve ayağa en isabetli pas yapabildiği maçı oynadı.  90 dakika boyunca rakip ceza alana gelene kadar çok etkili ve başarılıydık ancak ceza yayının üzerinde yapılmak istenen final verkaçlarında nedense bir türlü şeytanın bacağını kıramadık. Ta ki 70.dakikaya kadar.
  70.dakikada, yine çok organize gelişen atakta nihayet Sercan topu Eboue’nin önüne yuvarlamayı başarabildi. Eboue’de bir anda önünde bulduğu topu düzgün bir vuruşla Gençlerbirliği ağlarına gönderdi.
  Kalan 20 dakikada ise Galatasaray skoru koruma psikolojisine bürünerek tamamen geriye yaslandı. Gençlerbirliği takımının ise kapanan bu Galatasaray’ı ne zorlayabilecek gücü vardı ne de gol atabilecek kapasitesi ...
  Vaziyet böyle olunca, karşılaşma 1-0’lık sonuçla Galatasaray’ımızın lehine sonuçlandı. Geçmiş yıllarda gündüz maçlarında oldukça zorlanan bir takım olmamıza rağmen bu yıl oynadığımız  2 gündüz maçını da kazanmış olmamız bence sevindirici bir gelişme. Diğer sevindirici durum ise derbi öncesi puan kaybı yaşamamış  ve bunun verdiği moralle Fenerbahçe önüne liderlik için çıkacak olmamız. 
                                                                 e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar

27 Kasım 2011 Pazar

Kritik 3 puan


 Galatasaray-Sivas Spor mücadelesi birçokları için Galatasaray adına rahat geçecek bir karşılaşma olarak görülsede, işin aslı mantığıyla düşününebilen futbolseverler için hiçte öyle değildi.
  Bu akşam, oynadığı son 2 resmi maçtan beraberlikle ayrılmış, son 5 resmi karşılaşmasında da sadece 1 galibiyet alabilmiş olan bir Galatasaray çıkıyordu sahaya. Üstüne üstlük Fenerbahçe’nin dün akşam kaybettiği 2 puan, oyuncular üzerindeki galip gelme stresini  daha da arttırıyordu .
  Sakatlıkların da etkisiyle haftalar sonra yeniden 4-4-2 dizilişini deniyordu Fatih Hoca. Elmander-Baros ikilisi sezon başından beri 2.kez bir arada başlıyordu resmi bir kaşılaşmaya. Durum böyle olunca ister istemez hücum anlamında oldukça etkili bir Galatasaray bekledik hepimiz. Ancak ilk 45 dakika boyunca takımın bu beklentimizi karşıladığını ne yazık ki söyleyemeyeceğim…
  Tehlike yüzdesi orta seviyelerde seyreden 2-3 pozisyon dışında rakip kalede fazla etkili olamadığımız devrenin son dakikasına gelmiştik ki, geliştirdiğimiz ilk organize atakta biraz şansın da yardımıyla Engin Baytar topu Sivas Spor filelerine göndererek devre arasına hepimizin daha rahat bir ruh haliyle girmesine vesile oldu.
  İkinci yarıda ise ilk yarıya oranla daha iyi, daha pozitif bir Galatasaray vardı sahada. 2.golü bulmak adına rakip kaleye yüklenmeye başladığımız anlarda Milan Baros’a yapılan bariz penaltıyı es geçen Bülent Yıldırım, 3-4 dakika sonra yaşanan ve az öncekine oranla penaltı verilip verilmeyeceği çok daha fazla tartışılacak olan bir pozisyonda belki de biraz evvel yapmış olduğu hatayı telafi etmek istedi.
  Milan Baros’un penaltı golü skorboard’a 2.Galatasaray golü olarak yazılınca gerek staddaki, gerekse de ekranları başındaki tüm Galatasaraylılar derin bir ‘’Oh’’ çekti.
   Ancak son 20 dakikada az önce çekilen o ‘’Oh’’ misli misli geri döndü içimize. Önce 71.dakikada son haftaların başarılı ismi Semih Kaya’nın yaptığı basit hata sonucu topu önünde bulan Erman Kılıç Yiğidolar’ın beraberlik sayısını kaydetti. Ardından Engin Baytar ve Elmander’in sorumsuzca! oyundan atılışı Gaziantep Spor karşılaşmasında olduğu gibi sahada yine 9 kişi kalmamıza neden oldu. Ancak neyse ki bu kez filmin sonu aynı bitmedi. Hem 9 kişi kaldığımız anda bu kez skor üstünlüğünün bizde olması, hem de oyunun bitmesine o karşılaşmaya oranla çok daha az bir süre kalmış olması 2-1’i koruyabilmemizi sağlayan etkenlerdi bence.
  Evet, son dönemlerde Fenerbahçe’nin puan kaybettiği haftalarda bizim de puan kaybı yaşama gibi bir şanssızlığımız oluyordu. Fakat çok şükür bu akşam bu şanssızlığı yenmeyi başardık. İnanın şu an hiçbir Galatasaraylı’nın umrunda değildir Gençlerbirliği maçına 3 asımızdan yoksun çıkacak olmamız. Hatta direk kırmızı kart gördükleri için 2’şer maç ceza almaları olası gözüken Engin Baytar ve Elmander, Fenerbahçe derbisinde de arkadaşlarını çok büyük ihtimalle yalnız bırakacaklar sahada. Tabii bu bahsettiklerim bu gecenin Cim Bom adına olumsuzlukları. Biraz da güzel şeylerden bahsetmek gerekirse, kazanılan bu kritik 3 puanın ve Riera’nın ilk kez beklenilene yakın düzeyde bir performans sergilemiş olmasının, en azından beni mutlu ettiğini gönül rahatlığı ile söylemek isterim… 
                                                                   e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar

21 Kasım 2011 Pazartesi

Muslera’yla Gelen 1 Puan

  Dün akşam, 1 haftalık milli mesai sonrası sezonun kendi adına ilk derbisini oynuyordu Galatasaray. Dolayısıyla böylesine önemli bir karşılaşmada takımın nasıl bir performans sergileyeceği hepimiz için merak konusuydu. Önümüzdeki 6 haftalık süreçte bizi 2 derbi karşılaşma daha bekliyor çünkü.
  Fatih Hoca eldeki alternatifler içinden en iyi onbiri çıkarmıştı dün. Sakatlığı düzelen Engin Baytar ve Mersin İdman Yurdu maçının yıldızı Ayhan, Sabri ve Riera’nın yerine ilk onbirdeydi. Geriye kalan 9 isim ise son 3-4 hafta da oynayan oyuncular topluluğundan oluşuyordu yine. Semih Kaya’yı da kesmeyerek kendisine duyduğu güveni bir kez daha gözler önüne serdi İmparator.
  Karşılaşmaya daha iyi başlayan taraf Galatasaray oldu. İlk 20 dakika boyunca hem topa hakim olan hem de rakip kalede pozisyonlar bulan taraftık. Kazım ve Engin’le yakaladığımız iki fırsattan yararlanamadık bu süreçte.
  20.dakikadan itibaren ise sahadaki dengeler yavaş yavaş değişmeye başladı. Quaresma’nın oyuna ağırlığını koymasıyla birlikte Beşiktaş oyunu Galatasaray yarı alanına yıktı. Özellikle devrenin son 10 dakikasında hepimiz ecel terleri döktük. Çünkü Beşiktaşlı oyuncular kalemizi resmen abluka altına aldılar. Yakaladıkları 4-5 net poziyonda direklere ve Muslera’ya takıldılar. Yaptığı kritik kurtarışlarla Muslera’nın kendine duyduğu güven de giderek artmaya başladı. Zaten dünkü karşılaşmadaki en büyük şansımız hiç tartışmasız Fernando Muslera’ydı. Karşılaşma sonunda Fatih Hoca’nın da söylediği gibi tek kelimeyle mükemmel oynadı. İlk devrenin Galatasaray adına diğer bir başarılı ismi ise Semih Kaya’ydı. Hugo Almeida’ya nefes aldırmadı. Üstüne üstlük çıkardığı bir gol vardı ki, Avrupa’nın üst düzey stoperlerini bile kıskandıracak cinsten. Neyseki son bölümlerini bir hayli sıkıntılı geçirdiğimiz devreyi gol yemeden kapamayı başarabildik.
   İkinci yarıya Sabri-Ayhan değişikliği ile başladı Fatih Hoca. Bu değişiklik bence çok doğru ve gerekliydi. Çünkü Ayhan ilk 45 dakika da özellikle Quaresma karşısında bir hayli zorlandı. Tabii Ayhan’ın 34 yaşında olduğunu göz önünde bulundurursak kendisine bu noktada yüklenmek biraz acımasızca olur.
  Ben Sabri orta alana en azından hırsı ve çabukluğuyla hareket getirecektir diye düşünürken, bir anda sakatlandı ve oyundan çıkmak zorunda kaldı. Kulübemizde de başka bir orta saha oyuncusu olmadığı için Fatih Terim mecburen Riera’yı aldı oyuna. Fakat ilginçtir, Galatasaray’a geldiği günden bu yana eleştirilen Riera bence dün sahada kaldığı 35-40 dakikalık süre zarfında gayet iyi bir performans sergiledi. Hatta bugüne dek en verimli gözüktüğü karşılaşma Beşiktaş karşılaşması oldu desem yeridir.
  Sahadaki Beşiktaş hegemonyası ikinci devrenin ortalarına kadar devam etti. Ancak futboldan az çok anlayan bir çok kişinin beklediği üzere bu tempoyu 90.dakikaya kadar devam ettirmeyi başaramadılar.
  65’ten itibaren Beşiktaş’ın pili bitmeye başladı. Zaten onca pozisyon yakalayıp bir türlü golü bulamamış olmaları da psikolojik olarak biraz geriye götürdü onları.
  65.dakikada Fatih Hoca son değişikliğini yaparak Felipe Melo’yu oyundan aldı. Hocanın bu hamlesi de bence çok akıllıcaydı. Çünkü Melo’nun oyundan atılması an meselesiydi. Tabii az önce de belirtmiş olduğum gibi yedek kulübesinde orta saha oyuncumuz olmamasından mütevellit yerine dahil olan isim Milan Baros oldu.
   Sonraki 25 dakikalık süreçte oyunun kontrolü maçın başında olduğu gibi tekrar Galatasaray’ın eline geçti. Özellikle Hakan Balta’nın soldan ceza sahasına girip topu Elmander’e çıkaramadığı ve hemen akabinde Kazım’ın kaleciyi nişanladığı pozisyon bizlere saç-baş yoldurttu.
   Yalnız şunu da belirtmeden edemeyeceğim, oyunun son bölümünde Beşiktaş seyircisinin Eboue’ye yaptıkları utanç vericiydi! Türkiye’ye geldiği günden bu yana saha içinde en ufak bir tahrik edici hareketine ya da art niyetli bir yaklaşımına şahit olmadığımız Eboue’ye yapılanlar hiçbir şekilde kabul edilemez, edilmemeli de! Futbolun dışına fazla çıkmak istemediğim için şimdilik sadece 1-2 cümleyle üzüntümü belirterek noktalıyorum konuyu.
  Sonuç olarak dünkü karşılaşmanın sonucu ne Galatasaraylılar’ı, ne de Beşiktaşlılar’ı tatmin etmedi. Çünkü Fenerbahçe’nin galip geldiği bir haftada iki takımın da puan kaybına tahammülü yoktu. Ancak özellikle 25 ve 65.dakikalar arası Beşiktaş’ın yakalayıpta değerlendiremediği fırsatları göz önünde bulunduracak olursak, aldığımız 1 puana şükretmeliyiz.
   Son cümlen Fernando Muslera’ya. Dün akşam yıllar sonra sahada takımına puan kazandıran bir Galatasaray kalecisi vardı. Bu nedenle de Muslera’ya teşekkürlerimizi sunmalıyız diye düşünüyorum…
                                                              e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar

6 Kasım 2011 Pazar

Gol Kaçırma Hastalığı

Kolay değildi aslında benim gibi bir Galatasaray sevdalısının yaklaşık 1,5 sene boyunca o tribünlerden uzak kalması. Ama özellikle geçtiğimiz sezon, en azından birilerine ‘’aptal’’ olmadığımızı göstermek adına çeşitli protesto yöntemleri geliştirmemiz gerekiyordu bence. Bende bu protesto hakkımı maça gitmemekten yana kullandım. Bu sezon da içerdeki ilk 3-4 maça çeşitli nedenlerden ötürü gitme fırsatı bulamamıştım. Kısmet bu akşamaymış demekki ...
İlk kez gittiğim Türk Telekom Arena’yı oldukça beğendiğimi belirtmek istiyorum. Stadla ilgili gözlemlediğim tek olumsuzluk; stada geliş ve gidişin Ali Sami Yen’e nazaran daha meşakkatli oluşu. İnşallah zaman içerisinde bu sorunu gidermek adına çeşitli alternatifler üretilecektir.
Bilenler bilir genellikle uğurlu gelirim Galatasaray’a. Bugüne kadar gördüğüm beraberlik ya da mağlubiyet sayısı toplamda 5’i geçmez. Eee 100’ün üzerinde karşılaşmayı stadda izlediğimi hesaba katacak olursak, %95 civarı bir galibiyet yüzdesi tutturduğumu rahatlıkla söyleyebiliriz. Dolayısıyla bugün de uğurlu gelirim takıma diye düşünüyordum ancak ne yazık ki yanıldım. 
Fatih Hoca bu akşam sakatlıkların da etkisiyle ideal 11’inden biraz daha farklı bir takım çıkarmıştı sahaya. Geçen haftanın başarılı savunma hattını bozmayıp, Sabri’yi Engin’in yerine orta sahada, sakatlığı geçen Kazım’ı da her zamanki gibi sağ açıkta görevlendirmişti.
Açıkçası maça gerçekten hırslı ve arzulu başladık. İlk 25 dakikada bulduğumuz net pozisyonlardan yararlanamadık. Özellikle Elmander’in dokunamadığı bir top vardı ki akıllara zarar. Ancak 25.dakikadan sonra oyundan düşmeye başladık sanki. Devrenin sonuna kadar da bir türlü toparlanıp organize bir görüntü çizemedik. Riera ve Sabri çok kötü performans sergilediler. İkisinin de attığı her pas rakibe gitti. Bunlardan birinde de tam atağa çıkacağımız esnada yine Riera’nın kaptırdığı bir top, ceza sahası içinde Muslera’nın Moritz’i yere düşürerek penaltı yapmasına neden oldu. Ancak devamında Muslera aynı oyuncunun kullandığı atışı kurtararak yıllar sonra bizim de penaltı kurtarabilen bir kalecimiz olduğunu gösterdi bizlere.
Bizim tribünden gördüklerimizi Fatih Hoca’da görmüş olacak ki ikinci devreye Riera ve Sabri ile başlamadı. Onların yerine Sercan ve Ayhan dahil oldu oyuna. Zaten ondan sonra taşlar yerine daha bir oturdu ve 45 dakika boyunca fırtına gibi bir Galatasaray izledik. Sağdan, soldan, ortadan atak üstüne atak geliştirdi takım. Her türlü varyasyonu denediler golü bulmak adına. Ne var ki son yıllarda üzerimizden bir türlü atamadığımız gol kaçırma hastalığı bu akşam da 3 puandan etti bizi.
Takımı bir kenara bırakıp bireysel performansları ele alacak olursak, özellikle Eboue mükemmel bir futbol ortaya koydu. Sağ bek oynadığı zaman neler yapabileceğini bir kez daha göstermek istedi sanki. Aynı şekilde solda oynayan Hakan Balta’da bir vites geriden eşlik etti ona.
Ayhan adeta bir maestro gibiydi. Sanki eski günlerinden resitaller sunuyordu bizlere. Açıkçası böyle bir Ayhan izlemeyeli nerden baksanız 3-4 yıl olmuştur.
Sercan hemen hemen bütün ataklarda vardı. Topu önüne alıp rakip ceza sahasına kadar götürüşleri her seferinde kusursuzdu ancak son hareketlerde biraz sıkıntı var maalesef... Özellikle ceza sahasına girdikten sonra penaltı yaptırmak yerine gol atmaya ya da attırmaya konsantre olursa, hem kendisi hem de bizler için çok daha güzel olacaktır diye düşünüyorum.
Elmander her zamanki gibi çalışkan ve mücadeleci gözüksede sayısız gol fırsatından yararlanamadı. Bu akşam kendisini çıplak gözle izledikten sonra şunu çok net olarak gördüm ki, son vuruşları yaparken kesinlikle kaleye bakmıyor. Topla buluştuğu an Allah ne verdiyse vuruyor sadece. Tamam toplara sert vurmak iyidir ama gol vuruşu bilinçli ve planlı olarak yapılır. Kaleye bakmadan böyle rastgele yapılırsa, bu akşam olduğu gibi top içeri girmez işte bir türlü.
Sonuç olarak Fenerbahçe’nin mağlup olduğu bir haftada bizim de puan kaybı yaşamamız üzdü bizleri. Ancak özellikle 2.devrede oynadığımız futboldan memnun olmayan bir Galatasaraylı da yoktur herhalde. Bu takım her hafta en azından oyunun belli bölümlerinde iyi futbol oynuyor. Ama 30 dakika, ama 45 dakika, ama 60 dakika… Zaten iyi oynama süresini 60 dakikaya yayabildiğimiz maçları kazanmamız kaçınılmaz oluyor. Sorun çıkarsa 30 ya da 45 dakika ile sınırlı kalan maçlarda çıkıyor. Dolayısıyla bu 60 dakika olayını tüm maçlara sabitleyebilir veya zamanla biraz daha üzerine çıkabilirsek kolay kolay puan kaybı yaşamayız zaten. Yalnız şu da bir gerçek ki; en azından ligin orta halli takımlarına karşı evimizde oynadığımız karşılaşmaları bir şekilde kazanmayı öğrenmemiz gerekiyor artık…

e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar

31 Ekim 2011 Pazartesi

Hakemler Katletmeyince


Açıkçası, bugün oynanacak olan Kayseri Spor karşılaşmasına ilişkin fazla bir umudum yoktu hafta boyunca. ‘’Alacağımız en iyi netice beraberlik olur.’’ diye düşünüyordum. Çünkü önemli sayıdaki sakat ve cezalı oyuncumuzu, son yıllarda sergilediğimiz gündüz maçları performansıyla birleştirince ister istemez karamsar bir tablo oluşuyordu insanın gözünde. Fakat neyseki bugün yanılan ben oldum ve sahadan 2-0’lık galibiyetle ayrıldık. Böylesine kritik bir dönemde ligin en zor deplasmanlarından birinden üstelik onca eksiğe rağmen 3 puanla dönmek benim nezdimde takdir edilecek bir başarıdır. Dolayısıyla gerek teknik kadromuzu, gerekse de bugün sahada ter döken tüm futbolcularımızı canı gönülden kutluyorum.
Tebrikleri bir kenara bırakıp maça gelecek olursak, bugün de gördüğümüz üzere sahada futbol oynamaya çalışan bir takımın, hakemler tarafından sabote edilmediği takdirde 3 puanı alması kaçınılmaz oluyor. Çünkü haftalar sonra ilk kez aleyhimize çalışmayan bir hakem üçlüsü vardı Kayseri’de. 90 dakika boyunca oyunun seyrini değiştirecek hiçbir düdük çalmadılar Allah’a şükür. Zaten Cüneyt Çakır yıllardır hem maç yönetişini beğendiğim, hem de başarılı bulduğum bir hakemdir. Hakem hatalarından oldukça muzdarip olduğumuz bir dönemde maçımıza atanması da bizim için büyük şans oldu bence.
İlk 45 dakika boyunca sahanın hakimi Galatasaray’dı. Gerçekten güzel futbol oynadık. Kalemizde de 0 pozisyon verdik. Sahadaki 11’in hemen hepsi üzerine düşen görevi başarıyla yerine getirebilmek adına herşeyi yaptı. Tabii bugünkü 11’in 2 sürprizi hiç tartışmasız Semih Kaya ve Ayhan’dı. Ayhan aylar, Semih ise yıllar sonra resmi bir maçta forma şansı buldu. Yalnız bu noktada şunu belirtmeden edemeyeceğim; Semih Kaya bence bugün Galatasaray’ın en iyisiydi. Bütün kritik müdahelelerin altında onun imzası vardı. Çok kontrollü ve kendinden emin bir şekilde oynadı. Sanki yıllardır devamlı oynuyor gibiydi…
İyi oynadığımız devrenin son bölümlerinde kazanılan serbest atışta Riera’nın güzel ortasına Elmander çok iyi yükselerek 1-0 öne geçmemizi ve soyunma odasına önde gitmemizi sağladı.
İkinci devreye zorunlu olarak Yekta-Aydın değişikliği ile başladık. Zaten sakatlıklarla boğuşulan bir dönemde Yekta’nın da sakatlanması ve 4-5 ay sahalardan uzak kalacak olması pekte hoş olmadı. Ne diyelim, Allah daha kötülerinden korusun…
Sakatlar kervanına Yekta’nın da eklenmiş olmasından mıdır bilemedim, ikinci yarıya oldukça tutuk ve etkisiz başladık. 20-25 dakika boyunca oyun tamamen Kayseri Spor’ün kontrolünde geçti. Özellikle Amrabat’ı durdurmakta bir hayli zorlandık. Ömer Şişmanoğlu yakaladığı net pozisyonları cömertçe harcadı. Bu noktadaki şansımız bence Gökhan Ünal’ın sakatlanıp oyundan çıkmış oluşuydu. Çünkü Ömer’e gelen toplar Gökhan’a gelmiş olsa, en az 2 tanesini rahatlıkla gole çevirebilirdi.
Ben ‘’Kayseri golü bulacak herhalde’’ diye düşünmeye başlamışken imdadımıza Eren Güngör yetişti. Rakip ceza sahası içinde Elmander’in yaptığı baskı sonuç verdi ve Eren’in topu uzaklaştırmak için yaptığı vuruş Selçuk’a pas oldu. Selçuk’da bu ikramı geri çevirmeyerek yaptığı mükemmel plaseyle hepimize derin bir ‘’Oh’’ çektirdi.
Kalan 15-20 dakikalık bölümde 2-0’ın verdiği güvenle üzerindeki stresi atan Galatasaray, oyunu kontrolü altında tutarak sahadan galip ayrılmasını bildi.
Bugünkü yazımın son bölümünü Eboue ve Riera’ya ayırmak istedim. Çünkü ikisi içinde vurguamak istediğim bazı şeyler var:
Eboue geldiği günden bu yana ilk kez sağ bek oynadı. Ve herkese çok net bir şekilde gösterdiki oynaması gereken esas mevkii orası zaten. Çünkü hem savunmada üzerine düşeni yaptı, hem de elinden geldiğince ataklara destek verdi. Kısacası modern futbolda bir bek oyuncusunun oynaması gerektiği şekilde oynadı.
Riera’da bugüne kadarki en iyi performansını ortaya koydu. Rakip eksiltti, çizgiye indi, gollük paslar attı, asist yaptı. Hala gerçek performansını yakalamış olmasada en azından ilerisi için olumlu sinyaller verdi. Bu şekilde devam ederse birkaç hafta sonra o da kendini bulacaktır diyerek bugünkü yazıma son noktayı koyuyorum.
e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar

27 Ekim 2011 Perşembe

SABIR DA BİR YERE KADAR !


Son 2 haftadır belki asaletimizden, belki de artık sadece saha içinde oynanan futbola konsantre olmak isteyişimizden, pek fazla bir şeyler konuşmadık hakemler ve arkalarındakiler hakkında. Ancak bu sessizliğimizi kendine fırsat bilerek bazı şeyleri iyice çığırından çıkarmak istedi bu akşam birileri!
Artık kesin olarak emin olduğum bir şey varsa, o da ligin sonunda oluşacak sıralamanın çoktan belirlenmiş olduğudur. Düşenin dostu olmaz misali, senelerdir şampiyonluk yarışının içinde yer alamayan Galatasaray Futbol Takımı’nı sanırım sahip olduğu ‘’büyük’’ takım sıfatından da tümüyle uzaklaştırmak istiyor bazı saha dışı güçler. Öyle ki bu sezonda şampiyonluk yarışının dışına atmak için takımımızı ellerinden geleni ardlarına koymuyorlar.
Şimdi isterseniz sezon başından beri olup bitenleri bir kez de birlikte sesli düşünelim:
Galatasaray lige İ.B.B mağlubiyetiyle başlamış, 2.hafta ise Samsun Spor’u iyi futbol oynamadan mağlup etmişti. Sonrasında gittiği Karabük deplasmanından 1 puanla dönerek, 3.hafta sonunda 1 galibiyet, 1 beraberlik, 1 de mağlubiyetle puan cetvelinin ortalarında yer bulmuştu kendine. Ancak bu durumdan daha önemlisi Galatasaray iyi futbol oynamıyordu. Dolayısıyla bazıları ‘’Bu sene de bunlardan bir halt olmaz.’’ düşüncesine biraz erken büründüler herhalde. 4.haftanın başlamasıyla birlikte işin aslında öyle olmadığı ve haftalar ilerledikçe taşların yerine daha iyi oturacağı gerçeği ortaya çıkmış oldu. Hal böyle olunca bazı senaryolar da ister istemez değişmeye başladı. Bir anda saha içi etmenler, saha dışı güçlerin kontrolü altına girmeye başlandı sanki. Önce Bursa Spor maçındaki Hüseyin Göcek faciası, ardından geçen hafta sahada futbol oynanmaması için elinden geleni yapan Yunus Yıldırım ve son olarak bu akşam bir futbol maçı nasıl katledilir sorusunun cevabını gözler önüne seren Abdullah Yılmaz!
İlk 3 haftada futbol adına fazla olumlu şeyler ortaya koyamayan Galatasaray’ın hiçbir hakem hatasıyla karşılaşmayıp, 4.haftadan itibaren iyi sinyaller vermeye ve zirveye doğru emin adımlarla yürümeye başlamasıyla birlikte ardı arkası kesilmeyen hakem hatalarıyla muhatap olmak zorunda kalışı bazı şeylerin pekte tesadüf olmadığının ispatı olsa gerek!
Oysaki bu akşam, sadece güzel futbol oynamak ve geçen hafta kaybettiği 2 puanı telafi etmek için sahaya çıkan bir Galatasaray vardı. Çok büyük bir istek ve hırsla başladık karşılaşmaya. Zaten bunun karşılığını da henüz 6.dakikada bulduğumuz golle aldık. Golün gelmesiyle birlikte ‘’Rahat bir galibiyet alıcaz herhalde bu akşam.’’diye düşünmedim değil kendimce. Başımıza gelecek felaketlerden bi haberdim tabii o esnada. Arka arkaya gelen 2 sakatlık karabulutların habercisiydi sanki. Önce o ana kadar sahanın en iyisi olan Kazım yerini Eboue’ye bırakmak zorunda kaldı, sonra da Gökhan Zan-Servet değişikliği geldi. Gerçi Gökhan-Servet değişikliği benim nezdimde hayra alamet bir durum olsa da başkalarının gözünde öyle değilmiş malesef. Çünkü kafalarındaki planı uygulama şansı tanıdı onlara bu değişiklik!
Gaziantep Spor Muslera’nın hatalarının da etkisiyle attığı 2 golle skor üstünlüğünü lehine çevirdi bir anda. Ancak tüm samimiyetimle söylüyorum, 2-1 geriye düştüğümüz an zerre kadar ümitsizliğie kapılmadım. ‘’Bir şekilde çevriririz bu maçı’’ diyerek rahatlatıyordum kendimi. Ta ki Servet oyundan atılıncaya kadar. Avrupa’nın, hatta Dünya’nın tüm liglerinde hemen her hafta onlarca kez yaşanan ve hiç birinde hiçbir savunmacının sarı kart dahi görmediği bir pozisyonun cezası bizim ülkemizde direk kırmızı kartmış meğer! Bizler de bu akşam öğrenmiş olduk bunu.
Devreyi 2-1 geride ve 10 kişi olarak tamamladıktan sonra 2.yarıya ilk yarıdakinden de daha istekli ve hırslı başladı Galatasaray. Özellikle Sabri ve Elmander 2 kişilik oynuyordu sanki. Öyleki 10 kişilik takım oyunu tamamen rakip yarı alana yıkıp ardı ardına pozisyonlar bulmaya başladı. Bu pozisyonlardan birinde de Sabri’nin takdir edilecek çabası ve Elmander’in sert vuruşu Galatasaray’a 2-2’yi getirdi. O an saate baktım. Maçın bitmesine daha 25 dakika vardı. Galibiyeti yakalamak için yeterde artardı bile. Ancak 10 kişi kalıp galibiyet için oynayan her takım gibi bizimkiler de cümbür cemaat hücum edince araya atılan bir top, bir anda 2 Antepli oyuncuyu Muslera’yla karşı karşıya bıraktı. Yalnız Muslera’nın Antepli meslektaşlarıyla karşı karşıya kaldığı noktanın koruduğu kaleye yaklaşık 30 metre mesafede oluşu bir hayli ilginçti tabii! Hangi akla hizmet oraya açıldığına ben anlam veremedim. Zaten kalesinde kalsa o golü yemezdik. Çünkü şu an kim olduğunu hatırlayamasam da bizim defans oyuncularından birisi top ayağında olan Antepli oyuncuyu yakalamak üzereydi.
3-2 geriye düşmemize rağmen ben hala bu maçı mağlup olarak bitirmeyeceğimiz kanaatindeydim. Çünkü takım gerçekten çok özveriliydi. Herhalde bu özverinin farkına hakem Abdullah Yılmaz’da vardı ki, artık bitirici darbeyi vurmak istedi! Önce Sabri’nin tertemiz şekillerde topu çalıp gol tehlikesine dönüştürdüğü 2 pozisyonu faulle kesip Sabri’yi çileden çıkardı, sonra da onu da oyundan atarak maçın başından o dakikaya kadar karşılaştığı tüm olumsuzluklara rağmen inancını yitirmeyen takıma sonunda pes dedirtti…
Sahada 9 kişi kalmışsınız, 2 tane sakat vermişsiniz, 3-2’de geridesiniz. Maçın bitmesine de 20 dakika var veya yok. Sanırım bu şartlar altında uzaylılardan kurulu bir takım çıkarsanız sahaya, onlar bile hiçbir şey yapamazlardı.
Kalan kısa bölümde Gaziantep Spor elinden geldiğince topu çevirerek süreyi eritmeye çalıştı. Son dakikalarda Muslera’nın yine kritik bir hatası sonucu (ofsayttan) attıkları golle sahadan 4-2 galip ayrıldılar.
Evet bu akşam Abdullah Yılmaz ve 2 yardımcısının alanen ve kasten Galatasaray’ın 3 puanını çaldığına, gözlerinde herhangi bir bozukluk olmayıp biraz da vicdanı olan herkes çok net bir şekilde şahit olmuştur. Ancak en başından beri üzerinde durduğum gibi, bu akşam yaşananlar 3 haftadır dozajı gittikçe artan senaryonun belki de en önemli sahnelerinden birisidir. Hüseyin Göcek çok uğraşmasına rağmen 3 puanımızı çalamamış ancak aynı amaca hizmet eden Yunus Yıldırım kısmen, Abdullah Yılmaz ise tümüylen başarılı olmuştur bu yolda. Pazar günkü kritik Kayseri Spor maçına Baros’u da katarsak 3 sakat, 2 de cezalı oyuncusuyla çıkacak olan Galatasaray’ın o karşılaşmada da puan kaybetmesi oldukça muhtemel görünüyor. Dolayısıyla Fenerbahçe’nin önce yarınki derbide, sonra da hafta sonu oynayacağı karşılaşmada alacağı galibiyetler, ligi henüz 9. haftada Galatasaray adına %90 bitirerek bazı emek hırsızlarının büyük bir huzura ermesine vesile olabilir. Tabii böyle bir durumda bizlerin de kendilerine verebileceği en anlamlı hediye birer avuç kına yollamak olacaktır herhalde…
e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar

22 Ekim 2011 Cumartesi

Deplasman Sendromu


Hafta boyunca ‘’Antalya Spor karşılaşmasından nasıl bir sonuçla ayrılırız?’’ diye düşündüğümde, zihnimde pekte olumlu şeyler canlanmıyordu nedense. Çünkü Galatasaray Futbol Takımı’nın son yıllarda sergilediği deplasman performansı büyük bir takıma yakışmayacak cinstendi. Tıpkı bu akşam olduğu gibi…
Deplasmanlarda yaşanan bu sıkıntının temel nedeni nedir bilemiyorum ama artık bu sorunu çözmek için bir şeyler yapılması gerektiği de apaçık ortada. Bu bir şeyleri yapması gereken kişi de doğal olarak Fatih Terim olmalı.
Daha önceki yazılarımda da belirtmiş olduğum gibi ben Galatasaray’ın bu sezon evinde oynayacağı maçlarda oldukça zor puan kaybedeceğine inanıyorum. 17’de 17 bekliyorum demek hayalcilik olur ancak en az 13-14 galibiyet beklediğimi söyleyebilirim. Fakat aynı beklentiye deplasman maçları için de girmem şu aşamada pek mümkün gözükmüyor ne yazıkki…
Fatih Hoca, biraz da mecburiyetler nedeniyle, hem son haftalarda ısrar ettiği onbirinden hem de ideal sisteminden vazgeçmek zorunda kalmıştı bu akşam. Sakat olan Engin ve Kazım’ın yerine Eboue ve Baros forma giyerken henüz ritmini bulamayan Riera’da formasını Aydın’a kaptırmıştı. Yalnız ben bu tercihi Fatih Terim’e hiç ama hiç yakıştıramadım! Aydın Yılmaz gibi artık hiç kimsenin kendisinden en ufak bir umudu ya da beklentisi kalmamış, özellikle benim eleştirmekten bıkmış, usanmış olduğum, Galatasaray’da hala barınıyor oluşunu da saha dışı güçlere bağladığım bir futbolcudan Fatih Hoca gibi bu işin profesörü sayılan bir insanın hala bir şeyler bekliyor oluşu oldukça hayalci ve anlamsız geldi bana. Ki, Aydın’da forma giydiği her maçta olduğu gibi bu akşam da gösterdiği performansla beni düşüncelerimde yanıltmadı. En azından faydasız ve etkisiz oynama konusundaki istikrarından ötürü tebrik ediyorum kendisini!
4-4-2 sistemiyle mücadele ettiğimiz ilk 45 dakikada son 3-4 maça oranla oldukça etkisiz bir görüntü çizdiğimizi söyleyebilirim. Rakip kalede pozisyon bulmakta oldukça zorlandık. Zaten koca devrede bulduğumuz tek pozisyon Elmander’in yaptığı kafa vuruşuydu. Devrenin sonunda Baros’un sakatlanması da zaten yolunda gitmeyen işlere iyiyden iyiye tuz-biber oldu.
İkinci yarıya Baros-Riera değişikliği ile başlayan Fatih Hoca, sezon başından beri ısrar ettiği sistemine geri dönüş yapmış oldu bir yerde. Ancak ne sağ kanatta oynayan Aydın, ne de sol kanatta oynayan Riera hücuma hiçbir katkı sağlayamayınca Elmander rakip savunmanın arasında kayboldu gitti. Elmander zaten çok fazla özelliği olmayan, ağır bir futbolcu. Dolayısıyla kendisine destek verilmediği takdirde hele hele kapanan takımlara karşı etkili olabilmesi neredeyse imkansız.
60.dakikadan itibaren Galatasaray’ın futbolunda gözle görülür bir canlanma meydana gelmeye başladı. Antalya Spor’un takım halinde yorulup iyice geriye yaslanmasının da etkisiyle oyunu rakip yarı alana yıkıp, ayağa pas sayısını arttırmayı başardık. Durum böyle olunca pozisyonlar da gelmeye başladı. Elmander ,Melo ve Gökhan Zan oldukça müsait durumda vurdukları kafaları bir türlü kaleye gönderemediler. Eboue’nin direği yalayan şutu ise 90 dakika boyunca Galatasaray’ın gole en çok yaklaştığı andı. Antalya Spor’un en net pozisyonu ise son dakikada geldi. Bu pozisyonda Muslera mükemmel bir kurtarışa imza atmış olsa da bu akşam sahanın yıldızı hiç tartışmasız karşılaşmanın hakemi Yunus Yıldırım’dı! Geçen hafta yaşadığımız, artık bir klasik haline gelen Hüseyin Göcek faciasından sonra bu akşam Yunus Yıldırım’da resmen Gerilla Harbi yaşattı bizlere. Belli ki önceden kurgulanmış bir plana hizmet etmek için çıkmıştı sahaya. Galatasaray lehine faul çalmak için sanki bir oyuncumuzun ayağının kırılmasını bekleyen Yıldırım, ne tezattır ki Galatasaraylı oyuncular Antalya Sporlu oyunculara dokundukları her an düdüğüne ve kartına tereddütsüz başvurdu. Fatih Terim’in de maç sonunda belirtmiş olduğu gibi karşılaşmayı dakika bazında resmen katletti. Oyunun oynanmasına, akıcılığına hiçbir şekilde izin vermedi. Dolayısıyla ekran başındakiler için mücadele resmen bir sinir savaşına dönüşmüş oldu!
Karşılaşmanın ardından Galatasarayla ilgili olarak üzerinde durmak istediğim en önemli nokta; Galatasaray’ın yeni transferlerinin %80’inin henüz beklentileri karşılayamadıkları gerçeği. Selçuk İnan, Eboue, Riera, Elmander gibi oyuncular şu anda istenilen,beklenilen seviyede değiller açıkçası. Yenilerden takıma çabuk uyum sağlayanlar sadece Melo ve Ujfalusi oldu. İkisi de sanki 40 yıllık Galatasaraylı gibi. Muslera ‘da her geçen gün biraz daha iyi oluyor.
Bir şeyler belirtmek istediğim bir diğer nokta ise 4-3-3 görünümlü 4-5-1 sistemi. Evet Galatasaray Futbol Takımı 2008-2009 sezonunun başından beri bu sistemi deniyor. Skibbe, Bülent Korkmaz, Rijkaard, Hagi, Bülent Ünder ısrarla bu sistemi oynattılar. Fatih Terim’de aynı ısrarı sürdürüyor. Fakat bu takımın bu sistemi oynaması için gerek orta sahasında, gerekse de kanatlarında topu çok hızlı çeviren, çok çabuk düşünen ve seri hareket eden oyuncular olması gerektiğini Rijkaard döneminden bu yana sürekli olarak tekrarlıyorum. Ancak gelin görün ki, Galatasaray’ın ne orta saha, ne de kanat oyuncuları yukarıda tarif ettiğimiz türden futbolcular değiller. 4-3-3’ü bir kenera bırakın, hangi sistemi oynarsanız oynayın eğer süratli ve direk rakip eksiltebilen kanat oyuncularınız olmazsa, hücum anlamında etkin olmanız ya da gol pozisyonları üretebilmeniz pek mümkün olmuyor günümüz futbolunda. Yani lafın özü, en azından bir kanadınızda Abdul Kader Keita tarzı bir oyuncu olmak zorunda. Sezon başında transferinin gerçekleşmesi için o kadar çok ısrarlı oluşumun nedeni de buydu aslında. Çünkü ne Kazım, ne de benim alınmasını çok istememe rağmen Riera bu tarz oyuncular değiller. Özellikle Riera gerçekten ağır bir futbolcu.
Toparlayacak olursak, bu akşam kaybedilen 2 puanın önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü 3 haftadır galip gelen takımımız bu akşam da galip gelebilseydi, Çarşamba günkü Antep maçına daha farklı bir havayla çıkacak ve belki de o akşam da elde edilecek muhtemel galibiyet, kırılması zor bir galibiyet serisine doğru sürükleyecekti bizi. Ayrıca Fenerbahçe’nin geçen sezon olduğu gibi bu sezon da oldukça zor puan kaybediyor oluşu, bizim de mümkün olduğunca az puan kaybı yaşamamızı zorunlu kılıyor bir yerde...
e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar

17 Ekim 2011 Pazartesi

İmparator Zoru Sever


Dün İstanbul’da tabir-i caizse dondurucu bir soğuk vardı. Bu soğuk havaya gün boyu yağan şiddetli yağmur da eklenince, Türk Telekom Arena’nın o canım zemini ne yazık ki berbat bir hale bürünmüştü. Tribünler de dolmamıştı dün akşam. 52 bin kapasiteli stadda 30-35 bin taraftar var veya yoktu. Tabii bu durumun oluşmasındaki en büyük etkenin soğuk havadan ziyade yüksek bilet fiyatları olduğunu herkesler gayet iyi biliyor. Ancak yönetimimiz stadımızın tam olarak dolmamasından şikayetçi değil herhalde ki, seyirciyi tribüne çekmek için farklı uygulamalara başvurulmuyor. Neyse, sonuçta kendi bilecekleri iş…
Fatih Hoca dün akşam da son haftalarda ısrar ettiği onbirini bozmamıştı. Eboue, Baros, Servet gibi direk oynayabilecek kapasitedeki oyuncularımız yine yedek kulübesindeydi. Keza benim çok fazla beğenmememe rağmen Türkiye standartlarında önemli oyuncular olarak görülen Yekta ve Sercan’da.
Şunu çok açık bir şekilde söyleyebilirim ki, ilk 45 dakika boyunca mükemmel bir Galatasaray seyrettik. Abartısız son 2-3 yılın en iyi futbolunu oynadı takım. İnanılmaz derecede yüksek yüzdeyle ayağa pas yaptılar, çok iyi top çevirdiler. Kalemizde sadece 1 pozisyon verdik. Onda da yine Gökhan Zan’ın durduk yere rakibe attığı bir pas söz konusuydu. Attığımız ilk golde tam bir takım oyunu izledik. Yaklaşık 30-35 saniye süren paslaşmalar sonucu ceza yayının üzerinde topla buluşan Engin Baytar kişisel becerilerini gözler önüne serip topu 2 kişinin arasında Elmander’in önüne yuvarladı. Elmander’de gelen topu tavana asarak skor üstünlüğünü yakalamamızı sağladı.
Devrenin geriye kalan kısmında da sahanın mutlak hakimi Galatasaray’dı. Doğal olarak da soyunma odasına 1-0’lık üstünlükle gittik. İlk devrede yaşadığımız tek şanssızlık ise herşeye rağmen Kazım’ın sakatlanarak yerini Eboue’ye bırakması oldu. Hazır Eboue’den bahsetmişken kendisine yapılan %1500’lük penaltıyı daha önce defalarca kez Galatasaray düşmanlığından bahsettiğim Hüseyin Göcek’in es geçmesine pek şaşırmadık açıkçası. Tıpkı 90 dakika boyunca sürekli olarak Galatasaray aleyhine verdiği kararlara şaşırmadığımız gibi!
İkinci yarı, ilk yarıya oranla bambaşka bir Galatasaray vardı sahada. 45 dakika boyunca oynadığı futbol bizleri mest eden takım gitti, yerine topa hakim olmakta zorlanan, ayağa pas yapmakta sıkıntılar yaşayan, rakip kaleye pek fazla gidemeyn bir Galatasaray geldi sanki. 65.dakikada Engin Baytar’ın sakatlanarak oyundan çıkması ve yerine Sercan’ın girmesi de iyiden iyiye dengeleri Bursa Spor lehine çevirdi.
Golün geleceği belli olmuştu artık. Çünkü Bursa Spor yüklendikçe yükleniyor, Fatih Hoca ise sahadaki bu olumsuz tabloyu değiştirmek adına hiçbir şey yapmıyordu. Üstüne üstlük daha önce defalarca kez deneyip olumlu bir sonuç alamadığı Eboue’yi sol açık oynatma tercihinde yine inat ediyordu. Tam Bu esnada gelişen bir Bursa Spor atağında Galatasaray savunmasının uzaklaştırmak için yoğun çaba harcadığı topu Sercan’ın akıl sır ermez bir şekilde taca değil de kornere vurması Bursa Spor’un 1-1’lik eşitliği sonunda yakalamasını sağladı.
Zaten üşüyen Galatasaray taraftarı tamamen buz kesmişti artık. Ancak son bir umut daha vardı. Fatih Hoca’nın o ana kadar ısındırmayı bile düşünmediği Baros oyuna girerse belki kurtarabilirdi takımını. Nitekim öyle de oldu. Baros oyuna girdikten birkaç dakika sonra, mükemmel paslaşmalarla gelişen atağın sonucunda Elmander topu Baros’un önüne bıraktı, Baros’da düzgün bir vuruşla yeniden öne geçirdi bizi. O an Türk Telekom Arena’da oyuncusundan, teknik ekibine, idarecesinden, taraftarına kadar herkesde görülmeye değer bir sevinç vardı. Tıpkı bizim evde olduğu gibi :)
Sonuç olarak zor da olsa sahadan 2-1’lik skorla galip ayrıldık. Aslında kolay maçı zora sokan isim hiç tartışmasız Fatih Hoca’ydı. Özellikle 2.devredeki anlamsız diziliş denemeleri az daha 2 puan kaybetmemize neden olacaktı. Daha önce de söylediğim gibi Fatih Hoca şapkadan tavşan çıkarma sevdasına artık son vermeli. Futbolun matematiği 2x2=4 seviyesindeyse şayet işin içine türev, integral sokmaya çalışmanın hiçbir manası yok. Ayrıca 3 maçtır sonradan oyuna girip skora katkı yapan hatta bunların ikisinde hocasını kurtaran Milan Baros’un yerinin yedek kulübesi değil de yeşil zemin olduğunu bence İmparator’da artık kabullenmek zorunda…
e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar

3 Ekim 2011 Pazartesi

Kalite Farkı



 Galatasaray-Ankaragücü karşılaşmasının ardından söyleyebileceğim en temel şey, iki takım arasında belirgin bir kalite farkı olduğudur. Geçen hafta da belirtmiş olduğum gibi ligin en zayıf halkası olan Ankaragücü’nün Galatasaray’a kafa tutmasını zaten beklemiyordum. Ama top yuvarlaktır misali temkinli olmakta da fayda vardı. Çünkü hiçbir maçın sahada oynanmandan kazanılmayacağına geçmiş yıllarda çok kereler şahitlik ettik.
  Fatih Hoca geçen hafta galip gelen takımı Aykut-Muslera değişikliği dışında bozmayarak bu takımda isimlerin değil hakedenin formayı giyeceğini gözler önüne sermek istedi belki de. Öyle ki, takımın son 4 yıldaki değişmez ismi Servet Çetin bile kulübedeydi bu akşam. Futbolcular da hocalarının bu tercihlerinde haklı olduğunu göstermek istercesine maça gayet iyi başladı. Devre boyunca da iyi top oynadılar. Her hafta büyük bir sevinçle gözlemliyorum ki bir önceki haftaya göre daha iyi oynuyoruz, daha organize bir görüntü çiziyoruz. Zaten ilk 3 haftada yaşanan puan kayıplarının ardından, bir geçiş dönemi yaşadığımızı ve ilerleyen haftalarda herşeyin daha güzel bir hale geleceğini çok net bir şekilde vurgulamıştım. Takımın bu doğrultuda beni yanıltmadan ilerliyor oluşu da oldukça mutluluk verici. Kişisel fikrimi soracak olursanız; 8.haftadan sonra çok daha oturmuş bir Galatasaray izlemeye başlayacağımızı düşünüyorum.
  Gelecek tahminlerini bir kenara bırakıp tekrardan maça dönmek gerekirse, devre boyunca etkili olan Galatasaray dakikalar 12’yi gösterirken Selçuk’un kullandığı serbest vuruşta Rajnoch’un kendi kalesine attığı golle skor üstünlüğünü yakaladı. Bu golden 7 dakika sonra da ani gelişen kontra atakta Engin Baytar, Selçuk ve Kazım’ın hızlı paslaşmaları sonucu Kazım’ın ceza sahasına girer girmez çatala gönderdiği füze farkı 2’ye çıkarmamızı sağladı. Bu gol de Ankaragücü futbolcularına mağlubiyeti tamamen kabul ettirdi sanki. 2-0’dan sonra oyunu yönlendiren, topa sahip olan, kısacası sahanın hakimi olan taraf Galatasaray’dı. Zaten ikinci devre de kaçırdığımız 4 net gol, bahsettiğim bu durumun ispatı niteliğindeydi. Elmander, Kazım ,Selçuk ve Eboue oldukça müsait pozisyonları cömertce harcadılar. Biraz daha becerikli olabilseler, belki de tarih sayfalarına 8-0’lık bir Ankaragücü-Galatasaray karşılaşması daha düşecekti. Ama her hafta diyorum ya fazlasında gözümüz yok, yeter ki kazanalım diye, bu akşam da aynı düşünce yapısına sahip olmamdan ötürü büyük bir olgunlukla karşıladım kaçan golleri.
  Milan Baros oyuna girdikten sonra çok istekliydi. Sanki bir an önce gol atıp kendini Fatih Terim’e kabul ettirmek ister gibi bir hali vardı. Kalbi de temizmiş, kendi yaptırdığı penaltıda topun başına geçerek bu isteğine kavuşmuş oldu.
  3-0’dan sonra maç iki takım içinde bitti zaten. Yani kalan 5-6 dakika formalite icabı oynandı bir yerde. Ne Galatasaray’ın 4.golü atmaya niyeti vardı, ne de Ankaragücü’nün farkı azaltmaya. Hal böyle olunca da karşılaşmanın 3-0’lık sonuçla Galatasaray lehine sonuçlanması kaçınılmazdı.
   Geçen haftaki Eskişehir Spor mücadelesinin ardından ilk 4 haftanın en iyi futbolunu oynadık demiştim. Bu akşam da ilk 5 haftanın en iyi futbolunu oynadık cümlesini gönül rahatlığı ile kullanabilirim sanırım. Hatta olayı biraz daha ileriye taşıyıp 4 haftadır eleştirdiğim Kazım’ın da bu akşam ilk kez takımına ofansif anlamda katkı sağladığını söyleyebilirim. Bunların dışında Selçuk İnan’ı biraz daha toparlanmış, Muslera’yı da takıma daha bir alışmış gördüm. Kısacası şimdilik her şey güzel, tünelin ucu aydınlık. Yeterki takım mücadele etmeyi, bizler de sabırlı olmayı elden  bırakmayalım.

                                                                  e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar

28 Eylül 2011 Çarşamba

Arena Aslanı



Sezon öncesi hazırlık maçlarından beri ısrarla üzerinde durduğum bir nokta vardı: Galatasaray Takımı bu sezon içeride oynayacağı maçlarda oldukça ofansif, izleyenlere keyif veren, hatta zaman zaman seyircisinin de desteğiyle resitale dönüşen bir futbol izlettirebilir bizlere diye düşünüyordum. Şu ana kadar kendi sahasında 2 karşılaşmaya çıkan Galatasaray belki henüz tahmin ettiğim kadar yüksek seviyelerde bir futbol ortaya koyamadı ancak deplasman müsabakalarıyla mukayese ettiğimizde arada belirgin bir fark olduğu da aşikar.
  Dün akşam oynanan Eskişehir Spor karşılaşmasında, Çarşamba günü oynadığımız Karabükspor mücadelesine göre çok daha etkili bir Galatasaray vardı sahada. Colin Kazım ve Selçuk İnan dışında herkes üzerine düşen görevi layıkıyla yaptı diyebilirim. Ancak sahanın yıldızı bu hafta da hiç tarışmasız Felipe Melo’ydu. Kendisiyle ilgili olarak söylemek istediğim tek şey; sezon başında çok tartışılan o yıllık ücretinin anasının ak sütü gibi helal olduğudur. Tüm samimiyetimle söylemek isterim ki bugüne kadar izlediğim en iyi 5 ön liberodan biri. Yönetimimiz napar, ne eder bilemem ama bu oyuncunun bonservisi mutlaka alınmalı.
  Genel anlamda oynanan futbolu değerlendirecek olursak, Galatasaray 90 dakika boyunca oyunda daha etkili olan, topa hükmeden ve net gol pozisyonlarını bulan taraftı. Orta saha oyuncuları final paslarında biraz daha dikkatli olabilseler karşılaşmanın Galatasaray lehine çok daha farklı bitmesi içten bile değildi. Ama buna da şükür. Fazlasında gözümüz yok şimdilik. Geçen hafta da söylemiş olduğum gibi, şu günlerde öyle veya böyle bir şekilde galip gelelim yeter.
  Yalnız şunu da göz ardı etmeyelim, Galatasaray’ın tek forvetli oyun siteminin eldeki futbolcularla örtüşmediği gibi bir gerçek var ortada. Baros tek forvet oynadı etkili olamadı. Elmander tek forvet oynadı etkili olamadı. Olur da Sercan tek forvet oynarsa muhtemelen o da etkili olamayacak. Dolayısıyla bu noktada bazı şeyleri tekrar gözden geçirmenin gerekli olduğu kanaatindeyim. Çünkü Samsun Spor karşılaşmasının son yarim saatinde sergilenen ve birçokları için yeterli görülen futbolun, Sercan-Elmander şeklindeki ikili forvetle oynandığına hepimiz şahit olduk. Dolayısıyla Fatih Hoca’nın bugüne kadar bir türlü bir arada oynatmadığı Baros-Elmander ikilisini önümüzdeki haftalarda mutlaka denemesi gerektiğini düşünüyorum.
  Gökhan Zan dün akşam Galatasaray kariyerinin belki de en iyi performansını ortaya koydu. Geçen hafta ‘’Bu iş Gökhan Zan’la olmayacak gibi.’’ demiştim. Uzun vadeli düşünecek olursak şayet hala aynı fikirdeyim. Ancak Servet’in sakatlığında Gökhan Zan’ın böyle bir performans sergilemesi de hem şaşırtıcı hem de mutluluk verici.
  Galatasaray formasıyla ilk kez sahaya 11’de çıkan Engin Baytar’da performansıyla olmasa da, en azından hırsı ve mücadelesi ile benden alkış alan isim oldu. Her zaman söylüyorum, Engin Baytar’ın futbolculuğunu kimseler tartışamaz. Tartışılacak tek yanı karakteri ve kafa yapısıdır. Ancak eğer kendini sadece futbola verir ve başka şeylerle ilgilenmezse, Arda Turan’ın boşluğunu fazlasıyla doldurabilecek bir futbolcu kazanırız. Şimdilik Engin’in gidişatı iyi. Umarım bizleri mahçup etmez…
  Toparlamak gerekirse, ligin 4.haftası Galatasaraylılar için güzel ve mutlu bir şekilde noktalandı. Takım ilk 4 haftanın en iyi maçını oynadı. Kalemizde fazla pozisyon vermedik, hücum anlamında geçen haftalara göre daha üretkendik. Kısacası ilerisi için umut verdik. Şimdi önümüzde bir Ankaragücü karşılaşması var. Sonra milli maç arası. Ankaragücü şu anki görüntüsüyle ligin en zayıf halkası durumunda. Dolayısıyla ben Ankara deplasmanında bir sıkıntı yaşamayacağımıza en azından inanmak istiyorum. Zaten milli maç arasına galibiyetle girebilirsek, en azından moral anlamında her şey çok daha farklı olacaktır bence...

                                                                 e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar

22 Eylül 2011 Perşembe

Geçiş Süresi



Daha birkaç gün önce yazdığım yazımda Samsun Spor karşılaşmasını değerlendirirken, Galatasaray’ın bir geçiş dönemi yaşadığından ve bu geçiş dönemini de mümkün olduğunca az kayıpla atlatmanın temel hedef olması gerektiğinden bahsetmişim sizlere. Yani şu sıralar Galatasaray’ın iyi futboldan çok bol miktarda galibiyete ihtiyacı olduğunu belirtmek istemiştim bir yerde. Dolayısıyla da bu akşam Karabük Spor’u yenebilseydik çok güzel olacaktı ama olmadı maalesef…
  Fatih Hoca Pazar Akşamı’nın kurtarıcıları Sercan ve Elmander’i ilk on birde sahaya sürerken bugün, ilk 2 haftanın en çok eleştirilen ismi olan Baros’u Sabri’yle birlikte yedek kulübesine göndermişti. Takım da bu doğrultuda klasik 4-4-2 düzeni ile çıktı sahaya. Hal böyle olunca da sanırım birçoklarımız hücum üretkenliklerinin Galatasaray adına oldukça fazla olacağı bir 90 dakika bekledi. Ancak beklentilerin aksine rakip kaleye şut atmakta bile bir hayli zorlandığımız bir karşılaşma izledik. Tabii bu durumun oluşmasındaki en büyük etken; karşılaşmanın henüz 15.dakikasında, Muslera’nın çok anlamsız bir hareketle oyundan atılarak arkadaşlarını 75 dakika boyunca 10 kişi oynamaya mahkum etmesi oldu. Muslera’nın atılışından sonra tüm planları ve dengesi bozulan takımımız karşılaşmanın son düdüğüne kadar yapmak istediklerini bir türlü yapamadı. Fatih Terim’in oyuncu değişikliklerindeki tercihleri de ne denli doğruydu tartışılır tabii. Örneğin Muslera’nın oyundan atıldığı an, Ufuk’u oyuna sokmak için Riera’yı kenara almak bence çok doğru bir karar değildi. O an oyundan çıkması gereken isim hiç tarıtşmasız, bu akşamı da sayacak olursak 3 maçtır takımına en ufak bir katkısı dahi olmayan Colin Kazım olmalıydı. Keza devre arasındaki Sabri-Sercan değişikliği de tartışılacak cinstendi. Fatih Hoca’nın bu akşamki  tek olumlu müdahelesi ise sanırım Baros’u oyuna sokmak oldu. Çünkü Baros daha oyuna gireli 20 saniye olmuşken yaptırdığı penaltı ile takımına beraberliği getiren isim oldu bir yerde. Zaten Baros o penaltıyı yaptırmamış olsa, bu akşamki Galatasaray’ın ne rakip kaleye gidebilecek gücü, ne de gol atabilecek bir görüntüsü vardı.
  Baros’un ismi geçmişken kendisiyle ilgili yazmak istediğim bazı şeyler. Fatih Terim son dönemlerde Milan Baros’tan vazgeçmiş gibi bir duruş sergiliyor. ‘’Oynarsa oynar, oynamazsa kendi bilir.’’ modunda. Benim nacizhane düşüncem, Milan Baros kesinlikle bir kalemde silinip atılacak, hele hele kadroda golcü sıkıntısı varken bu kadar kolay vazgeçilebilecek bi oyuncu değildir. Fatih Hoca keşke Kazım için gösterdiği anlamsız ısrarı Baros için de gösterebilse... Çünkü bu takımın formda bir Baros’a her zaman ihtiyacı var.
  Tekrardan karşılaşmaya dönecek olursak, Galatasaray bu akşam maçı kazanmak adına hiçbir şey yapmadı, yapamadı. Bende biliyorum 75 dakika boyunca 10 kişi oynamanın kolay olmadığını. Ancak yine de sahaya çıkan forma sarı-kırmızı parçalıysa, 10 kişi-9 kişi hiç farketmeden bundan daha iyisini yapmak zorundadır diye düşünüyorum.
  Bu arada çok merak ettiğim bir şey var. Ufuk Ceylan’ın hayalindeki meslek gerçekten kaleci olmak mıydı acaba? Bu işi zoraki yapıyor gibi bir hali var da çünkü. Saha içinde o kadar isteksiz ki, kaleye gelen şutlara atlamak bile içinden gelmiyor sanki. Zaten kendisine duyduğum en ufak bir güven bile kaldıysa, bu akşamdan sonra o da ortadan kayboldu. Gerek Aykut gerekse de Ufuk, o kaleye geçtikleri hiçbir maçta kendilerinden beklenenlerin yarısını bile sunamadılar bizlere. Dolayısıyla bu halleriyle 2. ve 3. kaleci olmaya her zaman mahkumlar…
  Üzerinde durmak istediğim bir diğer konu da Muslera’nın her hafta yaptığı acemice hatalar. Kendisinin biraz daha sakin ve kontrollü oynaması gerekiyor sanırım. Belki kendisine duyduğu fazla özgüven, belki de gençliğinin ve tecrübesizliğinin verdiği acemilik, saha içinde çok basit hatalar yapmasına neden oluyor. Taffarel’in Muslera’yla sürekli olarak çok yakından ilgilenmesi gerekiyor. İstikbali çok parlak, çok büyük kaleci olacak gibi duruyor ancak o mertebeye ulaşana kadar geçireceği süreçte zaman zaman Galatasaray’ı yakacak gibi…  
   Evet geçen hafta söylemiş olduğum gibi Galatasaray bir geçiş dönemi yaşıyor. Kolay değil 8-10 tane farklı ülkelerden, farklı kıtalardan gelmiş, birbirinin hiç tanımayan futbolcuyu bir arada oynatmak. Bu oyuncuların birbirlerine alışmaları, belirli bir uyum yakalamaları elbette biraz zaman alacaktır. Ancak bu uyumu sürecini ne kadar çabuk atlatırlarsa o kadar hayrımıza olur diye düşünüyorum. Çünkü daha 3 haftada kaybedilen 5 puan pek hoş durmuyor açıkçası…
                                                                        e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar

19 Eylül 2011 Pazartesi

Önemli Olan Galip Gelmekti



Geçen haftaki İ.B.Bmağlubiyetinin ardından bu haftaki Samsun Spor karşılaşması çok daha önemli bir hal almıştı bizler için. Çünkü bu akşam da keybedilecek 2 ya da 3 puan, belki de birçoklarımızı geçen seneye götürecek, oluşacak demoralize ruh hali de takımı bundan sonrası için oldukça zorlayacaktı. Ama çok şükür ki korkulan olmadı. Gerçi bu akşam da bir ara korkulu rüya görmedik değil ama sonuçta bir şekilde sahadan galibiyetle ayrıldık ya, önemli olan oydu işte.
Fatih Terim geçen hafta yaptığı yanlışların farkına varmış olacak ki, bu akşam daha derli toplu ve hemen herkesin asıl mevkiisinde oynuyor olduğu bir on birle çıktı sahaya. Gecenin sürprizi Servet’in kadroda olmayışıydı. Muhtemelen son dakikada bir sakatlığı çıktı ortaya. Dolayısıyla onun boşluğunu doldurmakta geçen haftanın kötülerinden Gökhan Zan’a kaldı. Ancak umarım Servet’in çok önemli bir şeyi yoktur. Çünkü bu akşam da bir kez daha gördük ki bu Gökhan Zan’la bu işler yürümeyecek…
Az önce de belirtmiş olduğum gibi hemen herkes alışık olduğu mevkiisinde oynadı bugün. Tabii tek bir istisna dışında. Geçen hafta sol açık olarak izlediğimiz Eboue, bu hafta da orta saha oyuncusu olarak çıktı karşımıza. Sanıyorum Fatih Terim Eboue’yi her yerde kullanacak, bir tek esas yeri olan sağ bekte kullanmayacak. Açıkçası Hoca’nın Eboue’yi taa hazırlık maçlarından bu yana neden sağ bek olarak hiç düşünmediğini anlayamadım. Sonuçta bu adam, yıllardır sıkıntı yaşanan sağ bek mevkiine çare olması için transfer edilmedi mi ? Biz yine de ‘’Vardır Hoca’nın bir bildiği’’ diyelim ve maça geçelim:
Galatasaray bugün karşılaşmaya gerçekten çok hırslı ve istekli başladı. Muslera’dan Baros’a kadar herkes, belli ki golün bir an önce gelmesini istiyordu. Bu doğrultuda da santradan itibaren oyunu rakip yarı alana yıkıp gol için yüklenmeye başladı takım. Her geçen dakika biraz daha organize gelişmeye ve daha büyük tehlikeler yaratmaya başlayan ataklar golü getirmese de, devrenin ortalarında Felipe Melo’nun gönderdiği füze skor üstünlüğünü biraz zor da olsa yakalamamızı sağladı. Hazır Melo’nun adı geçmişken kendisiyle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Hiç tartışmasız benim Galatasaray forması ile izlediğim en iyi ön libero. Şunu gönül rahatlığı ile söyleyebilirim ki, Felipe Melo bir ön libero için gereğinden fazla klas ve teknik bir futbolcu. Bu akşam da kendisini 90 dakika boyunca büyük bir keyifle izledim. Her geçen maç biraz daha iyi oluyor sanki. Eğer bu şekilde oynamaya devam ederse, sezon sonunda bonservisini alabilmek için bir hayli çaba sarfetmemiz gerekicek.
Melo’nun golünden sonra 2.yi atmayı bir türlü beceremedik nedense. Dolayısıyla da devreyi %100 rahatlamış olarak bitiremedik. Böyle maçlarda 2.golü bir şekilde bulmak gerekiyor. Çünkü 2.gol gelmediği takdirde hem rakip oyundan kopmuyor, hem de oyuncular üzerinde gereksiz bir baskı ve stres oluşuyor.
İkinci devreye herhalde bu baskı ve stresin verdiği etkiden olsa gerek, biraz tutuk ve kontrollü başladı Galatasaray. Samsun Spor’da bu fırsatı değerlendirerek topa sahip olma rakamlarında dengeyi sağladı. Hatta bir ara orta sahadaki üstünlüğü ele geçirdiler. Bu anlarda da Gökhan Zan’ın yaptığı ‘’amatör’’ nitelikteki hatayı iyi değerlendiren Mustafa Sarp takımına beraberliği getirdi. Yalnız şunu da söylemeden edemiyeceğim; gol sonrasındaki abartılı sevincini ben Mustafa Sarp’a pek yakıştıramadım. Sonuçta daha 1 ay öncesine kadar bu kulübün ekmeğini yiyyen bir futbolcuydu kendisi. Galatasaray sevgisi uğruna sahada formasını parçaladığı günleri bu kadar çabuk unutmamalı bence …
Yenen gol ister istemez herkesin morallerin bozdu. Fatih Terim’i de bir hayli sinirilendirdi. Öyle ki, Hoca arka arkaya değişikliklere başvurdu. 2 haftadır beklentilerin uzağında kalan Baros’u Elmander’le, sakatlanan Eboue’yi Sercan’la, sahada bu hafta da yokları oyayana Kazım’ı da Engin Baytar’la değişti Fatih Hoca.
Yapılan değişiklikler ne mutlu ki takımın oyununa pozitif yansıdı ve ortadan kaybolan hücüm etkinliklerine tekrardan bir hareket geldi. Özellikle Sercan ve Elmander Samsun Spor savunmasını oldukça zorlamaya başladılar. Bunların sonucunda da yine bu ikilinin geliştirdiği atakta, Sercan’ın topuk pasında topla ceza yayı üzerinde buluşan Elmander, yerden sert bir vuruşla topu ağlara gönderdi. Bizler de derin bir ‘’ohh’’ çekmiş olduk.
Golden yalnızca 2 dakika sonra, Samsun Spor kalecisi Ahmet Şahin’in, Gökhan Zan’ınkinden bile daha ‘’amatörce’’ olan hatası maçı Galatasaray lehine bitiren hareket oldu. Durup dururken Elmander’e yaptığı fiziksel temasla hem takımını 10 kişi bıraktı, hem de penaltı vuruşu kullanarak aradaki farkı 2’ye çıkarmamızı sağladı.
Zora giren maçın seyri 2 dakika içinde değişince, ister istemez tribündeki 35 bin taraftarın da keyfi yerine geldi. Son 15 dakika takımlarının galibiyetine tezahüratlarla eşlik ettiler.
Bu akşam Johan Elmander Galatasaray’a ilk kez katkı sağladı diyebilirim. Oyuna girdikten sonraki performansı alkışlanacak cinstendi. Aldığı her topta 3-4 kişiyi geçerek direk kaleye gitti ama son vuruşlarda biraz şanssızdı. Eğer biraz daha şanslı bir akşamında olsa, çok rahat bir şekilde hat-trick yapabilirdi. Umarım Elmander böyle oynamaya devam eder. Çünkü bu akşama kadar sergilemiş olduğu performans tam bir fiyaskoydu…
Eboue’yi 2 maçtır pek beğenmiyorum ama çok fazla bir şey de söyleyemiyorum. Çünkü adam bir türlü esas yeri olan sağ bekte oynamıyor, oynatılmıyor. Fakat bir gerçek apaçık ortadaki, o da Eboue’den ne sol açık, ne de göbek oyuncusu olmaz. Çünkü Eboue savunma yönü kuvvetli olan, fizik gücü yüksek, sağlam bir futbolcu. Kendisinden isabet yüzdesi yüksek paslar, klas çalımlar, yaratıcı düşüncede hareketler beklemek biraz hayalcilik olur gibi.
Son olarak, bu akşam sarı kırmızılı formayı ilk kez giyen Riera’dan bahsedelim ve noktayı koyalım. İlk maçı için kötü sayılmayacak bir performans sergiledi diyebilirim. Oyunun hep içindeydi. Bazı ataklarda önemli rol üstlendi. En önemlisi de 90 dakika boyunca ayakta kalabildi. Klas bir sol ayağa sahip olduğunu ben zaten biliyordum. Bilmeyenler de bu akşam az çok öğrenmiştir. Tek olumsuz yanı, daha önceki yazılarımda da belirtmiş olduğum gibi çok fazla süratli olmayışı. Ama yine de Riera bu takıma katkı sağlayabilecek potansiyelde bir oyuncu. İlerleyen haftalarda illaki daha iyi olacaktır.
Evet en başta da belirtmiş olduğum gibi, bu akşam önemli olan bir şekilde kazanabilmekti. Bunu da başardık. Çünkü Galatasaray yeni oluşan bir takım ve şu an bir geçiş dönemi yaşıyor. Bu geçiş dönemini de ne kadar az hasarla atlatırsak ligin sonu için o kadar umutlu olabiliriz diye düşünüyorum.
e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar

12 Eylül 2011 Pazartesi

Fatih Terim 2 – 0 Galatasaray


4 aylık özlemin ardından dün itibariyle nihayet başlayan Spor-Toto Süper Lig’de bugün Cim Bom Günü’ydü. Çok özlemiştik sarı-kırmızıyı resmi bir maçta izlemeyi. Özellikle geçen sezonki  hüsranın tamamen unutulması için bir an evvel ‘’tabanca’’ gibi bir Galatasaray izlemeye başlamak istiyordu sarı-kırmızıya gönül veren milyonlar.
  Bundan 7 yıl önce Olimpiyat Stadı’nda Galatasaray’ına veda eden Fatih Hoca, bıraktığı yerden başlıyordu herşeye. Dolayısıyla bunca güzel duyguya ve heyecana yakışacak tek şey de takımın alacağı bir galibiyet olurdu. Ama olmadı …
  Bugün açıkçası Fatih Hoca beni çok büyük hayal kırıklığına uğrattı. Sahaya çıkardığı onbir, uyguladığı oyuncu dizilişi, oyuna yaptığı müdaheleler ve değişiklikler baştan aşağı yanlıştı.
  Dünya’nın neresinde sağ bek olarak transfer edilen bir oyuncunun, sakatlıklardan dolayı bir zorunluluk olmadığı takdirde sol açık pozisyonunda görev aldığı görülmüştür acaba? Üstelik o mevkii için transfer edilen Engin Baytar ve Riera yedek kulübesindeyken! Hadi Riera takıma katılalı bir hafta oldu, hazır değil. Ancak  1 aydan beri takımla beraber idmanlara çıkan Engin Baytar’da mı en azından 60 dakikayı çıkarabilecek durumda değildi? Eboue sahada tel tel dökülürken ısrarla oyundan alınmayışı, hatta ve hatta 90 dakika boyunca o çizgide kullanılışı gerçekten çok anlamsızdı.
  Milan Baros’un değil futbol oynamak, ayakta durmaya bile hali yok gibiydi. Çok ağırlaşmış. Eski seriliğini, çabukluğunu kaybetmiş. Attığı her deperdan sonra nefes nefes kaldı.  Sanki 35’ine merdiven dayamış gibi ... 
  Colin Kazım’da sahanın kötüleri arasındaydı. Hücum anlamında hiçbir katkısı olmadı takıma. Ne bir top götürdü, ne bir adam geçti, ne de güzel bir orta yaptı. Kısacası bir kanat oyuncusunun yapması gereken hiçbir şeyi yapamadı bu akşam. Ancak Fatih Hoca’nın kendisini inatla 90 dakika sahada tutması da pek anlaşılır cinsten değildi!
  Çağlar Birinci diye bir futbolcu alınmış, adam  2 senedir sakat, 2 senedir haybeye para alıyor. 50 metrelik bir depar attı, döndü kenara ‘’Değişin beni’’ dedi. Bu nedir arkadaş ? Galatasaray Spor Kulübü Darülaceze mi ?
  İlk yarıyı 1-0 mağlup bitirmişiz, devre arasında herkes ofansif bir değişiklik olmasını bekliyor, bir bakıyoruz kurtarıcı olarak Yekta Kurtuluş giriyor oyuna. Açıkçası bu değişikliği Fatih Terim gibi bir teknik direktöre hiç ama hiç yakıştıramadım. Benim tanıdığım Fatih Terim’in ikinci devrede en azından 2 santrafora dönmesi gerekirdi ama dünyadaki değişen futbol mantalitesi sanırım Fatih Terim’i de rüzgarına katmış. Baksanıza, Sercan’ı bile oyuna soktuktan sonra sol tarafta kullandı.
  Uzun lafın kısası, bu akşam sahada ilk 20 dakika haricinde maçı kazanmak adına hiçbir şey yapmadık. Ancak yazımın gerek başlığında, gerekse de tamamında belirtmiş olduğum gibi alınan bu mağlubiyetin en büyük sorumlusu hiç tartışmasız Fatih Terim’dir. Umarım bu mağlubiyet hocaya ders olur da, ligin bundan sonraki haftalarında bir daha şapkadan tavşan çıkarmaya kalkışmaz. Futbol temelde çok basit oynanan bir oyun ve bu oyunda fanteziye asla yer yok. Bir maçı kazanmak istiyorsan şayet, eldeki futbolcularını doğru mevkiilere yerleştirirsin ve beklersin. Eğer futbolcuların belli bir kapasiteye sahipse ve oynadığın rakipte senden güç olarak daha zayıfsa, o maçı kazanmak o kadar da zor olmayacaktır zaten. Her zaman söyleriz ‘’Fatih Terim zoru sever.’’ diye ama kolayı zora çevirmek için bu kadar büyük çaba harcamak da gereksiz bence …
                                                                          e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar

7 Eylül 2011 Çarşamba

Sezon Öncesi Değerlendirme


Galatasaray ve Galatasaraylılar adına büyük bir hüsranla sonuçlanan 2010-2011 futbol sezonunun ardından tüm taraftarlar ve medya Galatasaray’dan oldukça büyük çaplı bir değişiklik, daha doğrusu bir yeniden yapılanma bekliyordu. Çünkü geçen sezonki kadronun gerek kalite, gerekse de mental olarak bu takımı farklı noktalara, hakettiği yerlere sürükleyemeyeceği apaçık ortadaydı. Bu doğrultuda yapılması gereken ilk hamle ise takımın başına ‘’ gerçek bir teknik direktör’’ getirmek olmalıydı.
Ünal Aysal ve yönetim kurulundaki arkadaşları henüz mazbatalarını bile almadan en büyük soruna kökten bir çözüm üreterk, Türkiye’nin son yıllarda yetiştirdiği en büyük teknik direktör olan, taraftarın sevgilisi Fatih Terim’i 7 yıllık özleme son vererek, 3.kez Galatasaray’ın başına getirdiler. Çok klasik bir söylemle, ‘’Fatih Terim’in olduğu yerde hırs vardır, başarı vardır, iddia vardır.’’ kabul ama tüm bunları gerçeğe dönüştürmenin de başlı başlına Fatih Terim’in elinde olamayacağı gibi bir gerçek de vardır. Yönetimimiz de az önce bahsetmiş olduğum bu gerçeğin farkındaydıki, kadromuzu güçlendirip yeniden vasatın üzeri bir seviyeye çıkarmak için 3 aya yakın süren bir emek ve çaba harcadılar.
Johan Elmander, Selçuk İnan, Ceyhun Gülselam, Okan Derici, Tomas Ujfalusi, Felipe Melo, Fernando Muslera, Emmanuel Eboue, Engin Baytar, Albert Riera ve an itibariyle Sercan Yıldırım yeni sezon öncesi takımımıza katılan oyuncular olurken; Harry Kewell, Lucas Neill, Emiliano Insua, Zapata, Barış Özbek, Mehmet Batdal, Emmanuel Culio, Bogdan Stancu, Mustafa Sarp, Juan Pablo Pino, Anıl Dilaver ve Musa Çağıran gibi isimlerle yollar kesin olarak ayrıldı.
Şimdi isterseniz gelenler-gidenler doğrultusunda, oynanan hazırlık maçlarını da baz alarak, sezonun başlamasına kısa bir süre kalmışken takımımızın son durumunu masaya yatıralım.
Hazırlık maçlarından başlayacak olursak, zayıf rakiplerle oynadığımız ilk 2-3 maçı göz önüne almadan, daha net fikirler edinmemizi sağlayacak Twente, Inter, Liverpool, Olympiakos ve Real Madrid maçlarını değerlendirdiğimiz takdirde, ben takımımızı lige tam olarak hazır gördüğümü söyleyemeyeceğim.
Twente maçında pek iyi sinyaller vermemiştik açıkçası. Özellikle ortaya konan futbol kafamda ciddi anlamda soru işaretleri oluşturmuştu. Ancak İnter ve Liverpool maçlarında oynanan etkili ve pozitif futbol, benimle birlikte birçoklarımızın kafasındaki soru işaretlerini dağıtarak bir anda toz pembe bir tablo oluşturdu. Olympiakos maçında takım yorgun bir görüntü çizerken, son ve en ciddi hazırlık maçımız olan Real Madrid karşılaşması, ilk 15 dakikayı hesaba katmazsak, iki takım arasında ciddi bir güç farkı olduğu gerçeğini gözler önüne serdi.
Hazırlık maçlarıyla ilgili düşüncelerimi kısaca toparlamam gerekirse; İnter ve Liverpool maçlarındaki futbolu sezonun tamamında sahaya koyarsak bu sezon bizi kolay kolay kimse yenemez. Rahat bir şekilde de şampiyonluğa ulaşırız. Ancak diğer 3 maçta oynadığımız futbol seviyesinde kalırsak, aynı iyimser şeyleri tekrar etmem pek mümkün olmaz ne yazık ki!
Hazırlık maçlarına noktayı koyup biraz da yeni transferlerimizi değerlendirelim:
Sezonun ilk transferi olan Johan Elmander, hazırlık maçlarındaki performansıyla benden şimdilik geçer not alamadı. Bir kere şu an ki görüntüsü çok ağır. Gol bölgelerine çok uzak kalıyor. Topla hep kaleye sırtı dönük vaziyette buluşuyor, dolayısıyla da hücum anlamında etkisiz kalıyor. Liverpool maçındaki attığı jeneriklik gol dışında ben Elmander’in takıma pek pozitif bir katkısını göremedim şu ana dek. Eğer sezonun tamamında da böyle bir Elmander izleyeceksek, kendisine ödenecek paralara yazık olur diye düşünüyorum. Çünkü Türkiye Ligleri’nde bu seviyede onlarca oyuncu var …
Selçuk İnan özellikle son 2-3 yılda dikkatle takip ettiğim ve Manisa Spor’da oynadığı dönemlerde transfer edilmemiş olmasına hayıflandığım bir futbolcuydu. Fakat zararın neresinden dönülürse kârdır misali, kendisini sarı-kırmızılı formayla izlemek bu sezon nasip oldu. Hem defansif, hem de ofansif oyunu bir arada oynuyor oluşunun yanında mücadelesi, temposu ve rakip savunmanın arasına attığı klas paslar ile ben Selçuk İnan’ı nokta transfer olarak değerlendiriyorum.
Ceyhun Gülselam ilk başlarda 11’in kuvvetli adayları arasında görünmese de, sezonun tamamında gerek orta saha da , gerekse de savunma dörtlüsünün ortasında kullanabileceğimiz, yani rotasyonda faydalanabileceğimiz genç ve kapasitesi dahilinde oynayan bir oyuncu.
Okan Derici hazırlık döneminde malesef Fatih Terim’in gözüne girmeyi başaramadı. Zaten sezonu da muhtemelen A2 Ligi’nde geçirecek. Eğer orada bir gelişim gösterebilirse Fatih Terim kendisinden gelecek sezonlarda illaki faydalanacaktır.
Tomas Ujfalusi gerçekten çok önemli bir transfer. Gerek idmanlarda, gerekse de hazırlık maçlarında ortaya koyduğu performans ile sezona en hazır oyuncumuz olduğunu çok net bir şekilde söyleyebilirim. Özellikle sağ bek ve stoper mevkiilerinde yıllardır çektiğimiz sıkıntılara ilaç gibi geldi Ujfalusi. Bu sezon takımımıza çok büyük katkılar sağlayacağını şimdiden ortaya koydu yaptıklarıyla. Bu doğrultuda Ujfalusi transferi de benim için tam isabettir.
Felipe Melo tek kelimeyle mükemmel bir futbolcu. Bir orta saha oyuncusunda olması gereken bütün özelliklere sahip durumda. Koşuyor, basıyor, rakibi rahatsız ediyor. Bunların yanında, yüksek top tekniği ve iki ayağını da etkili kullanıyor oluşundan ötürü ofansif anlamda da takıma güç katıyor. Kısacası; Selçuk İnan’dan sonraki 2.nokta transfer de hiç tartışmasız Felipe Melo’dur.
Fernando Muslera ismi, bu transfer dönemine kadar bana bir hayli yabancıydı açıkçası. Kendisini Temmuz ayında oynanan Copa America’da da izleyememiş olmam, herhalde benim ayıbım olarak açıklanabilir. Ancak Olympiakos ve Real Madrid maçlarında izlediğim Muslera, daha şimdiden beni kendisine hayran bıraktı. Çok seri, oyunu sürekli takip eden, sezgileri kuvvetli ve ayaklarını da etkili kullanabilen bir kaleci. Sanırım Mondragon’dan bu yana yaşadığımız kaleci sıkıntısı önümüzdeki birkaç yıl rafa kalkacak gibi …
Emmanuel Eboue, yıllardır tanıdığım ve beğendiğim bir futbolcuydu. Kendisini tanımlamak için ‘’taş gibi bek’’ kavramını kullanmak herhalde yeterli olacaktır. Çok kuvvetli ve süratli bir oyuncu. Ayrıca savunmanın ve orta alanın hemen her yerinde oyanayabiliyor oluşu, Fatih Terim’e, kadro çıkarmakta zorlandığı dönemlerde değişik alternatifler üretme imkanı sunacaktır. Özellikle sağ kanattaki etkili oyunu, az önce Ujfalusi’yi değerlendirirken de bashetmiş olduğum, yıllardan beridir hasarlı olan o bölgemize müthiş bir dinamizm getirecektir.
Engin Baytar tüm bu transferlerin içindeki en büyük soru işareti. Ya kariyerinin son 5-6 yılında Türk futboluna çok büyük bir yıldız izlettirecek ya da ‘’Çok yetenekliydi ama … ‘’ ile başlayan o meşhur cümlelere yeni bir kahraman daha eklenecek. Yeteneklerine kimseler en ufak bir eleştiri bile getiremez ancak kafa yapısı ve karakteri ile ilgili olarak aynı şeyleri söylemem pek gerçekçi olmaz herhalde. Engin hakkında söylemek istediğim en önemli şey şudur ki; şayet kafasını tamamen futbola verir ve takımın bir parçası olabilmek için uğraşırsa, Engin Baytar Galatasaray’a birçoklarının tahmin bile edemeyeceği düzeyde şeyler kazandırır. Çünkü Engin’in yetenek anlamında Arda Turan’dan en ufak bir eksiğinin olduğunu düşünmüyorum ben.
Albert Riera’yı bende birçokları gibi ilk kez 2007 yılında Sevilla ile Espanyol arasında oynanan Uefa Kupası finalinde izlemiştim. O gün, Espanyol’un sahadaki en etkili ve en yetenekli ismi hiç tartışmasız Riera’ydı. Çok şık bir gole de imza atmıştı hatta. O finalin ardından kendisini daha bir dikkatle takip eder oldum. Gerek Liverpool, gerekse de İspanya Milli Takımı formalarıyla defalarca kez seyrettim kendisini. Sonrasında ortalardan kaybolan Riera, bundan 3 hafta önce Olympiakos ile oynadığımız hazırlık karşılaşmasında yeniden çıktı karşıma. Açıkçası biraz şaşırmıştım o gün. ‘’Riera standartlarında bir oyuncunun piyasası bu kadar düştü mü?’’ diye düşünmüştüm kendi kendime. Hatta o an yanımdakilere ‘’Sola adam arıyoruz, Riera’yı alsaymışız ya işte.’’ demiştim. Kalbim temizmiş herhalde
Riera, stil olarak benim Kewell’a çok benzettiğim bir oyuncu. Klas bir sol ayak, yüksek top tekniği, standartların üstünde duran top kullanma becerisi ancak pek fazla olduğu söylenemeyen sürat. Kewell’a göre en büyük artısı ise; sakatlık sorunlarının olmayışı. Dolayısıyla Harry Kewell 3 yıl boyunca hepimizin sevgilisi olduysa, Albert Riera’nın da aynı mertebeye ulaşması adına hiçbir engel göremiyorum ben.
Son olarak biraz da Sercan’dan bahsedelim: Açıkçası bu transfer benim içime pek fazla sinmedi. Yani Sercan henüz 21 yaşında genç bir oyuncu olabilir ancak ben Sercan’ın şu anki konumundan daha yukarılara sıçrama yapabilecek bir potansiyele sahip olduğunu düşünmüyorum. Kafama en fazla takılan şey de; Bursa gibi ufak bir şehirde bile gece hayatına olan düşkünlüğü ile konuşulan bir genç, İstanbul gibi bir metropolde acaba ne kadar uslu olabilir ? Yine de ‘’Hayırlısı olsun’’ diyerek transfer analizine son noktayı koyuyorum.
Evet sevgili Galatasaraylılar, Pazar akşamı oynayacağımız İ.B.B karşılaşması ile yeni sezona merhaba diyeceğiz. Hatırlamak dahi istediğimiz sezonun ardından, yaşanan şike olayları yüzünden seyri bir hayli değişen futbolu; oldukça özlemiş durumdayız. İyi bir Galatasaray Takımı seyretmeyi, sahada kaliteli futbolcular seyretmeyi hepimiz çok özledik. Ancak bu özlemlerimizi dindirecek kaliteli oyuncular bu sezon sahada olacak. Dolayısıyla iyi bir Galatasaray’ın da sahada olmaması için hiçbir neden yok ortada. Yeter ki herkes üzerine düşeni yapsın, gerekli otorite ve disipiln sağlansın. Ben bu anlamda Fatih Hoca’ya olan güvenimi daha önce defalarca kez dile getirmiştim. Şimdi de bir kez daha yineliyorum. Başkanımız Ünal Aysal’a da, transfer döneminin başından beri bizlere hakettiğimiz seviyedeki futbolcuları izlettirmek adına sunmuş olduğu çaba ve özverisi adına teşekkürlerimi sunarak yeni sezonda herşeyin tüm Galatasaraylılar’ın gönlünce olmasını temenni ediyorum. Hoşçakalın …
e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar

29 Temmuz 2011 Cuma

Yıllar Sonra

''Güneş her akşam batıp her gün doğuyorsa, çiçekler solup solup tekrar açıyorsa, en derin yaralar kapanıyorsa, en büyük acılar unutuluyorsa, neden korkulur bu hayatta söyleyin bana ?''
2004 yılının soğuk bir Mart Akşamı’nda İmparator’una bu dizelerle veda ediyordu Galatasaray taraftarı. Aslında onlar da biliyordu bu ayrılığın geçici olduğunu. Söz konusu Fatih Terim ve Galatasaray ise şayet ''ELBETTE'' yollar günün birinde yeniden kesişecekti. Tıpkı şu an olduğu gibi …
Bir enkazı devraldı İmparator bundan 2 ay kadar önce. Kendine olan özgüvenini, inancını yitirmiş, yaralı bir aslanla başladı yeni serüvenine. Ama zorları başarmak onun işiydi. Aradan geçen 2 aylık süreçte görüyorum ki Galatasaray’da bazı şeyler oldukça değişmeye başladı. O eski Galatasaray’ı, özlenen, arzu edilen o Galatasaray’ı bu sezon sanki yeniden göreceğiz gibi bir his var içimde. Umarım yanılmıyorumdur …
Pazar akşamı İnter maçında bu sezon ilk kez izleme fırsatı bulabildiğim takımı çok beğenmiştim. Özellikle yeni transferlerden Ujfalusi ve Selçuk beni mest etmişlerdi. Tamam, belki takım olarak çok fazla gol pozisyonu üretemedik ya da rakip kaleye pek gidemedik ama yine de İnter gibi bir takımı oyunun belli bölümlerinde sahadan sildik, top göstermedik. Dolayısıyla o gün olanlardan sonra bu akşamki Liverpool maçını çok daha büyük bir merakla beklemeye başlamıştım. Çünkü seyircisinin önüne bu sezon ilk kez çıkacak olan Galatasaray’ın, evinde Liverpool gibi bir ekibe karşı yapacakları veya yapamayacakları yaklaşık 1,5 ay sonra başlayacak sezonun gidişatı hakkında kısmen de olsa fikir verecekti bizlere.
Fatih Hoca sahaya kafasındaki ideal 11 ile çıktı bu akşam. Yeni transfer Felipe Melo’da ilk kez taraftarın huzurundaydı. Açıkçası şu an ki kadro yapısıyla, kaleye Muslera’nın geçeceğini varsaymazsak şayet, bende tek bir değişiklik dışında bu akşamki kadronun doğru 11 olduğunu düşünüyorum. Benim kafamdaki kadroda Sabri sağ bekte, Ujfalusi stoperde, dolayısıyla boşa çıkan Gökhan Zan’ın yerine de Culio sahada olurdu sadece. Ama ne yalan söyleyeyim, Ujfalusi’da sağ bekteki performansıyla 2 maçtır parmak ısırtıyor …
Maça öylesine istekli ve arzulu başladı ki Galatasaray, Milan Baros biraz daha akıllı bir vuruş yapabilse eğer, henüz 2.dakikada 1-0 öne geçecektik. Ama olsun, kısmet 5 dakika sonrasınaymış. Organize gelişen atakta Kazım’ın Ujfalusi’ye attığı müthiş pas, Ujfalusi’nin Baros’u görüşü ve Baros’un yaptığı gol vuruşu … Hepsi birinci sınıftı ve görülmeye değer nitelikteydi.
Golden sonra da sahanın tek hakimiydi Galatasaray. Devrenin sonuna kadar da oyun ağırlıklı olarak Liverpool yarı alanında oynandı. Çeşitli aralıklarla rakip kalede golü arayan Galatasaray, dakikalar 40’ı gösterirken ulaştı amacına. Selçuk’un kullandığı kornerde ön direkteki Ujfalusi topu arka direğe aşırdı, Baros’ta Poulsen’in tüm çabalarına! rağmen kafayı vurup farkı 2’ye çıkardı ve devrenin skorunu ilan etti.
Galatasaray adına İlk 45 dakikanın yıldızları Felipe Melo, Ujfalusi ve tabiiki Milan Baros’tu. Ama üçünün arasında Melo’ya ayrı bi pencere açmak istiyorum. Daha takıma katılalı 5-6 gün olmuş ve yeni arkadaşlarıyla ilk kez maç oynayan bir oyuncu için oldukça extra şeyler yaptı. Ön libero deyince hemen hepimizin zihninde çok koşan, mücadele eden, rakibi bozan ama top kullanmada biraz sıkıntıları olan bir oyuncu profili canlanır sanırım. Ama Melo’nun bu akşam ilk devre boyunca yaptıkları bu profili yıkacak cinstendi.. İki ayağını da kullanabilen, yüksek bir isabet yüzdesiyle klas paslar atabilen ve rakip kaleye dikine gidebilen, koşan, basan, mücadele eden bir önliberoyu herkesler kendi takımında görmek ister herhalde? İşte biz bu konuda biraz şanslıyız ki bu sezon öyle bir oyuncuyu kendi takımımızın formasıyla izleyebileceğiz ...
İkinci devreye ilk yarıya oranla biraz daha tutuk başladı Galatasaray. Liverpool topa ve oyuna daha hakim gözüktü ancak net pozisyonlar üretme konusunda pek de başarılı olamadılar. Zaten devrenin ortasından itibaren arda arda yapılan oyuncu değişiklikleri de temponun oldukça düşmesine neden oldu. Hem sahadaki futbolcular hem de tribündeki seyirciler ''Bu maç böyle bitse de eve gitsek artık'' moduna girmişken, sol taraftan gelişen atakta Ayhan’ın ortasına Elmander öyle bir vole vurdu ki, böyle düşünen herkesin belki de kendinden utanmasına neden oldu.
Golden sonra zaten oyunda fazla bir şey olmadı ve karşılaşma Galatasaray’ın 3-0’lık farklı galibiyeti ile sona erdi.
Evet bu akşam şunu farkettim ki, Galatasaray’ın büyük takımlarla başabaş top oynamasını, hatta oyunun belli bölümlerinde onlara üstünlük sağlamasını çok özlemişim. Özlemlerim bununla da sınırlı değilmiş. Sahada gerçek bir sağ bek (Ujfalusi) ve klas bir orta saha oyuncusu (Selçuk) izlemeyi ve Lorik Cana gibi ''kasap'' olmayan bir ön liberoyla (F.Melo) mücadele etmeyi de çok özlemişim … Sezona güzel başladık, sonu da güzel biter inşallah. Ben inanıyorum ki Fatih Hoca’nın çabası ve özellikle yüksek özgüven aşılama konusunda oldukça etkili olan motivasyon yöntemleri bu sezon, özlenen Galatasaray’ı, özlenen başarıları bizlere geri getirecektir.. Ben şimdiden havaya girdim bile …
                                                                                  e-falanfilan Yazarı: Kerem Zülfikar