27 Aralık 2014 Cumartesi

İstemedik...

  Gençlerbirliği maçları daima tedirgin etmiştir beni. Çünkü kendimi bildim bileli, 1999-2000 sezonundaki 6-0’lık galibiyetimizi saymazsak Ankara temsilcisini çok rahat geçebildiğimiz bir başka karşılaşma hatırlamıyorum. Üzerinde çok fazla yoğunlaşmaya gerek yok. Futbolda ‘’ters gelen’’ rakipler vardır. Başka bir deyişle ‘’şansınız tutmaz’’ o rakiplere karşı. İşte Gençlerbirliği de ne yazik ki bizim o şansımızın tutmadığı rakiplerden bir tanesi…
  Hamza Hoca’nın bugün sahaya çıkardığı onbirin onunu büyük bir kısmımız doğru tahmin etmiştir herhalde. On isim belliydi, onbirinci olarak Bruma mı oynar yoksa Olcan mı? teredüttündeydik sadece. Hamza Hoca tercihini Olcan’dan yana kullandı.
   Tabi dün Ankara’ya gidecek 18 kişilik kafile açıklandığında Chedjou ve Sneijder’in olmayışı hepimizde büyük bir şok yarattı. Hatta Pandev’i de ekleyebiliriz buna. Çünkü son 2 kupa maçında attığı 4 gol, en azından lig karşılaşmalarında da 18’de olmayı hakettiğini gösterir bence. Hele hele yedek kulübenizde başka bir golcü yoksa…
  Chedjou ve Sneijder’in kafilede yer almayışı çeşitli spekülasyonları da beraberinde getirdi doğal olarak. Resmi ağızlardan yapılan açıklamalar ise sakat oldukları yönündeydi. Hee bu cevap seni tatmin etti mi diye sorarsanız, hayır etmedi! Çünkü birdenbire ikisinin de sakatlanması cidden çok enteresan! Benim fikrim, bu iki oyuncumuza hatta Pandev’i de sayarsak üç oyuncumuza muhtemelen Noel izni verildi. Bunun yanına Hamza Hoca’da ‘’Biz nasıl olsa Gençlerbirliği’ni bir şekilde yeneriz, bunları da boş yere riske etmeyelim. Saklayalım Beşiktaş maçına’’ düşüncesini eklediyse şayet bu arkadaşların maç kadrosunda olmaları çok da farz görülmemiştir.
  Chedjou’suz ve Sneijder’siz Galatasaray oyuna iyi başladı aslında. İlk 8-10 dakikada özellikle Alex Telles’in kanadından ataklar geliştirdik. Ancak 10.dakikadan itibaren Gençlerbirliği takımı topa daha çok sahip olmaya ve oyunu bizim yarı alanımızda oynamaya başladı.
  19.dakikada Gençlerbirliği’nin kalemize kalabalık gelmesinden faydalanarak Selçukla kaptığımız topta bir anda atağa kalktık. Olcan rakibinden sıyrıldı, topu Burak’a bıraktı. Burak topla beraber rakip yarı alanın ortalarına kadar ilerledi ve yaklaşık 80 metre depar atan Emre Çolak’ı gördü. Emre’de tek vuruşla topu ağlarla buluşturdu. Hazırlanış olarak güzel bir goldü gerçekten.
   Galatasaray’ın bugün 90 dakika boyunca sahada futbol adına ortaya koyduğu tek olumlu hareket attığımız goldü sanırım. Çünkü son dakikada Burak’ın karambolde vurduğu kafayı saymazsak, golden başka pozisyonumuz yok gibi bir şeydi. Açıkçası bu akşam sahada Prandelli döneminden resitaller sunan bir Galatasaray vardı!
  Takımımız nedenini anlayamadığım bir şekilde, son 4-5 resmi karşılaşmadaki kazanma arzusundan, iştahından oldukça uzaktı bugün. Bunun böyle olmasını Hamza Hoca mı istedi, yoksa oyuncuların mı sahada bir şeyler yapmaya isteği yoktu, o kısmı bilemeyeceğim.
  Henüz 19.dakikasında öne geçtiğiniz bir karşılaşmada rakip kim olursa olsun, 70-75 dakika skoru korumaya oynarsanız siz, o maçı kazanma ihtimaliniz %10’lara iner. Çünkü yüklenmediğiniz, rakip üzerinde baskı kurmadığınız her an sizin için gol yeme tehdidi arz eder! İşte bugün de tam olarak böyle oldu. Emre Çolakla bulduğu golün üzerine yatarak 90 dakikayı bitirmeye çalışan takımımızın, özellkle ikinci 45 dakikada Gençlerbirliği’nin sağlı sollu ataklarla kalemize yüklendiği oyun  şeklinde beraberlik golünü yemesi kaçınılımaz sondu! Tabi oyuncu değişikliklerinde geç kalan, bu da yetmezmiş gibi yanlış tercihler yapan Hamza Hoca’da bir anlamda rakibin ekmeğine yağ sürmüş oldu!
   Kimseler kusura bakmasın, Ziraat Türkiye Kupası maçlarında 2.lig ekiplerine karşı yıldızlaşması, bir futbolcuyu büyük takım oyuncusu yapmaz. İsmini vermeyeyim, siz kim olduğunu anlamışsınızdır. Ki bugün oyuna dahil olduktan sonra takımı adına tek bir olumlu hareket dahi yapamadı bu arkadaş. Hatta 1-2 pozisyonda da neredeyse golden etti bizi! Yanlış anlaşılmasın, niyetim kaybedilen 2 puanı birilerine mal etmek değil kesinlikle. Sadece bu formanın bir ağırlığı olduğu ve her önüne gelene giydirilmemesi gerektiği noktasındayım ben.
  Toparlamak gerekirse, bugün yediği beraberlik golüne kadar hiçbir şekilde maçı istemeyen, galibiyet için hiçbir şey ortaya koymayan takımımız, bunun bedelini belki de sezonun en kritik maçlarından birinde 2 puan bırakarak ödemiştir. Bu sonuçtan sonra gelecek haftaki Beşiktaş karşılaşmasını kazanmaktan başka alternatif kalmadı bizim için. Çünkü Beşiktaş’ın Konya Torku’dan alacağı muhtemel galibiyetten sonra gelecek hafta onlara kaybetmemiz demek, bir anlamda şampiyonluk yarışının büyük ölçüde dışında kalmak demektir. Bu yüzden de bu akşam alınan neticenin ufak bir iş kazası olduğunu ispatlamak için Hamza Hamzaoğlu ve öğrencileri gelecek hafta, bugün sahaya koymadıkları kazanma arzusunu ve isteğini fazlasıyla göstermek zorundalar…

                                                                   e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR 

23 Aralık 2014 Salı

As, Yedek Farketmiyor

  Öyle bir hava yakaladık ki takım olarak, gelene 3 gidene 5 atıyoruz. Belki hala 2-3 sezon öncesinin yani Fatih Terim döneminin futbolunu oynamıyoruz. Ancak gidişatın bir hayli pozitif olduğu da ortada. Sözün özü, ilerisi için iyi sinyaller veren, taraftarını yeniden geleceğe umutla baktıran bir Galatasaray çıkardı ortaya Hamza Hoca.
  Bugün Diyarbakır Büyükşehir Belediye karşısında aslarından tamamen uzak olarak çıktı takımımız sahaya. Belli ki Hamza Hoca kupa maçlarının en azından bu grup aşamalarını, lig maçlarında fazla forma şansı veremediği oyuncularla tamamlayacak. Ki, bazı isimlerin kendilerini gösterebilmeleri için de oldukça iyi bir fırsat bence. Örneğin, Yasin Öztekin 2 hafta öncesine kadar devre arasında kiralanacaklar listesindeydi ancak Balçova Yaşamspor maçında ortaya koyduğu performans, hakkındaki görüşlerin değişmesine ve en azından sezon sonuna kadar takımda kalmasına vesile oldu. Aynı şekilde 2 kupa maçında 4 gol atan Goran Pandev’de Hamza Hoca’nın aklının bir köşesine yerleştirdi kendini.
  Karşılaşmanın ilk devresinde pek fazla hücum organizasyonunda bulunamadık aslında. Hatta bölüm bölüm rakibimizin kalemizde yarattığı tehlikeler de oldu. Ancak Bruma ve Pandev’in olaya ağırlıklarını koydukları tek pozisyon golü bulmamıza yetti. Bruma’nın müthiş ara pası, Pandev’in de kaleciden ustaca sıyrılıp topu boş filelere göndermesi takımımızı 1-0 öne geçirdi.
  Devre 1-0 bitecek derken bu sefer Diyarbakır Büyükşehir Belediye’nin golü geldi.  Savunmamızdan seken top bir anda 6 pas üzerinde Ertan’ın önünde kaldı, Ertan’da ayağına gelen bu fırsatu geri çevirmedi.
   İkinci 45 dakikada daha etkili, oyunda daha ağır basan bir Galatasaray izledik. Özellikle Bruma ve Olcan önderliğinde bir çok atak girişimimiz oldu. Ki, goller de bu oyuncuların katkılarıyla geldi.
   68.dakikada Bruma, 81’de Olcan, 86’da da Yekta attıkları gollerle Galatasaray’ı 3 farklı galibiyete taşıyan isimler oldular. Tabi es geçmeyelim, Olcan’ın golü her ne kadar jeneriklik bir gol gibi dursa da, şans ciddi anlamda bizimleydi. Çünkü Olcan çok net bir şekilde ceza sahasına orta yaptı orada. Ancak ne var ki, rüzgardan dönen top kaleye yöneldi ve çok şık bir gol oldu J
  Sonuç olarak, Ziraat Türkiye Kupası’nda 3’te 3 yapan ve bu 3 karşılaşmada toplam 17 gol atarak maç başına 5’in üzerinde bir gol ortalaması tutturan takımımızı bence tebrik etmek gerek. Kimseler bu turnuvayı da rakipleri de küçümsemesin bence. Çünkü Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor’un aldığı neticeler ortada. Dolayısıyla kupa maçlarını ciddiye alarak oynayan ve Galatasaray’a yakışır sonuçlar alan oyuncularımız kutlarım. Yarın, öbür gün lig maçlarında da forma şansı bulduklarında aynı performanslarını sahaya yansıtırlar umarım...

                                                         e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

21 Aralık 2014 Pazar

Azimle, İnatla 3 Puan!

  Açıkçası hafta boyunca Mersin İdman Yurdu karşılaşmasının bizim adımıza oldukça rahat geçeceğini,  muhtemelen de 2-3 farklı kolay bir galibiyet elde edeceğimizi düşündüm. Öyle ki, sayısı farketmeksizin seyirci desteğini de arkasına alacak takımımızın, bizlere son 4-5 karşılaşmada olduğu gibi yine keyifli bir maç izleteceği kanaatindeydim. Ancak gel gelelim, bu akşam hiç de benim beklediğim gibi bir senaryo yoktu ortada. Hatta oyunun bir çok anında ecel terleri döktük diyebilirim!
   Hamza Hoca hafta arası Balçova Yaşamspor’a 9 atan yedek ağırlı takımdan vazgeçerek aslarına dönüş yapmıştı. Ki mantıken öyle de olması gerekir. Ancak bazı oyuncularımız öylesine kötü performans sergilediler ki, ister istemez keşke Salı günkü takımdan birkaç kişi sahada olsaydık dedik. Mesela Emre Çolak oyunda kaldığı 45 boyunca takımı adına tek bir olumlu hareket yapmadı. Aynı şekilde 80 dakikadan fazla sahada kalan Sneijder’e de ben 30-35 dakika anca sabrederdim herhalde. Alex Telles’te özellikle ilk devrede çok fazla hata yaptı. Yediğimiz ilk golde yere düşüp rakibin önünü açması bunların en önemlisiydi!
  Aslına bakarsanız, ilk 45 dakikada Galatasaray’da kim iyiydi diye sorsalar, hiç kimseyi söyleyemem sanırım. Çünkü koca devre boyunca gözle görülür, elle tutulur bir şeyler yapabilen tek oyuncumuz dahi yoktu. Bu da skor tabelasına yansıdı zaten. Neredeyse kaleye şut atmadığımız devreyi, rakibin bize armağanı golü de olmasa 2-0 yenik tamamlayacaktık. Allah’tan Güven kendi ağlarına gönderdi de topu, en azından ikinci devre için umudumuz oldu.
  Devre arasında Hamza Hoca’nın yaptığı Emre-Hamit değişikliğini biraz anlamsız buldum ilk başta. Ancak dakikalar ilerledikçe bu değişikliğin takıma olumlu yansıdığımı gördüm.
  Oyuncularımız gününde olmadığı için ne ayağa pas yapabildik ne de rakip yarı alanda top tutabildik. Hatta sayısız pas hatası yaptık diyebilirim. İşte hal böyle olunca, en azından bir kanat oyuncusu sokar Hamza Hoca ve kanatlardan yüklenmeye çalışır diye düşünmüştüm. Ancak oyuna Hamit’in girmesi beklentilerimi karşılamadı. Fakat demin de söylediğim gibi sonra sonra bu değişikliğin ne kadar yerinde olduğunu gördük. Çünkü top özellikle orta alanda bizde daha çok kalmaya başladı.
   İkinci 45’te ilk yarıya oranla çok daha arzulu ve galibiyeti isteğini ciddi anlamda ortaya koyan bir Galatasaray vardı. Daha çok pozisyona girdik, rakip yarı alanda daha çok gözüktük. Ancak kendi kalemizde de net pozisyonlar verdik. Özellikle Hakan Balta ve Melo’nun 2 kritik müdahalesi var ki, belki de bu maçın bize dönmesindeki en büyük 2 etken!
  Belli ki, uzun zaman sonra yüksek tempoda maçlar oynayan takım biraz yorulmuş. Bunu bugün net bir şekilde gördük. Hamza Hoca döneminin şu ana kadar ki en etkisiz futboluydu çünkü özellikle ilk 45 dakika. Ama önemli değil. Sonuçta dünyadaki hiçbir takım her hafta aynı oyunu, aynı futbolu oynayamaz.
  Bizim adımıza oldukça zor geçen bu karşılaşmada hakem Fırat Aydınus’un rakibe tartışmalı bir penaltı çalıp, bizim 2’si net 3 penaltımızı es geçmesi de ayrı bir fiyaskoydu. Mersinli oyuncular 3 pozisyonda ceza sahası içinde voleybol oynadılar ancak Fırat Aydınus hepsine bir bahane uydurmayı başardı! Rakiplerimize komedi tadında penaltılar çalınan bu ligde bizim aynı karşılaşma içinde 3 penaltımızın güme gitmesinde ben art niyet ararım! Kimse kusura bakmasın ama bu sezon kimlere, hangi amaçla hizmet edildiği çok açık!
  Futbolda öyle günler ki, rakibin yanında başka şeyleri de yenmen gerekir. Hakemleri, rakip seyirciyi, saha dışı etkenleri… İşte bu akşam Mersin İdman Yurdu’yla beraber karşılaşmanın hakemi Fırat Aydınus’u da mağlup eden bir Galatasaray vardı ne mutlu ki.
  Sonuç itibariyle, 2 kez yenik duruma düştüğümüz, tabiri caizse ölüp ölüp dirildiğimiz bu zorlu karşılaşmayı bir şekilde kazanmamız çok ama çok önemli. Her zaman gününüzde olmayabilirsiniz. Her zaman çok iyi futbol  da oynamayabilirsiniz. Ancak kazanma isteğinizi ve oyunun hiçbir anında pes etmeyen yapınızı daima korumak zorundasınız. Çünkü büyük takım olmanın belki de ilk iki kuralı budur. Dolayısıyla bu akşam iyi oynayamasa da, son dönemde form yakalamış oyuncularından beklediği katkıyı alamasa da, 90 dakikanın hiçbir anında maçı bırakmayan ve kazanma arzusunu yitirmeyen oyuncularımızı kutluyorumve darısı gelecek haftalara diyorum.

                                                            e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

17 Aralık 2014 Çarşamba

Keyifler Yerinde

 Hamza Hoca’nın teknik direktörlüğe getirilişi, takımı her anlamda bambaşka biri kimliğe bürüdü şüphesiz. Bunu futboldan biraz olsun anlayan herkesin görebildiğine de eminim. Zaten kamuoyunun genel fikri de bu konudaki haklılığımı ortaya koyuyor.
  Prandelli'yle geçen kabus dolu günlerin ardından, son 3-4 maçta alınan güzel neticeler takımın üzerindeki kara bulutları dağıtmış gibi gözüküyor. Yani kriz ortamından en azından şimdilik kurtulmuş durumdayız. Aman Allah bozmasın!
  Dün akşam sezon başından bu yana fazla forma şansı bulamamış oyunculardan kurulu bir Galatasaray izledik. Ancak sağolsunlar, asları hiçbir şekilde aratmadılar. Tabi rakibin zayıflığı, aradaki seviye farkı ve kadro kalitesi skorborda net bir biçimde yansır diye düşünüyorduk karşılaşmadan önce. Ancak ne yalan söyleyeyim, bu kadarını da tahmin etmiyorduk.
  9-1’lik skorla kulüp tarihinin en farklı galibiyetlerinden birini elde eden takımımız, büyük bir özgüven kazandı. Prandelli döneminde 16 resmi maç oynayıp, bu maçlarda sadece 15 gol atabilen, yani maç başına 1 gol ortalaması dahi tutturamayan takımın, Hamza Hoca’yla beraber 5 maçta 21 gol atarak maç başına 4’ün üzerinde bir ortalama yakalaması nelerin değiştiğinin en güzel ispatı olsa gerek.
  Dün Pandev attığı 3 golle, Olcan olağanüstü golüyle, Yasin Öztekin yaptığı 4 asistle ve U21’in gol kralı Sinan Gümüş de A takım formasıyla çıktığı ilk resmi maçında golü bulmasıyla geceye damgalarını vuran isimler oldular.
  Tabi mütevazi kadrosu ve kısıtlı maddi olanaklarıyla özellikle ilk yarım saatte Galatasaray'la başa baş oynamaya çalışan Balçova Yaşamspor’lu oyuncuları tebrik etmek gerek. Ancak, yukarıda da belirtmiş olduğum gibi aralarında dağlar kadar fark olan iki takımın mücadelesinde ortaya böyle farklı skorların çıkması kaçınılmaz son.
  Toparlamak gerekirse, her hafta hatta her maç üzerine koyarak ilerleyen bir Galatasaray ve takıma mensup oyuncu topluluğu var ortada. Bu durumun en büyük nedeni Prandelli’yle yıldızları bir türlü barışmayan bazı futbolcularımızın Hamza Hoca’ya duyduğu saygı ve sevgi. Dolayısıyla futbol oynama iştahını ve arzusunu yeniden kazanmış, özgüveni de gittikçe yükselen oyuncularımızın elde kalmış 2 hedef olan lig ve kupada yollarına dolu dizgin devam edeceklerini düşünüyorum. Sözün özü, keyifler yerinde, güzel günler yakında sevgili Galatasaraylılar.

                                                     e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR 

13 Aralık 2014 Cumartesi

Alkışlar Hamza Hoca'ya

  Zararın neresinden dönülse kârdır demiş büyüklerimiz. Sanırım bizim için de öyle oldu. Gereksiz ve anlamsız Prandelli tercihi ile başlanan ve kulüp tarihin en başarısız neticelerinden birine doğru giden bu sezon, 3 hafta önce göreve Hamza Hoca’nın getirilmesiyle kurtarılmış oldu.
  Hamza Hoca’yla oynadığımız 4 resmi karşılaşmaya bakacak olursak, fark yediğimiz Arsenal maçı da dahil, her hafta üzerine biraz daha koyan, kendine güveni günden güne artan bir Galatasaray var ortada. Her şeyden önemlisi, oyuna yeniden hükmedebilen, sağlı sollu ataklar yapabilen, pozisyonlar üretebilen bir Galatasaray…
  Mesela Arsenal maçına bakalım, belki 4 yedik ama 5’de atabilirdik. En az rakibine verdiği kadar pozisyon bulan bir Galatasaray izledik o akşam. Ki maçın ardından da söylemiştim, bu sezon ilk kez 4 gollü bir mağlubiyetin ardından üzülmedik, başımızı öne eğmedik.
  Bugüne dönelim, Konya Torku oyuna yoğun bir baskıyla başladı ve ilk 10 dakikada adeta bizi kendi yarı alanımıza hapsetti. Hatta ne yalan söyleyeyim, o ilk 10 dakikanın ardından ben bile aklımdan ‘’Bunlar bizi yenerler’’ diye geçirdim. Ancak ne var ki dakikalar ilerledikçe ayağa pas yaparak önce o baskıyı kıran sonrasında da oyun üstünlüğünü ele almaya başlayan bir Galatasaray gördük. Bu bölümde Umut Bulutla golü de bulmamız iyiden iyiye rahatlattı bizi.
  Üzerinden çok geçmeden bu sefer Emre Çolak’ın müthiş golü geldi. Zaten o gol Konya Torku’yu moralman bitirdi. Çünkü iyi başladıkları ve yoğun taraftar desteği altında götürdükleri bu karşılaşmada kalelerinde peş peşe 2 gol görmeleri ister istemez tüm motivasyonlarını alt üst etti.
  2-0’dan sonra sahanın tek hakimi Galatasaray’dı. Özellikle rakip yarı alanda bol sayıda pas yapmaya çalışan takımımız, devrenin sonuna kadar oyunun kontrolünü elinde tuttu.
  Dakikalar 37’yi gösterirken az önce de söylemiş olduğum gibi moral-motivasyon eksikliği yaşamayan başlayan Konya Torkulu oyunculardan Hasan’ın hatalı geri pası Burak Yılmaz’ı bir anda kaleciyle karşı karşıya bıraktı. Kral’da düzgün bir vuruşla topu ağlara gönderdi.
  Devreyi 3 farkla tamamlamak ikinci 45’in bizim açımızdan bir formaliteye dönüşmesine neden oldu tabi. Öyle ki, ikinci yarının büyük bölümünü rölantide götürdü oyuncularımız. Yeniden vites arttırdığımız 5-10 dakikalık bir bölüm oldu sadece, onda da 2 gol daha bulduk. 57’de Burak Yılmaz, 62’de de Hamit Altıntop bu geceki 4 ve 5.gollerimizi kaydettiler.
   5-0’dan sonra ise hiçbir şey yapmadık diyebilirim. Sadece kalemizi savunduk. Atak yapmayı, farkı daha da arttırmayı hiç düşünmedik. Herhalde rakibe ve tribündeki yüksek sayıdaki taraftara ayıp olmasın diye düşündü Hamza Hoca ve talebeleri J
  Maçı kafamızda erken bitirmemizden faydalanan Konya Torkulu oyuncular, 65 dakika boyunca geliştiremedikleri atakları son 25 dakikaya sığdırdılar. Öyle ki, Hasan Kabze önderliğinde bir çok gol pozisyonu yakaladılar. Ancak farkı azaltacak gol ya da golleri bir türlü bulamadılar. Çünkü sahneye Muslera çıktı. Uzun süredir vasat ve altı maçlar çıkaran Muslera, bu akşam uzun bir aradan sonra günündeydi.
  Prandelli Kabusu’nun ardından Hamza Hoca önderliğinde yeniden ritmini bulmaya başlayan, yavaş yavaş eski günlerine dönüş sinyalleri veren takımımız, açıkçası beni çok mutlu ediyor. Öyle ki, uzun zaman sonra hafta sonlarını iple çeker oldum. Takımımız izleyenlere eskisi gibi keyif veriyor çünkü.  ‘’Acaba bu hafta ne yaparız?’’ diye insan heyecanla bekliyor. Şüphesiz 3 hafta gibi kısa bir sürede yaşanan bu denli değişim Hamza Hoca’nın başarısı. Dolayısıyla bir Galatasaraylı olarak bizlere yeniden hak ettiğimiz, layık olduğumuz seviyede bir Galatasaray izletmeye başladığı için kendisini önce alkışlıyor sonra da teşekkülerimi sunuyorum.

                                                                    e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

10 Aralık 2014 Çarşamba

Başarılar Gelir Geçer, ASALETİN Bize Yeter!

  Ne yazık ki 2014-2015 Şampiyonlar Ligi sezonu Galatasaray’ımız için çok büyük bir fiyaskoyla sonuçlanmıştır. Şüphesiz, kuralar çekildiğinde Arsenal ve Borussia Dortmund büyük çoğunluğun ilk 2 için favorisiydi. Ancak Galatasaray’ın onları zorlayabileceği, grubun en zayıf halkasının da Anderlecht olacağı tahmin edildi. Ne var ki ortaya çıkan tablo beklenildiği gibi olmadı. Değil Arsenal ve Dortmund’u zorlamak, grup 3.lüğü için Anderlecht’le bile yarışamadık…
  Ortada bir gerçek var ki, Galatasaray bu yıl Şampiyonlar Ligi’nde bugüne kadar ki en başarısız sezonunu geçirdi. Anderlecht’ten son saniye golüyle o beraberliği de koparmamış olsak, Fenerbahçe’nin rekoruna ortak olacaktık! Tabi bu başarısızlığın sorumluları kimlerdir ya da 2 sezondur gruplardan çıkan takım bu sezon neden böylesine başarısız olmuştur, bunları tartışmak yersiz artık. Yapılması gereken bu tablodan dersler çıkararak gelecek sezonlarda aynı hataları yapmanın önüne geçmek olmalıdır.
   Düne gelecek olursak, Hamza Hoca zaten karşılaşmadan 1 gün önce kadroyu açıklamıştı. Bende bu özgüveninden ve cesaretinden ötürü kendisini takdir ettim. Ancak dün resmi kadrolar servis edildiğinde ufak bir süprizle karşılaştık. Kalede Muslera yerine Sinan vardı çünkü. Tabi bu tercih bir çok spekülasyonu da beraberinde getirdi. Yok Muslera hafta sonu Selçukla tartışmış da ondan oynamamış. Yok efendim 2 gol daha yerse Şampiyonlar Ligi gruplarının en fazla gol yiyen kalecisi olacakmış da ondan oynamak istememiş vs vs. Gerçek, 90 dakikanın bitiminden günyüzüne çıktı. Sinan Bolat’ın sözleşmesindeki ‘’Ligin ilk devresinde en az 5 resmi maçta oynama’’ zorunluluğundan ötürü Hamza Hoca bizim için hiçbir anlamı olmayan bu formalite maçında böyle bir tercih yapmış. Açıkçası bunu çok fazla büyütmenin ya da olayı farklı noktalara çekmeye çalışmanın manası yok. Neticede Sinan Bolat’ta amatör kümeden falan gelmedi. CV’si ligimizdeki bir çok as kaleciden çok daha iyi.
    Bana sorarsanız ilk 45 dakikada iyi oynayan, ancak kalesinde haketmediği 3 gol göen bir Galatasaray vardı. Bunun böyle olmasının en büyük nedeni ise Arsenal’in gol vuruşlarında inanılmaz şanslı oluşu ve karşılaşmanın İspanyol hakemi Borbalan’ın skora direkt etki eden kararlarıydı!
   1-0’ken Burak Yılmaz’ın ve Alex Telles’in ceza sahası içinde düşürülüşlerine devam dedi mesela. İkisi de %100 penaltıydı! Aynı şekilde Arsenal’in 2.golünden önce Tarık’a yapılan hareket de bariz fauldü! Belli ki dün bir yerlerden ‘’Arsenal kazansın’’ şeklinde bir talimat gelmişti Borbalan’a!
  Tabi böylesine ağır bir mağlubiyeti sırf Arsenal’in futbol şansına ya da hakemin yanlı tutumuna bağlamak yanlış olur. Arsenal’in bizden daha iyi bir takım olduğu dün çok net bir şekilde görüldü. Onların yedekleri bile bizim birçok as oyuncumuzdan seviye olarak bir hayli üstün ne yazık ki… Aslında bu bile ülke futbolumuzun ne durumda olduğunun en güzel ispatı olsa gerek…
     Alex Telles ve Tarık Çamdal’ın bu seviye için yetersiz oldukları, Semih Kaya’nın süratli hücumculara karşı ne hallere düşebileceği, Sinan Bolat’ın muhtemelen uzun zamandır oynamamasından ötürü ciddi anlamda gerilediği ve Bruma’nın geniş alan bulamadığı takdirde sahada kaybolacağı gibi gerçekleri görmüş olduk en azından.
   Gecenin bizim adımıza tek tesellesi ise böylesine farklı mağlup olduğumuz bir karşılaşmada bile en azından ataklar yapıp sayısız gol pozisyonuna giriyor olabilmemizdir bence. Çünkü Prandelli’nin 4 yiyen Galatasaray’ı ile Hamza Hamzaoğlu’nun 4 yiyen Galatasaray’ı arasında ciddi farklar var.
   Hep anlatmak istediğim de buydu aslında. Bu takım yeri gelecek 4’te yiyecek, 5’te yiyecek. Avrupa Kupaları’nda her sezon başarılı da olmayacak. Ya da her maç şahane top oynamayacak. Ancak kötü oynadığında da, farklı mağlubiyetler yaşadığında da, yer aldığı bir organizasyonda başarısız olduğunda da ortaya koyması gereken bir ruhu, her şeye rağmen rakibe teslim olmayan bir yapısı olmak zorundadır. Tıpkı dün akşam olduğu gibi.
   İnanın bana bu sezon ilk defa 4 yerken içim cız etmedi. Çünkü maçın hiçbir anında ‘’Nasıl olur da Galatasaray böylesine aciz hallere düşer?’’ demedim, diyemedim. Önemli olan da bu sanırım. Çünkü her zaman söylediğimiz gibi ‘’Başarılar gelir geçer, ASALETİN bize yeter! Öyle şeyler yaşattın ki, uğrunda ÖLMEYE değer!’’
   Ne Şampiyonlar Ligi’nde başarısız bir sezon geçirmiş olması ne de 4-5 maçta farklı mağlubiyetler almış olması, Galatasaray’ın büyüklüğünden de marka değerinden de hiçbir şey eksiltmez. Eksilttiğini düşünenler de anca kendilerini kandırırlar!

                                                                e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

7 Aralık 2014 Pazar

Fark Ortada

  4 ay boyunca adeta haykırdım: Prandelli’nin bu takımın başında teknik direktör olarak sahaya çıkmadığı gün bambaşka bir Galatasaray izleyeceğiz diye. Bugün bakıyorum şimdi, futbolcular aynı futbolcular, stad aynı stad, taraftar aynı taraftar. Ortada ise 2 fark var: 1-Takımın başındaki teknik direktör 2-Ortaya konulan futbol.  Bu durumda sorun kimdeymiş peki?
  Kim gelirse gelsin Galatasaray’a en az bu kadar futbol oynatır diyordum, sizlerin de gördüğü üzere yerli hocalarımıza şans verildiği takdirde 2.sınıf yabancı antrenörlerden çok daha iyisini koyabiliyorlarmış  ortaya. Ben demiyorum ki Hamza Hoca’nın elinde sihirli değnek vardı da bir dokunuşuyla takımı bambaşka bir hale getirdi diye. Ya da kalkıp ‘’Bundan sonra bu takımı kimse tutamaz, uzak ara şampiyon olur.’’ gibi söylemlerde de bulunmuyorum. Zaten bulunsam bile pek gerçekçi olmaz. Henüz bu tarz şeyler söylemek için çok erken çünkü. Neyin ne olacağını zaman gösterecek. Ancak bir gerçek var ki, Galatasaray’da değişen bir şeyler var.
  Gerek Eskişehirsporla oynadığımız kupa maçında, gerekse de bu akşam, her şeyden önce özgüvenli oynayan oyunculardan kurulu bir Galatasaray vardı sahada. Bunun yanında oyunun hiçbir anında rakibe teslim olmayan, saha içinde ne yaptığını bilmez bir tavır sergilemeyen, koşan-basan-mücadele eden, topa sahip olan, pozisyonlara giren bir Galatasaray izledik her iki maçta da. Hem de çok uzun zaman sonra…
   Ben kendi adıma Hamza Hamzaoğlu’na en azından Galatasaraylı oyunculara üzerlerindeki formanın ağırlığını hatırlattığı ve onlara Venezia’da oynamadıklarını farkettirdiği için teşekkürlerimi sunmak istiyorum.
   Bu akşam 65 dakika boyunca oyunun her anlamda tek hakimi Galatasaray’dı. Özellikle ilk devrede çok arzulu bir futbol oynadık. Başta Selçuk olmak üzere hemen herkes bir şeyler yapmak için çırpınır vaziyetteydi.
   Her zaman son adam olarak oynayan Burak’ı, ofsayta düşmesini engellemek için 2.forvet gibi oynatmayı denedi Hamza Hoca. Açıkçası bu maç için bu taktik işe yaradı dersek yanlış olmaz. Çünkü Burak maç içerisinde hiç ofsayta düşmedi. Gollerini de attı. Üstüne üstlük oyunun bazı bölümlerinde gerek sırtı dönük pozisyonda alıp sakladığı toplarla gerekse de fuleli deparlarıyla oldukça etkili oldu.
   İlk 10-15 dakikada tutuk görünen Bruma, dakikalar ilerledikçe o tutukluğu attı üzerinden. Top kaybedişlerini azalttı, oyun içinde daha fazla gözükmeye, daha aktif rol almaya başladı. Hep söylediğimiz gibi, Bruma’yı kazanmak istiyorsak sürekli olarak oynatmak zorundayız. Prandelli’nin yaptığı gibi 5 maç 18’e almayıp 6.maç pat diye onbire koyarsanız, hem Bruma’yı bitirirsiniz hem de takımı 1 kişi eksik oynatırsınız!
   Melo’nun yokluğunda Emre Çolak orta sahada gayet iyi işler yaptı. Koştu, bastı, top çaldı, çaldığı topları iyi kullandı, savunmasına yardım etti. Kısacası tam bir orta saha oyuncusu gibi oynadı. Yine hep üzerinde durduğum gibi kapasitesi dahilinde oynadığı sürece (tıpkı bu akşam olduğu gibi) Emre’nin futbolculuğuna kimseler bir şey söyleyemez. Ancak kapasitesinin üzerine çıkmaya çalıştığında ne takıma bir faydası oluyor ne de kendine. ..
   Burak iyiydi, Umut iyiydi, Emre iyiydi, Bruma iyiydi, Telles iyiydi ama hepsinden başka oynayan birisi vardı. Bu yüzden de ona ayrı bir parantez açmak istedim. Tam 1 yıldır ortalarda görünmeyen, bu sezon artık taraftarın bile tüm sabrını tüketen ve bu doğrultuda tribünlerin istemediği adam haline gelen Selçuk İnan’a sormak isterim, aylardır nerelerdeydin sen diye? Hiç şüphesiz, başta ben olmak üzere hepimizin sahada görmek istediği Selçuk, bu akşam ki Selçuk işte. İnanın 90 dakikada kaç tane top kazandı sayamadım. Tahminim 10’un üzerindedir. Bunun yanında sahada basmadık yer bırakmadı. Aldığı topları hep tek seferde ayağından çıkardı. Mümkün olduğunca da geriye ya da yana oynamamaya çalıştı. Tıpkı Çarşamba’nın kopyası bir de frikik attı ancak bu sefer üst direkten geri döndü. Tamamlamak ise ekürisi Burak’a nasip oldu.
   Sonuç olarak, hiç tartışmasız bu sezonun en iyi futbolunu oynayan ve izleyenlere ilk kez keyif veren takımımız sahadan galibiyetle ayrılmasını bildi. Son 2 maçta ortaya koyduğumuz futbol ilerisi için umut verici. Umarım Hamza Hoca’yla bambaşka bir hava yakalayan takımımızın şu görüntüsü gelip geçici değildir ve sezon sonuna kadar üzerine koyarak devam eder. İşte o zaman sezonun en büyük hedefi olan 4.yıldızın takılması çok da zor olmayacaktır.

                                                       e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

3 Aralık 2014 Çarşamba

Hoşgeldin Hamza Hoca

 
  Başlangıçlar her zaman önemlidir. Nasıl başlarsanız öyle gider derler ya hani, mümkün olabilecek en iyi şekilde adım atmak bir şeylere, sonrası için umut-ümit kaynağı olur hep. Bu doğrultuda bugün ‘’Galatasaray Futbol Takımı Teknik Direktörü’’ ünvanıyla ilk kez Türk Telekom Arena’ya çıkan Hamza Hamzaoğlu’nun hakkını teslim etmemiz gerekir. Ne olursa olsun, daha göreve başlayalı 2 gün olmuş bir teknik adamın, henüz 4.dakikasında geriye düştüğü, son 35 dakikasını da 10 kişi oynamak zorunda kaldığı bir karşılaşmadan 4 gollü galibiyetle ayrılması takdir edilecek bir başarıdır.
   Hamza Hoca bugün Türkiye Kupası standartlarında en doğru onbir ve dizilişle başlamak istedi karşılaşmaya. Muslera, Sneijder ve Burak dışında aslardan kurulu, 4-4-2 düzenindeki Galatasaray Eskişehirspor önünde sahadaydı. Açıkçası uzun bir aradan sonra çift forvet oynayacak Galatasaray’ın neler yapacağını merak ettim.
  Karşılaşma başladı, yallah bismillah 1-0 geriye düştük! Serdar Özkan’ı ceza sahası sağ çaprazının 1 metre kadar dışında yere indirmemiz bize pahalıya patladı. Topun başına geçen Serdar mükemmel bir frikik golüyle takımını öne geçirdi.
   Neyse ki, golün şokunu çabuk attık üzerimizden. Sadece 1 dakika sonra Emre Çolak’ın ortasına rakip stoper Semih’in elle müdahelesinde karşılaşmanın hakemi Ali Palabıyık penaltı noktasını gösterdi. Tabi topun başına neden Selçuk değilde Pandev geçti hiçbirimiz anlamadık! Herhalde moral bulması içindi. Açıkçası Pandev’in penaltıyı kaçıracağından %90 emindim, o da sağolsun yanıltmadı beni!
   Yediğimiz golün ardından kaçan penaltı da takımı olumsuz yönde etkileyemedi. Zaten bu akşam Galatasaray’ı galibiyete götüren de yaşadığı olumsuzluklara rağmen moral bozmaması ve oyundan kopmaması oldu.
   15.dakikada bu kez biz tehlikeli bir noktadan serbest vuruş kazandık. Ceza sahası sol çaprazının 3 metre kadar dışından mükemmel bir plase gönderen Selçuk hem takımına beraberliği getirdi hem de özlediğimiz frikik gollerine bir yenisini eklemiş oldu.
   1-1’den sonra oyunun mutlak hakimi Galatasaray’dı. Hatta öyle ki, Pandev bile rakip savunmayı zorlamaya başladı. Nitekim bunun neticesinde 35.dakikada bir penaltı daha kazandık. Arka arkaya çalımlarla ceza sahasına giren Makedon yıldız yere indirilince Ali Palabıyık 2.kez penaltı noktasına gitti.  Neyse ki, bu sefer topun başına Selçuk geçti de kaleci Sinan’ı terse yatırarak takımını üstünlüğe taşıdı.
  2-1’den sonraki bölümde de girdiğimiz ancak yararlanamadığımız pozisyonlar vardı. Kalan 10 dakikada skor değişmeyince ilk devre 2-1’le geçilmiş oldu.
   İkinci yarıya Pandev-Bruma değişikliği ile başladı Hamza Hoca. Uzun süredir şans bulamayan Pandev iyi oynamaya başlamışken, üstelik çift forvetli sistem de işlerken hem Pandev’i kenara almak, hem de Prandelli’nin tek forvetli kısır dizilişine dönmek bana biraz yersiz ve anlamsız geldi!
   Nitekim 4-3-3 görünümlü 4-5-1’e geçer geçmez ilk yarının son yarım saatinde yakaladığımız üretkenlik ortadan kayboldu. Sağ kanatta Bruma, sol kanatta da Olcan pek fazla etkili olamadılar. Durum böyle olunca da rakip kaleye gitmekte ve pozisyonlar bulmakta zorlandık. Bu da yetmezmiş gibi Melo’nun atılması iyiden iyiyde ipleri Eskişehirspor’un eline geçirdi.
  Melo’nun bu sorumsuz ve vurdumduymaz hareketlerine artık bir dur demesi lazım! Şayet kendi bunu yapamıyorsa da başka birilerinin yapması lazım o zaman! Çünkü Melo’nun bu ciddiyetsizliği her seferinde takımı zora sokuyor, takıma zarar veriyor. Bugün de oyundan atılması neredeyse kazanacağımız maçtan 1 puanla ayrılmamıza neden olacaktı.
   10 kişi kalmamızın etkisiyle üzerimizde ciddi bir baskı kuran Eskişehirspor, 62.dakikada skoru yeniden eşitledi. Erkut’un ceza sahası sağ çaprazından yaptığı vuruşta Telles’e de çarpan top çıkarılması zor bir yere gidince durum 2-2 oldu.
   Tabi hem golün verdiği moral hem de rakibin 1 kişi eksik oynaması Eskişehirspor’a ciddi bir özgüven getirdi . Takımımız da rakibin üzerimizde kurduğu baskıyı bir türlü kıramayınca, oyun tamamen bizim yarı alanımızda oynanmaya başladı.
   Bugün başımızda Prandelli olsa 2-2’den sonra kesinlikle bu maçı kazanamazdık. Çünkü Prandelli hiçbir şekilde reaksiyon gösteremezdi. Hatta muhtemelen 80’e 85’e kadar oyuncu da değişmezdi. Fakat Hamza hoca ne yaptı? Üzerimize çok adamla gelen Eskişehir’in geride geniş alanlar bıraktığını gördü ve oyuna yedek kulübesindeki kontra atağa en uygun isim olan Yasin’i aldı. Zaten Yasin’in 60-70 metre sürüklediği 2 topla rakibin o bunaltıcı baskısını kırmayı başardık.
    83.dakikada sahneye Bruma çıktı. Oyuna girdiği andan itibaren neredeyse yokları oynayan yıldız adayımız bir göründü pir göründü! Sağ kanattan üste üste çalımlarla ceza sahasına giren Sabri’nin ortasında rakip savunmadan seken topa Selçuk çok sert vurdu ancak bir kez daha savunmadan dönen top Bruma’nın önünde kaldı. O da Sabri’ye nazire yaparcasına çalımlarla ceza sahasına girdi ve sol ayağıyla çok sert vurdu. Kaleci Sinan’ın müdahelesi topun ağlarla buluşmasını engellemeye yetmedi. Yeniden öndeydik.
   Bruma’nın golü oyundaki moral üstünlüğünü bu kez bizim lehimize döndürdü. Öyle ki, 10 kişilik takım yeri geldiğinde 3-4 adamla pres yapmaya başladı. Tabi bu durum tribünlerden bir hayli alkış aldı.
  Gecenin son sözünü ise Umut Bulut söyledi. 90.dakikada Emre Çolak’ın pasıyla ceza sahasına girdi, Bruma’nınkine benzer sert bir vuruşla topu filelere gönderdi. Bu da gecenin 5.güzel golü oldu.
  Evet, en başta da söylemiş olduğum gibi daha 2 gün önce mesaiye başlayan, ilk maçının henüz 4.dakikasında takımı yenik duruma düşen hemen akabinde penaltı kaçıran, 2.yarının çok büyük kısmını 1 kişi eksik oynamak zorunda kalan ve oyuncuları 2-2’den sonra bile pes etmeyip 4-2’yi bulan Hamza Hoca bence alkışı hak etti bu akşam. Tamam belki yine çok iyi oynamadık, tamam belki yine çok fazla ayağa pas yapamadık ancak en azından sahada mücadele ettik. En azından yaşadığımız her olumsuzluğa bir reaksiyon gösterdik. Oyuncularımız maçın hiçbir anında umutsuzluğa kapılmadılar, rakibe teslim olmadılar. Yani uzun bir aradan sonra sahada ‘’Galatasaray ruhu’’ vardı bugün. Ve inanıyorum ki haftalar ilerledikçe çok daha iyiye giden, üzerine koyarak devam eden bir Galatasaray göreceğiz. Son olarak şunu sormak istiyorum, sizce Prandelli’nin Galatasaray’ının bugünkü Eskişehirspor’a ya da bir başka rakibe bir maç içinde 4 gol atabilme şansı var mıydı? Bence böyle bir olasılık ihtimaller dahilinde bile yoktu…  

                                                   e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

30 Kasım 2014 Pazar

Venezia Havası'ndan Kurtuluş!

   Bugün muhtemelen başta ben olmak üzere Galatasaray’a canı gönülden bağlı olan milyonlar için en mutlu günlerden biri. Niye mi? Çünkü 4,5 aylık Prandelli kabusundan fiilen kurtulduğumuz gün bugün. Takımın aylar sonra Prandelli’siz sahaya çıktığı ilk maç bir başka deyişle. Dolayısıyla da mutluyuz, huzurluyuz.
  Cladiuo Taffarel yönetiminde, Salı günkü Anderlecht karşılaşmasından tek bir değişiklikle ( o da mecburi ) sahaya çıkan takımımızın neler yapacağı merak konusuydu şüphesiz. Eğer bu akşam da kötü futbol sergilenir ve buna paralel olarak kötü bir sonuç elde edilirse, medyanın büyük bir kısmı ‘’Prandelli’yi yolladınız ama demek ki suçlu o değilmiş’’ tezi üzerinden vurmaya çalışacaktı Galatasarayımız’ı. O yüzden de bu takımı buralara getiren yegane suçlunun Cesare Prandelli olduğunu herkeslere ispat etme zorunluluğu hissettmiştir elbet tüm oyuncularımız.
   İlk 45 dakikada dengeli bir oyun izledik. İki takım da bölüm bölüm top hakimiyetini elinde tuttu. Ancak ne var ki, net pozisyonlar bulan taraf bizdik. Özellikle Sneijder’in 5 metreden üst direğe nişanladığı bir top vardı ki, kaçırmak atmaktan daha zor… Ancak şunu da belirtmek isterim, bazı oyuncularımızın 45 dakikalık performansları gerçekten çok kötüydü. Artık alışılageldiği üzere Selçuk, Hamit ve Bruma ilk aklıma gelenler! Tabi durum böyle olunca golü de bulamadık ve devre 0-0’lık eşitlikle geçildi. İkinci devrede ise işin rengi bir hayli değişti. Sahada uzun zamandır göremediğimiz bir Galatasaray vardı. Belki yine çok yüksek seviyelere çıkamadık ama en azından iyi sinyaller veren, pozitif görüntü sergileyen, oyuna hükmeden,  pozisyonlar bulabilen bir Galatasaray izledik. Açıkçası çok uzun zamandır üzerine böylesine olumlu şeyler söyleyebileceğimiz bir maçımız olmamıştı…
  Sneijder ve Burakla bir çok pozisyondan yararlanamayan takımımız, nihayet 89.dakikada zor da olsa üstünlük sayısını buldu. Hamit’in yaklaşık 45 metreden kullandığı serbest vuruşta, iki sezon önceki Mersin İdman Yurdu maçındakine benzer ortasında kaleci Karcemarskas’tan seken topa iyi yükselen Burak, kale içindeki Gilles Binya’ya rağmen topu ağlarla buluşturmayı başardı ve takımına belki de altın değerinde 3 puan kazandırmış oldu. Çünkü oldukça çalkantılı günler geçirdiğimiz şu süreçte, sahaya da vekil hocayla çıkmışken Antep gibi zorlu bir deplasmandan 3 puanla dönebilmek gerçekten çok önemliydi.
  Evet, bu hafta Galatasaray ve Galatasaraylılar için oldukça yoğun geçti şüphesiz. Ancak ne var ki, alınan kararlar ve bunların icraata dökülmesi, takımımızın geleceğini kurtarmak adına çok doğru hamlelerdi bence. Şükürler olsun ki, Prandelli'den ve bizi içine soktuğu Venezia ha
vasından kurtulduk! Şimdi Pazartesi gününden itibaran Florya’da yeni bir dönem başlıyor. Hamza Hamzaoğlu yönetiminde yepyeni bir Galatasaray izleyeceğiz. Prandelli’yle geçen eziyet dolu günlerin ardından, 109 yıllık tarihimizin hiçbir döneminde görmediğimiz kadar hezimet gördükten sonra herşeyin çok güzel olması ve tekrardan izleyenlere keyif veren, mutlu eden bir Galatasaray sunulması en büyük temennimiz, en büyük dileğimiz. Umarım, Florya’da yeniden huzur sağlanır, takım ruhu yakalanır ve oyuncular kendilerine olan özgüvenlerini geri kazanır da saymış olduğum güzellikleri hep birlikte yaşar, Galatasaray’ı tekrardan zirvede görürüz…

                                                                    e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR 

27 Kasım 2014 Perşembe

Arrivederci Prandelli!!!

 Öncelikle şunu belirteyim, yazımı özellikle dün akşam yazmadım. Bilinçli olarak bekledim yani. Çünkü 90 dakikanın üçte ikisinde yine futbol adına hiçbir şey ortaya koyamayan Galatasaray’ın, bundan sonra yoluna Prandellisiz devam edeceğinden artık 5 yaşındaki çocuklar bile emin olmuştu bugün itibariyle.
  Şu an ki görüntüde %99.9 Prandelli’yle yollar ayrıldı. Yani bir son dakika süprizi yaşamazsak eğer yakın gelecekte Galatasaray’ın teknik direktörü Cesare Prandelli olmayacak. Zaten haftalar öncesinde alınması gereken bir karardı bu. Daha Fenerbahçe’ye kaybettiğimiz Süper Kupa Finali’nin ardından ‘’Bu iş bu Prandelli’yle olmaz.’' dediğimde ciddi bir tepkiye maruz kalmıştım. Ancak Rijkaard’da, Hagi’de, Mancini’de olduğu gibi yine zaman içersinde haklı çıkan ben oldum ne yazık ki…
  Geride kalan 4 aylık Galatasaray serüveninde defalarce kez takımımızı rezil etmiştir Prandelli! Üzerine basa basa söylüyorum, Prandelli Galatasaray’ı küçük düşürmüş, prestijini zedelemiş ve 109 yıllık şanlı tarihimize kara lekeler sürmüştür! Böylesine basiretsiz, aciz ve beceriksiz bir teknik direktöre 4 ay boyunca tahammül eden 2 yönetim kurulu da bu ciddi ayıba ortak olmuşlardır!
   1993-94 sezonundan beri Şampiyonlar Ligi’nde düzenli olarak boy gösteren ve hali hazırda bu organizasyonda en çok yer alan ekiplerden biri olan Galatasaray’ın, arka arkaya bu kadar ağır mağlubiyetler aldığı ve turnuvanın en zayıf halkası olarak gösterildiği bir başka sezon kesinlikle hatırlamıyorum. Öyle bir sezon yok da zaten! Eğer son maça da Prandelli yönetiminde çıksak, muhtemelen grubu 1 puanla tamamlayıp, bugüne kadar ki en kötü Şampiyonlar Ligi grup performansımızı sergilemiş olacaktık. Gerçi yeni gelecek hocayla da Arsenal karşısında favori olmayacağımız bir gerçek…
   Dün akşam sahaya çıkan onbiri kim yaptı bilmiyorum ama Prandelli’nin yapmadığı çok belliydi. Çünkü geldiği günden bu yana birkaç maç dışında yüzüne bakmadığı Telles’e ve ilk 2-3 haftadan sonra kafasında sildiği Bruma’ya böylesine önemli bir maçta şans vermek isteyeceğine kesinlikle inanmıyorum ben.
   Takım kendine olan özgüvenini ve saha içindeki ruhunu öylesine yitirmiş ki, sahaya çıkan doğru onbir bile bir şeylerin değişmesine yetemedi. 45-65 arasındaki 20 dakikalık bölüm dışında oyuna ağırlığımızı koyup rakip üzerinde baskı kurabildiğimiz bir bölüm kesinlikle olmadı. Düşünün, Galatasaray Avrupa arenası’nda yoluna devam edebilmek adına final maçına çıkıyor ancak oyunun 20 dakikası hariç her anlamda rakibine eziliyor. Üstelik ezildiği rakip 18-20’lik gençlerden kurulu, kendi liginde zor günler geçiren, tecrübesiz Anderlecht… Oyuncuların maddi değerlerini karşılaştırsak Galatasaray Anderlecht’i kaça katlar inanın çok merak ediyorum. Ancak Prandelli öylesine aciz, öylesine beceriksiz ki, takımı böylesine mütevazi bir ekibe karşı bile hiçbir varlık gösteremedi!
   Selçuk’a 80 dakika sabretti mesela. Öyle ki, Selçuk kendi bile bir noktadan sonra sahada olmak istemedi. Baktı ki hocanın bir şey yapmaya niyeti yok, bile bile kendini oyundan attırdı. Galatasaray kaptanının bu kadar vurdumduymaz olmaya ve böylesine önemli bir karşılaşmanın en kritik anlarında arkadaşlarını ‘’satmaya’’ hiçbir şekilde hakkı olamaz! O formanın ağırlığının ve değerinin farkında olamayan arkadaşlara bazı şeylerin hatırlatılması, hatta gerekirse gözlerinin içine sokulması farz olmuştur artık!
   Mağlup götürdüğü karşılaşmada, hele hele rakip üzerinde baskı kurup pozisyonlar bulmaya başladığı bölümde dahi, Umut Bulut’u da oyuna alıp golcüleri çoğaltmayı hiçbir şekilde düşünmeyip ancak rakip bu baskıyı kırarak üzerimize gelmeye başladığı anlarda Umut Bulut’a sığınan, sahada yokları oynayan Selçuk’a kendini attırana kadar tahammül eden, takımın en temposuz oyuncusu, el freni Hamit’e 90 dakikayı tamamlatıp,sahadaki tek süratli ismimiz Bruma’yı kenara alan, 2-0 geriye düştükten sonra da 89.dakikada ‘’Haydi oğlum gir bu maçı kurtar’’ dercesine sezon başından beri 1 dakika bile şans tanımadığu Furkan Özçal’ı oyuna alan Prandelli, Galatasaray’ı kafasında bitirdiğini ve asıl amacının kendini kovdurup alacağı milyon eurolar’ın üzerine konmak olduğunu gözler önüne sermiştir! Ne diyeyim, az önce de belirtmiş olduğum gibi kendisine bu rahatlığı, bu ortamı sunanlar utansın!
  Evet bazen işler yolunda gitmeyebilir. Her sezon başarılı da olamazsınız. Bu takımın Tromso’ya, Karpaty Lviv’e elendiği günleri de gördük biz. Aynı şekilde Chelsea’dan 5, Real Madrid’den 6 yediği maçları da. Ancak ne var ki, hepsinde sahada bir duruşumuz, geriye düştüğümüzde maçı çevirmek için çabalayan bir ‘’karakterimiz’’ vardı. Bir direncimiz, bir takım ruhumuz vardı. Fakat, Prandelli bunların hepsini 4 ay gibi bir sürede yerle bir etti! Yetmedi, oyuncuların kendine olan özgüvenlerini kaybettirdi! Yetmedi, takımdaşlık havasını yok etti! Yetmedi, oyuncularını taraftarın önüne attı! Yetmedi, seyirciyi takımına küstürdü! Maalesef, saymış olduğum bunca olumsuz şeyi ve saymadığım daha nicelerini Prandelli bizlere armağan etti! Şimdi alsın o uzun zamandır hayalini kurduğu milyonları, ondan sonra paşa paşa memleketinin yolunu tutsun. Tabi o milyonların her ay banka hesabına yatmasını istiyorsa, 2 yıl işsiz kalmayı da göze almak zorunda. Gerçi, kendisine güvenip de Serie A’dan takım teslim edecek bir başkan var mıdır, ona da pek ihtimal vermiyorum…
  Bundan sonraki süreçte bizden uzak, Allah’a yakın olman dileğiyle Galatasaray Tarihi’nin en kötü teknik direktörü Sinyor Prandelli!!!

                                                               e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

23 Kasım 2014 Pazar

Öyle Şeyler Yaşattın Ki...

 
 Sanki dün gibi… ‘’İmparator’’ Fatih Terim, lider Beşiktaş’ı 50 bini aşkın taraftarının önünde devirmiş olmanın verdiği moral ve mutlulukla, başına geleceklerden habersiz bir şekilde, takımını hafta sonu oynanacak Rizespor müsabakasına hazırlarken bir anda televizyonda geçen alt yazı ile görevine son verildiğini öğreniyor... Hoca şokta, taraftar şokta… Yüreği buruk bir şekilde Florya’yı terkedip evinin yolunu tutan ‘’İmparator’’a kapısının önündeki binlerce taraftarı ise şu dizelerle sesleniyor: ‘’Başarılar gelir- geçer, asaletin biz yeter. Öyle şeyler yaşattın ki, uğrunda ölmeye değer!’’ Bunları niye anlattım, tekrar tekrar niye Fatih Hoca’ya olan sonsuz sevgimi vurguladım diye merak edenler olacaktır şüphesiz. Hemen izah edeyim; Cesare Prandelli de geride kalan 4 aylık Galatasaray macerasında öyle şeyler yaşattı ki bizlere, tek fark bu sefer değil uğrunda ölmeye, kendisi için tek bir güzel söz söylemeye dahi değmez!
  Mancini bu takımı 1 seviyeye aşağıya indirmişti, Prandelli ise resmen dibe vurdurdu! Kendisinden sonra göreve gelecek arkadaşa cidden acıyorum. Çünkü bu şahsa tahammül edilen, sabredilen her hafta Galatasaray’ı uçurumun kıyısına bir adım daha yaklaştırıyor. Ve bu şekilde devam edildiği takdirde bir sonraki antrenörümüz bir enkaz devralmış olacak. Tıpkı 2011 yazında Fatih Hoca’nın aldığı gibi…
   İnanın bana 20 yılı aşkın zamandır futbol seyrederim, bu kadar futboldan anlamaz, bu kadar futbolu bilmez, bu kadar takım yönetmekten, takıma hükmetmekten aciz bir teknik direktör asla ve asla görmedim! Özellikle uğraşsalar bundan daha kötüsünü bulamazlardı herhalde Ünal Aysal ve yandaşları! Zaten kulübe verdiği zarar bini geçen Aysal’ın giderayak son hediyesi de bu oldu bize! Ancak ne var ki, hala kendisine sabredilmesi gerektiğini savunan, sürekli olarak arkasında olduklarını yineleyen, sezon sonuna kadar mutlak suretle yola kendisiyle devam edeceklerini söyleyen başta Abdurrahim Albayrak olmak üzere Duygun Yarsuvat yönetimi de beni ciddi anlamda hayrete düşürmektedir!
   Bugün sahaya çıkardığı onbir, Prandelli’nin herkeslere ‘’Aslolan Fenerbahçe’dir’’ mesajı vermek istemesidir sanki. İster saçma deyin, ister komik deyin ancak Galatasaray’ın bu akşam böylesine önemli bir maçta sahaya çıktığı bu onbiri başka hiçbir şekilde hiçbir nedenle açıklayamazsınız bana!
  Eldeki en kaliteli ve en değerli oyuncun Sneijder’i, Trabzonspor’a karşı oynatmamak hangi kaprisin ya da hangi lüksün ürünüdür? Bu takımın 5-6 tane bir maçın kaderini değiştirebilecek potansiyele sahip oyuncusu var da bizim mi haberimiz yok? Kusura bakma Prandelli efendi ama senin elindeki saha içersinde ekstradan bir şeyler yapabilecek tek oyuncu Sneijder ise şayet, değil 80, gerekirse 180 maç da arka arkaya oynatmaya mecbursun, mahkumsun sen o adamı!  Bunun en güzel örneği de bir gece evvel Kızılyıldızla oynadığımız Euroleague maçında uzatmalarla beraber 50 dakika aralıksız sahada kalan 35’lik Carlos Arroyo’dur. Eminim Ergin Ataman ‘a bile versek şu takımı Prandelli’den çok daha iyi yönetir!
  Kime neyi anlatıyorsun sen? Karşındakileri aptal mı zannediyorsun? Bari delikanlı ol da, çık harbi harbi ‘’Ben Sneijder’in büyüklüğünü, isminin büyüklüğünü hazmedemiyorum, onun benden daha büyük oluşunu çekemiyorum ve bu doğrultuda da kendisini yok etmek için elimden gelen her şeyi yapıyorum.’’ de. Ama nerde sende o cesaret! Nerde sende o yürek!
  Bugüne kadar hiçbir futbolcumuz, antrenörümüz ya da yönetcimiz için böyle sözler kullanmadım. Hatta kendisini sürekli eleştirmeme rağmen Prandelli’nin beyefendi bir insan olduğunu düşünmüştüm hep. Ancak bu akşam olup bitenler, Prandelli’nin adamlığından ciddi anlamda şüphe duymama neden olmuştur!
  Bugün Galatasaray Takımı 8 maç sonra Trabzonspor’a yenildiyse, Trabzonspor 14 maç aradan sonra derbi kazandıysa, hepsinden de önemlisi bu son 14 derbide sadece 4 gol atabilmiş Trabzonspor bugün Galatasaray’a karşı sayısız pozisyona girip 3 farkı yakaladıysa, bunun tek sorumlusu hiç tartışmasız Cesare Prandelli’dir!
  Haftalardır tel tel dökülen Selçuk-Burak ikilisini kazanmaya uğraşırken Sneijder’i bilinçli olarak kaybetmeya çalışan, Bruma’yı bitiren, Alex Telles’i bitiren, Tarık Çamdal’ı unutan, son haftalarda bir ağzıyla kuş tutmadığı kalan Umut Bulut’u her şekilde kulübeye mahkum eden bu zatı muhtereme daha ne kadar müsamaha gösterilecek? Sabredilecekse hangi kredisinden ötürü sabredilecek? Açalım Galatasaray’ın tarihini inceleyelim, en kötü gittiği sezonlarda bile 2-3 ay içinde bu kadar çok farklı mağlubiyet almış mıdır acaba? Kalıbımı basarım, böyle bir veriye rastlanmaz! Gerek lig de, gerekse de Avrupa’da bu kadar kötü averaja düştüğümüz bir başka sezonu hiçbir şekilde hatırlamıyorum ben.
  İddia ediyorum, bu Galatasaray bu Prandelli’yle Çarşamba günü Anderlecht’e de mağlup olur, gelecek hafta Gaziantep’e de… Hee inşallah yanılırım ama böyle bir tablo ortaya çıktığı vakit, Abdurrahim Albayrak ve arkadaşları hala Prandelli’nin arkasında durabilecekler mi bakalım???

                                                      e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

9 Kasım 2014 Pazar

Dönüş Bileti Ertelendi

  Sanırım futbolla ve Galatasarayla biraz olsun ilgisi, alakası olan hemen herkes Prandelli’nin Türkiye serüveninin çok uzun sürmeyeceğinin bilincindedir. Ama 3 hafta sonra, ama 5 hafta sonra Prandelli ile yolların ayrılacağı kesin. İşte bende diyorum ki, madem böyle bir gerçekle karşı karşıyayız, çok fazla geç kalınmadan alınsın bu karar. Alınsın ki, Avrupa’ya erkenden havlu attığımız şu sezonda en azından lig şampiyonluğunu da Fenerbahçe ya da Beşiktaş'a kaptırmayalım.
   Bu akşam Karabükspor karşısında sahaya çıkardığı onbir, Prandelli’nin ‘’Benim seviyem Venezia, benim seviyem Bari’’ diye herkeslere haykırışıdır artık. Başka bir ifadeyle ‘’Galatasaray bana 2 beden büyük ya da ben Galatasaray’a 2 beden küçüğüm’’ demektir alenen.
   Lig şampiyonluğunun en büyük favorilerinden, sezona mutlak 4.yıldız parolasıyla başlayan hatta Prandelli’ye göre lig şampiyonluğunun Şampiyonlar Ligi’nden bile çok daha önemli olduğu! sezonda Karabükspor karşısına bu kadar defansif bir kadroyla çıkıyorsa Galatasaray, bu başındaki antrenörün korkağın teki olduğunu gösterir sadece!
   Alex Telles ve Tarık gibi dinamik ve genç 2 oyuncu varken elinde, hele hele bir de bu oyunculara dünya kadar bonservis bedelleri ödenmişken hala ahı gitmiş vahı gitmiş Hakan Balta’yı oynatan, Ptt 1.Lig’de bile hemen her takımda rahatlıkla benzerlerini bulabileceğimiz estetik yoksunu Dzemaili’den bir türlü vazgeçemeyen,  tek santrafor oynayıp Galatasaray’ın gol yükünü çekmesinin imkansız olduğunu artık 5 yaşındaki çocukların bile anladığı Burak’ı hala bu düzende oynatan, Bruma gibi büyük umutlarla alınmış bir yıldız adayını ne hikmetse hiçbir şekilde düşünmeyen bir teknik direktörle Galatasaray takımı ne kadar yol kat edebilir, bunu ciddi ciddi düşünmesi lazım başımızdaki kişilerin.
   Galatasaray kağıt üstünde ligde iyi gidiyor gibi gözükebilir, maçları bir şekilde kazanıyor da olabilir ancak futbol oynamadan, mücadele etmeden bu galibiyetler ne kadar daha devam eder? İlla ki bir noktadan sonra tıkanmaya başlayacaktır bazı şeyler. O zaman da tren çoktan kaçmış olacak...
   Şurada 1 yıl öncesine kadar rakiplerin korkulu rüyası haline gelmiş, gerek lig gerekse de Avrupa'da ihtişamlı bir hava yakalamış takımımızın, şimdilerde hasbel kader aldığı galibiyetlerle haftaları geçmesi bir taraftar olarak beni zerre kadar memnun etmiyor. Ki eminim, renkdaşlarımın %90’ı da bu konuda benimle hemfikirdir.
   Bu arada değinmek istediğim bir başka konu var, o da kaleci Muslera’yla alakalı. Sezon başında Chedjou ile beraber takımın iyi gözüken 2 isminden biriydi. Ancak günden güne o da takıma uyum sağladı sanki ve ciddi bir düşüş yaşamaya başladı. Özellikle son 3-4 maçımıza bakın, yediği gollerin çoğu kurtarılabilir toplar. Hele bir yan top zafiyeti var ki, evlere şenlik... Gerek Salı günkü Dortmund maçında, gerekse de bu akşam Karabük karşısında 1 tane yan topa dahi çıkamadı. Üstüne üstlük bu yüzden kalemizde gördüğümüz goller de cabası... Kimse kusura bakmasın ama Galatasaray’ın kalesini koruyorsan, takımının kötü olduğu günde icabında sen çıkıp aldıracaksın o maçı! Yeri gelecek hiç bir şey oynamayan takım senin sayende 3 puan kazanacak. Ancak geldiği günden bu yana Muslera’dan böyle bir performans göremedik ne yazık ki… Umarım ilerleyen haftalarda daha iyi olur. Yoksa şu haliyle oynaması Sinan Bolat’a yazık.
  Toparlamak gerekirse, bugün yine kazanan ama ilerisi için umut vermeyen bir Galatasaray vardı. Prandelli sürekli olarak ‘’Gelişim gösteriyoruz’’ desede kendini kandırdığı ortada. Dolayısıyla her ne kadar Duygun Yarsuvat ‘’Hocamızla sezon sonuna kadar devam edeceğiz’’ diyor olsa da, bu işin bu şekilde yürümeyeceğinin ve Prandelli’nin gidici olduğunun o da farkında bence. Bu akşam kazanılan 3 puan ise Galatasaray için pek bir şey ifade etmez. Sadece Prandelli’nin İtalya’ya gidiş biletini en azından bir 15 gün daha erteledi o kadar.

                                                              e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

5 Kasım 2014 Çarşamba

Haram, Zehir, Zıkkım Olsun İnşallah!!!

  Hiç lafı dolandırmaya, eveleyip gevelemeye, üslubu da yumuşatamaya çalışmaya falan gerek yok. Aylardır efendiliğimi bozmadan tenkit ettiğim Prandelli’ye bu akşam hakettiği dilden zerzenişte bulunacağım. Daha önce de söylemiş olduğum gibi %99,9 psikolojik sorunları olan bu şahsiyetin, Galatasaray Futbol Takımı’nın başında ‘’teknik direktör’’ sıfatıyla sahaya çıktığı her karşılaşma bu kulübün 25-30 milyon taraftarına yapılan büyük bir saygısızlık, terbiyesizliktir!
   Kuruluş amacı yabancı takımları yenmek olan, anlı-şanlı tarihinin her sayfası avrupa kupalarında elde ettiği zaferlerle, dünya devlerini dize getirdiği destanlarla dolu olan kulübümüzün, İtalya’nın küme düşmemeye oynayan takımlarını çalıştırabilecek kapasitedeki bu şahsiyete emanet edilmesi, bahsettiğim o görkemli ve karakterli tarihimize sürülmüş kara bir lekedir!
  Tromso’lara, Karpaty Lviv’lere elenirken bile sahada bir futbol karakteri,  bir duruşu olan, asalet dolu Galatasarayımız’ın mağlubiyetleri bu kadar kolay kabullendiği, gelenin gidenin 4 vurduğu bir basiretsizler topluluğu olmayı makul karşıladığı bir dönem kesinlikle ve kesinlikle hatırlamıyorum! Zaten böyle bir şeyin olması da imkansız!
  Bu akşam gerek sahaya çıkardığı onbirle, gerekse de arka arkaya yediği gollere rağmen 80 dakika boyunca oyunu hiçbir müdahele gereksinimi duymadan izleyişiyle Prandelli Galatasaray’ı ne konumda gördüğünü ve hedefinin-vizyonunun hangi seviyede olduğunu çok açık bir şekilde gözler önüne sermiştir.
  Prandelli tam bir beyefendi olabilir, Prandelli çok iyi bir insan olabilir, Prandelli çok karakterli bir insan olabilir ama sahaya çıkardığı takımı ‘’karaktersiz’’ futbol oynuyorsa o zaman bunlar benim için hiçbir şey ifade etmez!
  Hiç kimsenin Galatasaray’ı bu denli küçük düşürmeye, Galatasaray’ı rakiplerinin çantada keklik gördüğü bir seviyeye indirgemeye, hepsinden öte Galatasaray’ı bu kadar korkakça ve basiretsizce oynatmaya hiçbir zaman, hiçbir koşulda, hiçbir şekilde hakkı olamaz!
   Galatasaray Spor Kulübü sahipsiz değildir! O kulübün herhangi bir görevine talip olan herkes de bu gerçeği bilmelidir. Kendine güvenmeyen de Galatasaray’ın herhangi bir kademesinde görev almaya kalkışmamalıdır!
  Artık sabırlar taşmış, oto kontroller tükenme noktasına gelmiştir. Ve bu durumun en büyük sorumlusu da Galatasaray’ın büyüklüğünün hala farkına varamamış olan korkaklar korkağı Cesare Prandelli’dir!  Bu zatı muhterem ne Galatasaray’ın başında olmayı, ne de aldığı trilyonları kesinlikle ve kesinlikle haketmemektedir.  Dolayısıyla kendisine söylemek istediğim yegane şey şudur: Gerek sezon başına aldığın ve alacağın trilyonlar, gerekse de Galatasaray taraftarı’nın senin üzerindeki maddi manevi tüm hakkı haram, zehir, zıkkım olsun inşallah! İnsanda biraz utanmak olur be arkadaş! Biraz ama! Biraz…

                                                        e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

1 Kasım 2014 Cumartesi

Tercih Sizin

  Açıkçası, uzun zamandır Galatasaray onbirinde bir revizyon yapılması gerektiği, başka bir deyişle neşteri vurma zamanının geldiği hepimizin farkında olduğu bir gerçekti. Nihayet Prandelli 3 Şampiyonlar Ligi, 7 de lig maçını geride bıraktıktan sonra bizim dediğimize geldi. Fakat gelin görün ki, neşteri vururken formayı hak etmeyenlerden ziyade hakedenlerin sırtından alması, bu işten ne kadar anlamadığını, bakın anladığını demiyorum; üzerine basa basa: ‘’anlamadığını’’ diyorum, gözler önüne sermiştir!
  168 gün sonra Galatasaray formasıyla resmi bir maça çıkan Sabri’yi kazanmaya çalışırken, takımın hiç tartışmasız uluslararası alandaki en büyük yıldızı Sneijder’i yedek soyundurmak hangi aklın, hangi mantığın ürünüdür anlamak mümkün değil!
  Furkan Özçal’a, Umut Gündoğan’a, Sinan Gümüş’e 1 dakika bile şans vermeyip hala 4 sezonda 5 tane iyi maçı çıkmaz Yekta’ya, sadece kendine oynayan Emre Çolak’a ve henüz hazır olmayan Hamit’e ilk 11’de forma giydirmek, Prandelli’nin tercihlerinde hakkaniyetten ne kadar uzak olduğunun en büyük göstergesidir!
  Galatasaray taraftarı da sezonu kendi kafasında bitirmiş olacak, dün akşam Türk Telekom Arena’da sadece 11 bin seyirci vardı. Sanırım 4-5 sezon sonra ilk kez tribünler bu denli boş kalıyor. Ne diyeyim, bizi bu hale getirenler utansın!
  Karşılaşmanın ilk devresinde sezon genelinde olduğu gibi yine hiçbir şey yapamayan bir Galatasaray vardı sahada. Atağa kalkamayan, organize olamayan, pozisyona giremeyen, kendi yarı sahasından 10-15 pasta anca çıkabilen, temposuz, süratsiz ve ne yaptığını bilmez bir Galatasaray…
  Kötü Emre Çolak, kötü ötesi Yekta, bir ara yaklaşık 20-25 dakika ortalardan kaybolan Hamit ve geçtiğimiz haftalara oranla bir nebze daha istekli gözüken sahte okey Selçuklu orta sahanın, ofayt kralı Burak’a destek vermesi ya da gol attırması imkansız gibi görünüyordu. Ki, koca devrede Olcan’ın dağlara taşlara giden şutu dışında hiçbir gol girişimimiz olamadı.
  Böylesine etkisiz oynayan takımımızın 41.dakikada kalesinde golü görmesi de üzerine tuz-biber ekti. Savunmamızın arkasına atılan topta Semih uyudu, Cehdjou’da her zamanki gibi ağır kaldı! Chedjou bu sezon takımın belki de en iyisi ama ne yazık ki birebirde ortalama bir hıza sahip olan santraforu yakalaması imkansız. Çünkü çok yavaş bir stoper kendisi.
  Tabi mağlup duruma düşmemiz, az sayıdaki taraftarı yavaş yavaş protestolara yöneltmeye başladı. İlk 45 dakikanın bitiş düdüğüyle birlikte de o protestolar arttı.
  Devre arasında Umut ve Sneijder’in birlikte ısınması ikisinin birden oyuna dahil olacağı izlenimi uyandırdı hepimizde. Ancak ne var ki, Prandelli sadece Umut’u soktu. Belli ki, Sneijder’e takmıştı dün akşam. Neymiş efendim, takımı kampa aldı diye Sneijder zerzenişte bulunmuş. Tamam bir oyuncunun takım üzerinde alınan kararlara müdahele etme hakkı olamaz şüphesiz. Ancak dünya üzerinde kampa giren takım mı kaldı Allah aşkına? 1900 kaçların uygulamalarını deniyoruz biz?  Haydi bunu da bir kenara bırakalım, Prandelli sanki takım üzerinde inanılmaz bir otoriteye sahip de Sneijder’in bu tepkisini cezalandırmak istedi. Acaba futbolcuların kaç tanesini Prandelli’yi seviyor ya da sayıyor çok merak ediyorum?
     İkinci 45’te biraz daha derli toplu bir Galatasaray vardı sahada. Umut’un oyuna dahil oluşuyla alıştığımız, bildiğimiz 4-4-2’ye dönmemiz az da olsa olumlu bir etki yarattı takım üzerinde. Nitekim 53’te Umut’un kafayla savunmanın arkasına aşırdığı top bir anda Burak’ı kaleci Isakssonla karşı  karşıya bıraktı. Burak’ta uzun bir aradan sonra kalecinin üzerine vurmayarak bizleri şaşırtmayı başardı!
   Beraberlik golünden sonra Sneijder’in de nihayet oyuna girişi, iyiden iyiye rakip yarı alanda oynamaya başlamamızı sağladı. Ancak Sneijder’in de hocaya tavır yaparcasına sadece kendine oynaması kabul edilemez bir durumdu. Birkaç müsait pozisyonda, Burak’a atmak yerine 3-4 kişinin arasına girip topu kaybetmeyi tercih etti mesela. Kenarda Fatih Terim olsa emin olun Sneijder’i daha yeni girdi falan demeden alırdı kenara. İşte, az önce bahsettiğim gibi Prandelli’nin otorite eksikliğinin ispatı da böyle ufak detaylarda gizli zaten.
   Girmeye çalıştığımız poziyonların hemen hepsinde Burak Yılmaz’ın ‘’ofsayt’’ engeline takıldığımız için galibiyet sayısını bir türlü bulamadık! Taa ki son dakikaya kadar. Artık duraklama dakikaları oynanmaya başlamışken, Sabri’nin sağ köşe gönderinden en formda dönemlerinde bile yapamadığı güzellikteki ortasına Chedjou çok iyi yükseldi ancak aynı güzellikte vuramadı. Auta doğru giden topa ikinci kafa vuruşu Umut Bulut’tan gelince kaleci Isaksson’u geçen top filelerle buluştu.
  Tabi son 2 maçta 4’lük olmuş Galatasaray’ın kendine olan güvenini yeniden kazanması için bir galibiyet serisi yakalaması gerektiği aşikar. Dün akşam da herşeyden önemlisi galip gelebilmekti. Tamam, takım da bunu çok iyi oynamamasına rağmen başarmış oldu. Ancak ne var ki, Galatasaray ilerisi için umut vermiyor. Galatasaray ‘’Bu takım 3-4 hafta sonra çok daha iyi olur’’ dedirtmiyor. Hepsinden öte, Galatasaray, Galatasaray gibi oynamıyor. Dolayısıyla da izleyenleri sıkıyor. Hiçbir şekilde keyif vermiyor.  Prandelli’ye 6 ay, 1 sene de sabredilse ben şu an ki tablodan çok farklı bir şeyler yaratabileceğini zannetmiyorum. Ve takım hali hazırda şampiyonluk potasındayken, hatta maç fazlasıyla liderlik koltuğuna oturmuşken Prandelli’yle yolları bir an önce ayırmak en doğrusu. Hee yeni yönetim biz hocayla devam etmek istiyoruz fikrinde ısrarcıysa o zaman söylenebilecek fazla bir şey yok. Buyursunlar devam etsinler. Ancak 2-3 ay sonra ortaya çıkacak bedelin faturasını da paşa paşa öderler o zaman…

                                                                    e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

27 Ekim 2014 Pazartesi

ADAMSAN İstifa Et!!!

  Şöyle başlayayım,  bu akşam Galatasaray’ın şanlı tarihine bir ‘’utanç gecesi’’ olarak geçmiştir. Çok net! Ve kimseler kusura bakmasın, bu utancın en büyük sorumlusu da dün itibariyle başkanlıktan düşen değil kaçan! Evet kaçan Ünal Aysal’dır! Son 1 yıl içersinde bilerek ve isteyerek uğraşsa Galatasaray’a bu kadar çok zarar veremezdi herhalde! Umarım bundan sonra bir daha bu kadar işgüzar, bu kadar futboldan anlamaz bir insan bu kulübün başkanlığına falan soyunmaya kalkmaz!
  Söylenecek çok fazla söz yok. Süper Lig’in yeni kurulmuş, doğru düzgün taraftarı bile olmayan ekibi Başakşehir çıkıp Galatasaray’a 4 tane atıyorsa bunun adı en başta da söylediğim gibi utançtır! Galatasaray’ı gelenin gidenin 4 vurduğu, averaj takımı haline döndürenler bunun hesabını vermek zorundadırlar. Gereken neyse yapılmalıdır!
   Prandelli adamsa, bakın 5 yıldır üslubumda ilk kez bu kadar ağır bir sıfat kullanıyorum, evet Prandelli adamsa şayet bu akşam itibariyle ‘’Ben bu işi beceremedim’’ deyip görevinden istifa eder. Hee etmiyorsa da, o zaman yeni yönetim hiç vakit kaybetmeden kendisine ‘’Güle güle kardeşim’’ demek durumundadır! Çünkü Prandelli’ye sabır göstermek Galatasaray için telafisi her geçen gün biraz daha zorlaşan sıkıntılar doğuracaktır. Kısacası Prandelli Galatasaray için sadece ve sadece vakit kaybıdır!
  Daha çalıştırdığı takımın büyüklüğünün farkına varamamış bu şahsın bu kulüple olan ilişkisini kesmemek, Ali Sami Yen’e, Metin Oktay’a, Gündüz Kılıç’a yapılan birer hakarettir! Kuruluş amacı ‘’Yabancı takımları yenmek’’ olan koskoca Galatasaray’ı kendi liginde bile darma duman olabilecek seviyeye indirmiş, sözde teknik direktörün yerinin Galatasaray Spor Kulübü olmadığı aşikardır. Gitsin İtalya’ya kendisine ve misyonuna cuk oturan Venezia’yı, Bari’yi, Lecce’yi çalıştırsın aslanlar gibi!
   Oynadığı hemen hemen bütün maçlarda doğru düzgün gol pozisyonuna dahi giremeden 90 dakikaları bitiren, hasbel kader bulduğu gollerle birkaç galibiyet almış olan takımımızın hiçbir Galatasaray taraftarının hayalindeki, gönlündeki Galatasaray olduğunu sanmıyorum. Dolayısıyla her sezon maddi-manevi onlarca yükün altına giren, bu kulübün asıl sahibi olan şanlı taraftarımıza hiç kimsenin bu haksızlığı yaşatmaya hakkı da haddi de yoktur!
  Yineliyorum, bu akşam Galatasaray’ın anlı şanlı tarihine bir ‘’utanç gecesi’’ olarak geçmiş ve  olumsuzluklar katmıştır. Hiç kimselerin Galatasaray’ı bu denli kolay mağlup edilebilen, gelenin gidenin 4 vurup yolladığı bir takım haline getirmesine izin vermeyiz! Bundan sonraki süreçte bu takımın başında gerçekten orada olmayı hak eden, çalıştırdığı takımın büyüklüğünün farkında olan bir teknik direktör görmek, saha içersinde de terinin son damlasına kadar savaşan, Galatasaray formasının hakkını vererek oynayan futbolcularla mücadele etmek, hepsinde öte o formayı gerçekten hak eden oyuncuların sırtında görmek isteğimizdir, arzumuzdur, hakkımızdır!

                                                   e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

23 Ekim 2014 Perşembe

AKIL HASTASI!

  Ağustos ayı’nda Fenerbahçe’yle oynadığımız Süper Kupa maçından bu yana, Galatasaray’da olup bitenleri, saha içinde oynanan futbolu  hayretle izlemekteyim.  Ve üzülerek söylemeliyim ki, Galatasaray’ın şanli tarihinin içinde bulunduğum, bir parçası olduğum son 20 yıllık diliminde bu kadar kötü futbol oynadığımız, saha içersinde bu kadar çaresiz kaldığımız, rakibin kim olduğu farketmeksizin bu kadar komik durumlara düştüğümüz başka bir dönem kesinlikle hatırlamıyorum…
  Prandelli’nin takımın başında ‘’teknik direktör’’ ünvanıyla sahaya çıktığı bütün resmi karşılaşmalarda Galatasaray rakiplerinin hepsine oyun anlamında ezilmiştir! Açık ve net! Hele hele son 2 Şampiyonlar Ligi maçımızda olay bizim için ciddi bir rezilliğe, emsalsiz bir kepazeliğe dönüşmüştür!
  Karşılaşmadan bir gün önce geleneksel basın toplantısı düzenleniyor, Prandelli soğuk algınlığı geçirdiği için de toplantıda Galatasaray’ı yardımcı antrenör Gabrielle Pin temsil ediyor. Söyledikleri ise şunlar; ‘’Arsenal maçının ilk yarısı bizim için bir dönüm noktası oldu ve oradan çok büyük dersler çıkardık. Bu doğrultuda sistemimizi değiştirdik ve bundan sonra bu şekilde devam edeceğiz.’’ Peki sorarım sizlere dün akşam Dortmund karşısında ‘’çok büyük dersler çıkarmış’’ bir Prandelli ya da Galatasaray takımı görebildiniz mi sahada?
  Futbol  futbolu bilen adamlarla oynanır. Futbolcusundan başlayıp, teknik direktörüne, yöneticilerine, başkanına kadar futbolu çok iyi bilen insanlardan oluşması gereken bir ekip işidir bu. Galatasaray’ın temel sıkıntısı burada başlıyor zaten. Takımın başında sadece ‘’kağıt üzerinde’’ bir teknik direktör var! Yönetim kurulunda bir tane futbolu bilen, futboldan anlayan adam yok. Ünal Aysal’ın zaten son 1 yıl içersinde gerçekleştirdiği icraatlardan, aldığı kararlardan futboldan ne kadar anladığı ortada… Hal böyleyken bu takım iyi futbol da oynayamaz, bu takım büyük maç da kazanamaz. Anca futbolun şans melekleri yanımızda olur da, Sneijder yine 35 metreden 2 tane çatallara sallarsa ona bi şey diyemem tabi.
  Dün maçtan 5-6 saat önce Veysel, Bruma ve Olcan’ın 18 kişilik kadroda olmadığı haberini öğrendiğimde beynimden vurulmuşa döndüm. Veysel için diyecek sözüm yok. Hatta bana göre 3-4 hafta önce uygulanması gereken bir karardı bu. Ancak son Fenerbahçe maçının en iyilerinden Olcan’ı ve bugün satışa çıkarsak en çok talibi çıkacak, en çok para edecek oyuncumuz olan Bruma’yı aklı ve mantığı yerinde olan bir teknik direktör, böylesine hayati bir maçta 18 kişilik kadroya almaz mı? Sorumun cevabı içinde gizli. Ben Prandelli ciddi anlamda psikolojik sıkıntılarının olduğunu ve ruh sağlığının pek normal olmadığını düşünüyorum…
  Olcan’ı veya Bruma’yı oynatıp oynatmamanıza kimseler bi şey diyemez. Bu antrenör tercihidir. Veya taktiksel bir karardır. Buna hiçbir itirazım yok. Ancak bu oyunculardan ilk 11’de faydalanmamak demek onları tamamıylen gözden çıkarmayı mı gerektirir?
  Galatasaray’ın dünkü yedek kulübesine bakıyorum,  oyuna dahil olduğunda skora katkı yapabilecek, takımı ateşleyebilecek, maçı çevirebilecek kapasitede kim var Allah aşkına? Belki biraz Umut Bulut. Başka? Başka yok…
  60.dakikada, 3 farklı mağlupken üstelik kurtarıcı olarak Yasin Öztekin’i oyuna alması, Prandelli’nin her anlamda tükenişiydi bence. Eğer %1 bile kredisi kaldıysa bende, o değişiklik esnasında o %1’i de fazlasıyla yitirmiştir Olcan’ı gözden çıkar, Bruma’yı gözden çıkar, ondan sonra kurtarıcı olarak Yasin’e sarıl. Hem de sezon başından beri doğru düzgün yüzüne bakmadığın Yasin’e. Diyecek söz bulamıyorum…
  Lig maçlarının tamamında Balıkesir’e, Kayseri Erciyes’e karşı bile sahaya tek forvetle çıkan büyük hocamızın, geride kalan 3 Şampiyonlar Ligi karşılaşmasına da çift forvetle başlamasına ne demeli peki? Kendi de bilmiyor ki ne yaptığını. O gün kafasına ne eserse onu uygulamaya çalışıyor sadece. Rakibi analiz diye bir şey kesinlikle yok adamda…
  Sezon başından beri çoğu lig maçında doğru düzgün 18’e dahi almadığı Alex Telles’i ve 5’er 10’ar dakikalar şans tanıdığı Pandev’i, her Şampiyonlar Ligi haftasında pat diye 11’e koyması, yaklaşık 1 yıldır top oynamamış olup son 3-4 haftadır sakatlığın izlerini yeni yeni üzerinden atmaya başlayan Hamit’i, bu hayati karşılaşmada bir anda sahaya sürmesi, elindeki bütün kanat adamlarını devre dışı bıraktıktan sonra sağ ve sol açığı olmayan bir 4-4-2 anlayışı benimsemesi, Prandelli’nin Borussia Dortmund maçında teknik direktörlük mesleğine ettiği ihanetlerdir bence!
  Devreyi 3-0 geride kapamış takımına herhangi bir müdahelede bulunma ihtiyacı hissetmeyişi, dakikalar 60’ı gösterirken de artık mecbur kalıp değişikliğe gittiği anda maçı çevirsinler diye Dzemaili ve Yasin’i oyuna alması da bu adamın Galatasaray’ı ne kadar önemsediğinin, ne kadar umursadığının ispatıdır…
  Dünya’da çoktan tükenmiş olan İtalyan futbolunun, ülkelerinde iş bulamayan 2.sınıf antrenörlerini ‘’avrupa fatihi’’ Galatasaray’ın başına getirirseniz, işte sizi böyle bir zamanlar destanlar yazdığınız o arenanın ‘’averaj takımı’’ haline döndürürler!
  Kuralar çekildiğinde ‘’Sadece İstanbul’da Anderlecht’i yener, toplamda 3 bilemedin 4 puanla bitiririz bu grubu demiştim.’’ Sanırım ben yine fazla iyimser davranmışım. Çünkü görünen tablo öngördüğüm o 3-4 puanın da altında kalacağımız yönünde.
  1 yıl gibi bir zaman diliminde yanlış üstüne yanlış yaparak Galatasaray’ı tırnaklarıyla kazayarak çıktığı zirveden alıp, uçurumun eşiğine sürükleyen Ünal Aysal,  takımın bir bacağı da boşlukta sallanmaya başlayınca, son çare olarak kendisine yakışır bir şekilde kaçmayı tercih etmiştir! Yani büyük başkan batan gemiyi en son değil, ilk terk eden isim olmuştur! Keşke giderken yanında çok güvendiği hocası Prandelli’yi de götürse. Çünkü akıl sağlığı yerinde olmayan bu adamın Galatasaray teknik direktörü olarak takımın başında sahaya çıktığı her karşılaşma, önce futbolcularımıza, sonra taraftarımıza,  hepsinden öte de yerli teknik direktörlerimize yapılan çok büyük bir ayıptır, terbiyesizliktir!

                                                             e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

19 Ekim 2014 Pazar

Arena'da WESLEY'nin Gecesi!!!

  Her derbi öncesi olduğu gibi yine hepimiz hafta boyunca maç akşamına yani bu akşama konsantre olmuştuk. Acaba ne olacak? Neler yaşanacak? Kim kazanacak? Kim kırmızı kart görür? gibi onlarca düşünce geçti zihnimizden. Saatler 19.00’ı gösterirken Cüneyt Çakır’ın çalan ilk düdüğü artık herşeyi yaşayarak göreceğimizi müjdeledi nihayet.
  Açıkçası Galatasaray’ın ilk 45 dakikada ortaya koyduğu daha doğrusu koyamadığı! futbol  bu maçı kazanma ihtimalimizin oldukça düşük olduğu izlenimi yarattı bende. Çünkü oyunun mutlak hakimi Fenerbahçe’ydi. Sahaya çok iyi yayıldılar ve Galatasaray’ı neredeyse hiç çıkarmadılar. Ayağa bol pas yaparak topa 45 dakika boyunca hükmettiler. Tabi doğal olarak golü bulabilecek pozisyonları da yakaladılar. Ancak çok şükür ki o anlarda şans bizim yanımızdaydı. Özellikle Emenike’nin Muslera’yla karşı karşıya kaldığı pozisyonda yaptığı o kötü vuruşa yatıp kalkıp şükredelim...
   Devrenin bizim adımıza tek olumlu tarafı Emre Belözoğlu’nun sakatlanarak sahayı terk etmesi oldu. Çünkü oyunda kaldığı süre zarfında Fenerbahçe’nin iyilerindedi. Yerine giren Selçuk Şahin ise kısıtlı yeteneklerinden mütevellit aynı katkıyı yapamadı takımına.
   Prandelli’nin kağıt üzerinde 4-3-3’e benzeyen ancak uygulamada ne olduğu anlaşılamayan bu taktikte ısrar etmesi Galatasaray’a uzun vadede ciddi sıkıntılar yaşatır. Son 3 yıldır kendi sahasında oynadığı bütün derbilerde oyunu sürklase eden Galatasaray, bugün 45 dakika boyunca Fenerbahçe karşısında çaresiz durumlara düştüyse şayet bunun tek nedeni Prandelli’nin yanlış oyuncu ve diziliş tercihleridir!
   Sağ bek olarak transfer edilen Tarık neden ısrarla solda oynatılır mesela? Ya da haftalardır Galatasaray seviyesinde olmadığını defalarca kez ispat eden Veysel’de bu kadar ısrar etmenin anlamı ne? Aynı şekilde ligimizdeki her takımda eşine rastlanabilecek türden olan Dzemaili’de de ?
   Neyse ki ikinci 45 dakikada daha derli toplu bir Galatasaray vardı sahada. Özellikle Sneijder’in forvet arkasına geçerek serbest oynamaya başlaması takımın bir anda çehresini değiştirdi. Selçuk’ta haftalar sonra bir nebze de olsa sorumluluk almaya başlayınca takımımız bu sezon belki de ilk kez topa ve oyuna hükmetmeye başladı. Tabi sağ tarafta Olcan’ın sol tarafta da Tarık’ın sürekli olarak Gökhan ve Caner’e tehdit oluşturması da Fenerbahçe’nin ilk 45 dakikadaki ofansif etkinliğini sona erdirdi.
   53.dakikada Bruno Alves’in sanki geçen hafta Bekir’in yaptığı hareketin kopyasını bizlere izlettirmesi Fenerbahçe’yi bir kez daha oyunda eksik bıraktı. Durum böyle olunca da devreye zaten istekli başlamış olan takımımız üstünlüğü tamamen ele aldı. Ancak ne var ki bu baskımız sadece 10-15 dakika sürebildi ve Fenerbahçe 65’ten itibaren oyunu tekrardan dengelemeyi başardı. Sonraki bölümde Kadlec’le kaçırdıkları bir gol vardı ki, futbolun şans melekleri bir kez daha bizim yanımızdaydı...
   Maç boyunca en çok efor sarfeden ve bir topu da direkte patlayan Olcan’ın pili 70’ten itibaren bitmeye başlamıştı ki, durumu farkeden Prandelli doğru bir hamleyle Olcan-Emre Çolak değişikliğine gitti. Emre Çolak’ta takımımıza hareket getirdi. Özellikle Umut’a al da at dercesine yaptığ ‘’pas’’ niteliğindeki ortada Umut zoru başardı!
  Umut o golü kaçırdıktan sonra ‘’Bu maç böyle biter herhalde’’ dedim kendi kemdime. Fakat Sneijder’i hesaba katmayı unutmuşum. İkinci devrenin başından itibaren sazı eline almış olan maestromuz  ‘’Ben daha son sözümü söylemedim’’ dedi çünkü.
  Önce yaklaşık 35 metreden gönderdi füzeyi ve sakat sakat oynayan Volkan’ın sağına astı. 2 dakika sonrasında da bu kez ceza yayı içinden sol köşedeki örümcekleri aldı.
  Ardı ardına gelen jeneriklik 2 gol Türk Telekom Arena tribünlerinde deprem etkisi yarattı tabi. Hiç kimse yerinde duramıyordu.
  Duraklama anlarında ise sahneye Cüneyt Çakır çıktı! Hasan Ali’nin taç çizgisinin yaklaşık 20 cm dışından çevirdiği topa ‘’oyunda’’ kararı vererek Fenerbahçe’ye bedavadan bir gol hediye etti. Ancak öylesine keyiflendirmişti ki Sneijder bizi,  hiçbir şey keyfimizi kaçıramazdı!
  90+5’te gelen son düdük, bu derbinin galibi Galatasaray demekti. Madem ki önemli olan galip gelmek, o zaman ben de bu akşam sahada forma giymiş olan tüm oyuncularımızı tebrik ediyor, darısı bundan sonraki maçlara diyorum.

                                                             e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR

5 Ekim 2014 Pazar

Prandelli'ye Rağmen

  Henüz 3 gün önce aldığımız farklı mağlubiyetin ardından bu maça hazırlanmak kolay değildi şüphesiz. Tabi tek kulvarda mücadele eden rakibimizle bizim maçımızın aynı akşam oynanması da Türk futbolunun bugüne dek gördüğü en müthiş federasyonun! yine emsalsiz uygulamalarından biriydi.  Aman bize Pazar maçı vermeyin olur mu? Neme lazım, takım daha fazla dinlenme şansı bulur, daha diri olur falan sonra nasıl durdurursunuz Galatasaray’ı!!
   Arsenal maçının ikinci devresinde 4-4-2 oynayıp ilk 45’ten kalma 3 gollük dezavantaj olmasa belki de maçı kazanabilecek mücadeleyi göstermiş olan takımımız, tabi ki Kayseri Erciyes önünde aynı dizilişle yer almamalıydı sahada. Gerek yoktu çünkü durduk yere takım üzerinde pozitif bir hava yaratmaya! Galatasaray bu sene iyi futbol oynamamalıydı! Galatasaray bu sene rakiplerini boğmamalıydı! Hepsinde öte Galatasaray bu sene rahat maç kazanmamalıydı! Prandelli’nin hayalindeki takım böyle bir takımdı çünkü!
   4-4-2 oynatmadı takımı dedik ama en azından oyuncuların çoğunu doğru yerlerine koymuştu bu sefer. Sneijder hariç tabi. Tarık’ın sağ beke, Telles’in sol beke, Melo’nun ön liberoya geçtiği karşılaşmada  Football Menager oynayanlar bilir, DML diye gerçekte pek olmayan bir mevki vardır oyunda. Açılımı ‘’Defensive Midfielder Left’’ Türkçesi de ‘’Sol Defansif Orta Saha’’ İşte Sneijder dün tam olarak o pozisyonda oynadı. Prandelli neden ısrarla Sneijder’i bu kadar geride kullanmaya çalışıyor cidden akıl sır ermiyor…
  Orta sahadaki 2 el freni Dzemaili ve Yekta’nın olmayışı, kanatlarda da Tarık ve Telles gibi 2 hücumcu bekin oluşu, özellikle ilk 45 dakikada geride kalan maçlara oranla daha arzulu, daha üretken ve daha çabuk oynayan bir Galatasaray izlememize neden oldu. Tabi Felipe Melo’nun rakip atağa çıkacağı anlarda kaptığı kritik toplar ve Olcan’ın da bir şeyler yapmaya çalışma gayreti pozitif görüntümüzün diğer etkenleriydi.
  İlk 45 dakikada Galatasaray’ın en sırıtan ismi ise şüphesiz Yasin Öztekin’di. Zaten sınırlı sayıda topla buluştu, o anlarda da pek olumlu bir şeyler yapamadı. Kaleci Gökhanla karşı karşıya kaldığı pozisyonda kaçırdığı %100’lük gol de cabası…
  Pozisyonlar bulduğumuz halde son vuruşlardaki klasik beceriksizliğimiz devrenin 0-0’la geçilmesine neden oldu. Ancak aynı oyunu ikinci 45’te de sürdürürsek er geç buluruz golü diye düşündüm.
   Nitekim haklı çıktım ve nihayet 52’de geldi gol. Selçuk’un sağdan kullandığı köşe vuruşunda Semih arka direğe aşırdı, Kral’da zorlanmasına rağmen topu ağlarla buluşturdu.
   Golün oyunun son bölümüne kalmadan gelmesi takımımızı psikolojik olarak rahatlattı şüphesiz. Skor avantajının verdiği moralle daha da etkili oynamaya başladık.
   Yasin-Hamit değişikliği orta alandaki hakimiyetimizi daha da arttırdı. Bunun neticesinde de oyun iyiden iyide Erciyes yarı alanında oynanmaya başladı.
   70.dakikada bir başka duran toptan 2.golü bulduk. Yaklaşık 25 metreden kazandığımız serbest vuruştan kaleyi cepheden gören Sneijder mükemmel bir vuruşla bu sezonki ilk golünü kaydetmiş oldu.
   2-0’dan sonra ise sahne Prandelli’nin di. ‘’Venezia hocası’’ kimliğini bir kez daha ortaya çıkardı. Takımı tamamen geri çekerek skoru korumaya çalıştı. Oysa ki biraz araştırmacı bir insan olsa vatandaşı Mancini’nin de geçen sezon bir çok karşılaşmada skorun üstüne yatmaya kalkıp sonunda mutlaka hüsran yaşamış olduğunu rahatlıkla görebilirdi. Ama nerde…
   Gol atmaya en ufak niyeti olmayan rakibimize üzerimize gelmeleri için davetiye gönderen Prandelli son 15-20 dakikanın bir hayli sıkıntılı geçmesinin baş aktörüydü! Hal böyle olunca Kayseri Erciyesspor üzerimizde yoğun bir baskı kurdu, bunun neticesinde golü de buldu!
  2-1’den sonra Dzemaili’yi de oyuna alan Prandelli skoru korumaktan başka hiçbir düşüncesinin olmadığını artık sağır sultana bile duyurmuş oldu! Neyse ki, sonuçta Prandelli’nin istediği oldu ve daha fazla gol yemeyerek sahadan 2-1’lik galibiyetle ayrılmış olduk. Kazanmaya çok ihtiyacımız olduğu şu dönemde, oynanan futbola bakmadan bir şekilde galip gelmiş olmak önemli tabi. Ancak bir gerçek var ki, haftalardır Prandelli’ye rağmen kazanan Galatasaray bu durumu daha ne kadar sürdürebilir, orasını kestiremiyorum işte…

                                                            e-falanfilan yazarı: Kerem ZÜLFİKAR