21 Şubat 2011 Pazartesi

Fenerbahçe Hız Kesmiyor

Ligin ikinci devresi başladığından beri futbol otoriteleri, Fenerbahçe’nin ligin en önemli maçlarını oynadığını söylüyorlardı. Gerçekten de önceden oynadığı dört maç psikolojik açıdan kırılma maçı olabilme potansiyeli olan maçlardı. Beşiktaş, maçı bu dört maçın sonunda bölüm sonu canavarı gibi bekliyordu adeta. Hafta içindeki Dinamo Kiev maçındaki farklı mağlubiyet doğal olarak Beşiktaşlı futbolcuların Fenerbahçe’ye bilenmesine sebep olmuş. Zannediyorum ki Fenerbahçe takımının tamamı tarafından beklenen bir durumdu.

Maç başladığında bu psikolojik etkenleri Fenerbahçe’nin lehine çevirebildiğini gördük. Daha rahat olan ve oyunun temposunu belirleyen takım Fenerbahçe’ydi. Nitekim duran toptan golü de erkenden bulunca sonraki on beş dakikayı çok rahat oynadılar. Beşiktaş defansı inanılması güç bir dağınıklıkta oynuyor ve defanstan top çıkaramıyordu. Bunun en önemli sebebi beklentilerin aksine sarı lacivertlilerin defansı önde kurmasıydı. Bir süre Fenerbahçe Ekrem’in kanadından etkili hücum etti, pozisyonlar yakaladı ancak ikinci golü bulamadı. Bundan sonra oyunun dengeleri her oyunun doğasında olduğu gibi futbolun da doğası gereği rakip yönünde değişti. Beşiktaş, Fenerbahçe’yi geriye itip istediği pas alışverişlerine başlayınca taraftar desteğini de arkasına aldı ve Ekrem’in göstere göstere yaptığı güzel vuruşuyla beraberliği buldu. Bundan sonra ikinci yarıya nasıl bir tempoyla başlanacağı çok önemliydi.

Şahsen Beşiktaş’ın bastırmasını ve Fenerbahçe’nin geride bekleyeceğini düşünüyordum. Ancak Aykut Kocaman maça başlarken yaptığı gibi defans hattını biraz daha öne kurup orta sahanın önde basmasını daha uygun gördü. Bu hem olumlu hem de olumsuz sonuçlar doğurabilirdi. Beşiktaş hızlı çıkmaya, Fenerbahçe defansını dengesiz yakalamaya çalışıyordu. Bu şansları buldu ve duran toptan attığı golle skor avantajını yakaladı.

Fenerbahçe’nin buna nasıl karşılık vereceği, oyuna tutunup tutunamayacağı önemliydi. Aykut Kocaman ve futbolcuların ligin başından beri en çok vurguladığı kısım bu ''karşılık verme'' kısmıydı. Takım mağlup durumdayken her ne kadar psikolojik olarak olumlu tepki verip ileri doğru çıkmaya çalışsa da oyuncuların ayakları beyinlerine ayak uyduramadı. Durum böyle olunca Beşiktaş üçüncü golün eşiğinden döndü. Volkan güzel bir kurtarışla maçı çevirdi. Maçı çevirirken ona destek olan bir oyuncu daha vardı. Ferrari, Volkan’a gelip ''Bir elin nesi var iki elin sesi var. Bırak yardımcı olayım.'' deyip kırmızı kart ve penaltı yaptırdı ve işin şekli baştan aşağı değişti.

Sonrası malum. Alex, kendine böyle boş alan bırakıldığı zaman ve üstüne psikolojik olarak da çökmüş bir rakiple baş başa kalınca üç gol birden atıveriyor ve bunu çok kolay bir şey yapıyormuş gibi bir anda yapıyor. Ancak asıl anlaşılması gereken nokta farklı. Buradan yola çıkarak şu söylenebilir; büyük takımların formalarını giymeye layık olmayan futbolculara fazla tahammül etmemeleri gerekir. Ne Ferrari, ne Quaresma ne de Almeida’nın Beşiktaş camiasının ağırlığını kaldırabildiğini rahatça söyleyebilecek biri olduğunu sanmıyorum. Taraftar mutlu olsun diye transfer yapılmaz.


Fenerbahçe bundan sonra Galatasaray maçına kadar ''kağıt üstünde'' daha kolay maçlar oynayacak. Ancak önceki senelerde bu fikstür avantajını ne kadar kötü kullandığını da hatırlıyoruz. Geçtiği bu zorlu beş haftanın anlam kazanması ve gerçek değerini bulması için Kasımpaşa maçı kazanılmalı. Yoksa takım psikolojik olarak tekrardan geri gitmeye başlayabilir.
                                                                                                     e-falanfilan Yazarı: Uğur Karaman